| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/283) ve 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/282) ile Sayıştay tezkereleri a)Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı b)Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü c)Meteoroloji Genel Müdürlüğü |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 11 .11.2021 |
İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, Sayın Bakanım, Komisyonumuzun saygıdeğer üyeleri, değerli bürokratlar, basın mensupları; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakanım, sunumunuz için teşekkür ediyorum. Özellikle, sel, deprem ve yangın gibi doğal afetlerden sonra yaraların sarılması konusunda gösterdiğiniz çaba ve başarılı uygulamalar için şahsınızda tüm Bakanlık çalışanlarını tebrik ediyorum.
29 Ekim 2021'de Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 85 no.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adı "Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı" şeklinde değiştirilmiştir. Değişiklikle birlikte kurulan İklim Değişikliği ve Uyum Koordinasyon Kurulu ile İklim Değişikliği Başkanlığının ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum. Yapılan bu düzenlemeyle çevreye saygılı, iklim dostu şehircilik ile iklim değişikliğiyle uyum politikalarının etkinleştirilip geliştirileceğini, bu alanda AR-GE ve inovasyon faaliyetlerinin artırılacağını düşünüyoruz.
İklim değişikliği 20'nci yüzyılın özellikle son çeyreğinde en çok konuşulan ve tartışılan çevre sorunu olmuştur. İklim değişikliği, insanlığı görünürde sel, kasırga, kuraklık ve susuzlukla karşı karşıya bırakmaktadır. Bununla birlikte, iklim değişikliği ve çevre sorunları sadece çevre kirliliği veya çevrenin bilinçsizce kullanımı olarak değil toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel ve ahlaki boyutları olan karmaşık sorunlar yumağı hâline gelmiş, ülkelerin kalkınma ve refah seviyelerini etkileyecek önemli bir risk faktörü olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Küresel nitelikte bir tehdit olarak algılanan ve değerlendirilen iklim değişikliğiyle hiçbir devletin tek başına mücadele edebilmesi ve kendini iklim değişikliğinin neden olduğu olumsuzlukların dışında tutabilmesi mümkün değildir.
Devletlerin iklim değişikliğinin ortaya çıkardığı tehlikeli süreçten kurtulmaları ya da etkilerini sınırlandırmaları bir sorumluluk bilinciyle hareket etmelerini gerekli kılmıştır. Bu doğrultuda, 1990'larla birlikte Birleşmiş Milletler çatısı altında yürütülen küresel çabalar söz konusu olmuştur. Bununla birlikte, iklim değişikliğine karşı alınan önlemlerin katlanmayı gerektirdiği ekonomik maliyetler, devletlerin iklim değişikliğine karşı yürütülen küresel mücadeleye karşı direnç göstermelerine neden olabilmiştir. Çünkü bu yönde alınan tedbirler sanayi, ulaştırma, tarım gibi birçok ekonomik sektörün yeniden yapılanmasını zorunlu kılmıştır. Doğayı korumak artık sadece bizim için değil, gelecek nesillerimiz için de bir varoluş meselesidir. Zira, iklim değişikliği kavramı, kamuoyunda algılandığı şekliyle meteorolojik değişikliklerden ibaretle sınırlı olmayıp hayatın her alanını, toplumsal ilişkileri, ekonomiyi ve ticareti dolayısıyla hukuku ilgilendiren topyekûn bir değişimi gerekli kılmaktadır.
Kuşkusuz, ülkemiz de küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin endişe verici sonuçlarına maruzdur. Hâlihalihazırda iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden birisi ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz havzasıdır. Bilindiği gibi 2015 yılında Paris İklimi Anlaşması'na muvafakat veren devletler arasında ülkemiz de yer almış ve 6 Ekim 2021 tarihinde Meclis Genel Kurulunda oy birliğiyle onay süreci tamamlanarak yürürlüğe girmiştir. Anlaşma kapsamında Türkiye'nin ilk adım olarak emisyon azaltım hedeflerini içeren ulusal katkı beyanlarını güncellemesi ve Birleşmiş Milletlere sunması, Sayın Cumhurbaşkanımızın açıkladığı 2053'te net sıfır emisyona ulaşma hedefine yönelik bir yol haritası oluşturması gerekmektedir.
İnsanın, içine doğduğu çevre, insanın hayat boyu ayrılmaz bir parçası, koruyup gözetmesi mecburi olan ortak bir hazinesidir. Günümüzde çevre sorunları ile insan sorunlarını birbirinden ayırmanın mümkün olmadığı bir durum söz konusudur. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, ekolojik dengenin sürdürülebilirliğine saygı duyuyoruz. Parti programımızda temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını her insanın temel haklarından birisi olarak gördüğümüz ifade edilmiştir. Bize göre çevre demek, aynı zamanda vatan demektir ve milliyetçilik anlayışımızın ana eksenlerinden birisi de çevreciliktir. Çevreye hürmet, huzurlu ve mutlu bir hayatın da ilk şartıdır. Çevre sorunlarının kalkınma çevre ikilemi yerine akılcı bir koruma, kullanma ve geliştirmeyi öngören sürdürülebilir kalkınma modeliyle aşılabileceğini düşünüyoruz. Çevre politikamızın esasını da gelecek nesillere temiz, yaşanabilir, doğal ve kültürel değerleri korunmuş bir çevrenin intikali oluşturmaktadır. Doğal, tarihî ve kültürel değerlerin kirlenmesini, tahrip edilmesini ve yok olmasını önlemek için, çevre konusuna, bilimi ve aklı esas alan, tarih, kültür, inanç ve millî menfaatlerimizle çatışmayan bir bakış açısıyla yaklaşılmasını gerekli görüyoruz.
Çevre sorunu kirlenmenin ortaya çıkmasından sonra çözümü aranan bir sorun olarak değil, önceden belirlenen kıstaslar çerçevesinde genel kalkınma planının bir unsuru olarak ele alınmalıdır. Kıyı, deniz, akarsu, göl ve diğer sulak alanların tamamını bütünlük içinde ele alan, su, hava, toprak ve denizi birlikte değerlendiren entegre çevre politikaları, biyogüvenlik ve genetiği değiştirilmiş organizmalar konusundaki tehlikeleri bertaraf etmek maksadıyla tarım ve teknoloji politikalarıyla eş zamanlı uygulanmalıdır. İklim krizinin tesirlerini en aza çekmek için fosil yakıt kullanımını azaltmak, buna ikame için yenilenebilir enerji kaynaklarını yaygınlaştırmak mecburiyeti bulunmaktadır ve Türkiye bu alanlarda kaynak zenginliğine sahiptir. İhtiyacımız olan, doğru planlama, doğru strateji ve doğru yatırımlardır ve bu doğrultuda önemli bir ilerleme de bugüne kadar kaydedilmiştir.
Artık çevreyle dost ve barışık bir gelecek planlaması sadece Türkiye için değil, bütün ülkeler, bütün toplum ve milletler için hayati bir zorunluluktur. Gelecek nesillerin daha yeşil ortamlarda yaşamasına imkân sağlamak, ülke genelinde kişi başına düşen yeşil alan miktarını artırmak için yapımına başlanan millet bahçeleriyle şehirlerimiz doğayla buluşturularak modern, yaşanabilir ve huzurlu kentlerin inşası sağlanmaktadır.
İnanıyoruz ki ülkemiz, bütüncül bir çevre politikasıyla maruz kaldığı risk ve tehditleri bertaraf edebilecektir. Bütüncül çevre politikalarının bir gereği olarak su kaynaklarının kullanımında etkinlik sağlanması da önem arz etmektedir. Nüfusun sağlıklı ve güvenilir içme ve kullanma suyuna erişiminin sağlanması ve atık suyun insan ve çevre sağlığına etkilerinin en aza indirilerek etkin yönetiminin gerçekleştirilmesi, atıkların insan ve çevre sağlığına etkilerinin azaltılması temel amaç olmalıdır. Atık oluşum sebeplerinin gözden geçirilerek engellenmesi veya en aza indirilmesi ve atığın kaynağında ayrıştırılarak geri dönüşüme kazandırılması amacıyla başlattığınız Sıfır Atık Projesi önemli bir kazanım olmuştur. Sıfır Atık Projesi aynı zamanda israfı önlemek ve kaynaklarımızı verimli kullanmak demektir. Proje başladığında yüzde 13 olan geri kazanım oranı 2021 yılı Ağustos ayı itibarıyla yüzde 22,4'e çıkarılmış olup 2023 yılında ise bu oranın yüzde 35'e çıkarılması hedeflenmiştir. Türkiye Çevre Ajansının faaliyete geçmesiyle birlikte, depozito iade sisteminin etkin bir şekilde yönetilmesi de mümkün hâle gelerek sıfır atık uygulamalarının yaygınlaştırılacağını değerlendiriyoruz.
Sayın milletvekilleri, kentleşme politikamız, yerel kalkınmanın sağlanmasına, vatandaşlarımızın hayat kalitesinin artırılmasına, su kaynaklarının ve çevrenin korunmasına, çağdaş altyapılı, yaşanabilir kentler inşa edilmesine dayanmakta, yerleşme ve kentleşmenin afete duyarlı olmasına, doğal, tarihî ve kültürel varlıkları korumasına ve yaşatmasına, kentlilik kültürünün oluşmasına katkı sağlaması gerekmektedir. Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı'nda da ifade edildiği gibi, mekânsal planların uygulanması, izlenmesi, denetimiyle farklı kademelerdeki planlar arasındaki eş güdüm sorunlarının ve plan değişikliklerinin, şehirlerdeki yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemesini engellemek amacıyla yapımı büyük ölçüde tamamlanan imar planlarının günün şartlarına uygun olarak bütüncül bir yaklaşım çerçevesinde güncellenmesi çalışmalarının hızlandırılarak devam ettirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, ülkemizin ekonomik, sosyal ve çevre politikaları ile stratejilerinin mekânla ilişkilendirilerek insan odaklı, yaşanabilir ve üreten şehirler oluşturulması gerekmektedir. Yaşanabilir kentlerin oluşturulabilmesi için ulaşım altyapısı tamamlanmış, çağdaş donanımlı konut alanları yanında gerekli altyapıya sahip endüstri, teknoloji ve sanayi bölgeleri ile mali ve ticari merkezler de oluşturulmalıdır. Dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın konut edinebilmesi için uygun yöntemler ve seçenekli finansman modelleri geliştirilerek muhtaç ve kimsesizler için devlet eliyle daha çok sosyal konut üretilmesi mümkün olabilecektir.
Türkiye'nin yüzde 66'sı deprem riski olan alanlarda yer almaktadır. Meydana getirdiği hasar ve can kaybı açısından deprem yüzde 61'lik bir oranla Türkiye'de yaşanan afetler içerisinde birinci sırada yer almaktadır. Bunun yanı sıra 2021 yılında meteorolojik olaylar daha şiddetli yaşanmış, yaz aylarında ülkemiz birçok noktada bir yanda yangınlarla mücadele ederken diğer yanda sel felaketine maruz kalmıştır. 11 Ağustosta Batı Karadeniz Bölgesi'nde başlayan aşırı yağışlar sonucunda Bartın, Kastamonu ve Sinop şehirlerinde sel ve su baskınları meydana gelmiş, 81 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bu kapsamda, afet riskini en aza indirmek için her türlü yapılaşmanın coğrafi ve jeolojik etütleri tamamlanmış, başta deprem olmak üzere sel, heyelan ve diğer doğal afetlere karşı güvenli alanlarda kurulması, mevcut yerleşimlerde ise bu doğrultuda kentsel dönüşüm projelerinin hızla uygulanması önemli ve öncelikli bir hâl almıştır. Kırsal kesimdeki sel, heyelan ve çığ düşmelerine maruz yerleşim yerlerinin ve depreme dayanıksız yapı stokunun da bu çerçevede dönüştürülmesi gerekmektedir. Afete maruz kalmadan önce hukuki, fiziki ve beşeri tüm alanlarda hazır durumda olunarak doğal afetlerin zararlarının en aza indirilebilmesi can ve mal kaybının önüne geçilmesi için şarttır. Bu kapsamda Türkiye'nin tamamını kapsayacak bir çalışmayla fay hatları, dere yatakları, kıyı şeritleri, tarım alanları ve doğal yapılar gibi imara uygun olmayan alanlar tespit edilerek yerleşime kapatılması, üst ölçekli planların tamamlanması suretiyle yer seçiminde yaşanan karmaşanın giderilerek düzenli kentleşmenin altyapısının oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Kuşkusuz bu yönde Bakanlığınız ve diğer ilgili kuruluşlarca önemli çalışmalar bugüne kadar yapılmış, önemli adımlar atılmış ve sonuçlar da elde edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı yıllık programına göre 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında 59 ilimizde 276 adet riskli alan, 38 ilimizde 175 adet kentsel dönüşüm ve gelişim projesi alanı ve 11 ilimizde 17 adet yenileme alanı ilan edilmiştir. Ayrıca yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere 56 ilimizde 52 bin hektar büyüklüğünde rezerv yapı alanı belirlenmiştir. Riskli yapıları tespit etmek üzere üniversite, kamu kurumu, sivil toplum kuruluşu, tüzel kişi yapı denetim kuruluşu ve yapı laboratuvarlarının da bulunduğu 1.100 kuruluş Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca lisanslandırılmıştır. Bu kurum ve kuruluşlar tarafından toplam 786.086 bağımsız birimin riskli yapı olduğu tespit edilmiştir. 2012 yılında İstanbul'dan başlatılan kentsel dönüşüm seferberliği -sizin de sunumunuzda belirttiğiniz gibi- Türkiye'nin her yerinde hızlanarak devam etmektedir. İstanbul'da da hemen her ilçede kentsel dönüşüm çalışmaları devam etmektedir. Belirttiğiniz gibi 367 bin konut ve iş yerinin dönüşümü tamamlanmış, 130 bin bağımsız bölümde ise dönüşüm çalışmaları devam etmektedir.
Seçim bölgem Güngören Tozkoparan'da, Avcılar Tahtakale'de, Başakşehir Şahintepe'sinde ve Küçükçekmece Burgazada'da kentsel dönüşüm çalışmaları konusunda bazı belirsizlikler ve beklentiler söz konusudur. Buralarda geçmişte dönüşüm projeleri başlatılmış ve ilan edilmiş, bazı alanlar rezerv alan olarak belirlenmiştir. Bu bölgelerde ikamet edenler birinci olarak; yerinde ada bazlı dönüşüm istemekte, Kanal İstanbul kapsamında olmadığı hâlde rezerv alan ilan edilen bazı yerlerin dönüşüme sokulmasını beklemekte, teklif edilen oturum alanlarının metrekaresinin bir miktar artırılmasını istemekte, sunulan ödeme seçeneklerinin çeşitlendirilerek vadenin daha uzun bir süreye kadar yayılmasını arzu etmektedir. Bu alanlarda yapılan çalışmaların mahalle sakinlerinin katılımıyla yürütülmesi, bunların karar süreçlerine dâhil edilmesi suretiyle istismarcıların olumsuz propagandalarına fırsat verilmemesinin sağlanabileceğini düşünüyoruz. Vatandaşlarımızla sağlıklı bir ilişki ve iletişim kurulması için mühendislerle birlikte sosyologların ve halkla ilişkiler uzmanlarının katılacağı ekiplerle halkımızın doğru bilgilendirilmesi sağlanmalı, istismarcılara fırsat verilmemelidir. Zira, riskli alanlardaki dönüşüm ihtiyacı acildir ve vatandaşlarımızın insanca yaşayabileceği standartlarda konut sahibi olma arzusu, oluşturulan gerçek dışı algıya bağlı olarak yargıya konu olabilmekte, gecikmekte, hatta mümkün olamamaktadır.
Değerli Komisyon üyeleri, Kasım 2020'de başlayan ve bahar aylarında Marmara Denizi kıyılarını etkileyen müsilaj sorunu, iklim değişikliği ve çevre temizliğiyle ilgili acil politikalar uygulanmasını zorunlu kılmıştır. 8 Haziranda müsilajla ilgili eylem planı devreye sokulmuş ve müsilaj temizleme seferberliği ilan edilerek başta İstanbul olmak üzere, Marmara Denizi'ni çevreleyen illerde deniz temizliği gerçekleştirilmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 22 başlıktan oluşan eylem planıyla Marmara Denizi'ndeki deniz salyasını temizleme seferberliğini en başından itibaren destekledik. 10 Haziranda ise Türkiye Büyük Millet Meclisinde Marmara Denizi'nde ortaya çıkan müsilaj sorununun nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu kurulmuştur. Yapılan çalışmalar ve alınan mesafe için teşekkür ediyorum. Uzun vadeli, kalıcı çözüme ilişkin çalışmalarınızı da destekliyoruz.
Tapu ve kadastroyla ilgili de bazı hususları ifade etmek istiyorum. Kadastro, devletin asli işlerinden birisidir. Mülkiyet hakkının esasını kadastro ve tapu oluşturmaktadır. Türkiye'nin hemen tüm bölgelerinde kadastrodan kaynaklı sorunlar yaşanmaktadır. Günümüzde kadastro yenileme kapsamında önemli mesafeler alınmış, verilerin doğru tespiti adına önemli bir yenileme çalışması da yürütülmüştür. Bununla birlikte, yeni belirlenen alanlar ile eskisi arasında farklılık olması hukuki ihtilaflara ve kamu zararlarına yol açmaktadır. Bunun dışında, veraset ve benzeri nedenlerle paylaşılmamış müşterek mülkiyet, hukuki bir mesele olmakla birlikte kangrene dönüşen sorunlara neden olan bir durumdur. Bunların çözümüne katkı sunacak, çözümü kolaylaştıracak teşvik ve destekleyecek yol ve yöntemleri Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğümüzün üretmesi yararlı olacaktır. Bunun yanı sıra, kamulaştırma, toplulaştırma ve imar uygulamalarının etkinliğinin arttırılmasıyla piyasanın daha sağlıklı işlemesini sağlamak üzere nesnel ölçütlere dayalı bir gayrimenkul değerleme sisteminin geliştirilmesi de büyük önem arz etmektedir.
Bu düşüncelerle, Bakanlığınız ve bağlı kuruluş bütçelerinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.