| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi ile Türkiye Varlık Fonunun 2019 Yılı Mali Tabloları ve Faaliyetleriyle İlgili Denetim Raporlarının Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/1510) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 27 .01.2021 |
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Çok teşekkür ediyorum Başkanım.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Varlık Fonunun değerli yöneticileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Varlık Fonunun 2019 Yılı Denetim Raporu'nu görüşüyoruz. Tabii, bunun yasal dayanağı, biliyorsunuz, 6741 sayılı Kanun'un 6'ncı maddesinde belirtiliyor. Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi, şirket tarafından kurulan diğer şirketlerin Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulan alt fonların hepsinin 2019 yılına ait, bağımsız denetimden geçmiş mali tablolarını ve Yüksek Denetleme Kurulunun raporunu, Devlet Denetleme Kurulunun raporunu burada görüşüyoruz.
6'ncı madde bize -yani çok uzun bir madde de- üçüncü fıkrada ne diyor? "Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bir önceki yıla ait mali tabloları ile faaliyetleri, her yıl ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından, birinci ve ikinci fıkralar kapsamında hazırlanan ve Cumhurbaşkanlığı tarafından gönderilen denetim raporları üzerinden görüşülerek denetlenir." denilmektedir. Bu, kamu adına, millet adına hem yasama hem de denetim görevini yapan Komisyonumuzun bir görevi.
Bu maddenin gerekçesi de var, biliyorsunuz. Gerekçe de neydi? "Maddeyle şirket, Türkiye Varlık Fonu ve kurulacak veya pay sahibi olunacak diğer şirket ve fonların denetimi 3/12/2010 tarihli ve 6085 sayılı Sayıştay Kanunu kapsamından çıkarılmış. Şirketin ve Türkiye Varlık Fonunun finansal tablolarının bağımsız denetçi tarafından denetleneceği hüküm altına alınmıştır." ifadeleri yer alıyor. Bunu niye söyledim? Tabii, işin yasal altyapısını tadat etmek için, tekrar etmek için.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Varlık Fonunun kuruluşu tartışmalarında ben de milletvekiliydim, Komisyonumuzda günlerce konuyu müzakere ettik. O gün yine karşı grupta bulunan partilerimizin temsilcileri -ki Garo Bey o gün buradaydı, Sayın Kuşoğlu da buradaydı- Türkiye Varlık Fonunun gerekli olmadığına ilişkin görüşlerini dile getirmişlerdi. Biz de G-20 ülkeleri içinde varlık fonu bulunmayan tek ülkenin Türkiye olduğunu, bu konuda geç kalındığını ve varlık fonunun mutlaka kurulması gerektiğini söylemiştik, o meyanda savunmalarımız olmuştu ve neticede 2016 yılında kanunlaştı 6741 sayılı Kanun ve 2018 yılından itibaren de çalışmalarına başladı fiilen. Tabii, bu, 2016 yılındaki 6741 sayılı Kanun ne öngörüyordu? Cari açığı azaltıcı yatırımların yapılması, tasarruf tutarını artırıcı yatırımların yapılması, stratejik sektörlerde oluşan uzun vadeli konulara sermaye çözümleri sunulması, portföyündeki şirketlerin değerini artırıcı stratejiler üretmek gibi stratejik ve büyük ölçekli şirketlere yatırım yapmak amacıyla bir yol haritası çizilmişti.
Tabii, varlık fonlarının tarihî gelişimini ben anlatacak değilim. 1953 yılından beri, bildiğim kadarıyla, bu fonlar kurulmuş ve özellikle de 2008 küresel finansal kriz sonrasında önemi daha da artmıştır ve sabahki veya önceki giriş konuşmalarımda da belirttiğim gibi yaklaşık, dünyada 8 trilyon dolarlık büyük bir hacmi yönetmektedir bu fonlar. Türkiye Varlık Fonu daha iki yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen 245 milyar dolar civarında bir varlığı yönlendirmektedir.
Aslında, hani, kamuoyunda da şöyle söyleniyor: "Varlığımız mı var ki fonumuz olsun?" Bu "Varlık Fonu" ismi aslında "varlığa dayalı kalkınma fonu" şeklinde olsaydı belki fonksiyonu ile ismi arasındaki oran, anlaşılırlık daha iyi meydana çıkabilirdi. Bu, Varlık Fonu bir varlığın fon şeklinde harcanması yerine varlığa dayalı bir güç oluşturup o güç sayesinde önemli projelerin finansmanı, değer oluşturulması ve bu sayede de toplumların, ülkelerin zenginleştirilmesi...
Tabii ki Sayın Genel Müdür sunumunda da söyledi, özellikle 1980'li yıllarda -her ikisi de öldü, Thatcher İngiltere Başbakanı ve Amerikan Cumhurbaşkanı Ronald Reagan- o yıllarda yeni bir konsept, dünyada yeni bir anlayış -ki o zamanlarda daha Sovyetler bile dağılmamıştı- bütün kamu kuruluşlarının, kamu şirketlerinin özelleştirilmesini öngören bir anlayış vardı. Türkiye, 1983 sonrası bu anlayışı benimsemekle beraber esas 1988, 1989'dan sonra rahmetli Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı olmasıyla ve ardından da 1990'lı yıllarda kamu kuruluşlarının, kamuya ait şirketlerin, işletmelerin özelleştirilmesi işlemine başladı. Fakat 2008 sonrası dünyanın geldiği noktada görüldü ki çok büyük ölçekli yatırımlara özel sektörün tek başına girmesi, kamu desteği olmadan özel sektörün bu işlerde rol alması pek de mümkün değil. Özellikle bizim gibi henüz daha tam anlamıyla kalkınmasını tamamlayamamış, kalkınmakta olan ülkeler için bu böyle görüldü. Bu bakımdan, 2008 sonrası, başta Güneydoğu Asya ülkelerinde olmak üzere bu, varlık fonları tekrar hayata geçti. Ama biz bu konuda, 2008-2018, neredeyse on yıl sonra da olsa yol almaya, Varlık Fonu sayesinde önemli projeleri fonlamaya başladık. Tabii, bu da içinde yaşadığımız dünyadaki konjonktür içinde birçok zorlukları da beraberinde taşıyor.
Neticede Türkiye Varlık Fonunun, gördüğümüz kadarıyla, bu, cari açığı azaltıcı çalışmaları nezdinde özellikle de üç ana kalemde, petrokimya başta olmak üzere -Sayın Genel Müdürün ifade ettiği gibi- enerji üretimi ki yerli kömürden enerji üretiminden bahsetti, sadece o değil aslında ama Türkiye'nin doğal zenginliği açısından bunların da mutlaka ekonomiye kazandırılması öne çıkıyor. Yine, madenlerimiz ki özellikle altın madeni konusunda Türkiye son derece bakir durumda. Misal, 2019 yılında toplamda 17 milyar dolar maden ithalatı gerçekleştirmiş bir ülkeyiz, bunun önemli kısmı altın. Türkiye'nin altın rezervlerinin yeniden hayata geçirilmesi ve bu konuda da Türkiye Varlık Fonunun en azından koordinatörlük görevini üstlenmesi, desteklemesi önemli.
Tabii, aramızda iktisat profesörü hocamız var. Biliyorsunuz, iktisadın temellerinde ilk anlatılan üretim faktörleridir. Yani üretim faktörleri anlatılırken klasik iktisatta, işte, emek, sermaye, doğal kaynaklar, teşebbüs ya da girişim, teknoloji gibi sıralanır. Ama burada emek, elbette ki insanın emeği en değerli olduğu için birinci sıraya konulur fakat ardından hemen sermayeyi koyarız oraya. Tabii, sermaye sadece para demek değil, sermayenin bir sürü anlamı var fakat Türkiye gibi hakikaten kalkınmasını tam olarak gerçekleştirememiş ülkelerde sermaye ihtiyacı yadsınamıyor. Biliyorsunuz, bu fon işi de üretim faktörlerinin ikinci sırasında yer alan sermayenin... "Sermaye" derken parasal sermayeden bahsediyorum, diğer beşerî sermayeden ya da araç gereçten bahsetmeyeceğim, iktisat dersine girmeyeceğim. Bu bakımdan, Türkiye'nin Varlık Fonuna ihtiyacı vardı ve Türkiye Varlık Fonunun kurulmasıyla birlikte bu gizli gücünü, inşallah, Türkiye üretiminin hizmetine verebilecektir.
Yine, bir diğer başlık neydi? Tasarruf oranını artırmak. Türkiye, tasarruf açığı olan bir ülke. Tasarrufu özendirmek ve -yine Genel Müdürün biraz önceki sunumunda bahsettiği gibi- Türkiye'nin kamu bankaları var, bu bankaların işlevlerini daha üst düzeylere çıkarmak, güçlerini artırmak, her şeyden önce de kamunun, devletin kurumu olan Türkiye Varlık Fonunun şemsiyesi altında bu gücü üst seviyelere çıkarmak da Türkiye'nin bir zenginliğidir diye düşünüyorum.
Elbette Varlık Fonunun yapacağı çok iş var; dünyada örnekleri var. Bu örnekleri sizin tecrübenizden, daha önceki bulunduğunuz gerek Malezya'da gerek diğer fonlardaki tecrübelerinizden ve ekibinizin de takip ettiği, dünyadaki gelişmelerden çıkarıp bunu Türkiye Varlık Fonunun uygulamalarında operasyonel olarak kullanmanız bizim de isteğimiz, talebimiz veya beklentimiz. Bu bakımdan, Türkiye Varlık Fonundan çok şey bekliyoruz.
Biraz önce, Sayın Garo Paylan aslında benim de ilgi alanımda olan gerek ÇAYKUR gerek fındıkla ilgili konulardan bahsetti ama sanki bazı arkadaşlar olayı pek ciddiye almamış demeyeyim de hani, ben en azından tekrar gündeme getirmek istiyorum çünkü ÇAYKUR zarar ediyor; zarar etmesinin esas nedeni, tahmin ediyorum, sübvansiyon.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Kötü yönetim!
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Çünkü çay, sudan sonra Türkiye'de en fazla tüketilen bir içecektir.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Kötü yönetim mi, sübvansiyon mu?
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Şimdi, bu konuda, biliyorsunuz, çayda yaş çay fiyatları açıklanıyor, daha sonra da en önemli ham madde maliyeti var, ardından diğer işçilik maliyetleri, sermaye maliyetleri fakat çayda en önemli maliyet, ham maddedir, yaş çaydır.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Çarpıyoruz, bölüyoruz, zarar etmemesi gerekir.
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Şimdi, ben bir süre ÇAYKUR'da Yönetim Kurulu üyeliği ve Genel Müdür Yardımcılığı yaptım. Sayın Bekaroğlu Rizeli, İstanbul Milletvekili ama o bölgenin insanı olması hasebiyle belki konuya o da temas eder ama benim de yetki alanıma giriyor çünkü benim de çaylıklarım var, aynı zamanda çay müstahsiliyim. Çay, Türkiye'de temel tüketim maddesi hâline gelmiş bir ürün, hepimiz şurada bile sudan sonra çay içiyoruz. ÇAYKUR'un zarar etmesinin nedeni, devletin ham madde fiyatlarını dünya fiyatlarının üstünde tutması.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Yok öyle bir şey.
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - O sizin iddianız, ben öyle diyorum çünkü çayda Türkiye, tüketimde 1'inci sıraya geldi, kişi başına tüketimde hâlen dünyada 1'inci sırada ama üretimde öyle değil, üretimde 5 veya 6'ncı sırada olması lazım, bizden başka çay üreten ülkeler var. Ama çay, çok önemli bir ürün, önemli bir sektör. Konuyu dağıtmamak için sadece şunu söyleyeyim: Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlık savaşının çıkışındaki ateşleme, ilk fitil, ilk şimşek çay yüzünden olmuştur ve Boston Çay Partisi de tarihe geçmiştir. Yani çay, bu kadar stratejik bir ürün. O bakımdan, çay bahsinde gerçekten, Garo Bey'in dediği gibi, Türkiye Varlık Fonunun çayla ilgili ayrı bir parantez açıp bunu çalışmasını ben de bölge milletvekili olarak, çayda da emeği olmuş olan...
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Kayısı için de...
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Hatta, bunu da söyleyeyim, benim Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Bölümü'nde yüksek lisans tezimin başlığı da "ÇAYKUR ve İşletmelerinde Maliyet Azaltımı" başlığıdır. Yani onun için, Sayın Bekaroğlu, konunun uzmanıyım. Ben psikiyatrist değilim ama bir çay maliyeti uzmanıyım çünkü uzmanlık tezim o.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Ya, böyle, işi uzmanlığa bağlayarak gitmeyin.
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Uzmanlık tezim o, yani iddialıyım bu konuda.
GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Kayısı için de destek verilmesi lazım.
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Şimdi, evet, Türkiye'nin altın mesabesinde olan bir diğer ürünü de fındık. Evet, kayısı, evet, incir, evet, üzüm. Bakın, bu dört üründe Türkiye Varlık Fonu... Bunu ciddi olarak söylüyorum Sayın Genel Müdürüm, bu dört üründe biz dünya 1'incisiyiz; fındık, kayısı, üzüm ve incir. Bunu Tarım Bakanlığımızla da Ticaret Bakanlığımızla da defalarca görüştük, Türkiye Varlık Fonunun yatırım yapabileceği alanlardır bunlar. Ben fındıktan bahsedeyim çünkü üzüme, incire diğer milletvekili arkadaşlarımız da değinebilir ama hakikaten, geçen hafta ihracatçı birliklerinden aldığım rakamlara göre, son yirmi yıl içinde 31 milyar dolarlık net ihracat geliri elde etmişiz fındıktan. Yirmi yıllık ihracat geliri, rakamlar var, TÜİK rakamları da bunu teyit eder. Bizim ufak dokunuşlarla fındık alanına yapacağımız yatırımlarla, tabii ki Türkiye Varlık Fonunun işi olmayabilir ama koordinasyon görevi olarak sizler bunu yaparak kısa bir sürede Türkiye'nin fındık ihracatından elde edeceği geliri 2'ye katlamamız mümkündür. Şimdi, yirmi yılda 31 milyar dolar olduğuna göre ortalama 1,5 milyar doların üstünde. Ama bu son yirmi yılda... Ki ben 2003'ten sonrasını iyi biliyorum çünkü 2003 ve 2004'lerde FİSKOBİRLİK Genel Müdürüydüm, Genel Müdür olduğumda Türkiye'nin fındık ihracatı 585 milyon dolar, o civarlardaydı, 600 milyon doların altındaydı. Ama son yıllarda farklılık gösteriyor, tüm zamanların en yüksek ihracatı 2015 yılında oldu ve 2 milyar 827 milyon dolarlık fındık ihracat geliri elde etti Türkiye 2015 ihracat mevsiminde.
SALİH CORA (Trabzon) - Bu yıl ne kadar?
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Geçtiğimiz sene -fındık ihracatı 1 Eylülde başlar 31 Ağustos itibarıyla biter- rakamlar var, ben çıkarabilirim ama fındık konusuna hazırlanmamıştım. Garo Bey top atınca, bu topu ben kullanayım dedim. Ama bu, Türkiye'nin bir zenginliği. Şu anda her yıl 2 milyar doların üstünde ihracat imkânımız var. Bu, Türk özel sektörünün ve Türk çiftçisinin yalnız başına başarısıdır; bakın, Türk fındık müstahsilinin, üreticimizin ve Türk özel sektörünün işletmelerinin başarısı. Özel sektörümüze burada destek sadece EXIMBANK'ın verdiği krediler oluyor ama fındık başlığına Varlık Fonumuz tek başına çalışırsa -ki ben de bu konuda katkı yapmaya hazırım- hakikaten Türkiye'nin fındık ihracatından elde ettiği geliri küçük bir dokunuşla 2'ye katlaması mümkündür. Çünkü biz dünya fındığının yüzde 70'ini üreten ülkeyiz, bu bizim zenginliğimiz.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Cemal Bey, son iki dakikanız, sorularınız varsa onları da sorarsanız...
CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Evet, ben sorulara da geçmek istiyorum.
Demek ki Türkiye Varlık Fonumuz büyük bir boşluğu doldurdu ve giderek daha fazla ülke ekonomisine, Türkiye'nin büyümesine katkı yapacağına inanıyorum ben.
Birkaç tane sorum vardı, onları tespit etmiştim, müsaade ederseniz onları da sorayım çünkü askıda kalmasın.
Mesela danışma kurulu oluşturulmadığını görüyorum ben. Danışma kurulu oluşturdunuz mu, oluşturulmadıysa neden oluşturulmadı?
Bir soru: Genel Kurul yapıldı mı yani Varlık Fonu AŞ'nin Genel Kurulu?
Bir diğer sorum: 2018 ve 2019 arasındaki borç ilişki şeyinde Varlık Fonu'nun büyük bir nispetsizlik var gibi, neredeyse yüzde 50'ye varan bir artış gözüküyor. Yani Varlık Fonu zarar mı ediyor? Bir sorum da bu.
Bir diğer soru daha vardı, onu da sorarak konuşmamı bitireceğim. Şimdi, Türkiye Varlık Fonu bünyesinde 6 adet yeni şirket kurulduğunu görüyoruz. Buna neden ihtiyaç duydunuz? Bu sorulara cevap verirseniz...
Teşekkür ediyorum. Çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.