KOMİSYON KONUŞMASI

NECİP NASIR (İzmir) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; öncelikle Miraç Kandili'nizi tebrik ediyor, Komisyonumuzdan çıkacak sonuçların ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.

Değerli Komisyon üyeleri, ülkemizde nüfusumuzun yüzde 71'i, topraklarımızın yüzde 66'sı deprem riski altındadır. Türkiye'de yaklaşık 15.000 kilometresi ana aks üzerinde olmak üzere, toplam 24.500 kilometre uzunluğunda canlı fay hatları bulunmaktadır.

Son yüz yılda yaşanan depremlerde 100 bin can kaybı, 100 milyar doların üzerinde ekonomik kayıp yaşanmıştır.

Ülkemizdeki toplam yapı sayısının 20 milyon dolayında olduğu, 6 ila 7 milyon civarında yapının en kısa zamanda dönüştürülmesi gerektiği tahmin edilmektedir.

Değerli Komisyon üyeleri, nüfus yoğunluğunun ve konut stokunun büyük çoğunluğunun kent merkezlerinde olduğu ülkemizde acıların yaşanmaması için kentlerde deprem riski altındaki alanların dönüşümü, sel ve heyelan riski altındaki alanların dönüşümü, tarihî kent merkezleri ve meydanların dönüşümü, sanayi alanlarının taşınması ve dönüşümü çok hızlı bir şekilde sağlanmalıdır ve elzemdir. Ancak ben burada farklı bir bakış açısıyla sosyal bir proje olan kentsel dönüşümü iyi anlamanın gerektiğini düşünerek sizlere global bir bakışı arz edeceğim, bir de Türkiye'deki kentsel dönüşümden söz ederek, daha sonra, 3'üncü bölümde de önerilerimi sizlerle paylaşacağım.

Değerli Komisyon üyeleri, en geniş tanımıyla kırsal alan dışındaki yerleşim birimleri olarak kentler, dinamik bir organizmaya benzetilebilir. Ekonomik, sosyal, kültürel, teknolojik ve fiziksel açılardan yaşanan değişimler kentlerin mekânsal düzenlemelerini de benzer şekilde dönüştürmekte ve farklılaştırmaktadır. Özellikle Sanayi Devrimi'nden sonra, en az 1 milyon nüfuslu kentlerin sayısı hızla artmış ve 1800 yılında dünya nüfusunun yüzde 3'ü kentsel alanlarda yaşarken bu rakam, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler birimi tarafından yayınlanan Dünya Kentleşme Beklentileri 2014 Raporu'nda dünya nüfusunun yüzde 54'ünün kentlerde yaşadığı belirtilerek bu oranın 2050 yılında yüzde 66'ya çıkmasının beklendiği kaydedilmiştir. Türkiye'de 2018 yılında yüzde 92,3 olan il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı, 2019 yılında yüzde 92,8 olmuştur. Diğer yandan, belde ve köylerde yaşayanların oranı yüzde 7,7'den yüzde 7,2'ye düşmüştür.

Dünya ülkelerinde son iki yüz yılda ortaya çıkan demografik değişim sonucunda, kırsal bölge nüfusunun azalarak kentte yaşayan nüfusun hızla artması, mekânsal organizasyonlarda ve yaşam biçimlerinde radikal yapısal değişiklikler yaratmıştır. Kimi zaman mekânın ekonomik, toplumsal, çevresel kalitesini arttıran bu dönüşümler, kimi zaman da tam tersine çökme ve bozulmalara yol açmaktadırlar.

Kentsel dönüşüm, kentsel çöküntü alanlarında yoğunlaşan sorunları eş güdümlü bir biçimde çözümlemek için ortaya konulan yeni yol ve yöntemler olarak tanımlanmakta ve bir kentsel alanın toplumsal, fiziksel, ekonomik ve çevresel koşullarının sürekli iyileştirilmesini sağlamaya yönelik bir dizi politika, eylem ve kurumsal yapıların tasarlanması olarak kabul edilmektedir.

Avrupa Birliği Komisyonunun kentleşmeye ilişkin raporunda ifade edildiği gibi, günümüzde ekonomik refah yaratmada birincil kaynak şehirlerdir ve şehirler aynı zamanda sosyal ve kültürel gelişim merkezi olmaya da devam etmektedirler. Ancak ekonomik düzenlemelerdeki hızlı değişim, işsizlik, çevre koşulları ve trafik sıkışıklığı gibi sorunların yanında, yoksulluk, kötü konutlar, suç ve uyuşturucu bağımlılığıyla ilgili sorunlar da yine şehirlerde giderek artmaktadır. Avrupa Birliği politika yapıcıları bu sorunlarla baş etmek için ekonomik refah ve sürdürülebilir kalkınmanın kaynağı ve sosyal, kültürel entegrasyonunun gerçekleşme yeri olarak Avrupa'da kentlerin rolünün demokrasi esasına bağlı kalınarak güçlendirilmesi ya da yeniden canlandırılması gereğini kabul etmektedirler.

Son elli yılda kentsel yenileme, koruma, sağlıklaştırma ve canlandırma gibi çeşitli biçimde tanımlanan "kentsel dönüşüm" kavramı, günümüzde daha kapsamlı ve çok boyutlu bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Buna göre kentsel alanların fiziksel, sosyal ve ekonomik dönüşümünün gerçekleştiği tüm süreçler "kentsel dönüşüm" olgusu olarak tanımlanmaktadır. Politik ve yasal araçlarla dönüşen kentsel alanlar yanında, kendiliğinden dönüşen veya dışsal etmenlerle dönüştürülen ve toplumsal dönüşümleri tetikleyen süreçler de "kentsel dönüşüm" olgusu kapsamında kabul edilmektedir. Bu tanım, kentsel alanların gecekondu gelişimiyle dönüştürülmesi, kentsel saçaklanma bölgelerinin toplu konut alanı olarak geliştirilmesi, çöküntü bölgelerinin yeniden yapılandırılması veya tarihî kent merkezlerinin korunması ve canlandırılması gibi gerek fiziksel gerek toplumsal boyutları birlikte içeren dönüşüm biçimlerini kapsamaktadır.

20'nci yüzyılın kentsel gelişme dinamikleri incelendiğinde, köyden kente göç ve gecekondulaşmanın doğru orantılı şekilde arttığı görülmektedir. Hükûmetlerin çoğu buna hazırlıksız olduğundan, yeni oluşan semtlerde altyapı, elektrik, okul, hastane yetersizliği gibi birçok sorun baş göstermektedir. Bu gecekondu mahalleleri yerel yönetim sınırlarının kıyısında olduğundan ne şehir içinde ne de dışında kabul edilmektedirler. Bu bölgeler zaman içinde ortaya çıkan fiziksel çöküntünün yanı sıra, yozlaşma ve sosyal uyumsuzluk sonucunda genelde polisin veya devlet hizmetlerinin uğramadığı vahşi bölgelere -gettolara- dönüşmektedirler.

Kentsel dönüşüm, temelinde kentsel yoksunluğu barındıran bir kavramdır. Kentsel yoksunluğun bileşimini oluşturan faktörler eski konut dokusu, konfor koşullarının noksanlığı, onarım ve mevcudu sürdürme durumu, genel görünümünün sefilliği, çok kullanıcılık ve yüksek oranda kiracılık durumlarıyla ifade edilebilir. Çöp dolu sokaklar, kirlilik, sanayi ve konut karışımı yerleşim dokusu, işlevsiz hâle gelmeye başlamış, az işleyen okullar ve sosyal konutlar da fiziksel çevrenin karakteristikleri arasında sayılabilmektedir. Bu yoksunluk türünü fiziksel yoksunluk olarak ifade etmek mümkündür.

İkinci faktör ise ekonomik yoksunluktur. Ekonomik yoksunluk, alanda yaşayanların düşük ekonomik standartlara sahip olması, bu alt standardın bir sonucu olarak yaşam kalite ve biçimlerinin ve toplumsal davranışların da düşük standartlarda gerçekleşmesini içinde barındırmaktadır. Bu hayli düşük fiziksel ve ekonomik koşulların var olmasıyla kendini gösteren kentsel yoksunluğun nedenleri arasında, kısaca "sosyal keyifsizlik" terimiyle açıklanabilecek olan problemli aileler, antisosyal davranışlar, Vandalizm, çocukların suç işlemesi, alkolizm, kriminal faaliyetler gibi unsurlar ile hizmet birimlerinin ve donatıların noksanlığı ve standartlarının yetersizliği gibi faktörler sayılabilir.

Kentsel yoksunluğun nedenleri arasında sıralanan bu sebepler, kentsel çöküntülerin de temel nedenlerini oluşturmaktadır. Kentsel çöküntülerle başa çıkmanın yolu ise kentsel dönüşümden geçmektedir.

Kentsel dönüşüm projelerinin, sağlıksız çevre ve barınma koşulları içinde kentsel araziye dönüşmüş bölgelerde yaşayanlar için daha yaşanabilir bir kentsel çevreye dönüştürmesi, göreceli iyileştirilmenin sonucunda gerginlik ve çatışmaları ve suç davranışlarını en aza indirgeyerek kentsel şiddeti azaltması beklenmektedir. Oysa pek çok uygulama göstermektedir ki kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde gecekondu alanlarında yaşayanların genelde kentin uzak bölgelerinde, yeni inşa edilmiş olan toplu konut alanlarına yerleştirilmesi sonucu yeni bir yoksulluk ve yoksunluk bölgesi ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte kentin zengin ve yoksul mekânları giderek ayrışmakta, ilişkiler kopmakta ve kutuplaşma belirginleşmektedir. Kentsel yeniden yapılanma çerçevesinde yürütülen çalışmalarda dönüşüm adına müdahale edilen alanlarda yaşayanlar bir kitle olarak yaşadıkları bölgeyle ilgili kararların alınması konusunda etkili olamadıkları gibi, başkaları tarafından alınmış kararlara uymak zorunda kalmaktadırlar. Kendilerine sunulan yenileme projesi üzerinde pazarlık edebilecek, ekonomik yükümlülük altına girebilecek, örgütlenecek donanıma da sahip değillerdir.

Tüm bu sebeplerden hareketle kentsel dönüşümü, sosyal ve ekonomik programlara dayalı bir stratejik yaklaşımla kent dokusunun, altyapısının sosyoekonomik ve fiziksel şartlarına uygun olarak yenilenmesi, değiştirilmesi, geliştirilmesi gerektiği şeklinde anlamak gerekir.

Değerli Komisyon üyeleri, Türkiye'de kentler aşırı nüfus yığılmaları, afet tehlike ve riskleri, yanlış yer seçimi kararları gibi çeşitli nedenlerden kaynaklanan sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların her biri, ülkemiz için kentsel dönüşüm, yenileme ihtiyacını doğuran faktörlerdir. Olağan dışı kent yenileme nedenlerini ise depremler başta olmak üzere, afetler ve afet riskleri oluşturmaktadır. Türkiye'de "kentleşme ve planlama" "kent yenileme" kavramı 1970'li yıllarda ele alınmaya başlanmış, planlamada bir uygulama aracı olarak kullanılmaya başlanması ise 1980'li yıllarda ancak mümkün olmuştur. 1980 sonrasında kentler çevrelerine eklenen yeni oluşumlarla -gecekondu alanları, sanayi bölgeleri, devlet kurumları, üniversite kampüsleri ve bunun gibi- büyümeye devam etmiş, özellikle göç ve yasa dışı yapılanma nedeniyle kentsel dönüşüm ihtiyacı giderek daha belirgin hâle gelmiştir.

Değerli Komisyon üyeleri, bu cümleyi okurken, buraya gelmeden önce de tekrar ettiğimde, Gökan Bey aklıma geldi. İzmir Bayraklı, Çiçek Mahallesi'nde, tepede dururken o konut yığınlarına baktığında bana dönüp "Burada fabrika mı vardı?" diye sormuştu Gökan Bey. Ben ilk önce algılayamadım, sonra vatandaşın birisi orada Sümerbankın, diğer tekstil fabrikalarının olduğunu söyleyince aklıma bu geldi; onu da paylaşmış olayım. Bu, onu ifade ediyor.

Ülkemizde göç, en küçük yerleşim biriminden doğrudan büyük kentlere yerleşmek şeklinde gerçekleşmektedir. Göçün beraberinde getirdiği konut sorunu, ekonomik sorunlar, sosyokültürel sorunlar, sosyal gerilimler ve çatışmalar sonucunda kentsel çöküntüler ülkemizde ortaya çıkmıştır. Başta kent merkezleri olmak üzere, kentlerin bütünü bu denetimsiz göçün fiziki mekân üzerindeki yansımalarına maruz kalmaktadır. 1927 yılında nüfusun yüzde 24'ü kentlerde yaşarken 2000 yılı nüfus sayımlarına göre bu oran yaklaşık yüzde 65'e ulaşmıştır. Barınma gereksiniminin kısa dönemde çözümlenmesi amacıyla ortaya çıkan sağlıksız ve yasa dışı konutlar, altyapı sorunları, tahrip edilen kültür mirası, düşük fiziksel standartlar, sağlık ve beslenme koşullarındaki yetersizlikler bir araya gelerek kentsel yoksunluğun ve dönüşüm ihtiyacının temellerini oluşturmaktadır. Ardı ardına çıkarılan imar afları, sorunu daha da kötüye götürmüş, özellikle yoğun göç alan büyük kentlerimizde en üst düzeylere ulaşan plansızlık, plan istismarları -ki özellikle yerel yönetimler tarafından- sağlıksız kent dokularının hızla artmasına neden olmuştur.

1985 yılında çıkan 3194 sayılı İmar Kanunu ve sürekli çıkan yönetmeliklerle yapılan değişiklikler, kanunun yetersizliği, depremlerle yaşanan acılar, deprem kuşağında olan ülkemizde dönüşümle ilgili bir kanunu gerektirmekteydi. 2005 yılında 5393 sayılı Yasa'nın 73'üncü maddesiyle belediyeler bu konuda yetkilendirilmişse de yüzde yüz mutabakatın gerektiği, finansal desteğin olmadığı bu yasal düzenlemeyle önemli bir sosyal proje olan kentsel dönüşümün istenilen hızda uygulanması mümkün olmamıştır. Depremlerin yarattığı talepten dolayı siyasi risk almak istemeyen yerel yönetimler bu yasal düzenlemeyle günü kurtarmaya çalışmışlardır.

2012 yılında, afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemek üzere 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun çıkarılmıştır.

Değerli Komisyon üyeleri, kentsel dönüşüm, ilçeye, ile, bölgeye, hatta mahalleye göre de değişiklik gösteren sosyal bir projedir. Her ölçekte her alana bire bir uygulanacak bir kanunun çıkması mümkün değildir.

6306'yla amaçlanan temel noktanın göz ardı edilmemesi önemlidir. Bu önemli nokta, deprem sonrası yaşanan trajedilerin tekrar yaşanmaması, Türkiye'nin bir daha deprem acılarıyla sarsılmamasıdır.

Bu yasayla -en önemlisi de bana göre bu- sekonder kazanç olarak, kimliksizleşen kentlerin restorasyonunun sağlanması ve yeniden kimlik kazanması fırsatı da ayrıca değerlendirilmelidir.

Ülkemizde yerleşim alanlarının önemli bir bölümünün doğal afet riski altında olduğu şehirlerimizin deprem gerçeğiyle karşı karşıya olduğu ve bir an önce gerekli tedbirlerin alınması gerektiği ortadadır.

Son olarak İzmir'de yaşadığımız acı tecrübe, bir kez daha şehirlerimizin yapı stokunun bir an önce depreme dayanıklı bir şekilde yenilenmesi gerçeğini gün yüzüne çıkarmıştır.

Afet risklerine hazırlık kapsamında kentsel dönüşümü gerçekleştirmek amacıyla riskli binaların yıkılıp yeniden yapılmasının teşvik edilmesi, imar planlama çalışmalarının da bu kapsamda uygulanabilir şekilde planlama kriterleri esas alınarak düzenleyici işlem tesis etmesi gerekmektedir.

Ülkemizde yapı stokunun dönüşümü, bütün aktörlerin... Değerli Komisyon üyeleri, kentsel dönüşümde üç tane aktör vardır; biri, merkezî yönetim, hükûmet; diğeri, yerel yönetimler; üçüncüsü ise özel sektörün dinamikleridir. Bu üç aktörün birlikte hareketiyle ancak kentsel dönüşüm arzulanan hızda sonuca ulaşır.

Çok değerli Komisyon üyeleri, kentsel dönüşümü global bir bakış ve ülkemizdeki kentsel dönüşümü sizlere arz ettikten sonra, şimdi kısaca önerilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, kentlerimizde güncel deprem master planı, kent jeolojisi çalışmaları, mikro bölgeleme çalışmaları, yer bilgi sistemi, tsunami tehlikesi çalışması, deprem hasar analizleri, afet risk gösterge sistemi çalışması, erken uyarı ve acil müdahale sistemi, heyelan tehlikesi çalışması, geçici toplanma ve barınma alanı ihtiyaç analizleri ve kentsel dönüşüm stratejik plan çalışmalarının en kısa zamanda olmayan illerde tamamlanmasıyla ilgili denetleyici ve düzenleyici önlemler alınmalıdır.

10 Temmuz 2020'de Mecliste yaptığım konuşmada İstanbul'da yaptığım tespitlerde bu ifade ettiğim çalışmaların hazırlandığını ama İzmir'de olmadığını ifade etmiştim ve bununla ilgili eksikliklerimiz olduğunu belirtmiştim. Maalesef, dört ay sonra İzmir'de o depremi yaşadık. Bu konuda burada yapılan, aldığımız sunumlarda sevindirici olan, olmadığını düşündüğüm çoğu çalışmanın olduğunu fark ettim ama ülke genelindeki bütün illerimizde AFAD koordinasyonunda, ilgili birimlerin burada yaptıkları sonuçlarla, bir mekanizmanın, bir kurumun çok denetleyici bir unsur olmasıyla bu eksikliğin tamamlanması gerektiğine inanıyorum. Çünkü yapılacak -birazdan, ileride söz edeceğim- planlama kriterlerinde bu, kentsel master planının yapılması, jeoloji çalışmaları, mikro bölgeleme çalışmaları bu işin ana temelini oluşturuyor. Yani nereden fayımız geçiyor, nerede çöküntü alanları var, bunların tespiti için bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum ve ilgili kurumun bu eksiklikleri gidererek çok hızlı zamanda bu koordinasyonla o eksikliğin tamamlanması gerektiğini ifade ediyorum.

İkincisi, 6306 sayılı Yasa ile 593 sayılı Belediye Yasası'nın 73'üncü maddesinin birleştirilip eksikleri sahada tespit edilen kentsel dönüşümle ilgili yeni bir yasanın oluşmasının sağlanması lazım. 593 sayılı Yasa'dan biraz önce söz ettik. Biz İzmir'de hep bunun örneklerini gördük. Bugüne kadar İzmir'de, benim temmuz ayında yaptığım tespitlerde, yayınlandığı tarihten 10 Temmuz 2020'ye kadar 455 konut yapılabilmişti ve bu geçtiğimiz dört ay içerisinde teslim edilenlerle İzmir'de ancak bine yakın konut dönüştürülebilmişti.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - 5393, 593 değil.

NECİP NASIR (İzmir) - Pardon, yanlış yazılmış oraya; doğru, 5393 sayılı Yasa.

Şimdi, değerli Komisyon üyeleri, mal canın yongasıdır, hepimiz sahadayız, burada, yüzde 100 muvafakatle dönüşüm çok meşakkatli, uzun zaman alan bir iştir ve onun için, o yasayla bir yol alınamayacağı da ortadadır. İki başlılığın ortadan kaldırılmasını ki mesela, bizim İzmir Büyükşehir Belediyesi de bu 5393'ü uygulamasına karşın onlar dahi bu yasanın birleştirilmesi yönünde bizle yaptıkları görüşmede talepte bulunmuşlardır.

Değerli Komisyon üyeleri, illerin bölgesiyle bütüncül master planlarının yapılması için kanuni düzenlemeler yapılmalı ve bu çalışmalarla ilgili iki-üç yıl gibi süreler bırakılmalı, süre sonunda alt-üst ölçekli planlarıyla uyumlu master planı çalışması yapmayan iller için plan yapma yetkisi Bakanlığa resen verilmelidir.

Değerli Komisyon üyeleri, biz bunu sahada çok yaşadık. Bizim kendi ilimizde dahi hâlâ 5.000'lik planları olmayan merkez ilçelerimiz var. Alt ölçekli planları ile üst ölçekli planları uyumlu olmadığı için kanun önünde kaçak durumda olan ruhsatlı yapıların olması ki ülke genelinde bir kere, bunu ikrar da etmemiz gerekiyor, bugüne kadar bütün planlama kriterleri net, Anayasa şeklinde yapılmadığı için yerel yönetimler tarafından farklı bir şekilde, süreçte yönetilmiş, hepsi burayı bir gelir kaynağı olarak değerlendirerek plan istismarlarına da sebep olmuşlardır. Gelişmiş ülkelerde şehrin anayasası vardır, o anayasası da planıdır, siz bir tane evin kapısını bile değiştiremezsiniz, onunla ilgili büyük yaptırımları vardır. Bunun için, bir şehrin anayasasının sağlanması lazım ve kanunda plan yapmayla ilgili zorlama olmasına rağmen yaptırımı yoktur. Yerel yönetim yapmıyorsa Bakanlığın bunu resen yapma yetkisi olması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Kentsel çöküntü alanlarının bol olduğu metropollerde bu bir zorunluluktur; aksi takdirde, bir noktaya geldiğinde, merkezî yönetimin müdahil olması mümkün olmamaktadır.

Dördüncü önerim, kentlerimiz yapılaştığı dönemde yürürlükte olan imar planına ve imar mevzuatına uygun bir şekilde ruhsat alarak yapılaşmış, kentlerimizin merkezleri genelde çok katlı yapı stokuna sahiptir. Dönüşüm öncelikle nüfus yoğunluğunun olduğu kent merkezlerinde yapılmalıdır. Kent merkezinde bulunan yapıların büyük bölümü son deprem yönetmeliğine uygun olmayan, zemin yapısı, fay hatları göz önünde bulundurulmadan inşa edilmiş, tasarım hataları olan, uygulama ve malzeme standartları açısından deprem riskine karşı dayanıksız yapılardan oluşmaktadır. Güncel imar mevzuatı nedeniyle, 1985 yılında çıkan 3194 Sayılı İmar Kanunu'nda bugüne kadar yapılan değişiklikler nedeniyle, bu binaların yıkılması hâlinde, inşaat alanlarının azalmasından dolayı yani emsalin azalmasından dolayı dönüşüm gerçekleşmemektedir. Afet risklerine hazırlık kapsamında, kentsel dönüşümü gerçekleştirmek amacıyla, 6306 sayılı Kanun'a göre "riskli yapı" olarak tespit edilmiş olan, 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmeliklere uygun olarak ruhsat ve/veya yapı kullanma izin belgesi almış olan yapıların dönüştürülmesi öncelikli olarak sağlanmalıdır. 6306 sayılı Kanun, ilçe belediye başkanlarına ilçelerini, tarihî dokusuyla, sosyal yapısıyla ve kent kimliğini ortaya çıkaracak şekilde, bölgesiyle bütüncül planlar hazırlayarak çok hızlı şekilde dönüşümü başlatabilecek fırsatları sunmaktadır. İlgili belediyelerin dönüşüm yapılacak yapılar için yürürlükteki imar planı kullanım kararlarına uyulması kaydıyla, uygulamaya esas ve özel hükümler çerçevesinde mevcut yapının inşaat alanını koruyan, uygulama planları yapabileceği kanuni düzenlemeler getirilmelidir.

Değerli Komisyon üyeleri, söz konusu ifade ettiğim maddedeki konuyla ilgili, İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisince bütün partilerin ittifakıyla oluşturulan bir düzenleme oldu. O düzenleme göz önünde bulundurularak, kanuni dayanaklarında eksiklikler varsa onların giderilerek onun uygulanması yönünde değerlendirmenin yapılmasının uygun olduğunu düşünüyorum ve burada aslında ona atıfta bulunmuş oldum.

Diğer bir önerim, ada bazında düzenlemeler teşvik edilmeli, ada bazlı dönüşümde üçte 2 muvafakatle dönüşüm sağlanmalıdır.

Değerli Komisyon üyeleri, 6306 sayılı Yasa aslında ada bazında dönüşüme müsaade ediyor fakat orada bir sorun oluyor. Şimdi, en başta bir şeyi ifade etmiştim, demiştim ki: Bütün dinamiklerin hareket etmesi hâlinde biz dönüşümü sağlayabiliyoruz. Özel sektörün dinamikleri gidip ada bazlı bir anlaşma yaptığında, diyelim ki, 100 tane hane varsa 99'uyla anlaştığında 1 tanesiyle anlaşmadığı takdirde o dönüşümün sağlanması mümkün olmuyor. Aslında, 6306 sayılı Yasa yerel yönetimlere yetkilerini vermiş. Yerel yönetimlerin hepsi de çöküntü alanlarını ve dönüşecek yerleri biliyorlar ama hiçbir siyasi iradenin gidip de halkın oturduğu o noktada, imar adasında direkt olarak dönüşüm alanı ilan edip kent merkezlerindeki alanlarda dönüşüm talebinde bulunmasını sağlayabileceğini düşünmüyorum.

Bu anlamda, burada, kanuni düzenleme yaparak hem sektörün dinamiklerini hem de yerel yönetimleri güçlendirecek, dönüşüme kolaylık sağlayacak -diğer şekilde olduğu gibi- üçte 2 muvafakati de düşünmemizin uygun olduğunu düşünüyorum.

Altıncısı, yerel yönetimler tarafından kentsel dönüşüm alanı ilan edilen alanlarda, ada bazında, özel sektörün de rol alması sağlanmalıdır.

Dönüşümün teşvik edilmesi için yeni bir finansman modeli oluşturulmalı, hak sahiplerine cazip kredi temin edilmesi ile Bakanlığa kaynak sağlanmasında yeni finansal enstrümanlar oluşturulmalıdır. Bu, zaten burada hep konuşuldu ama benim, kendim sahada, kamuoyunda İzmir'le ilgili yaptığım kısa bir önerimi de burada sizlerle paylaşacağım. Orada vatandaşa "Ben sana sıfır faizli, iki yıl ödemesiz, on beş yıl vadeli 200-250 bin lira kredi veriyorum, on sekiz ay da kira veriyorum." deyin, bizim İzmir'in yarısı kendisini dönüştürür, ben ona inanıyorum, sahada aldığım izlenim bu.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Sahada uygulama öyle değil ama.

NECİP NASIR (İzmir) - Öyle değil, ben talep ediyorum.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Ha, tamam o zaman.

NECİP NASIR (İzmir) - Dönüşümde hiçbir şekilde geriye ödeyemeyecek hak sahiplerine ömür boyu kullanma hakkı, intifa hakkı sağlanmalıdır. Bu konuşulmuştu, bu çok önemli. Özellikle yaşlı popülasyonun yoğun olduğu yerlerde ekonomik koşulları uygun olmayan vatandaşlarımızın, dönüşümde imkânlarının olmaması nedeniyle mağdur olmamaları için böyle bir -intifa hakkıyla- kullanım hakkı sağlanabilir. Detaylarına girmeyeceğim, o noktada zannediyorum Sayın Başkanımda konuyla ilgili detaylar var.

Yine, değerli Komisyon üyeleri, dönüşüm yapılacak binalarda muafiyetler genişletilmelidir, 6306'da var olan harçların sağladığı avantajların yanında, ben şuna inanıyorum: Eğitim gibi, sağlık gibi, barınma hakkı da bir sosyal haktır. Onun için, kaba inşaat malzemelerinde yani demir, çimento, beton, tuğla, nakliye ve izolasyon malzemelerinde KDV'nin yüzde 8'e düşürülmesi büyük bir ivme kazandıracaktır.

Yine, değerli Komisyon üyeleri, bu sahada çok önemli gördüğüm bir madde -demin ifade ettik, merkezî hükûmetin de yürütmenin de yani Çevre ve Şehircilik Bakanlığının içinde olması gereken konu- kent çöküntü bölgelerinde kamuya ait alanlar kalmıştı, kentlerimizin bu çöküntü ve saçaklanma alanları, demin o ifade ettiğim fabrika etrafları artık şehir içleri olduğundan dolayı, daha önce kamu alanı olan alanlar kent merkezlerinde kalmış ya da boş alanlar vardır. Bu alanların rezerv alan olarak değerlendirilip TOKİ tarafından yerinde dönüşüm esas alınması şartıyla, bitişiğindeki çöküntü alanının, bitişiğindeki kamuya ait alanın TOKİ tarafından girerek dönüştürülmesinin ve bir taraftan da o şekilde bir dönüşümün başlatılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Yine, değerli Komisyon üyeleri, son yapılan düzenlemelerle mali, teknik ve mesleki yeterlilikle ilgili müteahhitler sınıflandırılmış, kentsel dönüşüm yapım işini üstlenen yapı müteahhitlerine yapı ruhsatı alınmadan önce yapı yaklaşık maliyet bedelinin yüzde 10'u kadar teminatın alınması zorunluluğu bu Komisyon tarafından, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu tarafından getirilmişti.

Dönüşümde en önemli aktör olan müteahhitlik sektörünün disiplinize edilmesi, sektörün temsilcilerinin sicillerinin tutulması ve üyelerinin müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, mensuplarının birbirleriyle ve halkla olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplinini, ahlâk ve tesanüdünü korumak amacıyla, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yasası çerçevesinde müteahhitler odasının kurulmasıyla ilgili yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Şurada kısa bir örnek vermek istiyorum: Yıllar önceki Bayındırlık Bakanımız Mustafa Demir'in bir çalışması vardı, o zaman orada böyle bir düşünce oluşmuştu. Bugün gelinen durum itibarıyla bilim ve teknoloji çok daha gelişti, sicilleri tutulacak olan müteahhitlerin yaptıkları ayıplı ifalı işten dolayı sisteme girildiğinde ne kamuda ne özelde iş yapamayacağı, ruhsat alamayacağıyla ilgili düzenlemeler hatta ve hatta sadece müteahhitler değil, artık gittikçe kurumsallaşmak zorunda olan bu sektörün alt taşeronlarının da -elektrikçisi, tesisatçısı, kalıpçısı, demircisinin bile- bir hata yaptığında sicilinin tutulması hâlinde Türkiye sınırları dâhilinde hiçbir iş alamamasıyla ilgili böyle önemli bir yapılanmaya, sicil tutan bir kuruma ihtiyaç vardır. Bakanlığımız tarafından düzenleme yapılmıştır ama bu düzenlemenin devasa bir sektör olan, lokomotif bir sektör olan müteahhitlik sektörüne ve ülkemize, dünyadan da büyük katma değer sağlayacak bu sektörün aktörlerini de çoğaltabilmek için Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği çerçevesinde müteahhitler odasının kurulmasının elzem ve önemli olduğunu ifade etmek istiyorum.

İlgili idarelerce kırsal alanda bulunan yapıların dönüşümü için finansal desteğin yanı sıra, bölgenin dokusuna uygun proje tipleri geliştirilerek -şu anda var olmasına rağmen bunun desteklenerek- ücretsiz olarak vatandaşa verilmeli ve kırsalda da dönüşüm seferberliği başlatılmalıdır.

DASK katılımcılığının artırılması, DASK dışı afet sigortacılığının teşviki sağlanmalıdır. İzmir depreminde, biz, DASK'la ilgili büyük sorunlar ve eksiklikler tespit ettik, biraz önce Komisyon Başkanımız İzmir'deki görüşmelerde de o tespitleri aldıklarını ifade etti; detayına girmeyeceğim.

Yapı denetimle ilgili -sayın milletvekilimizin de ifade ettiği gibi- eksikliklerin giderilmesi önemlidir, ince işlerdeki kontrollerin sıkı olarak denetlenmesi sağlanmalıdır. Ben de inşaat mühendisiyim, şantiyelerim var, yapı denetimciler, özellikle şu anda biraz böyle kenarda kalmış meslektaşlarımın görev aldığı kurumlar hâline gelmiş durumdalar. Merdiven altı firmalar mevcuttur ve bunlar yetkin değiller. Bunun haricinde, denetim firmaları, sadece beton, demir çekme deneyimi ile beton, demir çekme testinden başka bir şey yapıldığının da bilincinde değiller. Hâlbuki esas iş, kaba inşaat bittikten sonra başlıyor, tesisatçı gelip kirişi kırıyor, kolonu kırıyor, bunun denetlenmesi gerekir. Gelişmiş ülkelerdeki gibi, denetim firmasının yapı sigorta sistemi ve mesleki sigorta sistemiyle entegre edilmesi gerekir.

Yerel yönetimler tarafından yapılarda -bu komisyonlarımızda da defalarca ifade edildi- üç veya beş yılda sadece bir taşıyıcı sistem... Öbür türlü toplumsal travmalar oluşturur, psikolojik ve sosyal sorunlar yaratır. Gelecek olan denetimcinin sadece ve sadece taşıyıcı sistemin periyodik olarak kontrollerini yapması çok önemlidir.

Yine, disiplinler arası uyum sağlanmalı, özellikle inşaat mühendisliğinde -biraz önce sayın vekilim söz etti- üniversitelerde Avrupa'daki pek çok ülkenin uyguladığı 3+2 veya 4+2 mühendislik eğitim sistemlerinden birine geçilmelidir. Biz okuldan mezun olduğumuzda "Ne yaparsın?" diyorlardı. Ben hem zemin yapıyorum hem demir çelik yapıyorum hem beton yapıyorum hem de köprü yapıyorum; dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir mühendislik anlayışıyla yetiştiriliyoruz, dünyada bu, böyle değil. Etkin mühendislik getirilmeli, şantiye şefi olacak olanlar üç ya da dört yılda mezun olduktan sonra şantiye şefi olmalı ama yüksek mühendis olacaklar için, inşaat mühendisliğinde özellikle, Avrupa'daki ülkelerde olduğu gibi, bu sistemin getirilmesi gerektiğine inanıyorum.

Değerli Komisyon üyeleri, yapı malzemeleri kaynağında denetlenmelidir. Biz buna çok önem vermeliyiz, sadece sahada uygulanırken yapı malzemelerinin değerlendirilmesi sonuç getirmiyor, sonuç odaklı değil. Sonuç, malzemenin kaynağında denetlenmesi gerekir.

Değerli Komisyon üyeleri, afet riskinin bertaraf edilerek sağlıklı ve güvenli kentler oluşturulmasının yanı sıra, yatay mimariyi destekleyici politikalar geliştirilmeli, bu çerçevede mahalle kültürünün devamlılığının sağlanmasına önem verilmelidir.

Deprem öldürmez, bina öldürür diyorum.

Sabırlarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.