| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Denizli Milletvekili Cahit Özkan, Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Tokat Milletvekili Özlem Zengin, Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu ve Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekilleri Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, Manisa Milletvekili Erkan Akçay ile 182 Milletvekilinin Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2999) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 04 .07.2020 |
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle şunu ifade edeyim: Yani bu pandemi koşullarında, bu ortamda bu çalışmayı yapmak, hepimizin sağlık hakkına ve yaşam hakkına doğrudan doğruya bir tehlike ve müdahale arz ediyor. Yani bu koşullarda bu yasayı yapmak zorunda değildik. Yani ne aceleniz var? Bu yasayı yaparken hangi sosyal ve siyasal ihtiyacı karşılıyorsunuz? Onu üç gündür burada tartışıyoruz, bugün de tartışacağız.
Meslek örgütleri, Türkiye Barolar Birliği ve barolar her zaman iktidarların hedefi olmuştur, sizin de hedefiniz oldu on sekiz yıl boyunca. Şimdi, Türkiye Barolar Birliği Başkanıyla uyumlu bir görüntü veriyorsunuz ama barolarla değil. Baroların geçtiğimiz günlerde açıklamaları oldu ve bu açıklamalar -işte Diyarbakır, Ankara, İzmir Barolarının- bir kızgınlıkla karşılandı, bir öfkeyle karşılandı ve hemen onun arkasından da Sayın Cumhurbaşkanı barolarla ilgili bir düzenleme yapılması gerektiğini gündeme taşıdı. Şimdi, Anayasa'nın 135'inci maddesinde tanımlanmış yargının bir parçası olan savunma örgütüyle ilgili olarak bir düzenlemenin bir kızgınlıkla ya da işte bir öfkeyle ya da bir intikam duygusuyla ele alınmayacağını ben de biliyorum, sizler de biliyorsunuz. Eğer kızgınlıkla ele alırsanız ya da intikam duygusuyla ele alırsanız, bu kızgınlık ve öfkenin yani tarlasına komşunun tavuğu girdiği için kan davası çıkartan, ondan sonra bir öfkeyle ölüm yoluna giden bir yurttaştan farkınız kalmaz. Ben böyle olmadığını düşünüyorum yani bir kızgınlıkla, öfkeyle olmadığını düşünüyorum bu tutumunuzun. Bir siyasi mühendisliğin sonucu olarak tekrar gündeme getirdiniz bu düzenlemeyi. O siyasi mühendislik ne?
Değerli arkadaşlar, 2016 darbe girişimi öncesinden başlayarak darbe sonrasında yeni bir rejim inşasına girdiniz. 15 Temmuz 2016'da gerçekleşen darbe girişimini de Allah'ın lütfu saydınız ve hemen OHAL ilan ettiniz. OHAL'de, iki yıl boyunca, Türkiye'yi Anayasa'ya aykırı bir biçimde, demokrasiye aykırı bir biçimde, hukuka aykırı bir biçimde kanun hükmünde kararnamelerle yönetmeye çalıştınız. Yine tam da o dönemde, arzuladığınız bir Anayasa değişikliğini, olağanüstü hâl koşullarında, Sayın Erdoğan'ın siyasi geleceğine ve siyasi beklentilerine uygun olarak inşa etmeye çalıştınız ve 2017 Anayasa değişikliğiyle Türkiye parlamenter rejimden, hukuk devletinden, çoğulculuktan uzaklaştı, yeni bir rejime doğru hızla yol almaya başladı. Rejimin adı da uluslararası otoritelere göre "otokrasi", şimdi "ılımlı otokrasi" diyorlar ama giderek daha sertleşecek otokratik bir yönetime doğru hızla gidiyorsunuz. Bu yönetim tarzı içerisinde sizlere karşı çıkan, biat etmeyen, sizin etki alanınıza girmeyen her kurumun sonuç itibarıyla ya dağıtılması lazım ya da size uygun hâle gelmesi lazım. O nedenle diyorum yani işte Diyarbakır Barosunun, İstanbul, Ankara Barolarının açıklamalarına bir kızgınlıkla ele alınan bir düzenleme değil bana kalırsa, o kızgınlığın belki bir etkisi olmuştur ama asıl etki... Sonuç itibarıyla, Türkiye'de yeni kurumlar inşa ettiniz Anayasa'da olmayan, her kurumu kendinize göre dizayn ettiniz, yargı denen bir kurum bırakmadınız, bağımsız ve tarafsız yargı denen bir kurum bırakmadınız, o kurumu tamamen kendi etki alanınızın içerisine aldınız ama o kurumun bir parçası olan, yargının bir parçası olan barolara etki edemediniz. Şimdi, ortalama bir hukukçunun, ortalama bir yurttaşın okuduğunda karşı çıkacağı bir düzenlemeyle karşımıza geldiniz. Çoğunluğunuz var mı? Var, Parlamentoda da var, burada da var çoğunluğunuz, geçireceksiniz, geçirme kararlılığınız var. Ama bu, demokrasiye uygun mu, Anayasa'ya uygun mu? Değil ama yapmaya çalışacaksınız. Şimdi, bu, inşa ettiğiniz yeni rejimin ayaklarından bir tanesi. Bununla neyi göstermeye çalışacaksınız?
Şimdi, Anadolu'dan bakınca, sizin iktidarınız her kurumu ele geçirmiş, medyayı ele geçirmiş, yargıyı ele geçirmiş, herkes size tabi ama barolar, meslek örgütleri tabi değil, bu meslek örgütleri tabi değil.
Bundan sonra ne yapacaksınız? Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de bir baro kuracaksınız, oradan bütün Türkiye'ye ve seçmenlerinize bir mesaj vereceksiniz, "Bakın artık barolar da bizim". diye. Yani iktidarınız ne kadar sürerse sürsün elde edemeyeceğiniz bir iktidarı böyle hukuk dışı, yasa dışı, Anayasa dışı bir yöntemle ele geçirip kendi tabanınızı, kendi siyasal iktidarınız etrafında toplamaya çalışacaksınız yani bir sahte görüntü vereceksiniz. Kimse, bundan sonra İstanbul'da kurulacak 2 no.lu baroya sizin ekranlarınızda bir şey demez. Yani 2 no.lu baro başkanı Ahmet, Mehmet demez. İstanbul Barosu Başkanı ve Anadolu'dan veya İstanbul'dan bakan insanlar, seçmenleriniz "Tamam, artık barolar da, avukatlar da bizden, bizim iktidarımız yürüyor." diyecekler. Bakın, bu sahte görüntüler çok uzun sürmeyecek.
Baroların tarihine baktığımızda, barolar ve avukatlar sürekli bir tutum olarak mazlumdan, mağdurdan yana olmuşlardır. Sizin mağdur olduğunuz zamanlarda da -şimdi mağdur değilsiniz iktidarsınız, on sekiz yıl sonra zulüm yapan bir iktidara dönüştünüz- sizin yanınızda olmuştu bütün barolar, avukatlar olmaya çalışmıştı en azından. Ben kendi tarihimde en azından bunu biliyorum. Şimdi, neden bu hâle geldiniz? Eğer zulüm yapmasanız, zalimlik yapmasanız iktidarda kalma şansınız kalmadı. 80'li 90'lı yılları ben Diyarbakır'da yaşamış, bölgede yaşamış, bütün Türkiye'deki insan hakkı ihlallerini aşağı yukarı takip etmiş bir insan olarak söylüyorum: O dönem ile bu dönemi karşılaştırdığımda çok daha ağır ve sistematik insan hakları ihlalleri var. İnsan hakları ihlallerinin önlenmesinde, ondan sonra insan hak ve ihlalleriyle mücadelede 5-6 kriter var. Bu kriterleri de karşılaştırdığımızda bu zalimliğiniz daha iyi ortaya çıkar. O kriterler ne? Sivil toplum. Bakın 90'lı yıllarda sivil toplum vardı. İnsan hakları ihlallerine karşı çıkan, hükûmetlerin müdahale etmediği, edemediği sivil toplum vardı ama siz, o sivil toplum örgütlerinin tümünü yok ettiniz; kapattınız, baskı kurdunuz, bu hâle getirdiniz 90'lı yıllardan farklı olarak. Mesela, kanun hükmünde kararnameyle üç hukukçu örgütünü kapattınız; Çağdaş Hukukçular Derneği, Mezopotamya Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği gibi. Yargı vardı değerli arkadaşlar o zaman, yargı vardı. Yine bağımsız ve tarafsız değildi ama bir kurum olarak yargı vardı. Onun bağımsızlığını ve tarafsızlığını tartışıyorduk ama şu anda yargı denen kurum yok, yürütmenin bir parçası hâline gelmiş, Karayolları Genel Müdürlüğünden bir farkı yok. Ben, zaman zaman uygulamaları Parlamento kürsüsünden anlatıyorum ve sizler de dinliyorsunuz. Bakın, Çağlayan Adliyesinde, Ankara Adliyesinde dukalıklar kurdunuz kanun hükmünde kararnameyle, yarın öbür gün sizlere ne yapacakları belli olmayan güç odakları hâline getirdiniz. Bakın, bizler kendimizle ilgili düzenlemeyi bile bir yasayla yapamadık, kanun hükmünde kararnameyle yaptınız bizim nasıl yargılanacağımızı ve onlara yetki verdiniz 90'lı yıllardan farklı olarak. 90'lı yıllarda bir yargı vardı kapısını çalabileceğimiz.
Medya, 90'lı yıllarda Dicle'de dışkı yedirilmesini haber yapan, haber yapabilen bir merkez medya vardı ama şimdi, insanların ölümünü bile haber yapamayan bir medya düzeni var. Medyanın yüzde 95'ini kontrol altına aldınız, şimdi sıra geldi sosyal medyaya.
Parlamento vardı değerli arkadaşlar, çoğulcu bir Parlamento vardı. Bakın, o Parlamento faili meçhul cinayetler raporu hazırladı, boşaltılan köylere ilişkin rapor hazırladı, Susurluk raporunu hazırladı, Şemdinli'ye ilişkin rapor hazırladı. Bugün Parlamentoda böyle raporlar yazmak mümkün mü? İnsan Hakları Komisyonu vardı o zaman, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı karakollara gidiyordu, işkence aletleri buluyordu. Şimdi, öyle bir komisyon var mı? Bugünlerden farklı olarak çoğulcu bir Parlamento vardı.
Beşinci olarak akademi vardı insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak çalışma yapan, zemin hazırlayan bir akademik ortam vardı ama şimdi akademiyi mahvettiniz ve yok ettiniz. Rektörleri sadece tek bir adam atıyor.
Uluslararası mekanizmalar vardı; yetkili, etkili, hükûmetlerin dikkate aldığı mekanizmalar vardı. Şimdi, yine o mekanizmalar var, Türkiye'ye duyarsız geldiler o da sizin onlardan uzaklaşmanızın neticesinde.
Bu 6 kriterle karşılaştırdığımızda berbat bir düzene imza attınız. Şimdi, o berbat düzeni barolar üzerinden yürütmeye çalışıyorsunuz. Bakın, sadece bugünlerde gündeme getirilmiş yasalara bakarsak siyasal tercihinizin ne olduğu ortaya çıkıyor. Bekçiler Yasası, İçişleri Komisyonunda kabul edilen arşiv ve güvenlik yasası, şimdi görüştüğümüz paralel baro yasası, belki haftaya görüşeceğimiz sosyal medya yasası. Bütün bunlar kurmak istediğiniz, kuracağınız, kurduğunuz, hızla ilerlediğiniz otokratik rejimin ayakları.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sayın Tanrıkulu, toparlayabilir miyiz.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Evet.
Bunun dışında ayakta kalma şansınız kalmadı.
Bakın, ben 1986 yılında Diyarbakır Barosunun Genel Sekreteriydim, 23 yaşındaydım. O zamanı da bilirim, bu zamanı da bilirim. Burada avukat arkadaşlarım da var. Bu düzenleme neye benziyor biliyor musunuz? Derin devlete teslim oldunuz, iktidar değilsiniz, derin devlet iktidarının hükûmetisiniz.
Neden bunu söylüyorum? Bakın, -avukat arkadaşlarımız var- burada hiç tartışılmadı. 2001 yılında Avukatlık Yasası değişti ve baro başkanları doğal delege yapıldı. Ne zaman yapıldı? Türkiye Barolar Birliğinin kurultay listesi belli olduktan sonra yapıldı. Baro başkanlarının yaklaşık yarısı kurultay delegesi değildi. Hızla bu Parlamentoda 2001'de Avukatlık Yasası değiştirildi. Delege olmayan baro başkanları doğal delege oldu, Yüksek Seçim Kurulunun kararıyla Türkiye Barolar Birliğinin kurultay listesine eklendiler. İlk defa ama ilk defa 2001 yılında Anadolu baroları İzmir'le beraber, İstanbul'la beraber Türkiye Barolar Birliğinin yönetimini değiştirmenin eşiğine gelmişlerdi. Bakın, bir operasyonla baro başkanları doğal delege yapıldı, kurultaya baro başkanları katıldılar ve 138'e 132 o zamandaki yönetim iktidarını devam ettirdi, bir operasyondu. Şimdi aynı operasyonu bakın, o operasyonu, derin devlet operasyonunu sizin iktidarınız -derin devlete teslim olduğu için- bu devletin güzel çocukları için yapıyor, akıl almaz bir biçimde ve yani şu anda siz inanmıyorsunuz ama biz sizin hükûmet olmanızı istiyoruz, hükûmet olmanızı istiyoruz. Kendinize gelin, hükûmet olun.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Sözlerinizi tamamlayın Sayın Tanrıkulu.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Kendinize gelin, hükûmet olun; çoğunluğunuz var, derin devlete teslim olmayın. Bu derin devlet uygulamalarına karşı çıkın, siz karşı çıkın. Geçmişte yapılan uygulamaların şimdi aynısını ve daha berbat yöntemlerle yapmaya çalışıyorsunuz. Bu, er geç ve er geç size dönecek; burada söylüyorum, tecrübeli bir barocu olarak söylüyorum aynı zamanda. O zaman, o operasyonu kimler yapmıştı, bugün kimler yaptırıyor size? Bir dönün, bir bakın; bu bir kızgınlık ifadesi değil, bunu söylemeye çalışıyorum yani Ankara Barosunun işkence raporundan sonra ya da işte açıklamasından sonra ya da işte kayıplara ilişkin raporundan sonra "Diyarbakır Barosu söylüyordu, bir şey olmuyordu işte, Ankara Barosu söylüyor nasıl söyler." kızgınlığıyla değil başka bir siyasi mühendisliği şu anda o derin iktidar, derin devlet bu devletin güzel çocukları için sizlere yaptırıyor.
OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ediyoruz Sayın Tanrıkulu.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Ben son olarak şunu söyleyeyim: Yani kendinize yazık ediyorsunuz, kendinize yazık ediyorsunuz ve kendi gidişinizi hızlandırıyorsunuz.
Teşekkür ediyorum.