KOMİSYON KONUŞMASI

NEVZAT CEYLAN (Ankara) - Önce teşekkür ederim, geçen hafta da çok sıkışık bir zamana rastladı Genel Müdürlüğün sunuşları, çok kısa yaptı ama özetini aldık.

Şimdi, iklim değişiminin sigortası dünyanın en önemli yutak alanları olan millî park ve benzeri korunan alanlar olduğunu biliyoruz. Dünya üzerindeki birçok canlı türü korunan alanlar sayesinde varlığını sürdürüyor malumunuz. Dünyada depolanmış karbonun en az yüzde 15'ini karbon tutma özelliğini taşıyan bu korunan alanların sağladığını da biliyoruz. Gerçekten dünyada eşi bulunmayan bir coğrafyada yaşadığımız da malum ve bu güzel coğrafyada biyoçeşitliliği korumak, korunan alanları artırmak gibi görevlerle 1958 yılından bu yana koruma çalışmaları yapılır. 1958 yılından bu yana koruma çalışmalarıyla beraber günümüze kadar önemli alanlar koruma statüsüne kavuşturulmuştur.

Koruma statüsü malumunuz Türkiye'de Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Şimdi, her iki kuruluşun toplam koruma alanı -kurumların kendi rakamlarına göre söylüyorum- yüzde 9 civarında hatta yüzde 9 bile değil. Ama çok çakışan sahalar var, çakışan sahalar çıkarıldığı takdirde de gerçek koruma alanlarının yüzde 5-6 seviyesine düştüğü görülüyor. Mesela örnek vereyim size: Bazı alanlar hem millî park hem sit alanı hem özel çevre koruma bölgesi veya Ramsar alanı yani çifte koruma statüleri var. Örnek, Göksu Deltası hem Ramsar alanı hem özel çevre koruma bölgesi. Burdur Gölü hem Ramsar alanı hem yaban hayatı geliştirme sahası ki her ikisinde de ayrı ayrı toplandığı için çok fazla görülüyor alan. Sultansazlığı hem Ramsar alanı hem millî park alanı. Salda Gölü -çok ünlü oldu son zamanlarda- hem tabiat parkıydı, tabiat parkının üstüne özel çevre koruma bölgesi yapıldı; bu da bir gariplik zaten. Uzungöl tabiat parkıydı onun üzerine özel çevre koruma bölgesi yapıldı, o da garip. Dolayısıyla, birçok koruma statüsündeki alan aynı zamanda sit alanı. Doğa Koruma ve Milli Parklar uhdesindeki 1 milyon 171 bin hektar alanın yüzde 44,32'si doğal sit. Bir taraftan doğal sit olarak toplama giriyor, bir taraftan da aynı zamanda özel çevre koruma bölgesi, her iki tarafta da alan olarak görülüyor. Çakışan alanlar çıkarıldığı zaman yüzde 5-6 seviyesine düştüğünü söylemiştim. Dünyadaki ortalama yüzde 13,2 korunan alanlar, Avrupa ortalaması yüzde 25,9; Polonya 39,7; Almanya 37,1; Yunanistan 34,8; sıralanıyor, Japonya yüzde 20,1; Meksika 13,9; Amerika Birleşik Devletleri'nde korunan alan yüzde 12,5 civarında oluyor. Yani bu kadar biyolojik çeşitliliği fazla olmayan ülkelerde bile korunan alanların çok olması güzel bir gelişme ama Türkiye'de maalesef yeterli değil. Bazı yerlerde çift başlılıktan dolayı da sıkıntılar var: Mesela Uzungöl ve Ayder Yaylası, Ayder'in bulunduğu kısımlarda çift koruma sistemleri var ama en çok yapılaşmanın olduğu yerin de orası olduğu görülüyor.

Biz, özellikle Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ne yirmi beş yıl önce taraf olduk, yirmi beş yıldır da bu kanunu çıkaramıyoruz. Çıkarılamamasının tek sebebi korunan alanlar 2 tane kuruluş tarafından yönetildiği için çıkarılmıyor ve 4 kez Meclise gelip kadük olduğuna şahit oluyoruz.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Maalesef.

NEVZAT CEYLAN (Ankara) - Hatta sonuncusu Sayın Bakanımızın tamamen uzlaştığı sivil toplum kuruluşlarıyla, el birliğiyle çıkma noktasındayken diğer kuruluşun karşı çıkmasından dolayı çıkarılamadı. Bu da 2 kuruluş olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, bu 2 kuruluşun birleşmesi gerekiyor, birleşmezse bu tür sıkıntıların devam ettiğine şahit oluyoruz.

Yine, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ndeki 2030 hedefi yüzde 30 korunan alan, bizim bunu mutlaka yakalamamız lazım.

Bir de önemli özelliği daha söylemek istiyorum: Millî park ve benzeri koruma alanlarında ormanlık alan ülkemizdeki ormanlıkların sadece yüzde 1,3'ü aslında Türkiye'de doğal yaşlı ormanların alanı çok fazla olmasına rağmen bu oran son derece az. Bunun sebebi de şu: Orman teşkilatının yetişme tarzı itibarıyla ta üniversitelerden itibaren ormanlar hep odun üretimi olarak görüldüğü için korumu statüsüne kavuşturulması konusunda maalesef yeterince destek verilmediğine şahit oluyoruz. Fakat bunun yanı sıra son dönemde yapılan bir yanlışa da dikkat çekmek istiyorum: Aslında millî parklarda üretim yapılmaması gerekir, odun üretiminin yapılmaması gerekir; yapılan çalışmalarda, amenajman planlarında Köprülü Kanyon Millî Parkı'nda 9.447 metreküp, Termessos Millî Parkı'nda 176 metreküp, Beyşehir Gölü Millî Parkı'nda 5.703 metreküp, Kızıldağ Millî Parkı'nda 9.520 metreküp, Kovada Gölü Millî Parkı'nda 948 metreküp odun üretimi yapılması için çalışmalar başlatıldığını ben üzüntüyle öğrendim. Dünyanın hiçbir yerinde mutlak korunan alanlarda odun üretimi yapılmaz ve yapılamaz. Bu durum korunan alan ruhuna ve felsefesine de uygun değil, ruhuna da uygun değil, felsefesine de uygun değil. Korunan alanların birer doğal laboratuvar olarak ayrılması ve her şeyin doğal akışına bırakılması koruma felsefesine en uygun yaklaşımdır, nitekim dünya genelindeki uygulamalarda böyle olduğu biliniyor. Ormanlarda silvikültürel amaçlı odun üretimi yapılabilir, yapılıyor zaten ama ekoloji odaklı millî park ve benzeri korunan alanlarda ise ana amaç doğanın doğal süreçte muhafaza edilmesi, uzun vadeli faydalarının güvence altına alınmasıdır.

Kaz Dağı Millî Parkı benim dönemimde yapıldı, millî park yapılan yerlerde maden araması yapılamıyor, bu büyük bir şans ama her tarafını biz o dönem yapmak istedik Kaz Dağı'nın, Orman teşkilatının bu odun üretimine dayalı zihniyetinden dolayı izin verilmediği için yapılamadı, o bölge de delik deşik, şu anda maden aramaları yapıldığına şahit...

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Ama yaptığınız kısmına dokunamıyorlar.

NEVZAT CEYLAN (Ankara) - Dokunamıyor. Korunan alana dokunulmadığı ama koruma alanının dışındaki Kaz Dağı'nda şu anda maden aramaları maalesef yapılabiliyor. Dolayısıyla, bir an evvel koruma statülerinin artırılması gerekiyor, sadece ormanlarda değil, bizim çok önemli Anadolu bozkır ekosistemlerimiz var, oraların mutlaka koruma statüsüne kavuşturulması lazım. Yine, 8.300 kilometre kıyı alanlarımız var, bir an evvel büyük oranda koruma statüsüne kavuşturulması lazım. Burada ben merhum Turgut Özal'ı yâd etmek istiyorum, kendisi özel çevre koruma bölgelerini kurarak Kaş-Kekova, Patara, Köyceğiz-Dalyan, Fethiye-Göcek, Gökova, Datça-Bozburun, Belek, Foça gibi sahil bölgelerini koruma statüsüne kavuşturarak oraların betonlaşmasının önüne geçmesi son derece önemliydi. Dolayısıyla, bu tür korunan alanların çoğaltılmasıyla ülkemizdeki o nadir ekosistemleri hep beraber gelecek kuşaklara bırakabiliriz diye düşünüyorum.

Bu çerçevede soru 1) Bu konuda Genel Müdürlüğün korunan alan hedefi nedir? Yüzde 30 bakın Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ne taraf olduğumuz Birleşmiş Milletlerin hedefi 2030 yılında. Biz daha yüzde 5-6 seviyesindeyiz.

2) Millî parklarda yapılması planlanan odun üretiminin durdurulması konusunda düşünceleriniz nedir, devam edecek mi? Onu öğrenmek istiyorum.

3) Özellikle ormanlarda millî park ve benzeri koruma alanlarının ilan edilmesi konusunda ne engel vardır? Çok önemsiyorum onu. Son yıllarda, millî park yapılmaması için büyük bir direnç var. Bu konularda cevap verilirse Komisyona çok memnun olacağımı belirtmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.