| Komisyon Adı | : | İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU |
| Konu | : | Göç ve Uyum Alt Komisyonunun hazırladığı Türkiye-Yunanistan Sınır Bölgesindeki Sığınmacı Geçişlerinin Yerinde İncelenmesine İlişkin Rapor |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 02 .07.2020 |
ATAY USLU (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Ben de sizleri ve Komisyon üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Göç ve Uyum Alt Komisyonu olarak, hem geçen dönem hem de bu dönem çalışmalarımıza devam ediyoruz. Tabii, göç konusu dünyanın önemli konularından bir tanesi.
Geçen hafta, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği bir rapor yayınladı. "Dünyada 300 milyona yakın göçmen var, bunun 79 milyonu yerinden edilmiş insanlardır." dedi. Yani, yaklaşık olarak 79 milyon sığınmacı şu anda dünyada bulunuyor. Dolayısıyla göç konusu hem ülkemizin hem de dünyanın önemli bir sosyal olgusudur. Göçe bir sorun olarak bakmamak lazım, bir sosyal olay olarak bakmak lazım. Ancak bugünler de yalnızca kriminal ve güvenlik lenslerle bakılıyor dünyada. Öyle bakıldığı için göç bir sorun gibi gözüküyor. Oysa göç, doğru değerlendirilmesi, doğru yönetilmesi gereken bir süreçtir, doğru yönetilirse aslında bir kriz olduğu kadar bir fırsattır. Birçok dünyadaki ülkenin göçmenlerle zenginleştiğini, göçmenlerle kurulduğunu unutmamak gerektiğini düşünüyorum.
Sayın Başkanımız da bilgi verdiler, tabii, biz neden Edirne'ye gitme gereği hissettik? Önce ondan bahsetmek istiyorum. İdlib bölgesinde ciddi bir iç çatışma ortamı doğdu. Rejim güçleri sivillerin üzerine bombalar atmaya başladı o dönemde ve atılan bombalarla İdlib bölgesinde 1 milyondan fazla insan yer değiştirmek zorunda kaldı o dönemde ve 2,5 milyon Suriyeli de -yine İdlib bölgesinde ve çevresinde 2,5 milyon Suriyeli de- bombaların etkisi nedeniyle göç baskısıyla karşı karşıyaydı. yani 3,5 milyon insan etkilenmişti. Tabii, biz, bu pandemi sürecinden hemen önce Edirne'ye gitmiştik ve o dönemi tekrar hatırlatmak istiyorum. Ardından, pandeminin yeni başladığı dönemde "Bir alt komisyon toplantısı yapalım." dedik ama arkadaşlarla da konuşmuştuk, onu iptal ettik. Bu alt komisyon toplantımızı artık "yeni normal dönemi"nde yaptığımız için belki bu rapor bugün gündeme geliyor.
Evet, dediğim gibi 3,5 milyon gibi bir baskı, göç baskısı oluştu. Türkiye üzerindeki bu baskının neticesinde de Türkiye geçişlere müdahale etmeme kararı aldı. Bu karara bağlı olarak da sığınmacılar, Yunanistan'a geçmek üzere Pazarkule Hudut Kapısı'na veya Meriç Nehri sınırlarına doğru hareketlendiler. Bu hareketlenme sonunda sığınmacılara karşı ciddi bir şekilde -içinde çocukların, kadınların, yaşlıların bulunduğu sığınmacılara- gaz ve sis bombalarının, plastik ve gerçek mermilerin kullanıldığı, kimyasal tazyikli suların kullanıldığıyla ilgili kamuoyunda ciddi şekilde haberler çıktı, bilgiler oluştu. Bunun üzerine hem Başkanımızın hem üyelerimizin talebiyle biz de 28 şubat tarihindeki bu hareketlilik sonrasında hemen 3-4 mart tarihlerinde Edirne iline hareket ettik, Komisyon üyelerimizle beraber. Komisyon üyelerimizle beraber Pazarkule ve İpsala Sınır Kapılarında incelemelerde bulunduk. Yine, Meriç Nehri boyunca da incelemelerimiz devam etti. Öncelikle tabii, Edirne'ye vardığımızda valilikten bir bilgi aldık. Valilik içerisinde sağlık, emniyet, göç, afet, jandarma birimlerinin olduğu geniş bir katılım oldu. Orada Sayın Vali başta olmak üzere bize bilgiler sundular. Orada edindiğimiz bilgiler şunlardı: Sığınmacılar yalnızca sırtlarındaki çantalarla -tek varlıkları çantalarıydı- Avrupa'ya doğru geçmek istiyorlar ama tabii geçerken ciddi bir şekilde beslenme, sağlık ve diğer insani ihtiyaçlar ortaya çıktı. Bu ihtiyaçları karşılamak üzere kurumların harekete geçtiğini anlattı Sayın Vali. Dedi ki: "Temel beslenme ihtiyaçlarını karşılıyoruz, tuvalet ve temiz su ihtiyaçlarını karşılıyoruz." O dönem tabii havalar çok soğuktu, sıfırın altına düşüyordu, battaniye ve kıyafet dağıtıldığını, yakın bölgelerde kahvehanelerin ve camilerin gece boyunca açık ve sıcak tutulduğunu ifade etti ki çünkü sığınmacılar gece donma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Yine temizlik konusu, ortaya ciddi bir şekilde çöpler çıkıyordu. Onunla ilgili de toplum yararına çalışma programı çerçevesinde 400 kişinin istihdam edildiğini ve çalışmalar yapıldığın ifade etti. Tabii çalışmaların içerisinde Kızılay, Göç İdaresi, AFAD, STK'ler, belediyeler, Edirne Belediyesi dâhil olmak üzere alttaki ilçe belediyeleri dâhil olmak üzere herkesin insani ihtiyaçları giderme konusunda gayret gösterdiği ifade edildi, biz de bunları yerinde müşahede ettik.
Sağlık hizmetleri önemliydi; hem bölgeye gelenlere sağlık hizmetinin verilmesi gerekiyordu hem de geri itilenlere, dövülen, yaralananlara sağlı hizmeti gerekiyordu. Sağlık birimlerinin teyakkuzda olduğunu gördük.
Biz alt komisyon toplantısı sonrasında bu bilgileri verdik ama birkaç basın organında, sanki orada yalnızca bir ambulansın ve bir hemşirenin olduğu gibi bilgiler çıktı geçen hafta, bunun da yanlış olduğunu ifade etmek istiyoruz. Biz zaten oradayken bile onlarca ambulansı gördük; Sağlık Bakanlığından da aldığımız bilgilere göre farklı noktalarda 20'den fazla ambulansın görevlendirildiğini, 4 UMKE ekibinin, 2 sahra çadırının oluşturulduğunu, tüm sağlık personelinin izinlerinin de kaldırıldığını orada öğrendik ve bilgilendirildik. Dolayısıyla Edirne'de bu olay devam ederken sağlık konusunda Türkiye ciddi hizmet veriyordu, bunu yerinde müşahede ettik.
Yine, tabii bu olayla ilgili İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu'nun açıklamalarından ve Edirne Valimizin açıklamalarından öğrendik ki toplamda 150 bin civarında bir geçiş gerçekleşti ve bu geçişler sırasında da Yunanistan tarafından 5 binden fazla sığınmacı geri itildi.
Geçişler sınır kapılarından olmadığı için, Yunanistan sınır kapılarını kapattığı için daha çok sınır boyunca telleri aşmak suretiyle oldu veya Meriç Nehri'nden geçişlerin olduğunu gördük. O bölgede Meriç Nehri'nin -slaytta da gördüğümüz gibi- insanların boyunu aşmadığını hatta bel hizasına bile gelmediğini, o dönemde çok sığ olduğunu, dolayısıyla sığ olmasından kaynaklı çok rahat geçilebildiğini biz de yerinde gördük, geçişler bu şekilde oluyordu. Tabii, geçişlere karşılık Yunanistan'ın ciddi bir müdahalesi vardı; hem tampon bölgede hem de diğer noktalarda âdeta bir bariyer oluşturuyordu. Biz Pazarkule Hudut Kapısı'nda incelemeler yaparken tampon bölgede gaz bombalarının atıldığını, kimyasal suyun sıkıldığını gayriinsani sert müdahaleler olduğunu da yerinde gördük. Ayrıca Pazarkule Hudut Kapısı'nda inceleme yaparken 5 bin sığınmacının orada beklemekte olduğunu müşahede ettik. Bu olay süresince Yunanlıların gerçek mermilerle yaptığı müdahaleler sonucunda 3 sığınmacı hayatını kaybetmişti. Bunlardan Fas uyruklu göçmen Adil Gazal 28 Şubat tarihinde Meriç sınırı civarında atılan gaz kapsülü nedeniyle hayatını kaybetmiş; 2 Mart tarihinde Suriye uyruklu Muhammed el Arab ve 4 Mart tarihinde Pazarkule Hudut Kapısı'nda Pakistan uyruklu Muhammed Guzar adlı sığınmacılar mermiye bağlı olarak hayatlarını kaybetmişler. Bu 4 Mart tarihinde Pakistan uyruklu sığınmacı hayatını kaybettiği zaman biz de oradaydık, neredeyse olayı müşahede ettik. Orada anlatıldı, dediler ki: "Gerçek mermiler sıkıldı, bir sığınmacı hayatını kaybetti." İşte, acil bir şekilde hastaneye kaldırılıyordu. Bu süreçte 3 göçmen hayatını kaybetti, binlercesi ise yaralandı.
BAŞKAN HAKAN ÇAVUŞOĞLU - Burada slaytlara dikkatinizi çekmek istiyorum arkadaşlar, göz ardı etmeyelim görmeyen arkadaşlarımız varsa. Bu bizim önümüzde gerçekleşen bir olaydı malum. Gerçek mermiyle, tam bizim bulunduğumuz esnada yaşandı.
ATAY USLU (Antalya) - Evet, Muhammed Guzar'ın fotoğrafı bu, gerçek mermiyle hayatını kaybetmişti.
Geçişler -biz gözlemledik tabii ki- yalnızca hudut kapılarından değil -biraz önce de ifade ettim- nehir boyunca devam ediyordu. Yunanistan sınır güçleri, çocuk, kadın, yaşlı ayrımı gözetmeksizin, Yunanistan sınırını geçmeye çalışan göçmenlere, insanlık onuruyla bağdaşmayan, yaşam hakkı dâhil olmak üzere birçok insan hakkı ihlali içeren sert ve orantısız uygulamalar gerçekleştirmiştir. Biraz önce Başkanımız da ifade etti; eşyaların alınması, ağır şekilde dövme, elbiselerini soyma, yaralayarak geri itme Yunan polisinin rutinleştirdiği davranış biçimi hâline gelmiştir. Bunlar ne insanidir ne de hukukidir.
Bir fotoğraf da var arkadaşlar, onu da gösterelim. Bakın, mesela işkence edilmiş, işkenceye maruz kalmış bir sığınmacının fotoğrafı bu da. Biz orada yalnızca sığınma hakkını değil, yaşam hakkını da ihlal eden müdahalelere şahit olduk. Tabii, o bölgede kullanılan bir şeye daha şahit olduk, gaz bombalarının 1978 tarihinde son kullanımının dolmuş olduğunu gözlemledik -Mahmut Bey özellikle tek tek baktı- son kullanım tarihi 1978 olan Amerikan menşeli gaz fişeklerinin kapsüllerini o bölgede biz de kendi gözlerimizle müşahede ettik.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Kullanma ortamı olmamış demek ki kırk senede.
ATAY USLU (Antalya) - Yani o da olabilir tabii ki. Yalnızca o değil, belki de zehirleme amacı da güdüyor olabilirler tarihi geçtiği için.
Biz, İpsala Sınır Kapısı'na da geçtik; İpsala Sınır Kapısı'nda, hayatını kaybeden Suriyeli Muhammed el Arab'ın yakınlarıyla, arkadaşlarıyla bir görüşme gerçekleştirdik. O görüşmedeki mülakattan birkaç cümle okumak istiyorum, arkadaşları şöyle anlattı: "Yaklaşık 500 kişilik grupla Meriç Nehri'ni gece geçtik, hava aydınlanınca..."