KOMİSYON KONUŞMASI

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başbakan Yardımcım, değerli üyeler, değerli Bakanlık çalışanları, değerli basın mensupları; sanıyorum enteresanlıklarla, hızlı gelgitlerle karşı karşıyayız. Yani Türkiye'nin yaşadıkları, Kobani'de yaşananlar, Türkiye'de yaşananlar, çözüm sürecinde yaşananlar, o koalisyon güçleri, çok hızlı bir süreç yaşanırken yani çok yeniden şekillenmeler olurken herhâlde en başta evin içini düzeltmek gibi tarihî bir sorumluluğumuz var Meclis olarak milletin iradesi burada temsil edildiğine göre.

Şimdi, Meclis milletin iradesi olduğuna göre, onun da üstünde herhangi bir güç ve kurum olmayacağına göre darbeler sonrası Anayasa'ya yerleşmiş MGK'ya -Millî Güvenlik Kurumu olarak- her ne kadar sivil genel sekreter durumu gelmişse de... İlk sivil Genel Sekreterle büyükelçiyken tanışmıştım ben. Şunu açık söyleyeyim: Artık kırmızı kitaplara, ciltlere, gizli anayasa gibi kabul edilen siyaset belgelerine gerek yok, eğer bir tehdit varsa Meclis, Hükûmet bunun değerlendirmesini yapar, gerekirse de kapalı oturuma kadar görüşür.

Şimdi, bir türlü tehlikeden kurtulamıyoruz; komünizm tehlikesi vardı, irtica tehlikesi vardı, bölücülük tehlikesi vardı, paralel tehlikesi vardı yani mutlaka bir tehlike var, zaten tehlike unsuru olmasa güvenlik güçlendirilmiyor. Buradan şunu ifade etmek istiyorum: Yani eğer Türkiye demokratikleşecekse Meclisin hâkim olması lazım ve buradan baktım istihbaratla ilgili açıklamaya, bir sayfa, şu kadar da bütçesi var. Sayıştay raporu da bir sayfa. Yani, enteresan ama istihbaratın çok önemli bir kurum olduğunu, bu tür büyük gelgitlerin olduğu, Orta Doğu gibi karmaşanın olduğu bir yerde, rehine olayından tutun da İmralı görüşmelerine bunu görüyoruz.

Gerçekçi olalım yani bugün, işte, akşam saatlerinde MİT'ten brifing aldıktan sonra Başbakanın yapmış olduğu bir açıklama var. Yani, bu kadar gerginlik, gerilim, dil, üslup çerçevesi içinde hâlâ çözüm sürecinin hayatiyet kazanması ve aktifleştirilmesi konusunda tarihî bir sorumlulukla hepimiz karşı karşıyayız. Yani, bunu ne tarih ne halkımız, hiç kimse affetmez. Yani, iktidar olalım, muhalefet olalım, etkisi olan, rolü olan herkes için bu çok çok önemlidir. O zaman, mademki bu sürecin adımını atmaya hazırız, ona göre üslubumuzu... Yani, Hükûmetin, biraz, Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık makamının, kimin hangi görevi yaptığının netleşmesi lazım yani açık söyleyeyim. Yani, Cumhurbaşkanı eğer Başbakanlık yapacaksa, Başbakan başka bir şey yapacaksa bu olmaz. Tamam, Başkanlık sistemi olsa bile Obama her gün gidip açılış yapıp siyasi partileri, şunları bunları hedef almıyor. Başkanlık sistemlerine bakın, başkanların bir ağırlığı vardır yani.

Yani, burada sitemlerimiz var, açık konuşayım. Yani, şimdi, bu çözüm süreci konusunda büyük bir hassasiyetle karşı karşıyayız. İşte, gördük, herkes puslu havayı seviyor. Partilere saldırı, bakıyorsunuz, bölgede provokasyonlar, başka şeyler ve gerçekten biz yakın zamanda çok büyük karanlık oyunların döndüğünü gözlerimizle görüyoruz. Araştırılmasını istiyoruz Mecliste, o da araştırılmıyor, reddediliyor yani araştırılsa Meclis el koyacak. Yani, Bingöl'de polislerin öldürülmesi olayının mutlaka aydınlığa kavuşması lazım. Hatta asker ölümlerinin hepsinin ve orada yaşanan her ölümün arkasında kim var, hangi karanlık güç var, hangi ırkçı milis güçler var, hangi partiler var, kimler var; yani, bunların hepsinin bizi düşündürmesi gerekir.

Şimdi, bu noktada, bizim, hepimizin üzerinde durması gereken... Şöyle bir bakıyorum yani kendi kendime çıkardım, Başbakanlığın bütçesine ne diyeceğim ben? Binanız vardı gitti, "Şef" oturdu oraya, pardon başkan oturdu oraya; uçağınız vardı gitti, e bari yetkiniz kalsın. Yani ben Başbakanlığa bunu söyleyebilirim.

Barış diliyle ilgili çok ilginç, dünya büyüklerinin sözleri var, şiddetsiz iletişim bilinciyle ilgili ve barış kültürünün inşasıyla ilgili çok ilginç tanımlamalar var. Rosenberg "Yıkıcı mitoloji insanları insanlıktan çıkarıyor, nesnelere dönüştürüyor." diyor ve çatışma çözümlemesini koyarken "Şiddetin karanlığından barışın aydınlığına yol almaktır." diyor. Yani, bizim görevimiz, sorumluluğumuz bu aslında; barışçıl değişimi oluşturma süreci, buna çalışmaktır. Barış dilini zorlamak, korkuları, yargıları, mecburiyetleri, ödülleri, cezaları, utançları, temelinde derinlere kök salmış ön yargıları yıkmakla olur yani başka yolu yok bunun. Gandi -aslında hep söylenir- der ki: "Şiddete karşıyım. İyilik getiriyormuş gibi göründüğünde de bu sadece geçicidir, geriye yaptığı kötülükler kalıyor." Yüreklerin değişimi önemli, kendine özgüven önemli ve barış dilinin çok cesur olması gerekiyor, öfke ve nefretten arınması gerekiyor. Bunları yapamadığımız zaman kriz ortasında sükûnet diye bir şey yoktur, hele hele çevrenizde, Irak'ta, Suriye'de bunca çatışma süreci varken.

Biz böyle bir dönemde cezalandırıcı bir adaletten nasıl onarıcı bir adalete geçebiliriz, buna ihtiyacımız var, bu çok önemli, bu çok konuşulan bir durum. E, şimdi ben buradan çıkıp şu son on günde söylenen konuşmaları alsam, hakikaten hepimizi düşündürecek neticelerle karşı karşıya kalırız. Yani, son on günde, sadece en üst yetkili, Cumhurbaşkanı, Başbakan "Ne barışı, sabrımız taşarsa olacakları tahayyül edemeyiz..." Yani, bunlar hakikaten çok etkili ve yetkili yerlerde olunca çok daha dikkatli kullanılması gereken olaylar. Yani, Kobani olayı hakikaten bir yaradır. Yani, eğer insanlık vicdanı kafa kesenlere... Kadınları sırf inançları dolayısıyla Şii'dir diye, Ezidi'dir diye, Süryani'dir diye, Türkmen'dir diye insanları evlerini yıkıp binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sürüp soykırıma uğruyorsa, insanlık suçu işleniyorsa ve o insanlık suçu karşısında "Ben dünyanın 16'ncı büyük ekonomisiyim." diyen bir ülke duruyorsa, susuyorsa bitmiştir, sustuğu zaman bitmiştir arkadaşlar. "Komşum" dediğin senin daha yakın bir yüz yıl önce beraber yaşadığınız topraklardaki akrabalarınız, soydaşlarınız. Sadece Türklerin akrabaları, soydaşları yok; Kürtlerin de var, Çerkezlerin de var, Türkmenlerin de var, Ezidilerin de var, Çerkezlerin de var. Ya, Balkanlardan gelen, Kafkaslardan gelen, Orta Doğu'dan gelen, harmanlanan bir Anadolu'yu konuşuyoruz. Şimdi, bu Anadolu'da zaman zaman dil olarak arkadaşlarımız... Gerçi alıştık, iki dönemdir inanın Mecliste çok büyük aşama kaydettik, çok nezaket içinde tartışabiliyoruz. Demin, Sayın Günal çok güzel bir üslupla söyledi, kendisi şu an yok burada. Ben dedim ki: burada yanlış konuşan bir arkadaşla peşmergelerle ilgili dün bir tartışma yaşadık. "Peşmergeler..." diyor, "İlk defa Yunanlılar Anadolu'yu işgal etti, ayak bastı, ondan sonra da peşmerge başladı." Bir işgal kuvveti olarak gösterince tepki gösterdim, dedim ki: "O, Kürdistan'dan geldi, meşru bir yönetimden, bir kararla geldi, meşru. Kürdistan'dan geçti, Kürdistan'a gitti." Şimdi, "Neresi Kürdistan?" diyor. Arkadaşlar, tarih okuyun, sosyoloji okuyun, coğrafya okuyun. Selçuklular, Kürtlerin yaşadığı topraklara "Kürdistan" adını verdi. Türkiye'de de var, Irak'ta da var, İran'da da var, Suriye'de var. Suriye'dekine "Rojova" derler, işte son olaylarla... Yani, bunları, artık kavramları aşmamız gerekiyor. Burada önemli olan, Türk'üyle, Kürt'üyle beraber ortak yaşamı nasıl sağlayabiliriz. Kürdistan Parlamento heyeti geldi ve ben oturdum, yanımda baktım bir avukat, Türkmen milletvekili vardı Kürdistan Parlamentosunda. Azınlıklardan vardı, Süryani vardı, Ezidi vardı diğer partilerden ama ben şunu da isterdim: Bir Türkmen milletvekili kaçırıldı IŞİD tarafından ve kafası kesildi. Parlamentodan bir ses çıkmadı, bir tek kürsüde ben dile getirdim. Yani, hepimiz acıları yaşıyoruz. Bu acıları yaşarken güvenlikle biz bu olayı çözemeyiz. Bugüne kadar Cumhuriyet tarihi örfi idarelerin, sıkıyönetimlerin, istiklal mahkemelerinin, DGM'lerin, özel yetkili mahkemelerin ceberut, militarist dipçiklerin, baskı yönetimlerinin getirdiği bir yönetim anlayışıyla biz dünyada belki süper bir güç olacakken zar zor gelmişiz 16, 17'nci ekonomiye. Bir tek seçeneğimiz var: Demokratikleşmek, kendi içimizde hukuk devletini güçlendirmek, adaleti güçlendirmek, bağımsız yargıyı sağlamak en temel sorun, düşünce, örgütlenme özgürlüğü. Bunlar çözümün de şartlarıdır. Biz Sayın Başbakanın önüne ev ödevi koymuyoruz. "HDP önümüze ev ödevi koymasın" diyor. Koymuyoruz, bu bütün siyasi partilerin ev ödevidir arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kaplan, toparlayın lütfen.

HASİP KAPLAN (Şırnak) - İktidarın da, CHP'nin de, MHP'nin de, HDP'nin de. Hepimizin ev ödevidir. Yeni bir anayasa ev ödevimizdir, yeni bir iç tüzük ev ödevimizdir, yeni bir etik yasa ev ödevimizdir, yeni demokratik yasalar ev ödevimizdir, eşit yurttaşlık, ana dilde eğitim ev ödevimizdir.

Espri yaptım geçen gün bir MHP'li milletvekili arkadaşa "Ya, Kürdistan Parlamentosu Türkmenceyi resmî dil yapmış, acaba, Kürdistan bölünür mü?" dedim, şakalaşıyoruz. Bölünmüyor arkadaşlar, zenginlikler, farklılıklar demokrasinin harcıdır, birleştirir, ayrıştırmaz; ötekileştirmek ayrıştırır. Biz bu çerçevede baktığımız zaman... Ben diğer konulara girmeyeceğim. Yani, Başbakanlığın da bu durumunu gördüm, bütçesini de gördüm, bütçesi de yerinde sayıyor. Yani, burada genel gidişatını konuşacak bir durum göremiyorum ama bir kelimeyle şeye değinmek istiyorum yani beni kaygılandırıyor, onu o anlamda ifade etmek istiyorum. Bir kişinin, birkaç kişinin, birçok kişinin Cumhurbaşkanının oğlunun kurduğu TÜRGEV Vakfının, o paralel yapıyla olan mücadele ve çatışmada ve ondan sonra o bağışlanan mal varlıklarının sonuçta o vakfı kuranların da mal varlığına dönüştüğünü ve devletin, hazinenin şuradan buradan "Cumhurbaşkanı çocuğudur." diye ayrıcalıklı değil, ona verilen malların gerçekten ileride çok ciddi bir sorun yaratacağını anlatması lazım. Bunu biz söylüyoruz. Bu vakıflarla ilgili konu, bu bir yanı.

İkincisi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı var sosyal yardımları yapan. Vakfın kendi içinde tarihten gelen tabii ki bir yardım kültürü var, geçmişi var. İşte "Şu kadar torba yardım şuraya gitti." Bence bunların merkezîleşmesi lazım artık, bu, bu şekilde gitmez. Bunun merkezîleşmesi lazım. Nerede? Bir bakanlıkta merkezîleşmesi lazım. Yani, birçok kurum daha bu hayrat işlerini yapıyor. AFAD Başkanı buradaydı. Eğer bir yere yardım yapılmak isteniyorsa... AFAD depremde koşuyor, misafirlerimiz geliyor koşuyor, şurada koşuyor, burada koşuyor; bütçesi 1 milyar bile değil, sabah görüştük burada. Peki, AFAD nasıl bunu karşılayacak? E, bir tarafta Kızılay var, o ayrı bir olay, AFAD ayrı bir olay, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ayrı bir şekilde durmadan bütçesi artıyor. Yani, bir dağınıklık var Hükûmette, açık söyleyeyim, sosyal politikalarda bir dağınıklık var, birkaç bakanlık ve genel müdürlük bakıyor. Ekonomide de dağınıklık var; Ekonomi Bakanlığı var, Kalkınma Bakanlığı var, müsteşar var, hazineden sorumlu Maliye Bakanı var, Babacan var, Şimşek var, sayayım mı? 5-6 tane bakan da ekonomiye bakıyor. Yani, hiçbir ülkede böylesine dağınık bir örgütlenme modeli yoktur. Bunlar biraz kendi iç örgütlenmesini ilgilendiren konulardır ama yani, ben şunu ifade etmek istiyorum son söz olarak: Dün HDP parti yöneticisine yapılan saldırı... Allah'tan hayati tehlikeyi atlattı ve Adil Bey'le öğle arasında gittik ziyarete çünkü çok eski bir politikacı, HEP döneminde genel sekreterdi, ben avukatıydım o zaman parti kapatma davasında genel sekreter olduğu için ve bize söylediği şu, dedi ki: "Girdi içeri, lavaboya belli ki birileri var mı içeride diye baktı. Sonra döndü ve ben otururken arkadan bıçakla direkt şah damara hamle yaparak saldırdı, IŞİD tarzı bir saldırı." Bakıyorsunuz Facebook sayfasına, Twitter'ına, belli kesimlerle irtibatta, adı da "Reis." Şimdi, burada reisler varsa hukukun yerine, devletin yerine kendini koyan, bazı gruplar varsa, IŞİD'le bağlantılı gruplar ve şeyler varsa Hükûmetin bunun kontrolünü sağlaması kamu düzeninin önemidir. Yani, kamu düzeninin demokratik siyasi partiler sarsmaz, zaman zaman sıkıntılar olsa bile çok rahatlıkla aşarlar. Aşması nedir? Şu Meclisin çatısı altında iki telefon ederler, bir araya gelirler ve bu olay çözülür.

BAŞKAN - Sayın Kaplan, lütfen toparlayın.

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Benim Hükûmete tavsiyem, çözüm sürecinin, daha da bu askıya alma işleminin uzatılmadan en kısa zamanda görüşmelerinin tekrar başlatılıp kamuoyuna bu gerilimi, bu gerginliği dağıtacak bir mesajın verilmesidir. Şu an herkesin beklentisi budur. Hem bu, Türkiye'de rahatlık sağlar hem bu, kamu düzenini sağlar hem bu, Kobani'deki olumlu gelişmenin daha da hayırlı olmasını sağlar diye düşünüyorum.

Bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.

Teşekkür ederim.