KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli bürokratlar, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle bu gezi için Komisyona ve geziye katılan arkadaşlara, uzmanlara teşekkür ediyorum. Sonuçta ağır bir insan hakları ihlali ortamında komisyonumuz müdahale etmişti en azından. Bir rapor ortaya çıkmıştır, o raporu burada tartışıyoruz. Ben de kararı gören ve giden arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Ancak 1-2 şeyi önceden söylemem lazım. Burası İnsan Hakları Komisyonu. Kanunla kurulmuş, bir ihtisas komisyonu değil. Dolayısıyla bu komisyon özelliği gereği yani eleştirilerimiz sert olabilir, ağır olabilir dolayısıyla buradaki arkadaşlarımızın diğer komisyonlardan farklı olarak daha tahammüllü, daha hoşgörülü olması lazım eleştirilere karşı. Ben, bu ortamın İnsan Hakları Komisyonunda sağlanması gerekir diye düşünüyorum çünkü bu Komisyon diğer bütün komisyonlardan farklı bir komisyon, en azından Hükûmetin diğer kurumların veya örgütlü diğer grupların, terör örgütlerinin neyse tümünün insan hakları ihlallerine karşı onları inceleyen bir komisyon, dolayısıyla. Her taraftan gelen yani işte cevaplara da, yanıtlara da doğrudan doğruya bir ön kabulle doğrudan kabul etmeden şüpheyle bakmamız gereken bir Komisyon aynı zamanda, insan hakları ihlallerinin doğası gereği. Dolayısıyla aynı açıdan bakmayabiliriz ama eleştirilerde daha hoşgörülü olmamız gerekir diye düşünüyorum, öncelikle.

İşkence konusuna ben de girmek istiyorum; siz de girdiniz, Sayın Yayman da girdi, diğer arkadaşlar da girdi. Yani hayatı boyunca işkenceye karşı mücadele etmiş, kimden gelirse gelsin mücadele etmiş birisiyim. Birçok kurumda bu konuda çalıştım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde onlarca karar da aldım, burada hukuk olmadığı için. Şimdi, farklı bir konumdayız yani Türkiye'de işkence yoktur demekle işkence yok olmuyor sonuç itibarıyla.

BAŞKAN - Var demekle de var olmuyor.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Evet. Ama sonuçta işkence bana göre de Türkiye'de yani sistematik bir biçimde, gözaltı merkezlerinde, gözaltına alınma sırasında bir yöntem olarak uygulanan bir durumdur. Bu, benim, hem Bakanlığın istatistiklerinden hem bununla ilgili çalışan sivil toplum örgütü raporlarından ve bizzat kendi gözlemlerimle ortaya çıkardığım sonuçtur. Ha, cezaevlerine gidilmiştir -6-7 tane cezaevine- koğuşlarda insanlarla görüşülmüştür. Onlar kötü muamele olabilecek uygulamaları belki söylemişlerdir ama onun ötesinde birçok uygulama da var bizzat tanık olduğumuz, bildiğimiz uygulamalar da var.

Dolayısıyla, bizim, işkence konusunda da Komisyon olarak...

BAŞKAN HAKAN ÇAVUŞOĞLU - Sayın Tanrıkulu, hemen bir parantez açabilir miyim.

Spesifik konularda, diyelim ki böyle bir durum söz konusu olduğunda, biz Komisyon olarak, bize ulaşan ne varsa bunu -mesela, son bu şeyde de- hem İçişleri Bakanlığımızla hem Valilik makamıyla sair suretlerde görüşüyoruz.

Bizim buradaki esas muradımız şu, onu öncelikle söyleyeyim: Siz de bahsettiniz, burası İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, katılıyorum, hassasiyeti olan bir komisyon. Bu Komisyonu zehirlememek lazım; dille de üslupla da eleştiriyi açan mahiyet itibarıyla da zehirlememek lazım çünkü birbirimize olan güvenimizi kaybediyoruz. Bu çok önemli bir şey ve samimi olmak lazım. Bir yerde varsa bir durum onun üzerine gidelim ama varmış gibi yapıp bunun üzerinden bir propagandaya dönüştürmek de doğru değil. Mesela son günlerde 63 tane ayrı ayrı dilekçe geldi. Bu 63 dilekçe yerine 1 dilekçe de gelebilirdi; 1 dilekçe yazıp hepsi de imzalamış olabilirdi. Neden böyle bir yol tercih edildi ben anlamadım mesela.

Teşekkür ederim.

Buyurun.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, "somut olay" derseniz, bakın, birçok somut olay var; bizzat bana ulaşan, benim Bakanlığa sorduğum birçok somut olay var. Diyarbakır'da Çarşı Karakolunun karşısında, kafede 2 kafe işleticisi, 1'i öğretmen, 1'i... Paylaştım, Bakanlığa bildirdim, fotoğraflarını paylaştım. Yani bir gecede dişleri paramparça edilmiş yahu 3 tane dişi yok o çocuğun. Yani bu oluyor hem de karakolun karşısında, 40 metre uzağındaki bir kafede.

BAŞKAN HAKAN ÇAVUŞOĞLU - Sezgin Bey, doğru değil ama buna "Sistematik olaylar var." demek de doğru değil.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Bakın, ismini söyleyeyim, Sayın Başkan, bitireyim ben, konuşmayın, bir bakın.

BAŞKAN HAKAN ÇAVUŞOĞLU - Buyurun.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Bakın, siz de avukatsınız, ben de avukatım aynı zamanda. Baro başkanları Ankara'ya gelmişler, toplantı ve gösterişi yürüyüşü haklarını kullanmak istiyorlar silahsız, saldırısız bir biçimde. Şimdi, bu bir insan hakları ihlali değil midir? İnsan hakları ihlalidir bana göre. Önceden izin almaksızın, kamu düzenini de bozabilirler -bakın, İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına göre söylüyorum, AYM'nin kararlarına göre söylüyorum- aksatabilirler de; toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının özü budur. Ağır bir insan hakları ihlalleri oldu orada, yirmi yedi saat boyunca orada beklettiler. Hadi "işkence" demeyelim ama bulundukları koşullar, onlara su verilmemesi, ekmek verilmemesi, ihtiyaçlarının karşılanmasının engellenmesi, en azından, bakın en azından bu tablo içerisinde bir kötü muameleyi baro başkanları üzerinden dünyaya göstermiştir. Bunu yapanların Türkiye'ye bu kötülüğü yapmaya hakkı yok, böyle bir tabloyu baro başkanları üzerinden dünyaya göstermeye hakları yok. Onların o kötü koşullarda, çadır alınmadan ya da ihtiyaçları karşılanmadan orada bekletilmesine hakları yok. Bunu kim yapmışsa açık söylüyorum yani Türkiye'deki bu ortamın, insan hakları ortamının bütün dünyaya gösterilmesine hizmet etmiştir, doğru bir şey yapmamıştır. Bakın, bu ortamın kendisi iki hafta önce hepimizin gözü önünde oldu. Dolayısıyla "Yok." demekle olmuyor.

Benim size bir önerim var, bakın Komisyon olarak bunu yapalım: Türkiye Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesi'ne taraf mı? Taraf. Onun denetim mekanizmasına taraf mı? Taraf. 2016 yılından bu yana, ondan önceki bütün raporlar Hükûmetin izniyle açıklanmış. 2016'dan itibaren 16, 17, 18, 19'da -Hükûmetin izniyle gelmişler bakın, Hükûmetin izniyle gelmişler- 4 sefer Türkiye'ye gelmişler, 1 sefer düzenli ziyaret yapmışlar, 3 kez "ad hoc" şeklinde bir ziyaret yapmışlar Türkiye'ye; raporlarını Hükûmete göndermişler; Hükûmet görüşlerini bildirmiş ama yayımlanması için izin verilmiyor. Bakın, bu olgu tek başına -hani "2016'daki koşullar" falan filan diyebilirsiniz- izin verilmemiş olması, hâlen onların yayımlanmamış olması Türkiye'de karine olarak işkencenin var olduğunu gösteriyor zaten; bizim bir şey söylememize gerek yok. Bunu Türkiye'nin muhatapları, uluslararası muhatapları bu şekilde görüyor.

Dolayısıyla, hadi, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu olarak bize düşen görev aynı zamanda bu, çağrı yapalım, beraber çağrı yapalım Hükûmete "Bu rezervi niye koydunuz, rezervi kaldırın." diyelim. Varsa oradaki öneriler, biz de görelim, Komisyon olarak biz görelim. Bakın, siz Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilisiniz ama o partideki milletvekilliği mensubiyetiniz buradaki sıfatınızın önüne geçerse bu Komisyonun da saygınlığı kalmaz zaten; mesele biraz burada. Mesela bu konuda bir inisiyatif alsanız bu Komisyonun saygınlığı 10 kat daha artar, 10 kat daha artar. Bakın, sözleşmeden kaynaklanan bir durum var ve buna izin vermeyen Hükûmet var; somut bir biçimde söylüyorum. Otuz yıldır açıklanan raporlar var, şimdi açıklanmayan raporlar var; bu somut bir mesele. Dolayısıyla siz ne kadar derseniz deyin o raporlara rezerv konduğu sürece Türkiye'de bu muhataplarımız bunu söyleyecekler. Daha somut başka şeyler de söyleyebilirim.

Yani işkence, zorla kaybedilme konularını falan zaten yazıyoruz, çiziyoruz. Aynı düşünmüyoruz, zaman zaman aynı düşündüğümüz vakalar da oluyor. Bu konuda, bizim eleştirilerimizin doğruluğu konusunda bir şüphe kafanızda olsun ki insan hakları konusunda yol alabilelim. Bakın, Hükûmetiniz on sekiz yıldır iktidardır; on sekiz yıl önce başladığı yer ile şimdi geldiği yer arasında farklılıklar olabilir. Bunu siz içeriden göremeyebilirsiniz ama biz... Dolayısıyla size ulaşmayanlar bize ulaşabilir. Bizim eleştirilerimiz yapıcı eleştiriler, eleştirilerimizi insan hakları ihlallerinin önlenmesi konusunda yapıcı eleştiriler olarak görün, bu şekilde alın; takdir size ait, uyarsınız, uymazsınız.

Bakın, burada ben raporu yazan arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum. Alt komisyon üyesi 2 arkadaşımız gerçekten -siz de eksikliğini falan gördünüz zaman zaman, okuyacaksanız- kapsamlı bir rapor hazırlamışlar 7 sayfalık. Son kısımda siyasi eleştiriler de var Suriyeli mülteciler konusunda. Evet, sonuçta mülteciler, sığınmacılar -neyse adları işte- Suriyeliler başta olmak üzere Türkiye'nin bir olgusu hâline geldiler yani bizim sosyolojik olarak incelememiz gereken nüfusumuzun bir parçası hâline geldiler; büyük sorunlar. Yani Türkiye'den bütün Avrupa'ya kırk yılda, elli yılda giden göçmen sayısı, mülteci sayısı, sığınmacı sayısı 4 milyon değil, bize üç yılda, dört yılda gelen sığınmacı, mülteci, göçmen sayısı o kadar. Dolayısıyla böyle bir sorunla, bu kadar büyük bir sorunla, dünya ölçeğinde, zaman dilimi bakımından, yoğunluk bakımından karşı karşıya kalan başka bir ülke de yok. Dolayısıyla bu konuda, nüfusumuzun önemli bir parçası hâline gelecek bu göçmenler konusunda daha uyumlu, daha birlikte, daha tutarlı çalışmamız lazım. Ben şunu kabul etmem... Yani yakınları 1980 askerî darbesinden sonra yurt dışına sığınmacı olmuş, mülteci olmuş, o prosedürleri bilen, giden, gezen, dolaşan, onların durumunu dünyada bilen insanlardan biriyim ve sığınmacılığın, göçmenliğin en zor, en berbat insanlık hâli olduğunu da biliyorum. Hiç kimse kendi evladından, çevresinden, toprağından kendi iradesiyle kopmak istemez; ya savaştır ya can güvenliğidir ya da ekonomik nedenlerdir, büyük bir eziyet çekerler... Dolayısıyla bu konularda uzlaşabiliriz, Türkiye'nin önünü açabiliriz çünkü bugün siz varsınız, yarın başkası gelir ama bunlar Türkiye'nin nüfusunun bir parçası olacaklar. Bu sorunları beraber konuşabiliriz ama bakın, burada sorun şudur yani bizim eleştirdiğimiz konu şudur:

1) Suriye politikası. Bunun genel eleştirilerini yapıyoruz, şimdi burada söyleyecek değiliz.

2) Mültecilerin zaman zaman uluslararası ilişkilerde bir silah olarak kullanılması meselesidir. Doğru olamayan budur. Hükûmet zaman zaman uluslararası ilişkilerde Türkiye'de bulunan mültecileri uluslararası ilişkilerin bir aracı olarak kullanıyor. Bu, temel insan haklarına aykırıdır; o mültecilerde yarattığı beklenti, umut, onlarda yarattığı travma bakımından ağırdır, Hükûmetin yapmaması gereken budur. Bunu da son kısımda Mahmut Bey söylemedi ama buna ilişkin eleştiriler de burada var. Dolayısıyla bunlara karşı çıkmalıyız. Tabii ki nefret söylemine karşı çıkacağız, Avrupa'nın ikiyüzlü politikasına karşı çıkacağız, Avrupa'yı Türkiye'yi bir mülteci evi olarak tutan politikalara tabii ki karşı çıkacağız. "Ben parasını vereyim, Türkiye'de kalsın, aman bana bulaşmasın." politikalarına tabii ki bu insan hakları ortamında karşı çıkacağız, çıkmalıyız, ağır eleştireceğiz ama bizim Hükûmetimizin de bu Hükûmetin de mültecileri Avrupa bakımından, diğer ülkeler bakımından uluslararası ilişkilerde bir araç olarak kullanmasına da karşı çıkmalıyız. Bu olayda da bu olmuştur yani konjonktürel olarak İdlib'de meydana gelen olaylardan sonra konjonktürel olarak bu olmuştur. Peki, niye şimdi bu yapılmıyor? O zaman ihtiyaç vardı uluslararası ilişkilerde, kullanıldı mülteciler, yollar açıldı; şimdi böyle bir ihtiyaç yok dolayısıyla kullanılmıyor. O zaman kapı her zaman açık olsun yani her zaman açık olsun. Bu yapılırsa doğru bir politikadır karşı çıkmam ama uluslararası ilişkilerde zaman zaman ihtiyaç duyulduğu anda buna başvurulursa başka zaman başvurulmazsa bu yanlış bir politikadır, mültecilerin temel insan haklarına da aykırıdır; burada altını çizdiğimiz, sizin de çizdiğiniz terk etme hakkı bakımından dan aykırıdır dolayısıyla -siz de ifade ettiniz aynı zamanda- buna karşı çıkalım. Bazı şeyler bakımından da rapora geçmiş olması bakımından da bunu doğru buluyorum. Bu, en azından Türkiye'deki insan hakları ihlalleri bakımından nelerin yanlış olduğu, Yunanistan'ın yapması bakımından da bizim raporumuzda yer almış. Yani belki Türkiye'den bir olay olsa bu raporu bu şekilde yazmazsınız. Ama mesela işte biber gazı sıkılması ve ses bombaları atılması, sayfa 21'de, bir temel insan hakları ihlali olarak söylemişsiniz, çok güzel bir şey, bence de öyle. Ama Türkiye de en fazla biber gazı ithal eden ülke sonuçta ve bunları da yurttaşlarına karşı kullanıyor yani temel haklarını kullanmak isteyen, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanmak isteyenlere karşı kullanıyor, buna da karşı çıkmışız. Umarım yani Türkiye'de bir olay olduğu zaman da buna karşı çıkarız.

Ayrıca basın açıklamanızı da -hani Komisyon Başkanı olarak mı yaptınız, Komisyon adına mı yaptınız tartışmasını bir tarafa bırakıyorum- yapmışsınız bir sefer yani. Ama Human Rights Watch Direktörü Kenneth Roth'un 2 tane "tweet"ine atıfta bulunduğunuz için de teşekkür ediyorum size. Umuyorum Kenneth Roth'un bundan sonraki "tweet"lerine de, raporlarına da, Human Rights Watch'un raporlarına da, Türkiye'ye ilişkin raporlarına da aynı kıymeti verirsiniz.

Çok teşekkür ediyorum.