| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Manisa Milletvekili Erkan Akçay, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül ile 5 Milletvekilinin İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3050) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 23 .07.2020 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Öncelikle, Adalet Komisyonu gibi hele hele bugünlerde Türkiye Büyük Millet Meclisinde en yüksek beklentinin oluştuğu bir Komisyona Başkan olarak seçilmenizden dolayı sizi ve yeni oluşan Başkanlık Divanını kutlarım, başarılarınızın devamını dilerim.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyoruz.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Elbette bu Başkanlık Divanlarının özellikle böyle bir Komisyonda daha adilane ve tüm grupları kapsayacak şekilde oluşması gibi bir demokratik geleneğe sahip olabilmemiz çok daha doğru olurdu. Bunu da gelecek dönemlerdeki görev dağılımları için kendimize ödev kabul ediyoruz Cumhuriyet Halk Partisi olarak.
Sayın Başkan, bu saatte bunu konuşmak gerçekten manasız, anlamsız, üzücü, rahatsız edici ve aldığımız her dakika yarınki gündemler bütün partiler açısından düşünüldüğünde son derece anlamsız ama bugün saat on ikiye çeyrek kala buraya gelip de sayın Komisyon Sözcümüz Zeynel Emre'yle görüştüğümüzde biz şunu teklif ettik ardından da Sayın Naci Bostancı'yı kendim de aradım dışarıyı çıkıp dedik ki: "Saat yarım gibi bitirelim, maddelere geçişi oylayarak bitirelim, diğer gruplarla da mutabakat arayalım. Pazartesi sabahı onda toplanalım, herkes işini halletmiş olsun ve pazartesi akşam yedide de muhalefet şerhini vermeyi taahhüt edelim ki sizin açınızdan bu gece sabahlamanın vereceği yorgunluğun ve salı günü kanuna başlama faydasının dengesini koruyalım." Hiçbirimiz bu saatte burada olmayabilirdik ancak maalesef bu, hem Komisyonun riyaset makamınca hem de Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanlığınca reddedildi. O yüzden buradaki bu durumdan sorumlu olan, bu saatlerde sesini duyurmaya çalışan ve itirazlarını kayda geçirmeyi yasama görevi açısından önemli gören muhalefet partileri milletvekillerinin değil.
Ne yapıyoruz, niye yapıyoruz ve niye şimdi yapıyoruz? Bunlar gerçekten hiçbirimizin kendimize gönül rahatlığıyla verebileceği cevaplar değil. Sosyal medyayı, sosyal ağları zapturapt altına almayı, kısıtlamayı ve gerekirse onların Türkiye'den çekilmesi gibi bir sonucu doğurabilecek düzenlemeleri tartışıyoruz. Buradaki şüpheli olan durum, bunları Türkiye'den çekilmeye zorlamak ikincil, üçüncül sonuç mudur yoksa beklenen "premier" birincil fayda mıdır? Onu bilmiyorum. Hissiyatım birincil faydanın bu olduğu yönünde çünkü Türkiye'de bundan iki buçuk üç ay önce WhatsApp'ın kısıtlanabileceği noktasındaki tartışmalarda o ilgili şirketin, bugünlerde, bugün de daha çok adı geçen şirketlerin genel yönelimlerini, genel yaklaşımlarını ve muhalefet partilerine ve iktidar partisine doğru kendi pozisyonlarını tarif eden bildirimlerini dinlediğimizde genel olarak bu kadar küresel ölçekte iş gören, para kazanan, hizmet veren firmaların iki temel altın kural üzerinde yürüdüklerini görüyoruz. Bu iki temel altın kuraldan birincisi bulundukları ülkenin kanunlarına uyma, ikincisi uyamıyorlarsa oradan çekilme.
Dünyada sosyal medyayı, sosyal ağları kim kısıtlamaya çalışıyor ve kimin verdiği, koyduğu kurallar, geçirdiği yasalar bu tip küresel şirketleri o ülkelerden uzaklaştırıyor diye bakarsanız 3 tane ülkenin adı ortada: Çin, Kuzey Kore ve İran. Ama bunu deneyip de daha sonra geri adım atanlara, askıda tutanlara bakarsanız; Çin'de Şi Cinping, Macar Orban, Hint Modi, Amerika'da bu sonucu doğuramayacak olduğunu bile bile ama kavga ederek, dalaşarak ve karşısına koyarak Trump, Rusya'da da Putin bunu yapıyor. Ben partimin liderinin bu isimlerle anılmasını veya partimin bu isimlerle türdeş bir iş yapıyor olmasını iktidarda olsaydık partime yakıştırmazdım. Bu sorumluluğu alan yani yirmi yıl sonra dönülüp de "Türkiye'de de buna tevessül ettiler, denediler Macaristan'daki Orban'la eş zamanlı, Çin'le, İran'la eş zamanlı olarak." denilince, bu görüntü geleceğe bırakılmış bir demokrasi notu değil. Bu, geleceğe bırakılmış bir fikir özgürlüğü veya ülkeyi ileriye götürme noktasında bir adım değil. Samimi bir şey söylemek gerekirse on sekiz yıl önce çıktığınız yol da bu yol değildi veya o yoldu, gizli ajandalarınızdan bahsediliyordu ama o günlerde niyet okumayın, onu demeyin... O dönemde liberallerden aldığınız destek, dünya da çok hareketliydi, hızlı, akışkandı ama Türkiye'ye gelen yabancı yatırımlar 2002-2007 arası -işin sosyal taraflarına bakmazsanız ama ekonomik rakamlara bakarsanız- ortaya koyduğunuz özgürlükçü reflekse bütün dünyadaki sıcak paranın, yatırımcıların verdiği etki bugün aradığınız ve bulamadığınız etkinin çok ötesinde. Bütün dünyada bir genel kabul var; bir ülkede hukukun üstünlüğü yoksa, bir ülkede düşünce özgürlüğü yoksa, hukuk güvencesi yoksa o ülkeye yatırım gelmiyor, olanlar da gidiyor. Sadece son iki yılda Türkiye'deki yabancı portföyün 82 milyar dolardan 62 milyar dolara gerilediğine bakınca, son iki yılda "Ne yaptık?" diye bakın ve "Son iki yılda nereye gitti bu portföy?" diye bakın, şaşırtıcı değil. Yani bu söylediklerimiz kehanet falan değil, bu söylediklerimiz bir realite.
Bu Meclis bugün bir süredir yaptığı gibi bir şey yapıyor ve yaptığı bu şeyi niye yaptığını kendisine izah etmesi lazım. Bir basit, alçaktan uçuşla baktığınızda mesela "Neyin yerine yapıyoruz?" derseniz, bu Meclisin, Down sendromlu çocuklarla ilgili bir rapor var, tam mutabakat var, onunla ilgili yasama yapması lazım. Herkes, hepsi harika insanlar, birçoğu da Down sendromlu çocuğu olan ya da yakını olan insanlar, inanılmaz bir katkı yaptı, orada kanun yapmak lazım, sıra gelmedi, ne raporu Genel Kurulda görüşmeye, ne o kanunu komisyonlarda ele almaya. Bu Almanya'yı örnek veriyoruz ya -birazdan ben de değineceğim ama- Almanya'nın harika bir yetim ilaçlar, yetim hastalıklar yönelimi var, programı var, Türkiye'de yetim ilaç ve yetim hastalıkla ilgili hiçbir şey yok. Bu konuda bu Meclis yetim ilaçlarla ilgili bir komisyon kurdu, harika bir çalışma yaptı, aşağıda görüşemedik çünkü başka gündemlerimiz vardı, komisyona getiremedik ve yetim ilaç meselesi duruyor. Yetim ilaç, yetim hastalık koca bir ovada yıldırımın bir adamın başına düşmesidir, o adam veya o çocuk ve çilesinden yana. İlaç 1 milyon lira falan, devletimiz ödemiyor, ödemediği için kim hastalanırsa, yetim hastalığa... Şöyle söyleyeyim: Milyonda 1 veya daha seyrek görülen hastalıklara ultra yetim hastalıklar "ultra orphan drugs" ultra yetim ilaçlar, 100 bin ile 1 milyon arasına da yetim deniyor. O çok beğendiğiniz Almanya var ya şöyle bir şey yapmış: Bu ilaçların parasını bir kasadan ödeyeceğiz, kimin başına gelirse gelsin, sonra sağlık alanından para kazanan herkes kazandığı oranda bu maliyete yıllık katılacak; ilaç firmaları, dağıtanlar, eczaneler, depolar. Herkese çok küçük paralar düşüyor, büyüklere büyük, küçüklere küçük ama Almanya'da 1 çocuk yetim ilaçsızlıktan ölmüyor; Türkiye'de ölüyor. Almanya'dan bunu örnek almadık ama Türkiye'nin bir yetim ilaç politikası olsun diye ben bu Plan Bütçeye katıldığım dokuz yıl boyunca yetim ilaç muhalefet şerhini ben yazdım, nihayet gruplar ortaklaştı ama onun raporu yerine sosyal medya kısıtlamasına zaman ayırıyoruz.
Meselenin özü şu: Bu Covid-19'dan öğrenmemiz gereken çok şey var. Meclisteki başta Akbaşoğlu olmak üzere bütün hastalarımıza acil şifa diliyoruz ama öğrenmemiz gereken bir şey var, 5.600 insanımız gitti. Öğrenilecek mesele şu: Covid-19'dan önce bütün dünya, dünyanın bütün kudretli liderleri, herkes kendi ölçeğine ve kendi inadına, popülizmine göre kıtalar arası uçan füzelere para, bu füzeleri erken fark edecek uyarı sistemlerine para, bunları havada imha edecek koruma sistemlerine para ayırmanın peşindeydi. Bunun Türkiye'deki adı da S-400'dür, alternatifi Patriot'tur, İsrail'inki... Hepimizin, bütün dünyanın varlığının önemli bir kısmı buna gidiyordu. Bu Covid-19'dan öğrendik ki birbirimizi öldürmek için bu kadar çok para harcamaya gerek yok, gözün görmediği bir virüs hepimizi öldürebiliyormuş. Bizim esas ağırlığımızı, gözün görmediği kıtalar arası virüslere karşı erken uyaracak sistemlere ve bu virüsleri bulaşmadan engelleyecek aşılara, bulaşsa da yenecek ilaçlara yatırım yapmamız lazım mesela. Dünya "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." derken şunu söyledi: "Biz buradan bu mesajı alacağız." dedi ve dünyada böylesi yönelimler, ciddi yönelimler var demokratik ülkelerde, özellikle sivil toplumun lokomotifliğiyle. İnsanlar iletişimin artmasını, kolaylaşmasını, etkileşimin artmasını, dayanışma ağlarının örgütlenmesini ve bunun özellikle sosyal medya üzerinden yapılabilmesini ve daha fazla özgürlük, daha fazla birlikteliği tartışıyorlar ama dünyanın otoriter popülist liderleri -bunların biraz önce isimlerini saydım tekrar etmeye gerek yok- neredeyse eş zamanlı şunu söylediler: "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." diyen ve devletlerin alan sağ elinden çok veren sol elinin güçlenmesini önerenlere karşı veya bütün dünyada temel vatandaşlık görevi tartışılıyor. Bunu söyleyenlere karşı şunu söylüyor otoriter popülist liderler: "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." diyor onlar da. Türkiye'de de dediler ama bunu söylerken onlar daha çok sosyal dayanışma, daha güçlü sosyal devlet, vatandaşlık geliri falan filan konuşmuyorlar ama diyorlar ki: "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." Sonra bir bakıyorsunuz barolarla ilgili düzenlemeyi önemsiyorlar yetim ilaçlar yerine.
MUSTAFA ARSLAN (Tokat) - Saat dört buçukta hiç çekilmiyor Sayın Başkanım.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Çok ayıp ama gerçekten çok ayıp.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Bu olmaz ya Sayın Başkan.
ALİ ŞEKER (İstanbul) - Bu saatte çalışmayı biz seçmiyoruz ya, siz istiyorsunuz çalışıyoruz, siz dayatıyorsunuz o kanunları.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Özel, devam edin.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Çok ayıp, bunu gerçekten ayıpladığımı ifade edeyim. Burada şu cevap gerçekten yani ne size ne iktidar yükünü taşıyan bir siyasi iradeye böylesi bir yasayı getirirken yaptığımız eleştirinin, kurduğumuz mantığın nereden geldiğini ya çok erken anladınız susturmak için yapıyorsunuz ya da meseleyle hiçbir ilginiz yok; onu ayıplamam, ona üzülürüm.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Özel, tabii, on iki saati aşan bir süredir buradayız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Neyse...
Bütün otoriter popülist liderler "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." diyor ve ülkelerindeki baskıyı arttırıyorlar. Daha yalın söyleyeyim, daha kolay anlaşılır söyleyeyim, Türkiye'deki mesele bundan bağımsız değil. Yoksa elbette ki şöyle de bir tespitimiz var: İktidar partisi ve onu destekleyen Milliyetçi Hareket Partisi elbette oy kaybediyor, elbette gitgide zayıflıyor, her anket kötüye gidiyor ve buna temel bir çözüm üretmek için şöyle bakamıyor, demokrasideki azalma, özgürlüklerdeki azalma, kuvvetler ayrılığının o... İki yüz elli yıl önce söylemiş adam, "Kuvvetler ayrı olmazsa devletler batar." demiş. Bu gidiş oraya doğru ve Türkiye Cumhuriyeti devleti güçlü ve büyük bir devlet. Öyle kuvvetler birliğiyle batırmanıza izin vermez, refleks veriyor buna, arkanızdaki halk desteği azalıyor. Bunlara yapısal çözümler yerine şöyle tespitler yaparsanız "Ya, aslında A Haberi izleyince, şu kanalı izleyince bir sorun yok, bu Halk TV ile Tele 1..." Sayın Recep Tayyip Erdoğan "Etki alanları düşündüğünüzden fazla." Dedi, prompteri bıraktı, döndü ve böyle söyledi. Sonra işte, kapatma cezaları, lisans iptalleri gazetelerle ilgili ve son kalan alan sosyal medya meselesi.
Biz bu tespiti buradan yapmazsak, buradan kurmazsak bu tutanağa gecenin bu vaktinde bıraktığımız hiçbir sözün kıymeti yok. Bugün yapılan iş yaklaşmakta olan seçime bu otoriterliğin ve bu hukuksuzluğun değil de bunun konuşulmasının sebebiyet verdiğini düşünen yani hastalığın kaynağını değil, semptomunu engellemeye çalışma meselesi var ya, en büyük sıkıntı ve en büyük hata bu. Bu iş inanın kesinlikle ve kesinlikle elbette bizi zorlayacak, Türkiye'yi zorlayacak ama en büyük zararı size verecek çünkü bir tanesi de benim evimde yaşayan Z kuşağıyla iletişim kurmaya çalışan hem bir baba hem bir siyasetçi olarak görüyorum ki rızalarını almadan, onları gerçekten ikna etmeden, samimiyetinize onları inandırmadan aldığınız her bir karar Z kuşağında mutabakatsızlık da değil, isyan, karşı çıkış ve cezalandırma veya intikam hissi yaratıyor. Siz bunu iyi iletişimini yapamadığınız koca bir yuvarlak masaya öğretmenlerini, velilerini, kendilerini oturtarak tartışmadan pat sınavlarını bir ay ileri, sonra bir ay geri çektiğinizde o gösterdikleri tarihi refleks bunun bir provası aslında. Ve siz onların elinden her birimizden günde en az 3 kat fazla kullandıkları sosyal iletişimi... Şundan bahsediyorum: Annesinin kızına "Kızım, bugün Hıdırellez." "Ne demek 'Hıdırellez?'" "Bu gece ne istersen gül ağacına asarsan o gerçekleşiyor." dediğinde "İyiymiş." cevabını verir. "Hadi, inelim bahçeye." deyince "Instagrama'da yok mu gül ağacı, oraya yazamıyor muyuz?" diyen bir kuşaktan bahsediyoruz. Ve öyle bir sürecin içindeyiz ki onlarda rıza üretmezseniz onlar gerçekten sadece kırgın olmuyorlar ve size karşı... Bu, evdeki ilişkinizde de böyle, toplumsal ilişkinizde de böyle ve siz şu riskle karşı karşıyasınız: Z kuşağı, bu meseleyi bizim ölçümlerimizle, bizim tahminlerimizle, bizim hissiyatımızla kendisine karşı yapılan bir intikam operasyonu olarak görüyor. Bunun bütün siyasi riski de gelecek riski de sizde. Ve çok net bir şey söyleyeyim: Sadece ve sadece Çin'de TikTok'un kapatıldığı gece -gün- 3 genç intihar etti, 8 genç intihar girişiminde bulundu; 5'i kurtarıldı, 3'ü intihar etti TikTok kapatıldı diye. Akıl alır mı? Allah muhafaza, Türkiye'de olmaz, bizim gençlerimiz onlar kadar değil ama böyle alacağınız kararların daha on yıldır içinde olduğumuz mecralarda, ölçemediğimiz, bilemediğimiz yerlerde, belki boyumuzdan büyük -bunu Türkiye için değil, insanlık için söylüyorum- bir işe girdik, o işin içinden çıkmak böylesine dayatmacı kararlarla olmaz. Kurulan komisyona yapılan bütün övgüler doğru. O komisyonun geç kaldığını hepimiz kabul edelim ama o komisyona üç ay süre verseydik, üç ay, üç ayın sonunda hiç olmazsa çok daha makul bir şeyle karışımıza çıkabilirdi veya yapacağımız iş neyse ona siyasi, parlamenter ve toplumsal bir rıza üretebilirdik.
Partimiz adına son konuşmamdır ve bundan sonrası Genel Kurul aşamasında, bir şey değişmeyecek. Bir toplantı yapıldı aşağıda; Zeynel Bey, Onursal Bey katıldılar. Sizden çok değerli arkadaşlar dediler ki: "Harika tartışıyorlar. Ben bu kadar medeni tartışma görmedim. Ne kadar çok şey öğrendik." Bunu oraya giren çıkan, orayı organize eden arkadaşlar söylüyor. Herkes keyif almış ama bir santim ilerlenemedi çünkü BTK'de hazırlandığı söyleniyor, "saray" desek polemik olur. Ama bir noktasına, virgülüne katkı alamayacak bir katılıkta bakılan bir mesele var. Bu mesele, yapılan işle ilgili özgüven eksikliğine de işaret ediyor zaten ve tartışmadan, fikir almadan, ortaklaşmadan, tek başınıza yaptığınız bu iş gerçekten bir sonuç vermeyecek.
Ha, biz burada şimdi size söyleyeceğim birkaç şeyde çok kötü deneyimler de yaşadık. Bir kere, bir akıl var ve rıza üretmeyi zordan, kabalıktan umuyor. Ben o aklın Adalet ve Kalkınma Partisine de zarar verdiğine, o aklın içindeki bazılarının Türkiye'yi ve Adalet ve Kalkınma Partisini bir laboratuvar ortamı gibi sosyal deneye çevirdiğine ve en çok zararı da size verdiğine yürekten inanıyorum. Ama Türkiye'de bir akıl, peşi sıra günlerde, Başak Demirtaş'a, Meral Akşener'e, Canan Kaftancıoğlu'na, Özgür Özel'e ve dönüp sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın, Sayın Cumhurbaşkanının yeni doğmuş torununa saldırdı. Hepimizde bir kin, bir nefret... Ve getirilecek böyle bir kısıtlamaya zımni veya içeriden bir rıza "Tabii canım, bir şeyler..."
Adam bana telefon numaramı vererek, anneme, kızıma, eşime en açık söverek, Adana'da, Sivas'ta "Bu telefon numarasından aradı, bana küfretti." diye benim telefon numaramı yayarak yaptı bunu ve ben bugün bir benzer kafaya ulaşayım diye yaptı; Meral Hanım'a da o yüzden yaptılar, Başak Hanım'a da o yüzden yaptılar. Bir kötücül akıl Türkiye'ye bu yapılmakta olanı dayatmaya çalışıyor. Eğer bu konuda birazcık bu meseleden bir ders çıkarma imkânı olan varsa, bu hafta sonu partileriniz olarak Türkiye'nin geleceği için iç istişareleri işletip işe bir de bu boyuttan bakarak gidin.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Tamamlayalım Sayın Özel.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bitecek Sayın Başkan.
Biraz önce söyledim, beyefendiler Türkiye'ye örnek olarak bula bula bir Almanya'yı bulmuşlar. Almanya'nın soykırım geçmişini unutmayın, Almanya'nın Neonazi refleksini unutmayın. Orada yüzde 90'ın üzerinde Neonazilerin Almanya'yı geçmişlerindeki utançla sürekli yüzleştiren, Müslümanların evlerini daha on yıl öncesinde ateşe veren ve saldırganlıklarıyla Almanya'yı utandıranlara karşı toplumsal bir mutabakat var. Bire bir aynı şeyi bile yapsanız onların Neonazilere yaptığını Türkiye'de sosyal demokratlara, akademisyenlere, HDP'ye, İYİ PARTİ'ye, onların seçmenine yapmayı meşrulaştıramazsınız, doğru da değildir.
BELGİN UYGUR (Balıkesir) - Öyle bir şey yok.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - 2014 yılında Sayın Devlet Bahçeli'nin attığı "tweet"ler var.
HASAN ÇİLEZ (Amasya) - Birine özel yapılmıyor ki bunlar.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben bitireyim, insicamımı bozmayın.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Bitirelim Sayın Özel, sabah ezanı okunuyor.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Allah kabul etsin.
Bunun sorumluluğunun bizde olmadığını başta söyledim -zaten çok da bir şey kalmadı- ama şunu söyleyeyim: Bunun yüzde 1'i yapılıyordu 2014'te. Sayın Bahçeli "Twitter kuşunun kanadını kırmaya çalışanlar bunu çoğunluklarına ya da çıkardıkları yasaya dayandırsalar da demokratik açıdan meşru mudur?" diye "tweet" atmış ve 4 "tweet" üst üste Twitter'a getirilecek kısıtlamanın Türkiye'ye vereceği zararı yazmış.
Almanya'nın bir çıpası Neonaziliktir, diğer çıpası bağımsız yargı ve bütün kısıtlamaların yargı kararına dayanmasıdır. Türkiye'de 17 kurum -başta BTK olmak üzere- Türk Jokey Kulübüne kadar içerik kararı alabiliyorlar ve size bir şey söyleyeyim; bakın, Türkiye'nin en büyük sorunu şu: Bir kere, yargı bağımsızlığı sorunu var ama yargı, Türkiye'de siyasi ile birey arasında siyasinin yanında karar veriyor; yargı, Türkiye'de devlet ile birey arasında devletin yanında karar veriyor -bu konulardan bahsediyorum- ve yargı, Türkiye'de iktidar ile muhalefet arasında iktidar yanında karar veriyor. Oysaki güçlü hukuk devletlerinde güçsüz birey güçlüye karşı korunur; Türkiye'deki iyi örneği iş mahkemeleridir ama bu tip yargılamalarda binlerce örneğe bakın, yargının benim bir siyasi olarak bir vatandaşa karşı olduğumda benim, 2 siyasi arasında iktidarın yanında pozisyon aldığının binlerce örneği var ve bugün yaptığımız bu iş kendi atadığınız, hepsinin başına bir kişinin atadığı kurumlar erişim engeli getiriyor ve ardından yirmi dört saat, kırk sekiz saat, sonra git derdini bağımsız olmayan yargıya anlat.
Birkaç rakam...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Tamamlayalım.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, tamamlayacağım.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Yarım saat oldu.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben ilk başta gelip bunu konuşabilirdim.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Yok, Sayın Özel, arkadaşlarınız saatlerce konuştular.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Dinleyeceksiniz, kusuruma bakmayın; 16 konuşmacımızı 4'e indirdik biz.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - İstanbul'a gideceğim ben.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Kusura bakmayın, o zaman...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Ayasofya'ya yetişecek olan arkadaşlar var.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ona saygılıyız, zaten ona imkân var. Biz de partinin üç senede bir yapabildiğimiz kurultayını yapacağız.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sizinki cumartesi ama.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bu arkadaşlarımızı bugün burada tutarak nelerini kaybettirdik bir bilseniz.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Ama Ayasofya'nın açılışı var, İstanbul'a altı saatte gidilir.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - O kadar sürmez.
Şimdi, sizin "Twitter" dediğiniz mecra günde 500 bin, iki günde 1 milyar "tweet"in atıldığı bir mecra. Bir otoban, o otobandan her otobandan olduğu gibi hırsız da geçiyor, arsız da geçiyor, edepsiz de geçiyor ama siz oradaki o arsızı, o edepsizi, sokakta durduramadığımız, kahvede engel olamadığımız küfrü, televizyonlardan atılan ve engel olmadığımız iftirayı Twitter'da yapacağız diye o otobanın bandını daralttığınızda o otobanı kullanan herkesi cezalandıracaksınız; meselenin özü tamamen bu. O Twitter dünya çapında 30 bin kullanıcıda kusur tespit etti ve hesap kapattı, 7.340'ı Türkiye'deydi ve bu 7.340 hesap, HDP ve CHP'ye saldırı ve bunların "retweet" ağının organize edildiği 37 milyon "tweet" atmış.
Ben Onursal Adıgüzel'in konuşmasındaki o "yeşil top" meselesini tekrar etmemek için söylüyorum ama orada da esas bu konularda kimler kusurlu, kimler ne yapıyor, ortaya çıktı ama Twitter'da dünya çapında hesap olarak 5'inci Türkiye ama içerik kaldırma talebinde üçte 2'si, yüzde 66'sı yani bütün dünyada içerik kaldırma başvurularının yüzde 66'sı Türkiye'den gidiyor Twitter'a.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Eksik bilgi vermeyin Özgür Bey. Mahkeme kararı değil. Almanya sadece bir yılda 104 bin içerik çıkartmış.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Nasıl mahkeme kararı değil? Ben aldığım veriyi söylüyorum size.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Doğru veri mi?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Doğru veri, raporu var.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Herkesin raporu ayrıdır.
Buyurun.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Abdullah Bey, siz de söz alıp cevap verin sonra ya. Böyle yapmayalım.
Siz devam edin, Özgür Başkan, siz devam edin.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Almanya'da bir yılda sadece başvuruyla 104 bin "tweet" çıkartılmış, yapmayın.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Abdullah Bey, siz söz alıp konuşun sonra ya.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Güler...
Siz devam edin.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben başka bir şey söylüyorum, siz başka bir şey söylüyorsunuz. Dünyadaki mahkeme kararlarının yüzde 74'ü, ben 66 dedim, üçte 2'si...
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Doğrudan başvuruyla çıkartılanlar ne kadar, doğrudan başvuruyla?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Nasıl?
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Doğrudan başvuruyu kabul etmiyor Türkiye'nin.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Ya, onu da siz söylersiniz ya. Allah, Allah!
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Nasıl? Ya onu da sen söylersin ya. Ben anlatamıyorum ki sana.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Allah allah.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Özel, siz tamamlayın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Siz bunlara diyorsunuz ki benim başvurumu yirmi dört saat içinde tamamlayacaksın. Nasıl olacak bu? Olacak mı? Esas onu söylemeye çalışıyorum. Senin işine başka bir şey geliyor.
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Almanya'da niye oluyor? Almanya'da oluyor. Almanya'da 104 bin içerik çıkartılıyor.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Tamamlayalım, son cümleler.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Başkan, kesmezlerse tamamlarım. Bakın, böyle bir şey yok.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Nasıl yok? Nasıl bir şey yok?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Üç kelime bir şey kaldı ama öyle son cümleler, mon cümleler yok.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Başkan, bir maddede Grup Başkan Vekili konuşuyor, başka bir kişi değil.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Niye yok?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ben ilk başta yapmam gereken konuşmayı geldim burada yapıyorum ve partim adına da son konuşmayı.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Bir kesmeyin, bitecek zaten yani.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Hayır, partin adına konuştular zaten. Partin adına Komisyon üyeleri...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "Partiniz" de de "partiniz" de de...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Partiniz adına... "Partim" dedin," partimiz" demedin, "partim" dedin; ben de "partin" dedim yani bunda bir şey yok ki.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bitiyor zaten bir şey yok da.
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Birisi sen, birisi siz oluyor da ondan dolayı.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Burada polemik mi yapalım? Bu saate kadar yoruldu arkadaşlar yani son cümleleri alalım.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Başkan, biliyorsun, her maddede bütün Komisyon üyelerinin konuşma hakkı var. Biz 6 Komisyon üyesi konuşmuyoruz, partimizin Grup Başkan Vekili bir şey ifade ediyor.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Tamam, bunu söylüyorum.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Bitiyor zaten. Bu kadar kesmeseniz bitecek yani, bak ben görüyorum burada.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Değerli arkadaşlar, meselenin kendisi şu: Bugün Türkiye'de oturmuş bir düzen var. Oturmuş düzenin bir tarafında bir operasyon yapılacaksa işaret fişeğini atan baş troller var, övünüyorlar. Bütün bir gece boyunca Polonya'dan, bütün bir gece boyunca eski Doğu Bloku ülkelerinden bot hesaplar çalıştırarak -bunu hepiniz yapabilirsiniz, bir "tweet"i en tepeye, bir kişiyi hedefe koyduklarında en tepeye çıkarkenki hesaplara bakın, poker hesapları, çirkin, acayip, ahlaksız hesaplar bir saat sonra kendisini siliyor- bunlar Türkiye'de bir "hashtag" yapıyorlar. Bunu zaman zaman Fahrettin Altun tetikliyor ve genelde o yönetiyor. Onun koyduğu "hashtag"le ya birine saldırılıyor ya da bir algı yaratılıyor. Ertesi gün pelikancıların hâkim oldukları köşe yazıları, ardından da harekete geçen "İstanbul grubu" denilen işin hukuk ayağı, mahkeme ayağı... Bu meselenin içinden Türkiye'ye ne adalet çıkıyor ne hukuk çıkıyor ne de sizin yaptığınız veya sizin memnun olmadığınız belki ama nasıl olduğunu da algılayamadığınız bir şekilde, bir kötücül akıl partinizi de Türkiye'yi de hepimizin içinde bulunduğu bu ülkeyi de bir yere sürüklüyor. Ben, eğer bu sürüklenişten haberdar değilseniz, çok üzülürüm. Bu sürüklenişten haberdar da sebebini bilemiyorsanız lütfen salıya kadar kendi partinizin içindeki mekanizmaları işlettirin. Samimiyetine inandığınız kişilere, biz bunu yaparsak Türkiye'den Google, Twitter, Instagram çekilirse, WhatsApp çekilirse Türkiye'nin isminin anılacağı ülkeler Çin, Kuzey Kore ve İran olacak, bizi o lige düşürmeye çalışıyor birileri diye... Bak, benim terbiyem, benim ahlakım sizin gözünüzün içine baka baka bunu yapıyorsunuz demeye müsait değil ama biri bunu size, sizdeki algıyı yöneterek, hissi yöneterek... Bize de yaptılar ve bir şey söyleyeyim mi, Cumhurbaşkanına yapılandan bir gün sonra -tutuklama varken bunu söyleyeyim, gidin, kendisine sorun, her yerde de yüzleşelim, sizin arkadaşlarınıza da yolladım- benim aileme küfreden adam on beş gün sonra bir "tweet" paylaştı Abdullah Bey, "Özgür Özel benden şikâyetçi olmuş, Sayın İçişleri Bakanımız aradı, 'Amcam üzülme, seni üzmeyeceğiz.' dedi, 2 polis yolladı. Yüreğir Belediye Başkanımız da, Yüreğir İlçe Başkanı da AK PARTİ'nin arayıp 'Arkandayız.' dediler." dedi, iyi mi? Bunun yüzde 1'ini birinize yapacak olacaklar neler yaparsınız, neler söylersiniz. Benim 18 yaşında kızıma, 76 yaşında anama, biricik eşime dümdüz söven adama... Adam bunu söylüyor ve Süleyman Soylu yalanlamıyor, video hâlâ duruyor, oturumu kapattığınızda birlikte izleriz. Diyor ki: "İçişleri Bakanımız sağ olsun, dar günümde aradı, 'Üzülme, 2 polis yolluyorum, seni götürmeyeceğim.' dedi." Koçbaşıyla kırıyorsunuz kapıyı, o küfür değil, bir ima olunca. Benim anama, kızıma söven adama Yüreğir Belediye Başkanınız... Yapmadıysa o videoyu sildirsin amcaya. Bir video yayınlasın yarın, "Ben değilim, amca yalan söylüyor." desin. Adana'da adresi belli, Yüreğir İlçe Başkanınız "Arkanızdayız." diye aramış arkadaşlar. Siz de diyorsunuz ki...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Ama bu kesin bir şey değil ki yani şimdi tek taraflı...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Nasıl?
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Yüreğir İlçe Başkanının böyle bir beyanı var mı?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Yüreğir İlçe Başkanı bu video paylaşıldıktan sonra, ben bunu Mecliste de anlattıktan sonra, sizinkilere de verdikten sonra ne amcanın beyanını yalanladılar ne Süleyman Soylu'nun. Yalanlarsa, ben tutanak altında size teşekkür edeceğim. Eğer "Yapmadım." diyorsa teşekkür edeceğim. Ama siz "erdemliler hareketi" diye kurulmuş bir partisiniz, on sekiz yılın sonunda İlçe Başkanınız bu telefonu açıyor da görevde kalıyorsa... Ben bunu sizin partiye duyuruyorum, duyuruyorum olmuyor ama ben bu kızgınlıkla "Türkiye'de Twitter, o, bu kapatılsın." demem.
Ben sizin sağlamadığınız, sağlatamadığınız adaletin sağlanacağı gün için her sabah altıda kalkıyorum, gerekirse sabah altıya kadar da çalışıyorum, hepimiz öyle yapıyoruz. İnanarak çalışıyoruz, güvenerek çalışıyoruz.
Bakın, burada ne var biliyor musunuz, burada da, ilk yüz günde yapacağımız işler içinde bir tanesi baroları düzeltmek, bir tanesi de bu kanunu geri almak arkadaşlar, bu kadar da inanarak yapıyoruz.
Yarın yapılacak bütün ibadetlerin, orada yapılacak duaların kabul edilmesini ve gerçekten iyi bir dünya, iyi bir Türkiye ümidiyle yola çıkıp da oraya varıp dua edeceklerin bütün dualarının kabul edilmesini diliyorum, bizim duamız da. Bu kadar kirletilmiş, bu kadar ötekileştirilmiş, bu kadar itilmiş kakılmış, bu kadar şeytanlaştırmaya bulaştırılmış bir siyasetten kurtulup birbirimizi anlayarak da böyle zaman baskısını...
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Zaman baskısı...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - ...önce kendimize dayatıp sonra koz olarak kullanmadan kaliteli yasama yapabileceğimiz süreçler. Biz bu toplantıyı üç güne de yayabilirdik.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Sayın Özel, bakın...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - "Almanya'nın iki yılda tartıştığını iki günde yapalım." deyip bir virgül bile değiştirmiyorsunuz.
Hepinize iyi sabahlar diliyorum, kolay gelsin.