| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ve 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/282) ile Sayıştay tezkereleri a)Adalet Bakanlığı b)Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu c)Türkiye Adalet Akademisi ç)Hâkimler ve Savcılar Kurulu d)Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu e)Kişisel Verileri Koruma Kurumu f)Anayasa Mahkemesi g)Yargıtay ğ)Danıştay |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 24 .11.2021 |
AHMET ŞIK (İstanbul) - Herkese merhaba.
Türkiye'de yargıya dair birçok şey söyleyebiliriz ve hepsi doğru ya da yanlış çıkabilir. Ancak şu tespite hiç kimse itiraz edemez: Türkiye, değil hukuk devleti, bir kanun devleti bile değildir. Son yüz yıldır Türkiye hiçbir zaman bir hukuk devleti olamamıştı ama son birkaç yıldır artık yasa devleti de değildir, yasalara ve kurumlara dayanan bir devlet hiç değildir. Bunun temel nedeni, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesinin siyasi iktidar eliyle demagojiden ibaret bırakılmasıdır. Ancak daha önemlisi, asgari hukuk normlarını uygulama cesaretini, sorumluluğunu gösterecek yargı mensuplarının sayısının yok denecek kadar az olmasıdır. Yargı teşkilatı mensupları sahip oldukları makam ve mevkileri liyakatle değil biatle elde ettiklerinden ve kendisinden olmayana nasıl had bildirileceğinin bizzat uygulayıcısı olduklarından olsa gerek, yeni bir tür hâkim, savcı sınıfı türedi; emirle soruşturma ya da dava açan, talimatla karar veren kuklalar. Muktedir siyasetçiler her zaman kişiliksiz insanları tercih eder yani fikren ve vicdanen geçersiz olduğu hâlde araçsal olarak kullanışlı olanları. Çünkü kişiliksizlik ve kullanışlılık arasında bire bir ilişki vardır. Bu yüzdendir ki Nietzsche siyasetçi insanları iki sınıfa ayırır "Kullanılacaklar ve düşmanlar" der. Saray rejimi istibdadını elinde tutanlar da yargıyı, düşmanlarından temizledikten sonra sadece kullanılacak olanlara teslim etmiştir. Bu yüzdendir ki yargıda yer tutmuş ve eksiklikleri noksanlık yaratmayacak olan nice insan var ki kendilerinden maaşlarını çıkardığınızda geriye hiçbir şey kalmıyor. Mensuplarının hukukun militanlığı yerine güç odaklılarının kullanışlısı olmasını kabul etmesiyle birlikte yargı artık birer siyasal cephe örgütüdür ve bütün siyasal çatışmaların ana zemini ve aracına dönüşmüştür. 15 Temmuz kalkışmasına kadar yargının bir aygıt olarak ele geçirilmesi mücadelesine dayanan geleneksel savaş, bu kanlı kalkışmadan sonra hukukun askıya alınmasıyla bir nitelik farklılaşması ve sıçraması yaşayarak yargının lağvedilmesi hâlini almıştır. Yargı yasal ve kurumsal bir alan olmaktan çıktığı için de savcı ve hâkimlerin herhangi bir denetim ve kontrol mekanizması ve hukuki sınıra bağlı olmadan yasaları serbest biçimlerde kullandığı bir keyfiyet düzeninin egemen olmasına yol açmıştır. Memleketi bir istibdat rejimine dönüştüren bu düzenin sınırı, iktidarın zirvesindeki şahsın uygulattığı kararların keyfîliğiyle sınırlı da değil. Yasallığını ve gücünü doğrudan bu şahıstan alan diğer güç makamlarının da keyfî davranabilme yetkisine sahip olduğu, iktidar hiyerarşisinde yukarıdan aşağıya doğru keyfîliğin yayıldığı bir genel yönetim anlayışı bu. Yargının keyfî yönetimin doğrudan uzantısı hâline gelmesi istibdadın muklaklaşmasıdır. Keyfîlik rejimine muktedir olan, elindeki toplumsal rıza yaratma olanaklarının daralmasına paralel olarak yargı yoluyla kurduğu tahakkümün dozunu arttırmaya "güvenlik devleti" kisvesi altında iktidarının güvenliğini öne çıkarmaya mahkûmdur. Çünkü keyfî yönetim gücünün sınırlanmasıyla birlikte giden hesap vermeme uygulamasının iktidarı kaybederse kendisine çok ağır hesap verme zorunluluğu olarak döneceğini bilir ve bu nedenle geri dönüşü olmayan bir yolda ilerlemeye kendi kendini mahkûm eder. Bu yüzdendir ki herkesin bir gün terörist olarak kolaylıkla yargılanabileceği tuhaf bir terör hukuku uygulamasıyla, yargı, gücü elinde tutana muhalif herkesi yutan ve yutacak olan bir kara delik hâline gelmiş durumda. Terör ve antiterör söyleminin siyasal iktidar tarafından araçsal kullanımıyla, ülke içinde terörist olarak adlandırılan ve yurttaştan farklılaşan bir topluluk üretildi. Saray rejiminin kimin düşman, kimin dost olduğu kararına bağlı olarak yürütülen bir düşman ceza hukuku uygulaması yasallaştırıldı. Hukuk devletinin bütün eşitlik, özgürlük ve adalet iddialarından vazgeçilerek, sıradan bir baskı aracı olarak yargı yeniden örgütlendi. Kurulu suç düzenine taraf olmayan herkes vatan, millet, dava, bayrak, ezan söylemleriyle terörist ilan edildi. Yurttaşların insan olmaktan kaynaklı temel hak ve özgürlükleri ihtiyaca göre kolaylıkla yok sayılan bir teferruat seviyesine düşürüldü. Ama bilmelisiniz ki siyasi muarızlarını yok etmenin aracı hâline getirilen "vatan" "millet" "dava" "bayrak" "ezan" söylemlerinin kendisi örtük bir terörizmdir. Bunu kullanarak suç düzenini devam ettirenlerin kendisi de gerçek teröristlerdir. Hukuk devletinin şartı sadece iktidarı elinde tutanların değil de tüm yurttaşların kendisini güvende hissetmesiyse eğer, hissetmeyenler için hukuk devletinin temel şartı yoktur. Şart olmayınca hukuk devleti de yoktur. Muhalefetin siyasi rakip değil, düşman olarak algılandığı ve yargının, iktidarın emrinde bu algıya uygun kararlar aldığı, idarenin topyekûn bir mobilizasyon içinde davrandığı bir rejimde asgari demokrasi koşulları da kalmamıştır. Hâl böyle olunca, ülkenin en kısa özetini şöyle yapmak mümkün: Yargının bile isteye rehinesi olduğu bir siyasal iktidar, o siyasal iktidarı esir almış bir tek adam ve o tek adamın esiri olduğu hırs ve ihtirasları.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Süreniz dolmuştur, son cümlenizi alayım.
AHMET ŞIK (İstanbul) - Bu karamsar tabloya rağmen, tüm bileşenleriyle ne mevcut düzenin yargısı ne de tetikçiliğini yaptığı saray rejiminin kendisi, bile isteye gideceği yeri biliyordur. Bizim hâlâ ve her şeye rağmen umudumuz var, o umudu diri tutmak için de mücadele azmimiz var. Çünkü onurlu yaşamak için buna mecburuz.