KOMİSYON KONUŞMASI

FAHRİ ÇAKIR (Düzce) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Değerli hazırunu saygılarımla selamlıyorum. Bize dışardan destek veren değerli hocalarıma da hassaten teşekkür ediyorum.

Tabii, bu sunumu oldukça değerli buluyorum. Sunuma bilimsel bir bakış açısıyla birlikte işin pratiğinde, siyasi ayağında uygulama biçimine ilişkin katkılar ve öneriler gerçekten takdire şayan ancak tabii, bu anlatılanların, bu sunumun ve -muhtemelen öyle olacaktır- genelde iştirak ettiğimiz bu kavramın pratikte uygulanır olmasını sağlamak lazım, bunu ete kemiğe büründürmek lazım yoksa yıllardan beri daha çok şehir efsanesi hâline gelen birçok meseleyi konuşa geliriz, bizden sonraki nesiller de bunu bu şekilde konuşmaya devam ederler. Bahsedildi, ben tekrara düşmek istemiyorum bu anlamda. Nelerin siyasi ya da başka saiklerle önlerinin kesildiği -ülkemiz açısından konuşuyorum- bunlar hepimizce malum ancak biz ilkokulda okurken -benim yaşım müsait bu işe- "Yerli giyin, yerli olsun her şeyin." derlerdi, hâlâ hafızalarımızda. Dolayısıyla masaların, sıraların üzerine -benim hâlâ hatırımda- narenciye getirilirdi, genellikle böyle turunçgillerden; mevsim olarak herhâlde kış ya da narenciyenin olduğu mevsime mi isabet ederdi vesaire. Yani bu belki söylem olarak, işin başlığı çok kayda değer ama uygulama biçimine baktığımızda yani ilkokul çocuklarının masalarının üzerinde böyle eğlenceli yiyecekleri gördüğü şekliyle algılarda kaldı. Bunu, tabii, ne kadar derin analiz edersek ondan o kadar çıkarım elde ederiz; bu, işin bir tarafı. Ancak tabii, konuşuldu, kim ne derse desin, benim ne inancım ne cibilliyetim ne milliyetim buna müsait değil ama dünyayı maalesef ve maalesef para yönetiyor yani finansman yönetiyor. Dolayısıyla parayı kazanmak lazım. Ekonomik değerler önemli. Ekonomik gücünüz kadar gücünüzün varlığı, maalesef inanmasak da kabul edilecek bir gerçek gibi ortada duruyor. Tabii, bunun önünü açmak lazım, alımları yapmak lazım, alımları yaparken sanayiyi kollamak lazım. Sanayi üretim demek, sanayi istihdam demek, ülkemizde de öyle. Hatta ben Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığından geliyorum, orada da ben zaman zaman... Bunun, Hocam, bu tarafını da -tırnak içinde söylüyorum- ele almanızda fayda var; 365 oda ve borsa var Türkiye genelinde. Bunlarda ciddi ağırlığı olanlar ticaret ve sanayi odaları. Çok az ilimizde ticaret odası ayrı, sanayi odası ayrıdır, çok az sayıdadır. Bütün istihdamı üreten, gerçekten ülke kalkınmasına doğrudan etki eden sanayilerdir, sanayi kuruluşlarıdır ama odalarda yani STK'lerde temsil kabiliyeti maalesef birleşik odalarda ticaret tarafındadır, onların üye sayısı fazla olduğu için, sayısal çoğunluk orada olduğu için. Böyle bir dengesizlik bu STK'lerde de var. Bunun da bilimsel olarak alınıp bu çalışmaların içerisine dercedilmesinde fayda olduğu kanaatindeyim âcizane, sayın hocalarım.

Bir başka konu, tabii ki kamunun satın alması. Kamunun satın alması, hiç şüphesiz yerli üretimi hem koruyacak hem kollayacak hem coşkusunu ve cesaretini artırarak devam ettirecek bir kavram. Kendi imkânlarıyla bir müteşebbis kalktı, bir sanayi üretimini ortaya koydu, üretti, alan yok -bahsedildi, az evvel söylediniz- ancak kamu alımlarıyla bunun desteklenerek ayakta kalması yani illaki oraya kalkıp şu veya bu destek için, finans desteği doğrudan yerine imal edilmiş ürünü satın alma cihetiyle birlikte o işletmeleri ayakta tutmak lazım. Bu çok doğru bir tespit, burayı desteklemek, kamunun alımını mutlaka sağlamak lazım. Ancak şunun da önünü açmamız ya da bunu bir şekilde, bilimsel bir şekilde -nasıl çalışırız bilmiyorum- hepimizde vardır... Hatta bu öyle baskılanmış ki -bunu bir itiraf olarak da kabul edebilirsiniz- o da şu: Bir kalite meselesi var; yabancı kaliteli, yerli kalitesiz algısı yerleşik düzende beynimizin bir tarafında sürekli duruyor bu. O nedenle, biz, sürekli yerlinin kaliteli olduğunu, kaliteli olabileceğini, hakikaten kalitenin ispatını hangi saiklerle ortaya koyacaksak belki bilimsel çalışma, belki sosyolojik çalışma, belki eğitim, belki eğitim müfredatına konulması şekliyle olabilir mi; onu biliyor değilim ama bunu çalışmak lazım çünkü bu kaliteyle alakalı bir sorunumuz var, belki hepimizin kahir ekseriyetle bir zafiyeti olarak düşünebiliriz.

Bir de şu var: Tabii ki bu yerliyle alakalı kısım, yerli ve millî. Tabii, yerli, millî; buna ideolojik olarak bakmıyoruz, bu masanın etrafında hiç kimse -tabii ki bir siyasi kimlik var, sırtımızda bir siyasi forma var- bu cihetlerden bakmamaya çalışıyor ve çalışacaklardır hiç şüphesiz arkadaşlarımız çünkü ülkenin, ülkelerin bilimsel bir şekilde kalkınmalarıyla alakalı bir model ya da modellemeyi veya bununla alakalı istifade edecek adresleri konuşuyoruz burada. O bakımdan, yani yerli ve millî mesele ülkenin kalkınması ise, sanayileşmesi ise, bunun örnekleri de hep sanayiyle olmuşsa yani bugün bahsettiğiniz gibi 200 ülkenin içerisinde yüzde 10'u yani 20 tanesi sanayiyle kalkınmışsa, ben aynen katılıyorum, sanayi olmadan kalkınma olmaz ama sanayiyle alakalı kısımda bir de ithalata bağlı sanayiyi, burayı da incelemek lazım. Yani bir sanayi ürünü ithalata bağlı, ithal edeceğiz, sanayi ürünü üreteceğiz, sonra ihraç edeceğiz. İşte o ihraç ettiğimiz ithalata bağlı o malı, her neyse o ürünü ne kadar biz yerli hâle getirdik, hangi ölçüde getirdikse o ölçüde biz ülkemizi kalkındıracağız ya da sanayileştireceğiz. Dolayısıyla ithalata bağlı ihracattaki sanayinin yerli de dâhil olmasının dersinin fazlasıyla çalışılıp oraya da devletin belli bir şekilde... Özellikle yapıyoruz ancak belki yeterli değil, o dersi de biraz daha fazla çalışarak bu sanayi dalında da yerli dâhili artırmak lazım. Mesela otomotivde bu var, bunu fevkalade yaşıyoruz, belki en büyük ihraç kalemlerimizden bir tanesi ama ithalatımızın ölçüsü oldukça yüksek. Bunu mümkün olduğu kadar... Tabii, çok gayret ediyoruz gerçekten. Mesela yerli otomobilde çok daha iddialıyız; bunda yüzde 51'le başlayacağız, inşallah 2022'de de bu üretilmiş olacak. Dolayısıyla, ülkemiz bu konuda, sanayi anlamında, gerçekten savunma sanayisi -siz de örnek olarak verdiniz- bu en belirgin, en canlı örneği olduğu için çok çarpıcı bir örnek olarak önümüzde duruyor ama sadece savunma sanayisiyle sınırlı değil, elbette kalmamalı, birçok alanları siz saydınız, bunların her bir tanesinde üretim, sanayileşme olmalı, bu sanayileşmede de kamu alımı olmalı. Tahsin Bey'in de az evvel ifade ettiği gibi, tabii, burada, bu alım merkezleriyle, alımın başlıklarıyla alakalı, müdahale etmekle alakalı kısımda çünkü bu iktisadi bir alan, ekonomik bir alan, para hareketinin olduğu bir alan, oldukça -ne diyelim- mayınlı bir alan tabiri caizse -tırnak içerisinde söylüyorum- buralara çok sağlıklı bir mekanizmayla birlikte gözlemci, ne bileyim orayı denetimci, artık adına ne denir bilmiyorum, öyle bir yapıyla birlikte kamunun alımını süratle ve oldukça en üst düzeyde yerli üretime yöneltmekte hiç şüphesiz fayda var.

Şimdi, tabii, dünyadan örnekler verildi. Dünyadan verilen örneklerle alakalı kısımda herkes kendi hesabına çalışıyor. Bizim ülkemiz, burada muhalefet etsek de iktidar etsek de sıkıntıyı hep beraber, çoluk çocuğumuzla birlikte biz yaşıyoruz. O hâlde yaşadığımız sıkıntıyı ortadan kaldırmak için üreteceğimiz ürünün mutlaka yüksek teknolojili ürün olması lazım, inovasyonunun yüksek olması lazım, geçerliliği olması lazım. Mevsimsel, altı ay, bir sene, bir dönem sonra atıl hâlde kalacak teknolojiler yerine kalıcı, sürdürülebilir sanayiyi de mutlaka tercih ediyor olmamız lazım ama olmazsa olmazımız sanayileşme, bunda da yerlisi olmalı, yerli alım olmalı. Yerli alımın olması için kamu alımını çok çok önemsiyorum, önemli buluyorum ve bunu âdeta hem gelenek hem de bu olmazsa sanki çok etik bir kabahat işlemişçesine belli bir böyle kavramsal, ahlaki bir durumu bu işin içerisine dercederek bu kamu alımlarını eğer sağlarsak biz bu üretim konusunda yeni sanayiye adım atacak, parasını harcayacak kim ve kimselere de çok ciddi örnek oluruz diye düşünüyorum.

Sunumlarınız için özellikle çok çok teşekkür ediyorum. İnşallah bu sunumların hayata geçtiği, ete kemiğe büründüğü toplantılarda görüşmek ümidiyle çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, sağ olun.