KOMİSYON KONUŞMASI

ATAY USLU (Antalya) - Tabii, bu eski tarihli olması... Bence kendi içteki olaylarında yeni tarihlileri kullanıyorlar, eski tarihlileri bekletiyorlar ki sığınmacıları insan olarak görmüyorlar, onlara karşı kullanıyorlar, ben öyle yorumlamıştım olayı.

Tabii, şu Muhammed el Arab, Suriye uyruklu sığınmacı hayatını kaybetmişti. Onun arkadaşlarının ifadelerini okuyorduk. Tekrar etmek istiyorum: "Yaklaşık 500 kişilik bir grupla Meriç Nehri'ni gece geçtik, hava aydınlanınca içeri doğru ilerledik, tel örgüler arkasında bulunan Yunan askerleriyle karşılaştık, yavaş yavaş askerlere doğru yaklaştık, askerlerin uyarıda bulunmadan gerçek mermilerle ateş açtığını gördük. Grupta çocuklar, bebekler ve kadınlar bulunuyordu. Bu yüzden bize gerçek mermilerle ateş edilebileceği ihtimali vermiyorduk başlangıçta. Arkadaşımız Muhammed'in sırtına mermiler isabet etti, vücudundan kanlar fışkırdı ve olay yerinde hayatını kaybetti. Onun cesedini alarak, Türk askerlerinin de yardımlarıyla nehirden geçerek Türkiye'ye geri döndük." diye ifade ediyor. Burada da bir fotoğraf görüyorsunuz arkadaşlar.

Yine başka bir

görüşmede, Yunan polisinin üzerlerindeki paralar ile değerli eşyaları aldığını, kıyafetlerini çıkardıktan sonra kendilerini dövdüğünü, zorla bota bindirilip Türkiye'ye itildiklerini ifade etmiştir Muhammed el Hadar ve ailesi bunu net bir şekilde anlatmıştır. Buna benzer tabii ki ifadeler, farklı beyanlar raporumuzda bulunmaktadır. Raporumuzun son bölümünde de güvenlik güçlerinden aldığımız darp, olay yeri tespiti ve diğer şikâyetlerle ilgili tutanaklar da bulunmaktadır.

Yunanistan'ın ortaya koyduğu tutum, tavır sığınma hakkının ihlalinin üzerine çıkmış, yaşam hakkını ihlal eder duruma gelmiştir, bu çok önemli arkadaşlar. Sığınmacıların soğuktan ya da denizlerdeki dalgalardan ölümünü dünya çoğu kez görmüştü ama ilk kez bir devletin sistematik olarak sığınmacıları öldürdüğünü ve yaşam hakkını ihlal ettiğini biz de müşahede ettik, dünya da sessizce izledi.

Yunanistan'ın sınırda bekleyen sığınmacıları geri itmesi, ülkesine kabul etmemesi, sığınma taleplerini almaması veya askıya alması, orantısız güç kullanması bunların hepsi insan haklarını içeriyor ve hukuka, uluslararası hukuka aykırı uygulamalardır. Hem Cenevre Sözleşmesi'nin "sığınma hakkını ve geri göndermemeyi" düzenleyen hükümlerini hem İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne, yaşam hakkına aykırıdır. Ayrıca ortaya konan bu insani ve hukuki olmayan durum Avrupa Birliği'nin iç hukukunda ortaya konan sığınma mevzuatına ve uygulamalarına da aykırıdır. Mesela; Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı'nın 18'inci maddesi der ki: "Sığınma hakkı, herkese verilmelidir." der, 19'uncu maddesi: "Geri gönderme yasaktır." der, yine Avrupa İrtica Sistemi: "İhtiyaç duyulan kişilere sığınma hakkı verilmelidir." der. Kısacası bu aykırılıklar Avrupa'nın kendi koyduğu hükümlere ve normlara aykırılık teşkil etmektedir. Yani, biraz önce de bahsedildi Yunanistan, evet, insan hakları ihlalleri işliyor, Avrupa'da ciddi şekilde insan hakları ihlalleri var. Avrupa ve Yunanistan kendi içlerinde olan bu ihlalleri asla görmüyorlar ama başka ülkelerde olduğu zaman hemen harekete geçiyorlar. Oysa insan hakları kurallarının, normlarının bir çoğu Avrupa'da ortaya çıkmış ama bu süreçte de görüldü ki en çok Avrupa tarafından çiğnenmektedir. Nitekim bu konuda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği de açık bir açıklama yapmıştır. "Yunanistan'ın uygulamalarının sığınma hakkını ortadan kaldırdığını, Yunanistan'ın sığınma başvurularının askıya almasını hem Cenevre Sözleşmesi'ne hem de Avrupa Birliği mevzuatına aykırı olduğunu" net bir şekilde ifade etmiştir. Yine uluslararası kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin Yunanistan'ı kınayan açıklamaları da vardır.

Tabii, bu olay Türkiye'nin mültecilere ev sahipliği yapabilme kapasitesinin sonuna gelinmesi dolayısıyla ortaya çıkmıştır. İdlib'de ortaya çıkan ve sınırlarımıza vuran potansiyel göç dalgası Avrupa Birliği'nin ve uluslararası toplumun, Türkiye'nin yükünü yeterince paylaşmaması sonucunda Türkiye'nin uyguladığı "terk etme hakkının engellenmemesinin" sonucudur.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye şu anda sığınmacılar açısından dünya da çıkışları durduran tek ülkedir. Bütün dünyadaki ülkeler girişleri durdururlar, "bizim ülkemize sığınmacılar girmesin" derler, arkadaşlar, biz çıkışları durduruyoruz. Yani, aslında uluslararası hukuka aykırı bir durum söz konusu çünkü terk etme hakkı uluslararası hukuk açısından bir insani haktır ama biz bunun niye yapıyoruz? İnsanlar Ege'de hayatını kaybetmesin diye yapıyoruz. Niye yapıyoruz? Çünkü karşıda, Avrupa bunları kabul etmiyor, etmediği zaman gayriinsani durumlar ortaya durumlar ortaya çıkıyordu. Ancak bu süreçte İdlib'in ortaya çıkardığı potansiyel göç dalgası ve onun ortaya çıkardığı domino etkisi nedeniyle Türkiye terk etmeme hakkını engellememe politikasına zorunlu olarak geçmiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarafından alınan bu karar mücbir sebeplere dayanmanın verdiği zorunluluğun sonucudur. Bu karar sonucunda 100 binlerle ifade edilen sığınmacı Yunanistan sınırına ulaşmış, "üçüncü ülkelere" geçmeye çalışmıştır.

Yunanistan Devleti'nin yetkilileri tarafından uluslararası basına yansıyan değerlendirmeler ve sınır boyunda yaptığımız gözlemlere nazara alındığında komşumuz Yunanistan'ın sınırına ulaşan sığınmacılara sınır muhafızları tarafından uygulanan şiddetin boyutu çok büyük olduğu görülmüştür. Ve bu şiddetin sistematik bir hâl aldığı incelenmiştir. Ayrıca, biz inceleme yaptıktan sonra basından ve orada bulunan arkadaşlardan aldığımız bir bilgi daha var: Yunanistan, sığınmacılara karşı avcıları kullanmıştır arkadaşlar. Avcılara demişlerdir ki: "Ellerinize tüfeklerinizi alın, sığınmacıların geçişlerine siz engel olun." Düşünebiliyor musunuz? Yani, insan avına çıkılmıştır o süreçte; Yunanistan'ın yaptığı uygulama budur. Tabii, Yunanistan bu uygulamasında tek başına değil; Yunanistan'a Avrupa Birliğinin destek verdiğini de görüyoruz bu süreçte. Mültecilere şiddet kullanılmasına, hayatlarına kastedilerek Yunanistan'a girişlerinin önlenmesine Avrupa Birliğinin kara, deniz ve sınırlarını koruyan koruma birimi Frontex'in müdahil olduğu görülmüştür; yani Frontex, sığınmacıların geçişine engel olmaya çalışmıştır bu dönemde. Dolayısıyla, Yunanistan'ın uygulamalarına Avrupa Birliği de destek vermiştir.

Bugün Avrupa'nın kitlesel göç akınlarına maruz kalması, Türkiye'nin sınırlarındaki esnek tutumundan ziyade, uluslararası toplumun, küresel ölçekteki göçün ortaya çıkardığı yükü dengeli şekilde paylaşmasındaki zafiyetin ve İdlib'teki insani dramın domino etkisinin sonucudur. Avrupa Birliği, göç sorununa çözüm bulmak yerine, daha çok, göçü Avrupa dışında tutmak ve orada yönetmek istemektedir. Bu politika, sığınma hakkını insanlardan esirgemekte; bu politika "geri göndermeme" kuralını ihlal etmekte; bu politika, Yunanistan'ın yaşam hakkını ihlal eden politikalarına göz yumma sonucunu doğurmaktadır. Komşu ülkelere tavsiye edilen "açık kapı" politikası sorumluluktan kaçmanın, yükü komşu ülkelere bindirmenin bir yöntemi hâline gelmiştir; oysa "sığınmacı" konusu komşu ülkelerin değil, tüm dünyanın sorunudur. Oysa "açık kapı" politikası yalnızca komşu ülkelerin değil, herkesin uygulaması gereken bir politikadır; Cenevre Sözleşmesi'nin, Avrupa İnsan Hakları Beyannamesi'nin, İnsan Hakları Beyannamesi'nin gereğidir. Sorumluluk ve yük paylaşımı konusunda dünyanın yeni adımlar atması gerekiyor.

Geri atma, geri itme, göçmen botlarının patlatılması, ara bölgede insanları sıkıştırmak gibi gayriinsani tutumlar nedeniyle Yunan kolluk kuvvetleri uyarılmalı ve uluslararası kuruluşlar tarafından daha sıkı denetlenmelidir. Bu tür davranışlar Birleşmiş Milletler, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Uluslararası Göç Örgütü başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşlar tarafından ciddi şekilde eleştirilmeli ve buna karşı hukuki mevzuat geliştirilmelidir.

Özellikle İdlib bölgesinde Türkiye'nin, tabii, ortaya koyduğu çabalarla o bölgeye yine bir huzur ortamı getirilmeye çalışılıyor; bu bölgede devam eden insani drama dünyanın kafasını çevirmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hâlâ sınırımızın hemen yanı başında milyonlarca insan hakikaten insani olmayan şartlarda yaşamaya çalışmaktadır ve Türkiye bu konuda da üzerine düşeni yapmaktadır.

Biliyorsunuz, Frontex var, NATO gemileri var; bunlar sığınmacılar Avrupa'ya geçmesin diye nöbet tutuyor. Aslında bu insanların, Suriye'de sivil insanların üzerine varil bombaları atılmasın diye nöbet tutmaları gerekiyor. Suriye'de PKK/PYD-YPG, DEAŞ terör örgütleri var; bunlara karşı mücadele etmesi gerekiyor bu uluslararası güvenlik kuvvetlerinin ama bunlara karşı mücadele etmediklerini görüyoruz.

Sığınmacı hareketlerinin bir kısmı Suriye'de ortaya çıkan istikrarsızlığın sonucu, Esad rejiminin siviller üzerine bomba atmasının sonucu ama bir kısmı da -şunu görmek lazım- bölgede bulunan terör örgütlerinin tetiklediği göç hareketleri. Özellikle Fırat'ın doğusunda PKK/PYD-YPG, DEAŞ gibi terör örgütleri 1 milyona yakın insanın Türkiye'ye veya başka ülkelere göçerek sığınmacı konumuna düşmesine sebep olmuştur, bunun da görülmesi gerekiyor.

Uluslararası kuruluşlar daha çok bugünlerde "Kaç göçmen geçti?" diye saymakla meşgul. Bazen Komisyondaki arkadaşlar da sayılara çok takılıyor. Arkadaşlar, 1 sığınmacı bile hayatını kaybetse aslında tüm insanlık hayatını kaybetmiş demektir bizim medeniyetimiz açısından. Bazen "150 bin mi oldu, 145 bin mi oldu, 138 bin mi oldu, 127 bin mi oldu?" gibi tartışmalar ortaya çıkıyor; bence bu sayılardan kurtulup olaya farklı bir şekilde bakmak gerekiyor.

Süreç içerisinde, tabii, ben... İçişleri Bakanlığı yetkilileri burada. İçişleri Bakanlığımızın Göç İdaresi Genel Müdürlüğü yeni kuruldu, göçü yönetme felsefesiyle kuruldu. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresinin de sahada olduğunu gözlemledik. Ben, yetkililer buradayken tabii Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne de bir talebimi iletmek istiyorum. Bu bölgede sığınmacıların Yunanistan ve Avrupa Birliği tarafından haklarının çiğnendiğini gördük. Hakları çiğnenen, geri itilen, yaşam hakları ihlal edilen sığınmacılara hukuki destek verilmelidir. Bu süreçler takip edilmelidir, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi örneğinde, hakların aranması sürecinde mutlaka Göç İdaresinin aktif bir şekilde destek vermesi gerektiğini düşünüyorum, bu olayın burada bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Sonuç itibarıyla gördüklerimiz bunlar, gördüklerimizi beki iki cümleyle ifade etmek istersek: Bir, yaşamın sınırındaki sığınmacıları gördük. İki, insan haklarında sınırı aşan Yunanistan'ı gördük. Bu tavır hâlen devam ediyor, dünyada devam ediyor, bu tavrı kınıyoruz.

Benim, üzüntüm şu: Sığınmacılara karşı uygulanan muamele Avrupa'da eyvallah, insan hakları sınırını aşmış ama zaman zaman da Türkiye'de sığınmacılara karşı nefret dilinin kullanıldığını görüyoruz. Bundan uzaklaşmamız gerektiğini düşüyorum. Yani, sığınmacılara karşı nefret dili kullanmakta bir hak ihlalidir, bunu fark etmek lazım. Kim sığınmacılara, kim insanlara karşı, insani olmayan bir muamele yapıyorsa, ötekileştiriyorsa, nefret dili kullanıyorsa kınıyorum.

Ben, teşekkür ederim Sayın Başkanım.