KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, Maliye Bakanlığımız Muhasebat Genel Müdürlüğü kamu hesapları bülteni diye bir bülten çıkarttı. Ben bu bülteni ilk kez 1989 yılı Mart ayında gördüm, o zaman ince bir bültendi, bu sonra biraz kalınlaştı. Bu bültende harcama tarafına ilişkin bilgilerin arttığını biz gördük zaman içerisinde, 1989-2015, yirmi altı yıl olmuş fakat gelir tarafına ilişkin bilgilerde hiçbir artış olmadı. Yani, ilave hiçbir bilgi neredeyse, hemen hemen... Ufak tefek olmuş olabilir, belki işte tahakkuk, nakit bilgisi olabilir ama verginin, mesela vergi harcamaları anlamında, mesela -atıyorum- katma değer vergisinde vergi dilimlerinin her birinin gelir içerisindeki payı anlamında, işte bu stopajlar, şunlar, bunlar falan filan, bu konularda çok fazla bir gelişme olmadı. Bu, Maliye Bakanlığında ben teknisyenken de çok sık gündeme getirdiğim bir konudur. Bu vergi harcamaları meselesi, bugünkü konuştuğumuz meselelerin yani faiz özelinde değil de vergi harcamaları üzerindeki meselenin, rahmetli Adnan Kahveci -ikisi de rahmetli oldu- Maliye Bakanı, Altan Tufan Gelirler Genel Müdürüyken de onlara sorulduğunu, onların da "Efendim, bu konuda çok hızlı çalışacağız, inşallah bu konularda kurumsal kapasitemizi geliştireceğiz, bu işleri yapacağız." dediğini burada ben uzman yardımcısıyken hatırlıyorum. Şimdi, bugün geldiğimiz noktada aynı noktadayız, yirmi altı yıl geçmiş bu konuda Maliye Bakanlığımız ve nihayetinde Türkiye kendisini geliştirmemiş. Bir tek bir konuda bir farklılık oldu benim o günden bugüne bildiğim. Bu bütçe kanunu tasarılarına şöyle bir tablo koyduk: Vergi türleri itibarıyla toplam vergi harcaması tahminleri yani tahmin yapılabiliyormuş, 2018'e kadar da hatta burada tahmin var yani 2016, 2017, 2018 fakat bunların -şimdi bir şey söylemek istemiyorum sağlığına ilişkin ama- geçmişine ilişkin bir şey yok yani "Önümüzdeki döneme ilişkin şu kadar bir vergi harcaması olacak." diye, mesela, 2016 için 28 milyar liralık bir vergi harcaması bu kadük olan bütçede öngörülmüş. Ancak, hadi 2015'te de vardı bu tahmin olarak fakat 2015'te, 2014'te bunun gerçekleşmeleri ne oldu şeklinde bir çalışma yok. Bu çalışma kolay bir çalışma olmayabilir, bunu kabul ediyorum ancak literatür bu tür çalışmalarla dolu, yoksa hiçbir politikanın etkisini analiz edemezsiniz o zaman. Yani, her şeye yeni bir şey yapacaksın, onun bir etkisini... Etki analizi diye bir kavram olmazdı eğer bu çalışmalara biz "Yapılamaz." dersek. Dolayısıyla, bu anlamda, bizim siyasetçiler olarak kurumlarımızın bu konuda kapasitelerini... Ben Maliye Bakanımızın bu konuya ilişkin görüşlerini takdirle karşıladığımı da ifade edeyim yani en azından "Bu bizim eksikliğimizdir, yapmamız gerekir." dedi. Yani, yirmi altı yıl önce de duymuş olsak da bir başka maliye bakanından ama bugün en azından yine dedi. En azından Sayın Başkan, sizin gibi itiraz etmedi "Bu iş olmaz." diye. Yani, o anlamda bu çalışmalar yapılabilir, literatür bu çalışmalarla doludur, Türkiye'de bu çalışmalar yapılmıştır. Kalkınma Bakanlığında bizim değişik şekillerde yaptığımız çalışmalar var bunlarla ilgili ama çok daha kalitelisini bizim yapmamız lazım. Burada yapılamayacak hiçbir şey yok.

Şimdi, süre uzatım meselesi... Bakın arkadaşlar, yani tekrar bunu 2020'ye kadar uzatıyoruz. Burada bir tane sayın vekilimiz dedi ki: "Ya, on beş günde bu yapılamayacağı için getirildi." filan. "Yani, on beş günde yapılamayacağı için getirildi, işte seçim vardı..." Seçim filan değil, bunlar ta geçen yıl düşünülmeliydi. Nitekim düşünülmüş, Gelir Vergisi Yasası'na da bu kalıcı madde olarak konulmuş. Burada 2 tane itirazım var. Bir: Bunun geçici maddelerle olmaması, en azından orada kalıcılaştırma niyeti olmuş fakat o gün yapılamadı diye bugün tekrar 2020'ye kadar bunu uzatmamız gerekmiyor. Yani, hiç olmazsa "2016'ya kadar, 2016 sonuna kadar, 2017 başına kadar yapalım." denilebilir. Bir yıl içerisinde biz bunları kalıcı madde hâline getireceğiz.

Fakat, diğer bir itirazım benim, madde üzerinde de bunu o yüzden tekrar gündeme getirmek istiyorum: Bizim artık burada beyan usulüne geçmemiz lazım. Bunları düzgün ülkelerde yani finansal piyasaları gelişen ülkelerde... Biliyorsunuz, İstanbul Finans Merkezi Projesi'ni de yürüten bir Hükûmetimiz var, bir Türkiye'miz var, ben de bu işlerde bir hayli çalıştım. Yani, eğer biz Türkiye'yi veya İstanbul'u bir finans merkezi hâline filan da getirmek istiyorsak bunun yolu böyle stopajlardan filan geçmiyor. Dünyaya bakın, finans merkezinde sıralamaya girmiş ilk 5, 10'daki ülkelerin hiçbirinde bu stopajlar yoktur. Yani böyle stopajla filan finans merkezi, sermaye piyasası genişlemesi, gelişmesi filan olmuyor dolayısıyla... Fakat tabii, üzüntüm şu: 2006'da... Sayın Bakan 2002'ye filan gidiyor da 2002'ye filan gitmenin gereği yok yani oradaki bütçe yapısının bugünden daha iyi olduğu filan gibi bir şey yok yani temel makro... Kırılganlık anlamında 2002'nin ben bugünden daha güçlü olduğunu iddia ediyorum ama bütçe anlamında, bütçenin sıkıntıları anlamında... O yüzden zaten sıkı maliye politikası programları uygulandı 2000'in başından itibaren, yani Türkiye'nin o sıkıntılarını aşmak için ama 2006'da konuşabildiğimiz konuyu... Burasının önemli olduğunu düşünüyorum ben, 2006 yılında, yine bu Hükûmet döneminde Türkiye "Biz beyana geçmeliyiz artık."ı tartışırken hatta genel ağırlık o şekildeyken bugün hiç tartışmadan yani böyle tamamen kabullenmiş bir şekilde "Biz stopajı bir beş yıl daha uzatalım." diyoruz. Ne oldu? Hani, Türkiye'nin makroekonomik temellerini nasıl güçlendirdik biz? Bu güçlü bir makroekonomik temel anlamına mı geliyor? Yani FED kararları var diye bir başka ülkede beyan usulüyle... Ha, bunun yapılamayacağını ben de biliyorum, o konuda Maliye Bakanı haklı yani şu anda yapılması... Zaten eleştirim de o, Türkiye'yi niye biz bu kadar kötü yönettik de -Türkiye'nin ekonomisini- bugün bunlar yapılamaz hâlde oluyor, 2006'da yapılabileceğini konuştuğumuz hâlde? O yüzden, 2002'nin bütçe göstergelerine giderek hiçbir şekilde bu eleştiri karşılanmaz.

Şimdi, "Efendim, işte, biz bunu yaparsak, beyana geçersek, müterakki oran olursa, oranlar artarsa bunların bir kısmı... Efendim, işte, kendi borçlanmanızın maliyetini artırırsınız, nihayetinde bütçeden çıkar." Bu güçlü bir savunma değil. Burada verginin bir defa yansıtılması meselesi vardı, bunun birebir yansıtacağını düşünmememiz lazım. İkinci konu, burada enstrümanlar arasında bir eşitliğe genelde bakılır. Yani kimisi bizim yükümüzdür ama kimisi bizim yükümüz değildir yani oradan bir vergi aldığınızda size bir yük olarak o gelmez. Dolayısıyla, genelde finansal piyasalardaki enstrümanların oranlarında bir eşitleme ihtiyacı veya işte, dengesizlik olmasın; bu bir ilkedir, İstanbul Finans Merkezi Projesi'nde de bu ilkeyi biz koyduk o zaman. Dolayısıyla, bu çerçevede baktığımızda, bir kısmı bize yansıtılabildiği miktarda gelecektir belki yük olarak ama önemli bir kısmı bize gelmeyecektir. Bunu sırf böyle, hani bu şekilde söylemenin de çok fazla doğru bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Şimdi, yurt içi tasarrufların artırılması hayati bir konudur. "Yurt içi tasarruflar artırılıncaya kadar sermaye kazançlarını biz bu şekilde götürelim." dersek bu da hayati bir hata olur, bu hataya düşmemek lazım. Yurt içi tasarrufların artırılması ekonominin gelişmesi açısından da bu işlerin yapılması bir zarurettir. O yüzden, ben bu şekilde bu madde kapsamında 2020'ye kadar bunların uzatılmasının doğru olmayacağını, hatta bu anlamda hem bu sürenin -eğer bir zaruret varsa, FED kararlarından Türkiye'nin çok etkileneceğinden filan endişe ediyorsak- daha sınırlı olmasının doğru olacağını düşünüyorum. Tabii, burada şimdi...

Yani bu konulara girmek çok yerinde değil ama özelleştirme konusu filan da tartışıldı. Bunlar böyle hakikaten gelişigüzel konuşulacak meseleler filan değil ama ben mesela TELEKOM özelleştirmesiyle ilgili yaptırdığım bir çalışmayı burada çok yüzeysel olarak bilgilerinize aktarayım: Biz TELEKOM özelleştirmesini yaparken, o günkü yönetim, yönetim kurulu "Ya, bu TELEKOM elimizden gitti, gidiyor; yani TELEKOM sıfıra inecek, sıfıra inmeden bu malı elimizden çıkartalım." şeklinde bir anlayış içerisinde TELEKOM'u özelleştirdik. Yani siz düşünebiliyor musunuz, elinizde bir mal var "Bu malın üç gün sonra değeri gidecek yani yok parasına satayım." gibi bir anlayış içerisinde... Çünkü bunun böyle olacağına değişik çalışmalarla o arkadaşlar ikna edilmişti fakat öyle olmadığını gördük...

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Sayın Vekilim, ben bir şey sorabilir miyim? Bu, özelleştirme mi yoksa imtiyaz sözleşmesi devri midir TELEKOM?

ERHAN USTA (Samsun) - Onun da ne olduğu belli değil çünkü şu anda o mahkemelik, uluslararası tahkime gidecek o konu, yani çünkü alan adamlar çıktılar, dediler ki: "Biz bunu her şeyiyle birlikte aldık." Ondan sonra devlet tarafı, satanlar da, yani yönetim de öyle dedi fakat Danıştayın birtakım görüşlerinden sonra şimdi bir kamu idaresi orada çark etti...

BAŞKAN - Yirmi sene, değil mi efendim?

ERHAN USTA (Samsun) - Evet.

...dedi ki: "Burada tamamı verilmedi, kiralamalı, alt yapının..." gibi bir nokta var. Orada zaten başımıza epeyce bir sıkıntı gelecek ama işin o kısmında değilim.

BAŞKAN - Bunun için devlet ödeme yapıyor zaten, değil mi o sistem içerisinde? TÜRK TELEKOM'un devlete yapmış olduğu ödemeler var herhâlde gelirleri üzerinden.

ERHAN USTA (Samsun) - Yok, Türk TELEKOM'un bir...

BAŞKAN - Yok mu?

ERHAN USTA (Samsun) - Yok, yok, hayır.

BİHLUN TAMAYLIGİL (İstanbul) - Yok, gayrimenkulleri satıyor.

ERHAN USTA (Samsun) - Şey için temettü yani bizim hissemize düşen kısımdan temettü alıyoruz sadece o, kârlarından.

Fakat bunun böyle olmadığını gördük yani bize "Sizin elinizdeki malın değeri sıfıra inecek, bunu bir an evvel satın." raporları geldi -o günkü yönetime- ve bu şekilde, bu anlayış içerisinde... Varsa bunun tersini iddia eden oturup tartışalım, ben o çalışmaları da tekrar bulabilirsem veya çalışmaları da şey yaparız. Türkiye Cumhuriyeti devleti üç buçuk yıl içerisinde elde edeceği gelire TELEKOM'un yüzde 55 hissesini özelleştirmiştir. Yani, daha doğrusu, tamamı anlamında, yüzde 100'ü özelleştirilse üç buçuk yılda, sadece üç buçuk yıl parayı erken alma bedeli karşılığında TELEKOM özelleştirilmiştir. Bunun da tutanaklara geçmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum ve vurgulamak istedim.

Şimdi, dolayısıyla, yoksulluk meselesi filan... Tabii, Sayın Bakan, burada o göstergelerin nominal olduğunu, o dolar cinsindeki şeylerin nominal olduğunu göz ardı etmemek lazım, bunlar dolardan, böyle ta on yıl öncenin doları ile bugünkü 4 dolarları mukayese etmemek lazım. Oraya gitmeye gerek yok, 2012 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir çalışma yaptırdı gayet de bilim adamlarına, akademisyenlerine. Bu çalışma Bakanlığın web sayfasına da konuldu. Orada 2012 yılı itibarıyla Türkiye'de 22,3 milyon yoksul olduğu söylendi. Daha sonrasında bu çalışma biraz kullanılmaya başlanınca çalışmayı oradan kaldırdılar ve şu anda çalışma ortada yok. O gün indirmiş olanlar... Bizim elimizde var, isteyen olursa onlara biz bu çalışmayı takdim edebiliriz ama Türkiye'de var olanı böyle karartarak, ederek yoksulluğu önlemiş gibi bir anlayış yanlış bir anlayıştır. Yani, doğruyu da yapılan iyi işleri de söyleyelim ama sıkıntılarımızı da söylememiz lazım ki biraz ileriye gidelim. Yani, her şey böyle güllük gülistanlıkmış gibi bir tablo çizmenin de ben doğru olmadığını düşünüyorum.

Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.