KOMİSYON KONUŞMASI

ORHAN YEGİN (Ankara) - Sayın Başkanım, Komisyonumuzun kıymetli üyeleri, kıymetli milletvekilleri, çok Değerli Bakanım, Bakan Yardımcılarımız, Değerli Genel Müdürlerim, çok kıymetli bürokratlar ve basınımızın temsilcileri, hülasa salonda bulunan herkes; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli Başkanım, konuşmaları dinledik, istifade edilebilecek bir üslup ve içerikle konuşan herkese teşekkür ediyoruz, baş göz üstüne diyoruz. Baktığı yerden herkes meseleleri farklı görebilir, farklı noktalara odaklanabilir, saygındır, hürmet ederiz. Eğer söz güzelse, tonu iyiyse başımızı önümüze eğeriz.

Eğitim politikalarının mütemadiyen değiştiğinden şikâyet edenler oldu, kısmen haklı olabilirler ama tarihin akışı ve bu akışın hızı, sizin de bu akışa göre sistemler oluşturmanızı, pozisyonlar almanızı zaruri kılıyor, yoksa o akışta boğulup gidiyorsunuz. Ne diyor Sayın Bakan? Konuşma metninde 1'inci sayfada var, "Eğitim çağa uygun olarak sürekli değişen ve gelişen birikim ve tecrübeler ışığında yenilenen bir süreçtir." diye tanımlıyor. Değerli arkadaşlar, dünya, otuz sene önceki dünya değil, on sene önceki, hatta üç sene, iki sene önceki dünya da değil. İletişim araçları, bölgesel ve küresel meseleler, bilimsel ve teknolojik meydan okumalar, Sanayi 4.0 ve benzeri gelişmeler, moleküler gelişmeler, uzay araştırmaları, sanal dünya, veri, göç, salgın ve benzeri her şey değişirken siz geçmiş yüzyılın sistemiyle toplumu ileriye taşıyamazsınız, hele o tarihin akışının çok çok hızlandığı bir çağda. Ama iyi niyetle yapılmıştır diyerek bu çerçevede yapılan tüm eleştiri ve görüşlere, tavsiyelere ve onların sahiplerine saygı ve hürmetlerimi arz etmek isterim kendi payıma.

Değerli hazırun, üniversite ve yükseköğretim kurumu sayımızı iktidara geldiğimiz dönemlerde 70'lerden almış ve tam 3 katına, 210'lara ulaştırmışız. "Ne gerek var?" diyenler oldu. Ne gerek var değil mi? 3-5 taneyle sıkışmış üniversitelere girmek için büyük bir rekabet olsun, ailelerin bu rekabetten dershane, özel ders gideri, ek kaynak, sınav, deneme sınavı gideri artsın, oraya da ayrı bir bütçe harcasın, çocuğu kazanırsa bıraksın anasını, atasını, toprağını gelsin, kazanamazsa kalsın köyünde, kasabasında çobanlık yapsın veya gitsin ara eleman olsun istiyorlar. Sonra niyet açığa çıkınca "Hani var mı bu yeni açtığınız üniversitelerde ilk 100'e giren?" diyorlar. Sanki bunlardan önce açılan 70 üniversite içerisinde ilk 500'e giren 5-10 tane varmışçasına yeni açılan 140 üniversiteden ilk 100'e girmesini bekleyenler oluyor.

Sayın Başkanım, bazıları hatta biraz çirkin şeyler söylediler, öyle ithamlarda bulundular ki gerçekten kabul etmemiz mümkün değil ve topyekûn bunları reddediyoruz. Tek tipçilik dayatması yaptığımız iftirasında bulundular "Eleştirel düşünceye karşısınız." diye suçladılar bizi. Rektörün aracının üzerinde tepinmeyi "Katil devlet." diye bağırıp polisin, devletin araçlarını taşlamayı, aylarca derslere girmeyip, sırtlarını okula dönüp, ayakta durup, aylarca bu şekilde isyan edip, maaş alınmasını haklı görüp, içlerine belki sinmeyebilir ama öğrencilerimizi hukuk çerçevesinde yapılmış bir atamaya karşı kışkırtıp, yakıp yıkmayı, dağıtıp Vandallık yapmayı öve öve bitiremeyenlerin burada da temsil vazifesi üstlendiğine şahit olduk bugün, bizi zorbalıkla suçladıklarına tanık olduk. Bu suçlamaları yekûnen reddediyoruz. "Her öğrenci emniyetin üniversiteye girmesine itiraz eder." dediler. Durduk yere gelir, üniversiteye girer, maraz çıkarırsa herkes itiraz eder elbette ama arıza ve maraz çıkarıp sözle, yazıyla değil de taşla, sopayla; hukukla değil de Vandallıkla hak istediklerini söyleyip kaos oluşturanlar olursa, devlet, emniyetiyle, hukukuyla ve vazifeli diğer unsurlarıyla elbette gelir, huzurun bozulmasını engeller ve marjinallerin bozduğu ortamın eski hâle gelmesinin teminine yardımcı olur, olmalıdır da.

Kurgu olduğu hemen ortaya çıkmış olmasına rağmen köpürte köpürte anlattıkları güya yurt eylemlerine katılanların neredeyse tamamının ne öğrenci veya ne de yurt başvurusu yapmış kişiler olduğu ne o şehirde oturan, okuyan, yaşayan kişiler olduğu, farklı farklı şehirlerde yetkililer tarafından açıklandığı hâlde hâlâ o kurgu üzerinden zulüm, işkence sözleri düzenler oldular peş peşe, ardı ardına. Yazık diyoruz. Yalan olduğu ayan beyan ortada olan meseleler üzerinden konuşmayı hâlâ tercih etmeniz gerçekten yazık diyoruz bunu gündem edenlere.

Değerli Başkanım "Çok dilli olmak tehlikeli değildir, korkmayın." diyenler oldu. Sanki şu salonda bu kıymetli ve muhterem hazırunun içerisinde farklılıklardan, sanki bu ülkede birbirinden farklı olan onlarca, yüzlerce renkten, desenden rahatsız olanlar varmış gibi konuştular. Yok burada korkan, yok. Biz bu ülkenin farklılıklarından, çeşitliliğinden, zenginliğinden, dilinden, mezhebinden, inancından, hepsinden gurur duyuyoruz. Zihninizdeki korkular sizin olsun, zihninizdeki korkularla sizi baş başa bırakıyoruz. Biz zenginliğimizden, çeşitliliğimizden memnunuz ve bunun için Cenab-ı Hakk'a hamdediyoruz, Allah'a sonsuz şükürler olsun diyoruz.

Başkanım, hele hele "İnsanları tek kalıba sokmaya çalışıyorsunuz." diye bizi suçlayanlar oldu, asla, zinhar kabul etmiyoruz. "Tek mezhebe zorluyorsunuz insanları." diyenler oldu, yazıklar olsun. Yine kafalarındaki kargaşayı, çatışmayı bize yansıtıp din, dil, etnik köken, mezhep ve benzeri farklılıklarımız, zenginliklerimiz üzerinden bizi çatışmacı bir alana çekmek isteyenler oldu, yazıklar olsun. Tipi, kalıbı, yaftaları, söyleyenlere aynen bırakıyoruz. Bizim sözümüz şudur ki birliği ve kardeşliği temsil eder: Tek vatan, tek devlet, tek bayrak, tek millet. Bizim sözümüz budur. "İnsanlara neden anlatamıyoruz Müslüman olmanın övünülecek bir şey olmadığını?" dedi birisi. Sonra bakıyorlar ki laf aşikâr olacak, "Hristiyan olmanın, Yahudi olmanın önemli olmadığını millete neden anlatamıyoruz?" diyor. Yahu, Allah aşkına söyleyin, bu ülkede var mı böyle ayrıştırıcı bir tartışma, var mı böyle bir çatışma alanı, böyle bir sinir ucu var mı bu ülkenin? Yok, yok. Peki, zihinlerinin diplerinde suladıkları çatışmaları toplumun gündemiymiş gibi konuşup ülkemizi dünyaya böyle bir fotoğrafla sunmaya çalışmak ve bizi de böyle bir gündeme çekmeye çalışmak nedir Allah aşkına, nedir Allah aşkına? "T.C.'nin öğretmeni buralarda gelip çocuklarımızı eğitemez." diye çukur kazanlara ses etmeyenler, 20 yaşlarında, aracı Pülümür'de kurşuna dizilen, görev yaptığı şehirden ailesinin yanına Gümüşhane'ye giderken aracı kurşunlanan, yakılan ve şehit edilen öğretmene ve daha nice nicelerine öfkelenip, üzülüp, ağlayıp feryat etmeyenler; rektörü, yurdu, yolu, madeni, öteyi beriyi bahane edip şehri yıkmayı, huzuru yok etmeyi bir vazife bilenlere arka çıkanlar ve daha nice nice eğitimciler için samimi bir keder dahi belirtmeyip demokrasiyi ve hukuku suistimal ederek bize marjinaller köpürtmeye çalışanlar lütfen yerlerinde dursunlar.

Eksiğimiz yok mu? Elbette var. Bu kadar gelişmeye rağmen, derslik başına düşen öğrenci sayısıyla, öğretmen başına düşen öğrenci sayısıyla, 480 binlerden 1 milyon 200 binlere getirdiğimiz öğretmen sayısıyla, açtığımız üniversitelerle, fakültelerle, evet, çok iş yaptık ama hâlâ çok eksiğimiz var, bunun farkındayız. Çünkü biz, Atatürk'ün cumhuriyeti kurarken hedef olarak bize koyduğu o muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmayı gaye edindik ve bunun için mücadele ediyoruz.

Ekrem ağabey sabah konuşmasında bir vizyon koydu, aslında bir şey anlatmaya çalıştı, iki fotoğraf koydu önümüze; cumhuriyetin ilk yıllarında savaşta bütün okumuşlarını kaybetmiş, muallimlerini kaybetmiş, yetişmiş insanlarını kaybetmiş bir toplumun, yokluk içerisinde bir mücadeleden çıkan bir toplumun eğitim sisteminde alfabenin tahtaya yazıldığı bir fotoğrafı vardı, onu bir getirdi gözümüzün önüne ve Atatürk'ün koyduğu o muasır medeniyet hedefine hızla gitmek üzere olan cumhuriyetin ilk yıllarından bahsetti.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Süreniz... Toparlayabilirsek.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Sonra, Atatürk'ün ömrü yetmedi, 1950'lerde Menderes geldi, o büyütmeye çalıştı, o, hedeflere ulaştırmaya çalıştı; ulaştırmadılar, yolunu kestiler. Özal geldi, Özal bunu tamamlamaya çalıştı, müsaade edildi edilmedi, elinden geleni yaptı. Rahmetli Erbakan... Ve şimdi yeni bir yüzyılın başında, tahtaya "Oku, düşün, uygula, neticelendir." yazan bir lider var ve işte, bu liderin Atatürk'ün cumhuriyeti kurduğu dönemden aldığı bu vizyonu taşımak istediği yerin hedefinin millî eğitimdeki...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Yegin, süreniz dolmuştur, teşekkür ediyorum, sağ olun.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Başkanım, ben teşekkür ediyorum.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son bir konuşmamız daha var sonra soru...

Bir cümleniz varsa buyurun tabii.

ORHAN YEGİN (Ankara) - Bütçemiz hayırlara vesile olsun diyorum.

Suistimal etmeyeyim, teşekkür ederim.