KOMİSYON KONUŞMASI

AYŞE KEŞİR (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakanım ve heyeti; bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.

Bugün, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının bütçelerini müzakere ediyoruz. Tabii, Bakanlık çok geniş çalışma alanı itibarıyla. Ben de sürem elverdiği sürece bazı konulara değinmek istiyorum, gönül isterdi ki hepsine birden değineyim.

Özellikle pandemi süreciyle de yaşanan ve süreçte verilen desteklerle ilgili bilgileri Sayın Bakan verdiği için onlara tekrar girmeyeceğim ama yine bu Komisyonda -Plan ve Bütçe Komisyonunda- bütçe görüşmeleri öncesi Komisyondan geçirdiğimiz normalleşme desteğini burada tekrar ifade etmek istiyorum: İşletmelerin, normal çalışma hayatına dönmeleriyle ilgili hem çalışanın işten kopmaması hem işverenin üretimi tam kapasite çalıştırmasıyla ilgili verdiğimiz normalleşme desteğinin önemini buradan tekrar vurgulamak isterim.

Şimdi, ağırlıklı olarak -konuşmacılarda da- yoksulluk ve yoksullukla mücadele alanına girildi. Bu konuyla da ilgili benim söylemek istediğim birkaç husus var; tabii, ben, Türkiye üzerine rakamlarımı daha çok uluslararası alandan vereceğim yani uluslararası kurumların rakamlarından vereceğim. Özellikle, 2020 yılında Dünya Bankası tarafından yayınlanan Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Atlası var. Bu atlasa göre ülkemiz, dünyada mutlak yoksulluk oranını en fazla azaltan ülke olmuştur; bu aslında hepimizin iftihar edeceği bir şey.

2002 yılında bu ülkenin nüfusunun yüzde 30'u kişi başına 4,3 doların altında yaşıyordu. Bakın, hiç küçümsemeyin, nüfusun yüzde 30'undan fazlası, hatta 30,3'ünün kişi başına günlük geliri 4,3 doların altındaydı. Bu rakamı, bu oranı, biz, uyguladığımız politikalarla 2016 yılında sıfırladık; bu da yine, Türkiye'de hep birlikte iftihar edeceğimiz bir oran.

Bununla birlikte, yine bir uluslararası rakam vereceğim size; Dünya Bankasının bir rakamı. 2020 Yoksulluk Ve Paylaşılan Refah Raporu bu rapor. Yine bu rapora göre mutlak yoksulluk Türkiye'de artık bir sorun olmaktan çıkmıştır, yine uluslararası bir rapordan veriyorum.

Yine, OECD'nin pandemi süreci sonrası yayınladığı bir başka rapor daha var, bu raporda da, pandemi sürecini en iyi yöneten 3 ekonomiden biri Türkiye; yine bununla da hep beraber etmemiz iftihar etmemiz gerektiğini ifade etmek isterim.

Konuşmacılarımızdan bir değerli milletvekilimiz de Gini katsayısıyla ilgili bazı konuları sordu. Şimdi, bu, ciddi bir uzmanlık konusu; bunu bilmeyince tartışmak çok zor oluyor. Şimdi, Gini katsayısında 0,4 önemli bir eşik; 2002'de bu eşik 0,440'tı. Biz, bunu 2015'te bunun altına düşürdük 0,397'ye, sonra birkaç puan arttı yani 2016, 2017 ve 2018'de 0,4'ün üzerindeydi ama 2019 rakamını görmeden Gini katsayısı okuması yapmak yanlış olur; 2019'da 0,4'ün altına yine düştü ve şu an 0,395. Tabii, bunu açıklamama gerek yok herhâlde, sıfıra ne kadar yaklaşırsak başarı elde ettiğimiz bir veriden bahsediyoruz. Yine, bununla birlikte, uluslararası... Az önce okuduğum raporları destekleyen veriler bu veriler.

Diğer yandan, nüfusun en zengin yüzde 20'lik kesimi ile en yoksul yüzde 20'lik kesimini oranlayan bir denklem var biliyorsunuz; burada P80/P20'den bahsediyorum. Bu da -2009 öncesini söylemeyeyim hadi- 2009'da 8,5'tu, bu rakam 8'in altına düştü; 0,5-0,10 zaman içinde oynamakla beraber -2009'da 8,5 olan bir orandan bahsediyorum; gelir dağılımıyla ilgili- bugün 7,40. Tabii, amacımız bunu daha da aşağıya çekmek bunu da buradan ifade etmiş olmak isterim.

Şimdi, benim uzun yıllar çalıştığım bir alan sosyal politikalar ve sosyal yardımlar. Bu konuda, ne yazık ki, ben, zaman zaman yanlış okumalar yapıldığını görüyorum. Şimdi, 2002 yılında 4 adet sosyal yardım programı var. Sosyal yardım programları niye yapılıyor? Nüfusun en alt kesimine destek olmak ve onları, o eşikten yukarıya çıkarmak için. Bugün, bu sayı 43 yani 43 tane sosyal yardımı var, bunu ters okuduğunuzda: "Yardım programlarını artırdınız, yoksulluk arttı." diye okumak çok büyük bir yanlış. En alt dilimin faydalandığı, 4 programın 43'e çıkması demek en alt dilimden yukarıya doğru refahı paylaşıyoruz demek aslında. Bugün, benim de Bakanlıkta çalıştığım dönemde başlayan bir uygulama -ucundan kıyısından emeğim olduğunu düşündüğüm- eşi vefat eden kadınlara yapılan yardım, keza elektrik ödemelerinde güçlük çeken, süreli hastalıkları yaşayan kesim için bunun verilmiş olması, muhtaç aile yardımları, öksüz yetim aylıkları, çoklu doğum yardımı, elektrik tüketim desteği -az önce söyledim- bunların yardım programlarına eklenmesi, aslında refahın en alttan yukarıya doğru paylaşılması anlamına geliyor. Bunu, buradan kayda geçirmek isterim.

Diğer yandan, tabii, sosyal yardım programları denildiğinde sadece, yoksulluk yardımı olarak bunun değerlendirilmesini de doğru bulmuyorum. Şöyle ki, bu programların içinde mesela engelli hizmetlerinde -iftiharla anlattığımız- engellilerin ücretsiz eğitim ve rehabilitasyon alması uygulaması var biliyorsunuz, malumunuz. Engellilerin evlerinden ücretsiz taşınması da bu programların içinde yani bu 43 programın içinde; engellinin evden ücretsiz servislerle alınıp okuluna erişimi, efendime söyleyeyim, ilköğretimdeki kitapların ücretsiz dağıtılması... Bugün, belki de farkında olunmadığını ama sadece yoksul yardımı olarak görülmemesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle, engellilerle ilgili söylediğimiz sosyal devletin bir gereğidir.

Mesela, şunu da ifade etmek isterim: Evde bakım aylığı dediğimiz aylık -evde bakım yardımı aslında, aylık ifadesi yanlış, yanlış söylemiş olmayayım onu- bugün, iddiayla söylüyorum OECD ülkelerinin de iftihar ettiği bir uygulama. Bir asgari ücret kadar, evde ağır engellisine bakan, yaşlısına, anne babasına ya da evladına ya da bir başka yakınına bakana verilen uygulama bunu sadece yoksul desteği olarak tanımlamanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu, engelliye, yaşlı bakım hizmetlerine verilen artan refahtan pay alma desteğidir.

Şimdi burada birkaç rakamı paylaşacağım sizinle: Evde bakım desteği 2020 yılı bütçesinde 9,4 milyar iken, 2021 yılında öngördüğümüz bütçe 10,6 milyar, hiç küçümsemeyin bu rakamları. Yine, elektrik tüketim desteğiyle ilgili 2021 yılı bütçesinde 1,5 milyar buna ayrılmış durumda, bu desteğin önemli olduğunu düşünüyorum.

Engelliler konusu benim özellikle üzerinde durmak istediğim bir konu. Ben 21 yaşında, gazeteciliğe, mesleğe ilk engellilerle ilgili bir yayında başladım ve İstanbul'da mesleğime başladığımda Türkiye'de engelliliğin adı yoktu. Bakın, bunu çok net söylüyorum, sahadan gelen biri olarak söylüyorum. Birleşmiş Milletlerden misafirlerimiz gelirdi yurt dışından ve toplantıda -ben bunun tanığıyım- bize şunu dediler: "Türkiye'de engelli yok galiba." Biz de dedik ki: "Niye bu kanaate vardınız?" "Sokakta görmüyoruz." dediler. Engelli sokağa çıkamıyordu, iki sebeple çıkamıyordu: Bir, ne hizmet alacağını, nasıl eğitim ya da rehabilitasyon hizmeti alacağını bilmiyordu, kurumlar yeterli değildi. İki, aileler çıkarmak istemiyordu, hakikaten hem maddi hem psikolojik olarak imkânları yoktu.

Bugün, engellilere ücretsiz eğitim rehabilitasyonundan, EKPSS uygulamasından -şimdi onu da anlatmak istiyorum size, iftihar ettiğimiz bir uygulama- ve engellilerin kamuda istihdamından... Çünkü biz sadece engellilerin sürekli bakıma muhtaç bireyler olmasını değil, topluma entegre bir engelsiz yaşam sürmelerini amaçlıyoruz. 2005 yılında engellilerle ilgili yasa çıktığında, iddiayla söylüyorum, Türkiye'de devrim niteliğinde bir yasaydı ve bugün ciddi bir külliyatı var. Tabii, gönül arzu eder ki biz artık uzmanlık alanlarına göre yani engellilerin uzmanlık alanlarına göre mevzuatı geliştirelim; gönlümüz ve hedefimiz bu yönde. Ama 2005 yılında çıkardığımız bu yasayla hem eğitimlerin ücretsiz olması hem de kamu ve özel sektör istihdamı ivme kazandı. Bakın, bir rakam vereceğim şimdi size: 2002'de sadece kamuda 5 bin engelli istihdam ediliyordu, sadece 5 bin. 2011 Ekim ayında EKPSS uygulamasını getirdik. Bunu niye getirdik? Kamuya KPSS'yle alımlar olduğunda, engeli olmayan bireyler arası sınav esnasında bir adil yarış söz konusuyken farklı engel gruplarına göre ciddi bir adaletsizlik söz konusuydu. Yani görme engelli bir bireyin KPSS sınavını yapması ile sadece fiziki engeli olan bir bireyin o sınavda soruları cevaplaması ciddi bir eşitsizlikti. O anlamda, her engel grubunun kendi içinde yarıştığı bir EKPSS uygulaması AK PARTİ'nin bir başarısıdır ve bununla beraber kamuda engelli istihdamı hızla artmıştır, bugün bu sayı 57.408. Sayın Bakanım, eğer bendeki rakam güncel değilse bunu düzeltirseniz sevinirim. 2020 Haziran ayı itibarıyla 57.408 engelli vatandaşımız kamuda istihdam ediliyor, bu da AK PARTİ'nin bir başarısı.

Diğer yandan, benim çok önemsediğim bir başka uygulamayı da buradan paylaşmak ve tutanaklara geçirmek istiyorum, özellikle çocuk hizmetleri konusunda. Ben, koruma altındaki çocukların hakikaten bu devletin namusu olduğuna inananlardanım ve Himaye-i Etfal Cemiyetinden bu yana bu alanda ciddi gelişmeler kaydedildi. Koğuş bakımından artık çocuk evlerine ya da sevgi evlerine dönüş gerçekleşti. Sayın Bakanım da konuşmasında bazı rakamları verdi ama burada bir yardım çok önemli, belki de kamuoyu bunu çok bilmiyor, belki milletvekillerimiz de çok farkında değil ama sosyoekonomik destek. Bu ne demek? Eğer bir aile çocuğunu sadece yoksulluk gerekçesiyle -istismar, ihmal ya da şiddet dışında söylüyorum bunları, onlar yokken- "Ben bu çocuğa bakamıyorum, devlet himayesine vereceğim." diyorsa, diyoruz ki biz: "Bir çocuğun yetişebileceği en iyi yer ailesidir ve siz çocuğunuzu yanınızda bırakın. Evet, devlet korumasına yine alınsın bu çocuk ama sosyoekonomik destek verelim ve siz çocuğunuza devletin desteğiyle kendi evinizde bakın çünkü çocuk için en iyi ve en güvenli yer ailesidir." Bu anlamda, hemen birkaç rakamı sizinle paylaşmak istiyorum SED'le ilgili: 2021 yılı bütçesinde 2,1 milyar sadece bu destekler için ayrıldı. Burada da verilen destekler çocuk yaş gruplarına göre değişiyor yani okul öncesi çocuk ile üniversiteye giden çocuk ya da liseye giden çocuk arasında farklılıklar var ama ortalama bin lirayı aşkın -1.080 gibi bir rakam ortalaması- destek veriliyor, bazen bazı ailelerde bu, 2 çocuğa veriliyor.

Diğer yandan, yine benim çok önemsediğim çocuk hizmetleri konusunda bir uygulama, koruyucu aile uygulaması. Sayın Bakanım, ondan bahsetti ama ben ayrıca tekrar bahsetmek istiyorum. Bütün uluslararası veriler bunu söyler, 0-3 yaş grubu çocuğa en iyi kurumda da baksanız -özellikle 0-3 yaş grubu için söylüyorum- bir aile yanında alacağı sevgi, şefkat hem onun zihin gelişimine hem duygu gelişimine katkı sağlıyor. Avrupa ülkelerinin büyük bir kısmı aslında 0-3 yaş grubu için profesyonel koruyucu aile sistemine geçmiş durumda. Bununla ilgili eleştirilerimi saklı tutuyorum, o ayrı bir konu. Ama Türkiye'de biz, özellikle koruyucu ailenin hiç evlat edinmeden ya da gönüllü aile olmaktan farkı bilinsin diye Gönül Elçileri Programı'yla beraber -saygıdeğer hanımefendinin himayesinde- koruyucu aileyi topluma anlatmaya gayret ettik. O dönemde yaklaşık 700'dü koruyucu aile yanında olan çocuk sayısı, bugün 7 bini aştı. Bilmiyorum, ilgili Genel Müdürümüz burada mı? Benim bildiğim rakam aşağı yukarı 7 bini aştı. Burada amacımız şu: Özellikle 0-3 yaş grubu çocukların koruyucu aile yanında olmalarını sağlamak hem -dediğim gibi- zihin gelişimleri hem de duygu gelişimleri açısından... Tabii, burada ciddi kıstaslar ve ölçütler var, onlara ben giremeyeceğim, vaktim yok. Ama şunu önemsiyoruz: Ortalama kendi yaşam standardını döndürebiliyorsa herhangi bir aile -maddi refah çok aranan bir şey değil- çocuk ona yük olmamak kaydıyla... Çünkü devlet koruyucu aile olarak verdiği çocuğa da bir destek veriyor. Bu, okul öncesi grup için daha düşük bir rakam ama çocuk büyüdükçe, ortaokula, liseye gittikçe bu destek de artıyor ve çocuğun temel ihtiyaçları o aileye yük olmuyor. Bunu da son derece önemsediğimi ifade etmek isterim. Bu, 2021 yılı bütçesinde koruyucu aile modeli içinde 232 milyon TL kaynak öngörülmüş, bunu da son derece önemli buluyorum.

Diğer yandan, kadına yönelik şiddetle mücadele son derece kararlılıkla üzerinde durduğumuz bir konu, "sıfır tolerans" diye yola çıktık. Bakın, bu konuda dünya örneklerini farklı ülkelerde görmüş, onları öğrenmek için çaba sarf etmiş biri olarak söylüyorum, sıfır tolerans ciddi bir iddiadır. Ne yazık ki, toplumların var olduğu sürece bunun, toplumun sosyoekonomik yapısıyla da çok ilgisi yok yani Batı toplumları da bununla ciddi anlamda mücadele ediyor. Bugün Danimarka'da kadına şiddet oranı yüzde 38'leri buluyor. Yani toplumun Batılı olması, eğitimli olması, sosyoekonomik düzeyinin yüksek olması, işte ekonomik gelirinin yüksek olması, bunların hiçbiri ölçüt değil. Ne yazık ki böyle bir gerçeklik var ve biz bu gerçeklikle mücadele etme konusunda kararlıyız ve sıfır tolerans diyerek büyük bir iddiayla yola çıktık. 2002 yılında sadece 11 olan kadın konukevi sayısını yirmi yılda 145'e ulaştırdık. Tabii, burada sadece kanun koymak, kanun koyuculuk yeterli olmuyor, toplumda bir ciddi zihinsel dönüşüme de ihtiyaç var, bunu da buradan ifade etmek isterim.

Sürem azaldığı için bazı konuları hızlıca geçmek durumunda kalıyorum.

Özellikle, sosyal yardımlar ve çocuk politikaları konusunda şunu da ifade etmek isterim: Bugün, şartlı eğitim yardımları, şartlı sağlık yardımlarından bahsediyoruz, özellikle Sağlık Bakanlığını konuşurken ya da Millî Eğitim Bakanlığını konuşurken az önce saydığım 43 kalem, sosyal yardımların içindedir yine bu. Burada amacımız nedir? Hem eğitime hem sağlık hizmetlerine kız çocuklarının pozitif ayrımcılıkla erişmesini sağlamak için burada yapılan yardım kalemleri hem eğitim desteğinde hem sağlık desteğinde erkek çocuklarından fazla verilmektedir. Burada yine sizinle bir rakamı paylaşacağım: Özellikle, sağlık yardımlarında 0-5 yaş grubu çocukların düzenli olarak sağlık kontrolüne gitmesini önemsiyoruz. Burada da anneye verilen bu destek kız çocukları için daha fazla veriliyor.

Tabii, AK PARTİ hükûmetlerinin bana göre -kişisel ve göreceli bir şeyden bahsedeceğim- en büyük farkı dört temel noktada. Biri sağlıkta dönüşüm, bir diğeri ulaştırma ve altyapı -sadece Ulaştırma Bakanlığı olarak bakmayın lütfen, KÖYDES ve BELDES'i de kastederek söylüyorum- bir diğeri yerli ve millî savunma sanayi ve bana göre en önemlilerinden biri de Anayasa'nın sosyal devlet ilkesinin hem Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı hem de Sağlık ve Millî Eğitim Bakanlıkları ve diğer bakanlık uygulamalarıyla birlikte güçlendirilmiş olması. Anayasa'nın sosyal devlet ilkesi son yirmi yılda vücut buldu, bunu özellikle belirtmek isterim.

Tabii, bir vekilimiz sosyal hizmetlerle ilgili bir konuya değindi, orada şunu söylemem lazım. İşte "Vakıflara, derneklere veriyorsunuz." diye bir eleştiride bulundu. Ama dünyaya çıkıp baktığınızda görürsünüz ki özellikle sosyal hizmetler yani bu çocuk koruma programları dâhil bunun içinde, kadına yönelik şiddetle mücadele de dâhil, yerelleşmiştir ve STK'ler aracılığıyla yapılır, bu dünya modellemesidir. özellikle çocuk evleri noktasında STK'lerle bu tür iş birlikleri yapılmakta, bu aynı zamanda bir dünya modeli. Tabii, bunun standartlarını devletin belirlemesi ve denetimlerini yapması önemli konu. Bu konuda da zaten denetim hizmetlerinin görevini yaptığını düşünüyorum.

Söyleyecek çok sözüm var, özellikle çalışma hayatıyla ilgili de bazı notlarım vardı ama vaktim elvermedi. Ben de süre sınırını aşıp Başkanı zor durumda bırakmak istemiyorum.

Sayın Bakanım, tekrar hoş geldiniz, Bakanlığınızın bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum.