KOMİSYON KONUŞMASI

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, sayın başbakan yardımcıları, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli bürokratları, basınımızın değerli temsilcileri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii çok şey konuşuldu, arkadaşlarımız düşüncelerini ifade ettiler. Bugün alanı itibarıyla baktığımızda Başbakanlığın, birçok farklı kurumu kapsayan çok geniş bir alanı üzerine konuşuyoruz. Yani, hangisi üzerine konuşmaya kalksak aslında hepsinin... Yani yapacağımız bir konuşmayı tek tek belki onlara ayırmak zorundayız. O yüzden ben spesifik olarak değil ama genel anlamda bir siyasal alan üzerinden bir tartışmayı başlatmak istiyorum, götürmek istiyorum. Tabii cevap kısmında da, yorumlarda da sanıyorum sayın başbakan yardımcıları cevap verecekler.

Tabii, bu bir demokrasi tartışması aslında. Bütün Bunların hepsinin altında bir demokrasi tartışması yatıyor yani demokrasinin ne olduğu, demokrasinin niteliğinin ne olduğu. Bunu, hem zamansal hem de karşılaştırmalı bir süreçte ele almaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, tabii, demokrasilerde şekil önemlidir. Yani çok partili bir sistemin olması, belli aralıklarla sandığa gidilmesi ve seçimlerde insanların kendilerini yönetecek yöneticileri merkezî ya da yerel bazda seçmeleri önemlidir. Bu demokrasinin gereklilik koşulu ama yeterlilik koşulu değildir. Bu, olmazsa olmazdır. Sandık gereklidir ama sandık her şey demek değildir. Bir ülkede sandığın olmuş olması orada demokrasinin gelişkin olduğunu göstermez. Demokrasilerde şekil kadar önemli olan öz ve içeriktir ve öz içerik açısından baktığımız zaman da belli birtakım ilkelerin olduğunu görüyoruz. Onların başında hukuk devleti gelir. Hukuk devleti de, aslında demokrasinin de baktığınızda omurgasını oluşturur ve esas itibarıyla da yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrılığına dayanmaktadır.

Burada tabii yargının konumu önemlidir. Özellikle yasama ve yürütmede yapılan yanlışlıkların düzeltilme yeri olarak yargının konumu önemlidir ama aynı zamanda yasama yürütme, bunların arasındaki ilişkiler de önemlidir. Oraya girmeyeceğim dün çünkü bunları tartıştık; TBMM vardı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay, yasama yürütme ilişkileri üzerinde yoğunlaştık. Bu önemlidir. Gene onun kadar önemli olan bir kural, bir koşul özgür bir basının olmasıdır. Ancak özgür bir basın varsa o ülkede gerçek bir demokrasiden bahsedilebilir. Gene o kadar önemli olan, bizim Anayasa'mızda da tanımlanan düşünce ve ifade özgürlüğü ve bu doğrultuda toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkıdır. Bunlar olmazsa demokrasi olmaz. Demokrasi insanların istediği gibi düşünebildiği ve bunları elbette barışçı yollarla ifade edebildiği bir rejimin adıdır. Yani, bunlardaki eksiklikler baktığınız zaman ciddi anlamda demokrasideki eksikliği gösterir. Gene, siyasal karar alma süreçlerine toplumun katılımıdır. Sadece bizim Parlamentoda aldığımız kararlar değil. Sonuçta hem ulusal bazda hem de mekânsal bazda insanların yaşadıkları ülke hakkında, sorunları hakkında karar alma süreçlerine katılmaları ve uygulamaları denetleyebilme hakkıdır. Bugün bunun biz böyle olmadığını gördük. Gezi Parkı'ndaki en masum bir eylemde bile, ağaçların kesilmesi, Gezi Parkı'nın park olmaktan çıkarılmasına ilişkin protesto eden insanların üzerine nasıl demokrasi dışı yöntemlerle gidildiğini hepimiz gördük. Oysa bu önemlidir, yaşadıkları kentlere ilişkin söz sahibi olma hakkıdır. Gene, kamu kaynaklarının kullanımındaki hassasiyettir ve bunların toplum tarafından denetlenebilmesidir. İşte bütün bu koşullar demokrasinin aynı zamanda yeterlilik koşullarını oluşturur. Ancak bunlar varsa gerçekten gelişmiş bir demokrasiden bahsederiz. Bu açıdan da baktığımızda Türkiye'de ciddi sıkıntılar gözükmektedir. Türkiye demokrasiye doğru değil -baktığınız zaman- otoriter rejimlere doğru hızla ilerleyen bir ülke konumundadır. Bu sadece bizlerin tespiti değildir, bu aynı zamanda baktığınız zaman uluslararası kuruluşlarının da tespitleridir ve bunun üzerinde de dünyada baktığınız zaman şu anda çok geniş bir konsensüs olduğunu görüyoruz.

Burada, basın özgürlüğü üzerine izin verirseniz biraz odaklanmak istiyorum. Şimdi, basın tabi dördüncü kuvvettir yani, yasama, yürütme ve yargı yanında dördüncü kuvvet olarak kabul edilir çünkü kamuoyunu doğru bilgilendirme hakkını temsil etmektedir. Yani basın olacak ki insanlar o basın yoluyla bilgilenecekler ve sonuç itibarıyla yapılanların, kendilerini yöneten insanların doğru yapıp yapmadığını bilecekler, onların bir anlamda performanslarını ölçecekler. Bunlar olmadığı zaman, o zaman birtakım özgürlükler de, haklar da kâğıt üzerinde kalmaktadır. Anayasa'mızın 28'inci maddesi ne diyor: "Basın hürdür, sansür edilemez." Ama bugün öyle midir Türkiye'de? Ne yazık ki öyle değildir, basın üzerinde çok ciddi baskılar vardır.

Bakın, Türkiye Gazeteciler Sendikası tarafından hazırlanan "Gazetecilerin Sorunları" başlıklı raporda ülkemizde 2014 yılının ilk yarısında ulusal ve yerel 981 basın emekçisinin işten çıkarıldığı, 56 basın emekçisinin ise çeşitli nedenlerle işinden istifa etmek zorunda kaldığı belirtilmektedir. Şimdi, böyle bir şey olabilir mi? Yani o basın üzerinde, yani basını almak kendi... Bu, tabii önemlidir, propaganda... Baktığınız zaman her siyasi iktidar kendi düşüncelerini yansıtmak ister, eleştiriden kaçınmak ister ama demokrasiye de, demokrasi içinde belli kurallara tahammül etmek zorundayız, basın özgürlüğüne tahammül etmek zorundayız. Basın, aynı zamanda hükûmetler için de iyidir, uyarıcı bir güçtür, kuvvettir. Yani, oturup da yapılan bütün eleştirileri bir komplo gibi, bir düşmanca tavır gibi algılamayan, onlardan ders çıkartan bir hükûmet de elbette yaptıkları yanlışlar varsa onları sonra düzeltir. Bu, sizler için de geçerlidir, yarın biz iktidar olduğumuzda bizim için de geçerli olacaktır. O açıdan tabii Türkiye'nin ciddi sıkıntıları var. Yani biliyoruz, biz devlet elinde basın üzerindeki baskıların nasıl olduğunu, gazete patronlarının nasıl tehdit edildiğini... Bunlar kamuoyunda geniş biçimde tartışılıyor.

Bakın, RTÜK'ün ceza raporunu çıkardım son bir yıl içinde, bakıyorum en çok ceza kesilen televizyonlara, şu anda siz kendinize göre karşıt olarak algıladığınız gruplara kesilen cezalar... En son zaten bu akreditasyon uygulamasında da bunu görüyoruz ki -arkadaşlarım da bahsettiler, ben yenilemeyeyim, tekrar demeyeyim ama- Cumhurbaşkanlığı ve Adalet ve Kalkınma Partisinden sonra Başbakanlık da akreditasyon uygulamasını başlatıyor. Yani, buradaki işte sizlerin deyimiyle "paralel" dediğiniz birtakım basın kuruluşlarına yönelik olarak ciddi bir onları dışarıda tutma uygulamasına başlıyor. Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar? Yani tahammül edeceksiniz, tahammül etmek zorundayız. Yani bu söylediklerim, içeride bunun yüzlere örneğini verebiliriz. Hapisteki gazeteciler, baskı altında işten atılanlar... Yani, zaten bunu uluslararası raporlarda da görüyoruz. Bu, aslında hepimizin de içini acıtıyor, bu ülke hepimizin ülkesi. Biz Türkiye'nin dünyada itibarlı olmasını isteriz, hepimiz isteriz.

Bakıyoruz, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün 2014 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi yayımlanmış, rapora göre Türkiye, 180 ülke arasında 154'üncü sırada. Şimdi, bu olacak iş mi? Bu, Türkiye'de -dediğim gibi- basın üzerindeki bu baskılar Türkiye'de gerçek bir demokrasinin olması, demokrasinin kökleşmesinin önündeki büyük engellerdir.

Son olarak da bir konuya değinmek istiyorum, sonra bitireceğim konuşmamı Sayın Başkan. Şimdi, tabii arkadaşlarımız Sayın Kurtulmuş'un geçmişte yaptığı konuşmaları "Şöyle demiştiniz, böyle mi hâlâ düşünüyorsunuz?" diye söylediler. Bu, şahsınıza yönelik bir şey değil. Bakın, siyasete güven faktörü önemli, siyasetçilerde de önemli. Bugün söylediğimize, yarın uygun davranmak zorundayız. Dün söylediğimizi bugün yalanlamamak zorundayız yani siyasetçilere olan itibarı ancak Türkiye'de böyle artırabiliriz. Bu, bizler için de geçerli.

Biz, bugün, inanın, bakın, bütçe konuşması yapıyoruz, dördüncü bütçemiz, "İki sene önceki bütçede ne demişiz?" diye bakıyoruz çünkü bazen ekonomiyle ilgili ya da başka konularla ilgili tespitte bulunmuşuz, acaba tuttu mu diye kendi içimizde bakıyoruz. Her gittiğimiz yerde yaptığımız konuşmalarda dün ne söylemiştik, bugün ne söyledik, yarın ne söyleyeceğiz; onların içerisinde bir tutarlılık çizgisini oluşturmaya çalışıyoruz. Ancak siyasetin itibarını böyle sağlayabiliriz ama bugün söylediğimizin biz eğer yarın tersini söyleyeceksek ya da sizin dün söyledikleriniz bugün eğer tersi bir konumdaysanız ona ilişkin, doğal olarak arkadaşlarımızın eleştiri hakkı doğuyor. Siz bunu kişiselleştirdiniz. Bu kişisel değil, "Bu bütçe, teknik konuşulsun." dediniz. Bunlar teknik konuşmanın içindedir. Biz siyasetçiyiz, siyaset kurumuna olan itibar önemlidir, ekonomi için de önemlidir. Bir ülkede ekonominin gelişkin olması, ekonominin iyi gitmesi için siyasetçilere güven, itibar önemlidir. Bu açıdan da sanıyorum arkadaşlarımızın buradaki eleştirileri de bundan kaynaklanmıştır. Yani bu hepimiz için geçerlidir, sizin için de bizim için de, Sayın Kurtulmuş için geçerli olduğu kadar, bizler için de geçerlidir. Dün söylediğimiz bugün önümüze çıkartılabilir. Eğer onları açıklayamıyorsak o zaman ciddi sıkıntı yaşarız diye düşünüyorum.

Ben de bütçelerimizin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.