| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Mustafa Arslan ve İstanbul Milletvekili Abdullah Güler ile 37 Milletvekilinin; İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi(2/3911) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 05 .11.2021 |
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Değerli katılımcılar, sizlere de "hoş geldiniz" diyorum.
Bu derin yoksulluk sarmalında Sayın Cumhurbaşkanının söylediği bir söz vardı: "Faiz neden, enflasyon sonuç." Şimdi, buradan yola çıkarak şunu söylemek istiyorum: 2018'de milletvekili olarak geldikten sonra ilk yasa teklifi İcra ve İflas Kanunu'nda değişiklikti, Adalet Komisyonuna geldi. Geçen dördüncü yargı paketinde de icra ve iflas değişiklikleri vardı, şimdiki yargı reformu paketinde de yine icra ve iflas değişiklikleri var. Burada neden ne? Diğerinde faizdi, burada neden, yoksulluk. Sonuçta "İcra dairelerindeki icra işlerindeki yasal düzenlemeleri nasıl yapabiliriz?" diye "yargı reformu" adı altında önümüze getirilen son düzenlemeler. Değerli arkadaşlar, bir ülkede ekonomi bu kadar derin yoksulluk içerisinde olursa siz İcra ve İflas Kanunu'nda neyi değiştirirseniz değiştirin, ne kadar icra başmüdürü olarak düzenleme yaparsanız yapın bu işin çözümü sağlanamaz. Neden sağlanamaz? İster elektronik satış yaptırın taşınır ya da taşınmaz malları, ister fiziki durumda satış yaptırın bu işin çözümü çok basit; bu işin çözümü, Türkiye'nin ekonomik anlamda bir noktaya getirilmesi. Yani bu ucube sistemden kurtulmanın, kuvvetler birliği sisteminin -yasama, yürütme ve yargının- ülkeyi getirdiği bu durumdan kurtulmanın yolu yani halkın yoksullaşmasının ortadan kaldırılmasının yolu, İcra ve İflas Kanunu'ndaki değişiklikler değil, değişim, sistem değişikliği; yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrılması, anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılması, insanların nefes alması, vatandaşın bu borç sarmalından kurtulmasıdır. Bu çerçevede, imzacı milletvekili arkadaşların emeklerine sağlık, bu konuda "yargı reformu paketi" olarak nitelendirmediğim ama birçok teknik maddeyi geliştirmek için, maddede düzenleme yapmak için emek harcamışlar, onların da emeklerine sağlık diyorum ama Türkiye gerçeklerini de bir kenara itemiyoruz.
Bakınız arkadaşlar, TÜRK-İŞ'in son ekim ayı hesaplamalarına göre Türkiye'de derin yoksulluk çerçevesinde açlık sınırı 3.093 lira oldu ama bizde asgari ücret 2.825 lira, açlık sınırının altında. Türkiye'de maaş alan vatandaşlarımızın yüzde 50'si açlık sınırının altında aldığı maaşla geçinmeye çalışıyor. Yoksulluk sınırı ise 10.076 liraya çıktı. Şimdi, bakıyorum, 10.076 lirayı -düşünemiyorum- kimler alıyor, alanlar nasıl yaşıyor ama 10 milyon kişi altı ay içerisinde devletten katkı alarak yaşamını sürdürüyor, 10 milyon yoksul insan var. Bu çerçevede, zamlar geliyor, geçtiğimiz bir ay içerisinde gelen zamları biliyorsunuz, benzinden motorine, enerjiden doğal gaza. Bu zamlar karşısında ayakta durmaya çalışan vatandaşlarımız çareyi borçlanmakta buluyor. Borçlanınca ne oluyor? Bu maaş sıkıntısıyla, bu açlık sınırındaki gelir sıkıntısıyla -gelir dağılımı da belli- vatandaşımız borcunu ödeyemiyor, icralık oluyor. Adalet Bakanlığının son yayınladığı istatistik raporuna göre Türkiye genelinde icra müdürlüklerinde toplam 23 milyon 782 bin 569 adet derdest icra dosyası var arkadaşlar, 23 milyon 782 bin. Bunun içerisinde 15,7 milyar lira tüketici kredileri, 5,2 milyar lira kredi kartları var. Bunun dışında, varlık yönetim şirketlerine devretmeler nedeniyle takipteki borçların daha düşük gösterildiği görülüyor ve bu çerçevede, Adalet Bakanlığının sitesinden aldığım bu görsellere göre de 1.280 gün yani icra dairelerinde bir icra takibinin tahsilat sonuna kadar gidebilme süresi 1.280 gün arkadaşlar. Gelen dosya oranları da günbegün artmış durumda. Şuraya baktığınız zaman, dosya oranları her yıl giderek artıyor. Tabii, bu, yoksullaşmanın gereği, 1.280 güne gelmiş ama 2019'da bir dosyanın infaz süresi 923 günmüş, bir önceki yılda 871 günmüş, bir önceki yıllarda 822 günmüş. Gide gide bir icra takibinin sonuçlanma süresi 1.280 güne gelmiş 2020 yılında. Tabii, bu da araştırılması gereken en önemli noktalardan birisi.
Değerli arkadaşlar, dosyaların icra, iflas dairelerinde görülme süresi ortalama 1.280 gün ama bu dosyaların görülmesinde kamu hizmetini etkin ve olması gerektiği gibi sunacak, bu işi yapacak, sorumluluk alacak nitelikli eleman ve çalışanlarla, liyakatli personellerle nasıl dosyaları sonuçlandıracağız? Bu çerçevede yapılacak çalışmalar çok önemli ama Türkiye'de kamu personel rejiminde ve kamu görevine girişlerde Anayasa 70'inci madde ihlallerini görünce liyakatli personeli Adalet Bakanlığı bünyesinde, icra, iflas dairelerinde görmek çok zor çünkü noktaya atış her yerde. Noktaya atış kamu görevine girme sistemleri belirlenmiş durumda, liyakati hak ara bulasın diye düşünüyorum. Ama bu yapılan çalışmalarda liyakatli kamu personel hizmetini sunacak vatandaşları mutlaka kamu görevine almak gerektiğini, bu konuda çözüm bulunması gerektiğini söylüyorum.
Değerli arkadaşlar, burada 2 konu gündemde. Birinci konu, icra, iflas daireleriyle ilgili konu, ikinci konu ise çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulması hususundaki değişiklikler, bu torba kanunda getirilen noktalarda. Yine, bir torba kanun, biraz önce hocamın söylediği gibi bu torba kanunla 7 kanunda, 52 maddede bir değişiklik yapılıyor, bunun içinde İcra ve İflas Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, adli personel ve devlet davalarını takip edenlere yol gideriyle ilgili yasal düzenleme, Türk Medeni Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yön ve Kapsamına Dair Kanun, Abonelik Sözleşmesinden Kaynaklanan Para Alacaklarına İlişkin Takibin Başlatılması Usulü Hakkında Kanun var. Tabii, bu nitelikli yasama açısından da sıkıntılı bir durum. Şu ana kadar, bizim üç yıllık milletvekilliğimiz süresince, 27'nci Dönemde hep torba kanunlar, torba kanunlar olarak geldi. Örneğin, bir kanunun içerisinde, burada, elektronik satışla ilgili güzel bir madde var diyelim, yanı başına koyuyorsunuz Çocuk Koruma Kanunu'na aykırı, Anayasa'nın 2'nci maddesine, 70'inci maddesine aykırı birçok düzenleme. Şimdi, bu kanuna ilişkin bizden Mecliste oy kullanmamızı istiyorsunuz. Bu nitelikli yasamaya da aykırı bir düzenleme. Bu nedenle artık teknik, nitelikli yasamanın yapılması gerektiği zorunlu diye düşünüyorum.
Bu çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulması hususundaki değişikliklerin incelenmesiyle ilgili düzenlemede çok olumlu düzenlemeler var. Ancak burada gerekçe okunurken söylendi, "Artık bundan sonra icra teslimlerinde zorlama olmayacak, polisin ya da zor güçlerin kullanılması ikinci plana itilecek." denildi. O zaman burada, yeni düzenlemede İçişleri Bakanlığı Asayiş Daire Başkanının ne işi var arkadaşlar? Yani İçişleri Bakanlığı Asayiş Daire Başkanlığının içerisine girebileceği bir zorlama burada yine olacak yani, yine olacak. Bu düzenlemede "Bir zorlama yok." diye bir şey yok, var. Yine, İçişleri Bakanlığının güvenlikçi tedbirlerini ilişkilendirilen bir yasa düzenlemesi yapıyoruz. İçişleri Bakanlığının olmadığı hiçbir çerçeve yok yani her yerde var, her yerde var çünkü ülkedeki derin yoksulluğun üzerini örtmek amacıyla güvenlikçi politikalar getirilmek isteniyor. Gelen yasa maddeleri içerisinde mutlaka güvenlikçi yasayı gerektiren İçişleri Bakanlığının bütün etkin organları da bu çerçevede içeriğin içinde bulunuyor.
Değerli arkadaşlar, şimdi, burada, birçok madde olumlu derken bazı maddelerin de Anayasa'ya aykırı olduğu düşüncesindeyiz. Bu çerçevede, çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulmasıyla ilgili olarak teklif, ilk başta çocukların cebriicra yoluyla teslimi düzenlemesini değiştirdiği için umut vadediyor. Bu teklif, umut vadeden bir teklifmiş gibi görünse de teklifin baştan sona, ilgili temel ve özel kanunlara, Anayasa madde 90'a göre usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuzun bir parçası olmuş uluslararası sözleşmelerin bazılarına aykırı olduğu görülüyor. Çocuğun üstün yararını tamamıyla yanlış yorumlayan, kamuoyunun kanayan yarasını kapatmak yerine yaralı kısmı ampüte eden düzenlemelerle dolu bir teklif bu. Bu teklifin içinde cinsiyetçi yaklaşım var, kadını ikinci sırada gören, kadını kenara iten cinsiyetçi yaklaşım etkin bir durumda.
İlk başta, adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlükleriyle bu düzenlemenin uygulamaya geleceği söyleniyor. Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı kararnamesiyle bu adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlükleri kuruldu. Şu anda 116 tane ADM kurulmuş vaziyette, bu çerçevede 160'a tamamlanmış durumda.
Şu haritaya baktığınız takdirde, Türkiye'nin her tarafını kapsayıcı adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlükleri yok arkadaşlar. İstanbul'da bile 13 tane bu hizmet var. Bakıyorum, Aydın'a bakıyorum, Aydın'da 1 tane var, Söke'de yeni kurulmuş. Nazilli'yi ne yapacaksınız, Nazilli'yi? 400 bine yakın vatandaşı ne yapacaksınız?
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Kurulacak.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Bu çerçevede, bu hizmetleri uygulayacak bu ADM'lerin kesinlikle yurt içinde dağılması gerekiyor yani bu çerçevede daha geniş bir kuruluşu sergilemesi gerekiyor.
Buradan yola çıkarak, Anayasa'nın 2'nci maddesi gereği üzerinde durmamız gereken bazı eleştiriel noktalar var. TMK madde 336/3'e göre "Ana babanın boşanması hâlinde velayet kendisine bırakılan tarafa aittir." diye bir ibare var. Görüldüğü üzere, boşanmayla birlikte, eşlerin ergin olmayan müşterek çocuklarının velayetinin ayrılan eşlerden birisine bırakılması gerekmektedir. Bu nedenle, boşanma davasında hâkimin müşterek çocuğun velayetinin hangi tarafa bırakılacağını incelemesi ve ayrıca hüküm kurması gerekmektedir. Tarafların velayetin hangi tarafa bırakılacağı hususunda anlaşmaları hâkim açısından bağlayıcı değildir. Neden bağlayıcı değildir? Her şeyden önce, velayet kamu düzenini ilgilendirmekte ve kullanımında çocuğun üstün yararının gözetilmesi gerekli en önemli ilkelerden biridir. Hâkimin, çocuğun anneye mi babaya mı bırakılacağına karar verirken "çocuğun yüksek yararı" ilkesinde hareket etmesi gerekir. Ancak, önümüze getirilen bu kanun teklifinde gözetilen menfaat çocuğun üstün yararı değildir arkadaşlar. Burada kanunun genel gerekçesinde sözü edildiği üzere, birkaç kere tekrarlandığı üzere, gözetilen menfaat annelik ve babalık duygusunun tatminidir. Yani buradaki etkin menfaatin çocuğun üstün yararı olarak görülmemesinin, anne ve babalık duygusunun tatmini olarak görülmesinin nedenini hâlâ anlamış değilim.
Teklifte gözetilen menfaatin aksine, asıl gözetilmesi gereken şey çocuğun üstün yararıdır. Bu yüzden, tarafların anlaşmasının hâkimi bile bağlamayacağı açıktır. "Çocuğun üstün yararı" ilkesi, yasama, yürütme ve yargı erklerinin çocuğu ilgilendiren her türlü işlem, uygulama ve kararlarında menfaat çatışması söz konusu olduğunda çocuğun yararını esas alması ve çocuğu merkeze alması ilkesidir. Diğer ifadeyle, çocuğun yararının üçüncü kişilerin yararlarına feda edilmemesidir. Anne baba olsa dahi çocuğun yararının üçüncü kişilerin yararına feda edilmemesi çok önemlidir. Çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulması hususunda da bu ilkeye uygun düzenlemeler yapılmalı iken bunun tam tersi yapılmıştır. Çocuğu yalnızca ana baba çatışmasının zeminlerinden biri olarak gören bu düzenlemede çocuk haklarından ne yazık ki eser yoktur arkadaşlar.
Şimdi, burada, çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair aile mahkemeleri tarafından verilen ilam ve tedbir kararlarının, sözde çocuğun üstün yararı alınarak Adalet Bakanlığınca kurulan adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüklerince yerine getirileceği ifadesi belirtilmiştir. Zaten mevcut sistem sorunlarla dolu. Çocuğun teslimi için icra dairesinin görevli olmaktan çıkması, tabii, ilk bakışta oldukça sevindirici olarak gözüküyor ancak mevzubahis çocuk olduğunda, çözüm kesinlikle "Kervan yolda dizilir." bakış açısı olmamalıdır ama görüyoruz ki getirilecek bu düzenlemeyle kervan yolda dizilecek, olan çocuklara olacak çünkü yeterli -biraz önce açıkladığım gibi- adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlükleri bulunmamaktadır.
Adalet Bakanlığı bünyesinde hizmet sunan adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlükleri, mevcut sistemde etkin olarak işliyor mu ona da bakmalıyız ama bugüne kadar işlediği konusunda hukukçularda müthiş kuşkular var. Bu müdürlüklerin tüm ülke genelinde yapılaşmaması nedeniyle sıkıntı doğacağı açıktır. Uygulamada sıkıntılar yaşayan ve ağır aksak işleyen birçok yeni kurum olan bu müdürlüklere çocukların teslimiyle ilgili sorumluluk şu anda oldukları düzeyde verilmeli midir tartışmasına girmek gerekir. Bu çerçevede, alt komisyon kurulması önerimiz çok önemliydi. Bu alt komisyonda, çocukların üstün yararları ve bu müdürlüklerin bu görevleri yerine getirip getiremeyecekleri, gerekli liyakatli kamu görevlilerine sahip olup olmadıkları tartışılabilirdi ama bu alt komisyon kurma taleplerimiz yerine gelmedi. 10 Haziran 2020 tarihli 63 sayılı Suç Mağdurlarının Desteklenmesine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle Adalet Bakanlığı bünyesinde ana hizmet birimi olarak kurulmuş ve adliyelerde Adli Destek ve Mağdur Hizmet Müdürlüklerinin yaygınlaştırılması o zaman öngörülmüştü; yaygınlaştırılamadı. Veriler, açıkça, ne yazık ki bu anlamda Adalet Bakanlığının bir başarı sağlamadığını ortaya koyuyor; 164, eylüle kadar 116, ondan sonra eylülden bugüne kadar da 48 tane. Bu verileri biz de Adli Destek ve Mağdur Hizmetleri Müdürlüğünden aldık, Başkanımız da burada, bu konuda bizi bilgilendirirse, kendisinden bilgi alırsak seviniriz. Bu kadar yeni ve henüz mevcut işleyişi dahi oturmamış bir yapıya söz konusu görevlerin verilmesinin büyük bir çıkmaza yol açacağı açıktır. Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" başlığını taşıyan 10'uncu maddesi diyor ki: "Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır." Yani kamu hizmetleri tüm vatandaşlara eşit olarak dağıtılmalıdır ama 44'üncü maddede altı aylık ve bir yıllık süreler öngörülmüş, bu göz ardı ediliyor. Buna göre "4'üncü kısmın -yani çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulmasıyla ilgili kısmın- uygulanmasına ilişkin yönetmelik, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde çıkarılır. Çıkarılan yönetmelik yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç bir yılın sonunda ülke genelinde uygulamaya geçirilir." ifadelerini görüyoruz. Bu süreler yeterli midir? Bu öngörülen süreler geçiş dönemi değildir, devletin profesyonel hizmet sunması gerektiği sürelerdir. Olursa olur mantığıyla iş görülmemelidir. Bu süreler içerisinde yeterli ve liyakatli personel alımı için oldukça kaygılıyız. Devletin kadrolarını ne yazık ki peşkeş çektiğiniz TÜGVA bile, bu süre içerisinde sizlere yani Hükûmete, iktidara bir liste hazırlayıp göndereceği vakti bulamaz, tabii, önceden depoladıkları bir şey yoksa. Mevcut sistemde SİR olarak bilinen Sosyal İnceleme Raporları bile makul bir sürede hazırlanamazken, personel yetersiz, işleyiş sorunluyken bu düzenleme açıkça sistemi kilitleyecektir. ADM'lerdeki personel sayısı yeterli midir diye tartışmalıyız. Bu kanun teklifindeki düzenleme yasalaşırsa ihtiyaç duyulacak personel sayısı ne olacak diye tartışmalıyız. ADM'lerde görev alan mevcut personel sayısı nedir, diye tartışmalıyız. Personelin işleyişi etkin ve hedefe uygun bir şekilde gerçekleştirmesi için ayrıca bir eğitim almaları planlanmış mıdır, bu eğitimin içeriği ve süresi nedir, tartışmalıyız. ADM'lerin yaygınlaşmasına dair eylem planınız var mıdır, bir yıl içinde kaç adet ADM açılması planlanmıştır, bunun için ne kadar ödenek ayrılmıştır, tartışmalıyız. Mevcut sistemdeki ADM'lerin görev alanları kapsamında kaç vatandaşa hizmet verilmiştir, kanun teklifiyle ne kadar vatandaşa hizmet sunulması planlanmaktadır, tartışmalıyız. Müdürlük bulunan yerlerde yazı işleri müdürlüğü görevli kılınmış, yazı işleri müdürlüklerinde çocuk dostu alanlar var mıdır, çocuk yararını gözetecek mevcut fiziki alanlar var mıdır, bunu tartışmalıyız. Bu çerçevede yönetim nasıl gerçekleşecektir, bunu tartışmalıyız. Bu soruların cevapları ortada yokken ve mevcut sistemdeki eksiklikler tamamlanmadan bu teklife olumlu görüş bildirmemiz bizden beklenemez.
Düzenlemenin temel kabul ettiği bazı ön kabuller olduğu görülüyor gerekçede de. Bunda çocuk bir nesnedir, anne baba çocuğu bir çatışma nesnesi hâline getirmektedir; bu, ön kabul olarak görülmüş düzenlemede gerekçe kısmında. Düzenlemeye göre, çocuk teslimine dair ilan ve tedbir kararları yükümlüsü tarafından rızayla yerine getirilmediği takdirde, hak sahibi ilan veya tedbir kararının yerine getirilmesi için müdürlüğe başvurabiliyor, talep olan müdürlük işlem başlatıyor, yükümlüyle iletişim kurulamaz ya da yükümlü çocuğu belirtilen yere getirmezse çocuğun teslimine dair bir teslim emri gönderiliyor. Şimdi, burada nerede çocuğun iradesi? Yani düzenlemede "haklı sebep" kavramı yer alıyor, çocuğun iradesinin "görüşmeme" yönünde olması acaba haklı bir sebep sayılacak mı? Çocuk 14-15 yaşlarında, çocuğun iradesi yok mu sayılacak, çocuğun iradesini bir kenara mı iteceğiz? Kolluk birimlerinin zor kullanması hüküm altına alınmakta, mevcut sisteme ne kadar benzediği açıkça belli değil mi? Biraz önce söylediğim gibi, İçişleri Bakanlığı Asayiş Daire Başkanlığı da burada, yani "Kolluk birimlerinin zor kullanması kaldırılacak." gibi böyle usulen kenarda bir şeyler yazılmış, zor kullanması hüküm altına alınmakta, mevcut sistemde de aynısı, bu öngördüğünüz sistemin ne farkı var? Çocuk için değişmeyecek tek şey, yaşayacağı travma olacak, bu da aynı sistemin devam edeceğini anlatıyor. Bu maddenin ön kabullerine göre, çocuğun üstün yararı yok sayılıyor; çocuk, teslimi sağlanan, ihtiyaçları, duyguları umursanmayan bir meta olarak görülüyor arkadaşlar. Çocuk teslimi yani çocuğun duyguları, ihtiyaçları umursanmayan bir yapı olarak görülüyor.
Çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair ilam veya tedbir kararlarının yerine getirilmesi hususunda kaygılar 37'de de açık ve net. Şimdi, 2021 yılının ilk on ayında yalnızca kayıtlara geçen 256 kadın cinayeti var arkadaşlar, 160 çocuk istismarı var, 670 kadının da şiddete uğradığı gerçeği var. Bunu, biz hazırladığımız adalet raporlarında açıkça ortaya koyuyoruz dört ayda bir Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Yani kadınların ekonomik yönden güçlendirilmesi üzerinde durulmazken, kadına ve çocuğa yönelik şiddetin önlenmesi için etkin politikalar yürütülmezken, bu hazırlanan maddenin hak ihlallerine yol açacağı konusunda kaygılarımız var. Kendisinin ve çocuğunun güvenliği için ağır aksak işleyen yargıda adalet arayan bir kadını düşünün, sığınmaevinde ve okul çağına gelmiş çocuğuyla kalıyor, erkek şiddetinden kaçmışlar, mahkeme bir ara karar kuruyor, babayla çocuğun kişisel ilişkisini kuruyor, baba hafta sonu çocukla geçirdiği vakitlerde sığınmaevinin yerini tespit edebilmek için çocuğu âdeta esir alıyor, kadın korkarak son çare yaşamaya çalıştığı sığınmaevinde çocuğunu daha fazla göstermek istemiyor, amacı şu: Yaşayabilmek. Ağır aksak işleyen yargıda mahkeme tarafından kişisel ilişkinin değiştirileceği tarihe kadar bu sürüyor, olur da anne, güvenlikleri için çocuğunu mahkemenin mevcut durumunu dikkate alarak yeniden karar vereceği süreye kadar babayla görüştürmek istemezse bu madde şunu reva görüyor: Disiplin hapsine, kadına disiplin hapsine reva görüyor, ondan sonra da velayet hakkını değiştirme kırbacıyla ortaya çıkıyor.
Şimdi, bakıyorum -biraz önce bana veriler geldi- Türkiye'de, geçen yıl, Adalet Bakanlığı verilerine göre yüzde 74,5 çocukların velayeti mahkeme tarafından anneye verilmiş, yüzde 74,5 arkadaşlar, geriye kalan babaya verilmiş. Şimdi, bu maddenin düzenlenmesinde, çocuğunu göstermeme konusunda yükümlülüğünü yerine getirmeyen ya da çocuğu kaçıran anneye yönelik, kadına yönelik cinsiyetçi bir saldırı yok mu? Yani kadın da çocuk ama ne yapılıyor şimdi? Yükümlülüğünü yerine getirmediği ortaya çıkan yükümlüye "Disiplin hapsi vereceğim." diyor, "Velayeti alacağım." diyor. Burada, bu, zor durumda olan kadını, Türkiye'deki yaşam verilerine göre her türlü şiddete uğrayan kadını erkek bakış açısıyla, yine hukuksal anlamda bir kenara itmek olmuyor mu, bir cinsiyet saldırısı anlamına gelmiyor mu? Bu çerçevede, bu, toplumda, cinsiyet eşitsizliğinin, fırsat eşitsizliğinin kol gezdiği ülkemizde kadınlar ile erkeklerin eşit olmadığını ortaya koyuyor. Kanunun bu durumu eşitlemek gibi bir görevi olduğu hâlde, bizler, kanun koyucular kadına şiddetle mücadele için uygun bir hâlde gündemimize almıyoruz ama velayetin yüzde 74,5 kadına ait olduğu bir yerde, çocukların teslimlerine ya da çocukların görüşmelerine engel olduğunu varsayarak kadını yine belirli bir noktada sıkıştırıyoruz.
Şimdi, bir de teslim mekânları var. Neyi teslim mekânları, siz neyi teslim ediyorsunuz arkadaşlar; gelen bir malı mı teslim ediyorsunuz? Bu ne biçim ibaredir "teslim mekânları" ibaresi? Burada çocuk yararına, çocukla ilgili bir şey var mıdır? İşlemlerinin müdürlükçe belirlenen teslim mekânlarında gerçekleşeceği ifade edilmekte. Şimdi, valiliklerin ve belediyelerin elverişli teslim mekânları -tırnak içinde- var mıdır? Bu mekânlar sabit mi olacaktır? Mekânların çocuk dostu fiziki yapıya kavuşması için nasıl çalışmalar yapılacaktır, bu çalışmalar için nasıl bütçe ayrılacaktır; bu bile belli değildir. Bu "teslim mekânları" lafının kesinlikle kaldırılması gerektiği düşüncesindeyim, bu çerçevede de değişiklik yapılması doğru olur diye düşünüyorum.
Yani sonuç olarak, burada, bu çocuğun kişisel ilişkisiyle ilgili olarak çocuğun anne ve babasıyla kişisel ilişki kurmasının, kişisel ilişki hakkının varoluş amacı ve sınırı çocuğun üstün yararının kendisidir fakat ne yazık ki yasa koyucunun yaklaşımı, beşinci yargı paketindeki teklifin gerekçesinde de görüldüğü üzere aksi yöndedir. Kişisel ilişkinin amacı gerekçede annelik ve babalık duygusunun tatmini olarak açıklanmaktadır. Oysaki çocuk kişisel ilişki kurma hakkının nesnesi değil, bizzat öznesidir arkadaşlar. Bu çerçevede de eleştirilerimizi ortaya koyuyoruz.
Şimdi, burada, son olarak şunu söylemek istiyorum Başkanım: Burada birkaç maddede Anayasa'ya aykırılıkla ilgili eleştirilerimiz var. Bu çerçevede İç Tüzük'ün 38'inci maddesinin de uygulanmasını gerektirir diye düşünüyoruz. Burada birinci aykırılık olayı, teklif metninde icra başmüdürlüklerinin görevlendirebileceğine ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği öngörülüyor, teklif metninin 1'inci maddesiyle 2004 sayılı Kanun'un 1'inci maddesinin ikinci fıkrasından sonra eklenen fıkra uyarınca. Adalet Bakanlığı tarafından icra müdür ve müdür yardımcıları arasından, icra müdürünün yetkilerini haiz bir icra başmüdürünün görevlendirileceği ve bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği öngörülüyor.
Şimdi, Anayasa'nın 128'nci maddesinin ikinci fıkrasının ilk cümlesi var. Burada "Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." deniliyor. Bize getirilen metinde ise "Yönetmelikle düzenlenir." deniliyor. Bu nedenle, bu teklif metninin 1'inci maddesi icra başmüdürlüğü pozisyonunu öngörüyor, icra başmüdürünün icra müdürünün yetkilerini haiz olacağını belirtiyor; söz konusu düzenleme, Anayasa'nın 128'nci maddesi uyarınca kamu görevlilerinin atanmalarının, görev ve yetkilerinin kanunla düzenleme gereğiyle uyumlu olmayan bir maddedir, Anayasa'ya aykırıdır. Bu çerçevede bunun çıkarılması gerekir.
İkinci nokta ise, kanun teklifinin 40'ıncı maddesiyle 5395 sayılı Kanun'a eklenen madde 41/F'nin birinci fıkrası "Çocuk teslimine dair ilam veya tedbir kararlarının yerine getirilmesine ilişkin teslim emrine aykırı hareket edenler ile emrin gereğinin yerine getirilmesini engelleyenlerin bir ay içinde yapılacak şikâyet üzerine, fiil suç teşkil etse dahi, üç aya kadar disiplin hapsi ile cezalandırılır." deniliyor. Şimdi, burada fiil suç teşkil etse dahi üç aya kadar disiplin hapsi. Şimdi, bu teklifin 40'ıncı maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında yer alan "fiil suç teşkil etse dahi" ibaresi Anayasa'nın 2 ve 90'ıncı maddelerine aykırı yani burada aynı fiil için iki farklı ceza öngörülmesi mümkün kılınıyor ve bu, hukuk devleti ilkesi ve 90'ıncı maddeye aykırı. Tabii, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan "Ne bis in idem" ilkesi açıkça ihlal ediliyor. Bu konuda da Anayasa Mahkemesi kararları var. Hukuk devletinde hangi eylemlerin suç sayılacağı, bu suçları işleyenlere ne tip ceza verileceği belli; biz yasa koyucunun belirleyeceği bir alan ama aynı eyleme iki ayrı ceza verilmesi doğru değil.
Bir de kanun teklifinin 44'üncü maddesiyle 5395 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde 2'nin ilk 3 fıkrası uyarınca "Bu Kanunun Dördüncü Kısmının uygulanmasına ilişkin yönetmelik, bu maddeyi ihdas eden Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde çıkarılır. Bu Kanunun Dördüncü Kısmının uygulanmasına, Adalet Bakanlığınca belirlenen il veya ilçelerde başlanır ve birinci fıkra uyarınca çıkarılacak yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç bir yılın sonunda ülke genelinde uygulamaya geçilir." deniliyor. Söz konusu "Dördüncü Kısmın hangi il veya ilçede ne zaman uygulanacağı Adalet Bakanlığının resmî internet sitesinde duyurulur." deniliyor. 5395 sayılı Kanun'a eklenen dördüncü kısmın yer ve zaman bakımından uygulanmasını belirleme yetkisini Adalet Bakanlığına bırakan teklif metninin 44'üncü maddesi düzenlemeleri, Anayasa'nın 87, 7 ve 2'nci maddelerine açıkça aykırıdır. Bu düzenlemelerin kanunla yapılması gerekir diye düşünüyoruz.
Bu çerçevede yine söylüyorum: Bu, yargı reformu paketi olarak adlandırılıyor, içinde birçok günün koşullarına uygun düzenlemeler yapılmış, arkadaşların yine emeklerine sağlık. Elektronik satış olsun, diğer bazı konularda da bayağı emek harcamışlar ama arkadaşlar, Türkiye'nin nefes almaya ihtiyacı var. Türkiye'de anayasal hak ve özgürlüklerini kullanmayan vatandaşlar var; sokakta konuşamıyorlar, Mecliste konuşamıyorlar, konuşanlar, Mecliste konuşan milletvekilleri cezaevine gidiyor, sokakta konuşan muhalifler cezaevine gidiyor. Benim ilim Aydın'da 4.500 kişilik cezaevi yapılıyor. Düşünebiliyor musunuz? 4.500 kişilik. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün cezaevlerine ayırdığı bütçe 2019'da 9 milyardı, 2021'de 15 milyara çıkarıldı. 5 tane bakanlığın bütçesinden büyük arkadaşlar Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün bütçesi. 2021'de 37 tane cezaevi yapılması planlanmıştı ve cezaevleri yapılıyor. Kimler girecek bu cezaevlerine arkadaşlar? Kimler girecek? Bu cezaevlerine, muhalif olanlar, kendisini ifade etmeye çalışanlar ve farklı siyasi görüşlerini ortaya koyanlar mı girecek?
Arkadaşlar, şunu söylemek lazım: Bu cezaevleri, Türkiye'nin özgürlükçü, demokratik yapıdan uzaklaştığının açıkça göstergesi, hukuk devletinin olmadığının açıkça göstergesi. Bırakınız artık cezaevlerini, derin yoksulluğa çözüm bulmaya çalışın ama bulamazsınız arkadaşlar. Neden bulamazsınız? 2018'de olan ekonomik kriz pandemiyle ekonomik buhrana ulaştı, derin yoksulluk şu anda halkın iliklerine kadar işledi, vatandaşın yüzde 55'i asgari ücretle geçinmeye çalışıyor, açlık sınırının altında geçinmeye çalışıyor. Artık vatandaşın nefes almaya ihtiyacı var. Nasıl nefes alacak? Anayasal hak ve özgürlükleri kullandığı zaman, toplantı ve gösteri yürüyüş hakkını kullandığı zaman, ifade özgürlüğünü kullandığı zaman, milletvekilleri adliye önüne indiği zaman, basın açıklaması yapacağı zaman, polisler tarafından saldırılmadığı zaman. Bizzat bize saldırıldı iki hafta önce, genel başkan yardımcımıza ilişkin bir dava nedeniyle 5 milletvekili arkadaşımızla beraber, Ankara Adliyesi C kapısının önünde basın açıklaması yapmaya kalktık, polis tarafından saldırıya uğradık 5 milletvekili, basın açıklaması yapamazsınız diye. Onların içinde ben de vardım, Adalet Komisyonu üyesi olarak ben de vardım. Bir Adalet Komisyonu üyesinin ve benimle birlikte 4 milletvekilinin bir davayla ilgili basın açıklaması yapması engelleniyorsa, vatandaşın hâli ne durumda. Soma işçileri Ankara'ya giremiyor, baro başkanları Ankara'ya giremiyor ve sesini çıkarana cezaevi yolu gösteriliyor.
Bu nedenle, arkadaşlar, yapılacak olay şu: Bu ucube sistemin terk edilmesi, güçlü denge, denetlemesi olan parlamenter sistemin getirilmesi ve tek adam rejiminden vazgeçilmesi; Türkiye'nin kurtuluşu bu, hukuk devleti, demokrasi, özgürlükler. Demokrasi ve özgürlüklerin yeşerdiği yerde ekonomi de düzelir, eğitim de düzelir, sağlık da düzelir. Adalet diyoruz...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyorum.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Son cümlem, adalet sadece mahkemelerde olmaz arkadaşlar; adalet vergide olur, adalet sağlıkta olur, adalet eğitimde olur, adalet fırsat eşitsizliğinde olur, adalet her yerde olur.
O nedenle, inşallah, hep birlikte, bu teknik anlamda hazırlanan kanunları hukuk devletinde olan bir yapıda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde çıkarırız diye düşünüyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum.