| Komisyon Adı | : | İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU |
| Konu | : | İsrail'in işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs, Batı Şeria ve abluka altındaki Gazze'de yaşayanlar ile bir bütün halinde Filistinlilere uyguladığı ayrımcılık politikaları, insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk ihlallerine ilişkin görüşme |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 20 .05.2021 |
BAŞKAN HAKAN ÇAVUŞOĞLU - Değerli milletvekilleri, bugün İsrail'in ilhak ettiği Doğu Kudüs, işgal altında tuttuğu Batı Şeria ve abluka altına aldığı Gazze'de yaşananlarla İsrail'le vatandaşlık ilişkisi içinde bulunan Filistinlilere karşı işlediği insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk ihlallerini ele almak ve bu konudaki pozisyonumuzu alenileştirmek üzere toplanmış bulunuyoruz.
Değerli arkadaşlar, 2018 yılında kabul ettiği "Yahudi halkının ulus devleti" adını taşıyan ve sıradan bir kanundan farklı olarak anayasa niteliğini haiz bulunan, temel kanunlar arasında yer alan bir kanunla, apartheid rejiminin nihai çerçevesini çizerek kendisini "Yahudi halkının ulus devleti" olarak tanımlayan, 9 milyonluk nüfusunun yüzde 20'sini oluşturan Filistinli vatandaşlarını Yahudi olmadıkları için ikinci sınıf vatandaş kategorisi içine sokan, Doğu Kudüs'te yaşayan 350 bin Filistinliye ise sadece ikamet izni verip bu statüyü de keyfî olarak iptal edebilen, Batı Şeria'da yaşayan Filistinlileri tebaalaştıran ve Gazze'de yaşayan 2 milyondan fazla insanın eğitim ve sağlık dahil tüm temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hâle getiren, pandemi sürecinde aşı dağıtımında bile Filistinlilerin ihtiyacını yok sayan apartheid ve zulüm devleti İsrail'in 10 Mayıs 2021 tarihinden itibaren Gazze'ye dönük saldırılarında şimdiye kadar 61'i çocuk, 36'sı kadın olmak üzere 212 Filistinli şehit edildi, 1.400 kişi ise yaralandı.
Gazze'nin sivil altyapısının, okulların, hastanelerin, medya kuruluşlarının ve doğrudan sivil insanların ikamet mahallerinin hedef alındığı saldırılar, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa ülkelerinin yönetimleri ve ana akım medya organları tarafından İsrail'in kendini savunma hakkı olarak savunuldu ve destek verildi; hatta kötülüğün bayağılaşmasının bir örneği olarak Avusturya'da Başbakanlık binasına İsrail bayrağı çekildi. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri kalmayan Filistinlilerin protestolarına karşı İsrail'in kendini savunma hakkını kullanma biçimini vaktiyle Filistin'i ziyaret eden ve Batı Şeria'da şahit oldukları korkunç tabloyu Nazilerin Yahudileri topladığı Varşova gettosundaki duruma benzeten bir grup Katolik Alman papazdan biri olan Piskopos Gregor Maria Hanke, şöyle tanımlamıştı: "Yad Vashem Yahudi Soykırımı Müzesi'nde Varşova gettosu resimleri gördüm, akşamleyinde kendimi Ramallah'ta gerçek bir gettoda buldum."
720 bin Filistinlinin vatanlarından sürüldüğü 15 Mayıs 1948'den Filistinlilerin deyimiyle Nekbe'den bu yana Filistinlilerle savaş durumunu sürdüren ve bu tarihten itibaren adım adım uygulamaya koyduğu apartheid ve zulüm politikalarıyla Filistinlilerin soluduğu havadan içtiği suya, işlediği topraktan oturduğu eve kadar tüm yaşama alanlarını sürekli daraltarak onları aşırı kalabalık gettolara hapseden İsrail'in uyguladığı politikaların sonuçlarını ancak Filistinli ünlü şair Mahmud Derviş'in dizeleriyle tasavvur edebilir, biraz da hissedebiliriz: "Eğer zeytin ağaçları kendilerini diken elleri tanımış olsalardı, yağları göz yaşlarına dönüşürdü.
Filistinlilere istediği gibi saldırabilen, hayatları dâhil tüm varlıkları üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilen, 2007 yılından beri abluka altında tuttuğu Gazze'ye her türlü insan, mal ve hizmet giriş çıkışını kontrolü altında tutan İsrail'in saldırgan eylemlerini Filistinlilerin apartheid ve zulme karşı direnme haklarını kullanması karşısında "kendini savunma hakkı" olarak niteleyen bakışın barışla da hukukla da ilgisini kurabilmek mümkün değildir. Nitekim İsrailli insan hakları kuruluşu B'tselem, Haaretz gazetesinin ön sayfasında yayınladığı ilanda, "İsrail, Filistin'deki mevcut şiddet, tüm bölgeyi kontrol eden apartheid rejiminin bir sonucudur." tespitine yer vermektedir. Saldırı suçu, savaş suçu ve insanlığa karşı suçları işlememek -ki İsrail hepsini işliyor- uluslararası insancıl hukukun devletlere yüklediği, karşılıklılığa dayanmayan tek taraflı bir yükümlülüktür ve İsrail de bu yükümlülüğe tabidir. "Çocukları öldürmenin, onları çaresiz ve geleceksiz bırakmanın, sivilleri katletmenin, sivil yaşama alanlarını fütursuzca yok etmenin adı 'kendini savunmak' olursa saldırganlık nedir ki?" Sorusunu sormak zorunlu hâle gelir.
Değerli arkadaşlar, şimdi İsrail'in son saldırıları üzerinden ortaya çıkan duruma kısaca değinmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, bu yılın ramazan ayı boyunca İsrail polisinin desteğindeki fanatik Yahudi grupları sürekli olarak Müslümanların üçüncü Harem-i Şerif olarak kabul ettiği Mescid-i Aksa'ya saldırdı, teravih namazı kılan cemaate karşı polis göz yaşartıcı bomba, kauçuk kaplı çelik mermiler ve körlüğe yol açabilen saçmalı silahlar kullandı. Bu tahrikler artırılarak sürdürülürken Doğu Kudüs'ün Filistinlilerin yaşadığı üç mahallesinden biri olan Şeyh Cerrah Mahallesi'ndeki Filistinlilere ait mülkler, Apartheid yargısının kararıyla boşaltılarak Yahudi yerleşimcilere teslim edilmek istendi. Doğu Kudüs'ü Yahudileştirme ve Mescid-i Aksa'ya el koymaya dönük bu kolonyal politikalar, İsrail'in Arap nüfuslu bölgelerinde, Doğu Kudüs'te, Batı Şeria'da ve Gazze'de protesto edildi, aileler evlerini boşaltmamak için direndi, Filistinliler Mescid-i Aksa'yı boşaltmayarak sürekli koruma nöbeti tutmaya başladı, Filistinlilerin sivil direnişi sürekli artan polis şiddeti ve fanatik Yahudilerin saldırılarıyla karşılaştı. Bu saldırganlığın son bulmaması ve sivil direnişlerdeki can kaybının sürekli artmasını 10 Mayıs'ta İsrail'in Gazze'ye başlattığı hava saldırıları takip etti. Bu saldırılar devam ederken Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin toplantıları ne yazık ki sonuçsuz kaldı.
Yine bildiğiniz gibi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu bugün konuyu ele alacak. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri ise İsrail saldırganlığına destek vermeye devam ediyor. Bu utanç, bu ülkelere yeter. Ama bu ülkelerin görmek istemediği bir olgu artık görünür durumda, bu defa işler İsrail'in istediği gibi gitmiyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerindeki sivil gruplar ciddi protestolar yaptı. İsrail'in apartheid ve zulme dayalı kolonyal politika ve pratiklerine sosyal medyada görünürlülük kazandırıldı. İsrail propaganda makinesi ve yıldırma araçları, İsrail saldırılarını kınayanlar üzerinde Demokles'in kılıcı gibi dolaşsa da dünyanın her tarafında sivil gruplar protesto gösterileri düzenleyerek insanlık vicdanına ses verdi. İsrail artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmelidir.
İsrail'in Filistinlilere dönük olarak ayırımcılığı kurumsallaştırdığı, işgal altında tuttuğu yerlerin demografik yapısını değiştirmek için Yahudi yerleşimcilerin iskânına dayalı bir kolonyal politika uyguladığı, 2000'li yıllardan itibaren benimsediği yasal çerçeve ve politikalarla Yahudi üstünlükçülüğüne dayalı bir apartheid ve zulüm devleti hâline geldiği Ocak ayında, İşgal Altındaki Topraklardaki İnsan Hakları için İsrail Enformasyon Merkezi B'Tselem tarafından hazırlanan bir raporda da ortaya konuldu. Bu rapordaki bulgulara daha yakından bakmak istiyorum.
Ürdün nehrinden Akdeniz'e kadar uzanan bölgeyi kontrol eden İsrail rejimi, bu bölgede Yahudi üstünlükçülüğüne dayalı bir rejim oluşturmuştur. Bu amaçla bölgeyi çeşitli birimlere bölmüş, her birimde yaşayan Filistinlilere birbirinden ayrı statüler tanımlamıştır. Her durumda değişmeyen olgu ise Filistinlilerin Yahudilerin sahip olduğu hakların hep aşağısında haklara sahip olmalarıdır. Yahudi üstünlükçülüğüne dayalı rejim çeşitli araçlarla sürdürülmektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan bir Yahudi, İsrail hâkimiyeti altındaki herhangi bir yere yerleşebilir ve İsrail vatandaşlığı alabilir. Filistinliler için evlilik, aile birleşimi ve benzeri dâhil hiçbir durumda böyle bir hak söz konusu olmadığı gibi, 1948'de yurtlarından Ürdün, Lübnan ve Suriye'ye sürülen 720 bin Filistinliye dönüş hakkı bile tanınmamaktadır. İsrail kolonyal yönetimi tarafından Filistinlilerin topraklarına sürekli el konularak yalnızca Yahudilerin yaşadığı 200'den fazla yerleşim yeri oluşturulmuş, bunların her türlü ihtiyacı karşılanmış ve Filistinlilerin buralara ve burada yaşayan Yahudilere erişimleri bağımsız yollar oluşturulmak suretiyle engellenmiştir. Tüm bunlar yapılırken Filistinliler sürekli küçültülen alanlara sıkıştırılmış, işgal altındaki Filistin topraklarında bedevilere ait alanlar dâhil olmak üzere tarıma ya da iskâna açılabilecek alanlar kamulaştırılarak kapatılmış, artan nüfusun konut ihtiyacını karşılamak için Filistinlilerin yaptıkları konutlar yasadışı ilan edilerek her defasında yıkılmıştır. İşgal altındaki yerlerde yaşayan Filistinlilerin seyahat kapasiteleri önemli ölçüde sınırlandırılmış olup çoğu defa hak kayıplarının aracı olarak kullanılmaktadır. İşgal altındaki yerlerde hayatlarını ve geleceklerini tayin etme yetkileri, son derece kısıtlı bir otoriteyle donatılmış belediye yönetimleri için yapılan seçimlere katılımla sınırlandırılmıştır.
Bir grubun diğer bir grup üzerindeki üstünlüğünü sağlamak için yasalar, pratikler ve örgütlü şiddet kullanan bir rejim, apartheid rejimidir. Yahudilerin Filistinlilere üstünlüğüne dayalı apartheid rejimi elbette bir günde inşa edilmedi, giderek kurumsallaşarak alenileşti, bugünse anayasal bir nitelik kazanmış durumda. Bu bulgular, Uluslararası Ceza Mahkemesinin statüsünde "insanlığa karşı suçlar" kategorisini oluşturan 11 suç içinde yer verilen "aparteid ve zulüm" suçlarını İsrail'in sistematik bir devlet politikası olarak işlediği nisan ayındaki İnsan Hakları İzleme Örgütü Raporu'nda da ortaya konuldu.
Değerli Milletvekilleri, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü'nün savaş suçlarını düzenleyen 8'inci maddesi ışığında, İsrail'in 2014 yılından sonra işlediği savaş suçlarına ilişkin olarak Filistin Hükûmetinin taraf devlet olarak başvurusu üzerine 3 Mart 2021 tarihinde başsavcı Fatou Bensouda tarafından resmî olarak soruşturma süreci başlatmış bulunmaktadır. 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren ilerlemekte olan süreç, İsrail'in Filistin'in egemen bir devlet olmadığı ve işgal altındaki toprakların bu yönetimin uhdesi altında bulunmadığı şeklindeki itirazlarının Uluslararası Ceza Mahkemesinin Önsoruşturma Bürosu tarafından incelenip reddedilmesinden sonra kesinlik kazanmıştır. Bu soruşturma, İsrail'in uluslararası hukuk içinde işlediği suçlardan dolayı hesap verebilir hâle getirilmesi açısından sembolik değere sahip bir soruşturmadır.
Değerli arkadaşlar, son olarak şunu vurgulamak istiyorum: İsrail'in işgal altında tuttuğu Doğu Kudüs, Batı Şeria ve abluka altındaki Gazze'de yaşayanlarla bir bütün hâlinde Filistinlilere uyguladığı ayrımcılık politikaları, insan hakları ihlalleri ile saldırı suçu, savaş suçları ve insanlığa karşı suçları içeren uluslararası insancıl hukuk ihlalleri artık gün ışığındadır ve asla gizli ya da karşılıksız kalmayacaktır. İsrail'in yaptığı ihlallerin karşılıksız kalmaması için bu ihlallerin hukuki ve ahlaki planda mahkûm edilmesi büyük önem taşımaktadır. Biz de Filistinlilerin insan kalma ve insan olarak yaşayabilme haklarına ses veriyor ve acılarını paylaşıyoruz. İsrail'in sınır tanımayan saldırganlığını şiddetle kınıyor ve buna asla rıza göstermeyeceğimizi tüm dünyaya haykırıyoruz.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, şimdi dileyen üyelerimize söz vermek istiyorum, akabinde görüşmelerimize devam edeceğiz.
Toplantımızın sonunda bir önergemiz var, önerge oylamamızı yapacağız.
Arkadaşlar, bugün olabildiğince söz almak isteyen milletvekillerime ve üye arkadaşlarıma söz vermek istiyorum. onun için zaman konusunda makul sınırlamayı siz kendi şahsınız belirlerseniz memnun olurum, teşekkürler.
Evet, söz almak isteyen üyelerimiz olursa...