| Komisyon Adı | : | (10 / 3200, 3361, 3362, 3364, 3365) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürü Vedad Gürgen'in, deprem ve diğer afetlerin zararlarına karşı bugüne kadar yaptıkları çalışmalar ve yürüttükleri projeler hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 02 .12.2020 |
MUSTAFA DEMİR (İstanbul) - Evet, vakit çok geç oldu ama çok teşekkür ederim.
Bir defa, Vedad Bey'e ve arkadaşlarına teşekkür ediyorum.
Dikkatimi çeken bir yönü, deprem esnasında İzmir'de canımız yanarken Vedad Bey'i o karmaşa içerisinde arayıp şeyi söylemiştim, bu kiracılar... Yani muhtemelen oradaki yıkılan binaların çoğunun kiracı olacağını tahmin etmiştim dolayısıyla da bu binaların risk analizlerinin yapılmasında, performans analizlerinin yapılmasında acaba kiracıları hak sahibi yapabilir miyiz? Çünkü belli bir süre bu binada kalıyorsa eğer, beş yıl, on yıl kalabiliyorsa neticede mülk sahibinden daha fazla orada oturuyor ve Allah korusun, bir deprem olduğunda depremin altında kalacak olan da kiracı. Böyle bir şey olabilir mi? Çalışmasını yapmış, ben teşekkür ediyorum. Yüzde 30 oranında kiracı çıktığını gördük.
Bir de o tapu kütüklerine bakabilirsek, satılma yani mülklerin el değiştirme zamanları da çok önemli çünkü -size katılıyorum, İstanbul'da da buna çok şahit oluyoruz- insanlar evlerini ya kiraya veriyorlar -özellikle şehrin merkezinde ve şehre değer katan yerler bunlar- ya da satıp gidiyorlar, kendilerince daha rahat oturabilecekleri yerlere taşınıyorlar. Süreç içerisinde asıl şehrin değerini barındırması gereken merkezler âdeta sıkıntılı bölgelere dönüşüyorlar. Bu şehrin potansiyelini götürüyor, şehrin kimliğinin bozulmasına neden oluyor; komşuluk ilişkileri vesaire, o, bizim medeni şartlar içerisinde yaşamamız gereken ve geleneksel o kültürden günümüze gelen şeyler kayboluyor, ilişkiler kayboluyor. Ona da bakmak gerektiğini düşünüyorum.
İkincisi: "Şehrin merkezinde metruk hâle dönüşmüş yapılar" dediniz. Doğru, biz, Fatih ve kadim ilçeler örneğini de verirsek, burada genellikle bu metruk alanlar tescilli binalar yani korunması gereken binalar, onlara da gerçekten belediyeler isteseler de dokunmuyorlar çünkü dokunamıyorlar. Onların rölövelerinin alınması yani müdahale edilmeden önce projelerinin yapılması ve koruma kurulları tarafından onaylanması gerekiyor. Orada çok büyük sıkıntılar yaşadık. Kendimizce çözüm bulduk ama zorlandık. Bence onu da dâhil etmek lazım.
Bir de genel olarak, "kentsel dönüşüm" diyoruz vesaire, çok da gayret gösteriyorsunuz, Sayın Bakanımız başta olmak üzere hepiniz olağanüstü gayret gösteriyorsunuz; bunun için de müteşekkiriz ve mutluyuz. Ancak, işte, 6,7 milyon binanın belli bir süre içerisinde dönüştürülmesinin merkezden yapılabilecek olağanüstü gayretle de gerçekleşmeyeceğini geçmiş dönemde gördük, bundan sonra da böyle devam edecek. Benim kişisel düşüncem, normal bir kentsel dönüşümün sürecinde müdahale edilmeden gerçekleşmesi 100 bin metrekarelik bir alanda on iki yıl falan sürüyor, on yıl en az. Neden? Tespit yapıyorsunuz, kiracıların tespitini yapıyorsunuz, toplantılar yapıyorsunuz, mülklerine bakıyorsunuz, sonra maliklere bakıyorsunuz, atadan, dededen kalmış, onların hepsini çözüyorsunuz, mahkemelere falan gidiliyor; bunlar hiç öngöremediğimiz problemler. Hiçbir belediye başkanı -onu rahatlıkla söyleyebilirim- kendi döneminde bitireceği ve onun onurunu yaşayamayacağı bir kentsel dönüşüme girmek istemez. Yani şüphesiz belediye başkanı... Bir şey de var yani siz kentsel dönüşümü gerçekleştirmiş bir yere gidin, yerel yönetimlerde belediye başkanına sorun, belediye başkanı mutsuz; oradaki kiracılara sorsanız kiracılar mutsuz; mülk sahiplerine sorun, mülk sahipleri mutsuz. Yani ben bunu niçin söylüyorum? Şehircilik Bakanlığından alınıp, evleri yapılıp, sonra "Gelin, oturun." denen projeler değil bunlar. Belediyelerin yürüttükleri, bizzat oturup onlarla uzlaşmaya çalıştığı, onların taleplerini dinlediği, yüzlerce, binlerce toplantı yaptığı, her mülk sahibiyle defalarca görüştüğü ve onların da rızalarının alınması gereken projelerden bahsediyorum. Şimdi, bunlar çok zor yani iktidar olsun, muhalefet olsun her belediye başkanından beklemek gerçekten çok zor. O süreçler de öyle bildiğimiz, masa başında gerçekleşen süreçler değil çünkü her türlü insanla karşılaşıyorsunuz. Belediye ve kamu kurumları bu işlere girdiğinde, hiç aklınıza gelmeyen beklentilerle karşılaşıyorsunuz. Bir örnek vereyim, kentsel dönüşüm yaptığımız çalışmada önceden belirledik, tarihini koyduk "Bu tarihten sonra herhangi bir mülkiyet değişimi söz konusu olursa muhatap olmayız." dedik. Önce, gelmiş, anlaşmışız, hissesinin yüzde 15'ini başkasına satmış, o da geliyor, diyor ki: "Ben de hisse sahibiyim." Yapacak bir şey yok yani. 5 kardeşler, 1 tane daireleri var "5 daire istiyoruz." diyorlar. Çözümü nasıl bulduk? 1 tanesini oradan verdik, TOKİ'yle konuştuk, 4 tanesini de TOKİ'nin İstanbul'un başka yerlerinde yaptığı konutlardan kurasız, çekilişsiz hak sahibi yaparak ancak kurtarabildik kendimizi ve insanları mutlu edebildik. Bunlar gerçekten çok zor.
Peki, yerel yönetimlerde bunlar zor, merkezî yönetimin bunu gerçekleştirme şansı var mı? Çok gayret gösteriyorsunuz, ben Bakanımızı olağanüstü görüyorum, muazzam enerjik. Takip ediyorum, mümkün olduğunca da bu açılışlara, temel atma törenlerine katılıyorum, birçoğu da zaten İstanbul'da beni ilgilendiren alanda.
En iyi yaptığımız şey, Esenler'deki rezerv alanı. Kaç tane rezerv alanı var ve kaç kişinin derdine derman olacak ve kaç tane ilçeyi mutlu edecek? İnanın, orada yapılan projeyi biliyorum, muazzam bir proje, kaç kişiyi memnun edecek ve mutlu edecek? Bir de rezerv alanı çok sınırlı. Benim şöyle bir düşüncem var: Bunu milletle paylaşmamız gerekiyor artılarıyla, eksileriyle. Devlet olarak bizim, uygun krediyle ve insanların önünü açarak, mevcudu muhafaza ederek, asla artı yoğunluk vermemek kaydıyla... Çünkü siz, Başakşehir'de artı yoğunluk verirsiniz -bileşik kaplar gibi düşünürseniz- Beşiktaş'a yansır bu, Fatih'e yansır, Kadıköy'e yansır. Dolayısıyla artı yoğunluk verilmeden bu işin çözümünün ancak uygun krediyle -sizin de önerdiğiniz- mesela, karı koca emekli veya bir emekli bir evi varsa hiç yapacak bir şey yok, onun mülküyle borçlandırarak mümkün olacağını düşünüyorum. Bu önemli bir şey. "Hiç yaptıramıyor musunuz? Tamam, mülkünüzle borçlanırsınız. Eğer varisiniz varsa varisiniz onu üstlenir, daha sonra tekrar devlete bu iade edilir."
Yine bir anımı veya tecrübemi paylaşmak isterim. Biz, Avrupa Birliğiyle 10 milyon euroluk bir proje gerçekleştirdik. İnanır mısınız, sonunda şöyle bir hesap yaptık, neredeyse 10 milyonun yarısı yönetim giderleri olarak kayboldu Avrupa Birliğinden buraya gelene kadar. Neden? Çünkü Avrupa Birliğinin burada proje ofisi var, alanda çalışanları var, raportörleri var, şunlar, bunlar. Sırf onlara giden para büyük bir miktar paraydı. Aynı şeyi biz kendi yönetimimiz için söylersek: Merkezî yönetimden bütün bunların koordine edilmesinin bir maliyeti var, inşaat maliyeti var. Bunları üst üste koyduğumuzda insanların bizzat kendilerine uygun krediyle ve hak ediş usulüyle gerçekleştirildiğinde ben bu maliyetin devlete daha uyguna geleceğini düşünüyorum. Kişisel düşüncem bu.
Teşekkür ediyorum.