KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Bakan, değerli bürokratlar, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Bakan, gerçekten çok zor bir dönemde Bakanlık yapıyorsunuz. Türkiye'de yargıyla ilgili algının bu kadar çok adaletsizlik üzerine kurgulu olduğu bir dönemden geçiyoruz maalesef ve siz de bu dönemin Bakanısınız. Tabii, söylediklerim buradaki bürokratlarla veya sizin şahsınızla ilgili değil ama aynı zamanda bir adalet gözlemcisi olarak gerçekten bu dönemde gözlemlediğim hukuksuzluklar yakın tarihimizde en azından benim gözlemlemediğim kadar ağır bir dönem. Yani birçok dönemi karşılaştırma imkânına sahibim, şimdi siyasetçi olarak da Baro Başkanlığım döneminde, avukatlık döneminde gitmediğim kadar daha fazla adliyeye gidiyorum, yargıçlarla, mağdurlarla, avukatlarla birlikte oluyorum. Siz kuşkusuz bu imkânlardan yoksunsunuz, sahayı bu şekilde gezmekten yoksunsunuz, ancak size aktarılanlarla gözlem yapma imkânına sahipsiniz. Şunu bir hukukçu olarak söylüyorum: Yani Türkiye'de yargıç ve savcı kültürü değişti ve başka bir tabloyla karşı karşıyayız, nezaketten uzak bir yargıç kültürü var maalesef, davanın taraflarına karşı, avukatlara karşı, dinleyicilere karşı nezaket kurallarının dışında davranan bir yargıç kültürü oluştu maalesef. Bunu yeni başlayan hâkim ve savcılarla ilgili söylemiyorum, çok kıdemli hâkim ve yargıçlar da bu otoriter ortamdan esinlenerek ve siyasete bakarak kendilerine yön verdikleri için aynı kabalığı ve aynı nezaketsizliği her ortamda gösteriyorlar. Çok küçük bir anekdot anlatacağım. İstanbul Adliyesinde bir duruşmadayım, bir barış akademisyeni yargılanıyor, çok saygın bir sosyal bilimler profesörü, dünyaca saygın sosyal bilimler profesörü, yaşlı bir sosyal bilimci. Kendisinin sorgusu yapıldı ayakta; avukata sıra geldi, avukat dedi ki: "Benim savunmam uzun sürecek, müvekkilim oturabilir mi?" Hâlen Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan yargıcın dediği cümle şu: "Hayır, oturamaz." Yani kadın meslektaşım bir daha sordu "Efendim, neden?" Yargıç "Bu mahkemeyi ben idare ediyorum ve bu takdir bana ait." dedi ve savunmanın sonuna kadar o saygın bilim insanını ayakta bekletti. Bakın, bu, bir örnek, sadece bir örnek. Tamamen kaba, nezaketsiz ortamlar var. Avukatlara karşı "Otur." "Kes sesini." "Atarım dışarıya." "Attım dışarıya." "Savunma sırası geldiği zaman yapacaksın." "Ben buna izin vermiyorum." gibi gerçekten bizim alışık olduğumuz kültürden, nezaketten uzak bir yargı ortamı var. Bu ortamın nedeni Türkiye'deki kutuplaşma, Adalet ve Kalkınma Partisinin yöneldiği otokratik düzen ve o düzenin yargı kültürüne yansıması; bunu böyle okumanız lazım.

Şimdi, çok örnek verildi, size de verebilirim, arkadaşlarım da konuştular fakat bakın, çok böyle belirli davaları izliyoruz, o belirli davalarda yapılan hukuksuzluklar, adaletsizlikler yani bizim bilmediğimiz binlerce davada neyin yapıldığı konusunda bize bir ışık sunuyor. Mesela, bizim Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu aleyhine açılan birçok dava var ve sizin Genel Başkanınızın açtığı davalar var. Bakın, Man Adası davalarıyla ilgili olarak 5 dava Kartal Adliyesine açıldı yani 2'si bir mahkeme olmak üzere, 4 ayrı asliye hukuk mahkemesine düştü. Biraz önce de teyit ettim, bakın, biraz önce de teyit ettim yanlış bilgi vermeyeyim diye; 4 ayrı asliye hukuk mahkemesine düştü Kartal Adliyesinde. Tevzi yapıldı UYAP'tan; ona müdahale etme imkânı imkânsıza yakın yani çok zayıf, oluyor zaman zaman, duyuyoruz. Tevzi yapıldı ve 4 ayrı asliye hukuk mahkemesine düştü. 4 asliye hukuk mahkemesinin hâkimleri aynı anda değiştirilir mi? Atama dönemi değil, kararname dönemi değil. 4 asliye hukuk mahkemesinin hâkimi duruşmadan önce, tevziden sonra değiştirilir mi? Sonra o mahkemelerden çok ağır cezalar çıktı, şimdi dosyalar Yargıtayda. Bakın, bunlar yargının bağımsız ve tarafsızlığıyla ilgili değil, yargıç bağımsızlığıyla ilgili değil, doğrudan doğruya Adalet Bakanlığının idari tasarruflarıyla ilgilidir. Ya komisyon ya HSK bu görevlendirmeler... Bakın, size çok somut örnekler veriyorum. Bakın, böyle bir düzende bizim Genel Başkanımıza karşı bir yargı düzeni oluşturuluyorsa ortalama yurttaşın nelerle karşılaştığını nasıl bilebileceğiz, bize söyler misiniz?

Bakın, Osman Kavala'nın duruşması cuma günü yapılacak. Tümünü baştan sona izledim; siz de takip ediyorsunuz, bilgiler geliyor çünkü o mahkemede 18'inci madde ihlali çıktı, takip ediyorsunuz. 26'sında duruşması var, haftaya, konsey izleyecek.

Şimdi, bakın, en son olayı söyleyeyim size, böyle bir şey yargı tarihinde olmamıştır. 30. Ağır Ceza Mahkemesi 6 Ağustosa duruşma bırakmış ve 13. Ağır Ceza Mahkemesine de birleştirme için yazı yazmış. 13. Ağır Ceza Mahkemesi 12 Temmuzda birleştirme konusunda bir karar vermemiş, dosyayı ekim ayına ertelemiş, birleştirme konusunda avukat vermemiş, bir karar da vermemiş. Adli tatil; 30. Ağır Ceza Mahkemesinin Başkanını Komisyon bir günlüğüne atıyor 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına. Kendi yazdığı müzakereye bakın, kendi yazdığı müzakereye ve talebe. 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak olur veriyor ve avukat kararı veriyor heyet olarak, sonra dönüyor kendi mahkemesine, 30. Ağır Ceza Mahkemesine, duruşması 6 Ağustosta, duruşmayı avukatlara bildirmeden 2 Ağustosta yapıyor ve dosyayla ilgili birleştirme kararı veriyor. Yani bu tablo içerisinde ortalama bir yurttaş, ortalama bir avukat, dışarıdan Türkiye'yi gözlemleyenler nasıl yargı bağımsızlığına inanacaklar? Siz iyi niyetle işte konuşmanızı hazırlamışsınız, konuşuyorsunuz konferanslarda. Nasıl güvenecekler? Bakın, çok somut olaylar söylüyorum, çok somut.

Bakın, bu en son yapılan... Osman Kavala'yla ilgili olarak sadece kronolojiye bakın, hep en son gün kabul kararları verilmiş; gözaltı süresi en son gün, iddianameyi kabul kararı en son gün. İddianamesi ne zaman yazıldı, biliyor musunuz? Bakanlığınızın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden savunma için ek süre aldığı son gün ne zaman, biliyor musunuz? 20 Şubat. Artık ek süre alma hakkınız yok sizin; 20 Şubat 2020 tarihi. İddianame ne zaman hazırlandı, biliyor musunuz? 19 Şubatta. Peki, iddianame ne zaman kabul edildi? En son gün, 4 Martta. Duruşma ne zaman yapıldı, ilk duruşması? En son gün, dört ay sonra, Haziranın 24'ünde, 25'inde. Tutuklu; bakın, tablo bu. Birçok örnek verebilirim size.

Şimdi, aynı adliye binası içerisinde -tekrar söylüyorum- görev yapıyor yargıçlar. Şöyle bir şey olabilir mi: Yani bir mahkeme gezici dolaşabilir mi; ilk önce 26, sonra 37, şimdi 14 ve terfi edebilir mi? Şimdi, Yargıtaydan temsilciler de burada yani hâkimlerin kendisinde vicdan olmazsa, kendisinde tahammül ve bağımsızlık olmazsa istediğiniz güvenceyi getirin. Yargıtay üyelerinin güvence bakımından hangi eksikleri var? Ama bu Yargıtay üyelerinin de sonuç itibarıyla yargı teamüllerine uygun davranması gerekmiyor mu, Anayasa'ya uygun davranması gerekmiyor mu? Yani bir hülleyle nasıl vicdanlarına aykırı bir biçimde gidip oy kullanırlar? Biz o yargıçlara nasıl güveneceğiz? Yani siyasetin yönlendirmesiyle eğer yüksek yargı üyeleri böyle bir karar vermekten yoksunsalar... Yani yeni atadığınız yargıçlara Hakkâri'de, Şırnak'ta nasıl güveneceğiz, nasıl bağımsız ve tarafsız olduklarına inanacağız, nasıl siyasetten etkilenmediklerine inanacağız?

Bakın, Sayın Cumhurbaşkanının, evet, Anayasa'dan kaynaklı 3 tane sıfatı vardır. Biri Cumhurbaşkanlığıdır; eyvallah. İkincisi, Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanıdır; eyvallah. Üçüncüsü Anayasa'da tarif edilmiş, başkomutandır; tamam. Ama dördüncü sıfatı daha var; Türkiye'nin başyargıcıdır, Türkiye'nin başsavcısıdır. Kendisinin iddia ortaya koyduğu bir konuda bir savcı iddianame mutlaka düzenlemek zorundadır. Öyle bir takdir hakkı yoktur eğer bir iddia ortaya koymuşsa herhangi bir yurttaşla, siyasetçiyle ilgili.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Süreniz dolmuştur. Son bir cümlenizi alayım.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Eğer hâkimse yani hüküm kurmuşsa da "O insanın tahliye olma imkânı yoktur." iddiası kırılmadığı sürece. Böyle bir dönemin Adalet Bakanısınız; başarılar diliyorum.