| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop ve 192 Milletvekilinin 1924 Tarih ve 491 Sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanunun Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması ve Neden Olunan Mağduriyetlerin Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/2952) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 17 .06.2020 |
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Teşekkürler.
Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, değerli milletvekillerimiz; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önemli bir gündem, Türkiye tarihinde yaşanan darbelerle yüzleşmek ve her fırsatta bir motto olarak da kullanılan, uluslararası alanda da Türkiye'de de birçok makaleye, kitaba, yazına konu olan 1961 darbesi ve o dönemle ilgili, tırnak içinde, lokal bir yüzleşme teklifi olarak gördüğümüz bu dönemeci şüphesiz önemsiyoruz Halkların Demokratik Partisi olarak. Şu cümleyi sıklıkla hepimiz duymuşuzdur, "Başbakanını asan ülke." kavramını hepimiz biliriz ve darbelerin ne kadar büyük vahametlere aynı zamanda sebebiyet verdiği de örnek teşkil eden bir durumdur. Buna ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerimizi şüphesiz... Ben aynı zamanda Komisyon üyesiyim, sadece Grup Başkan Vekili olarak değil. Diğer Komisyon üyesi arkadaşım da başka bir boyutunu anlatacak, bense biraz daha teorik bir çerçeveyi doğrusu tercih edeceğim. Nasıl olsa Genel Kurulda ve diğer aşamalarda bunları tartışma olanağımız olacak. Bir Komisyon üyemiz gelemedi, malum, engellenmek istenen demokrasi yürüyüşümüz devam ediyor bütün engellere rağmen. Milletvekillerimizin önemli bir bölümü alanda, o sebeple bu kadar azız, onu da söylemiş olayım.
Ben şuradan başlamak istiyorum: Bu imza meselesine küçük bir katkı yapayım ya da kendi görüşümüzü söyleyeyim. Doğrusu biz Genel Kurulda da bütün çalışmalarda da çok sıklıkla, toplumun kutuplaşması, kamplaşması, ayırıcı yaklaşımlar ve siyaset konusunda herhâlde en çok söz kuran partilerden biriyiz çünkü en fazla ayrımcılığa uğrayan bir toplumsal kesimi, tabanı temsil ediyoruz. Belki insanın ağrıyan yeri daha çok hissettirir kendine, bu nedenle biz bunu çok sıklıkla söyleriz. Hani, bunu söylerken asla -geçenlerde sosyal medyada da bir cevap vermiştim- bunu bir mağduriyet edebiyatı değil, sorunu çözmeye yönelik bir katkı olarak görüyoruz. Çünkü ayrımcılık kime karşı yapılırsa yapılsın biz bunun karşısında her zaman olduk, bundan sonra da olacağız. Mağdurun ya da ayrımcılığa uğrayanın bizim olmamız önemli değil, bu yasa teklifine de böyle bakıyoruz.
Yani bu vesileyle şunu da söyleyeyim: Şimdi, imzalara ben de baktım. Sayın Meclis Başkanının imzası var. Bir Meclis Başkan Vekilinin imzası var ve 2 partinin Grup Başkan Vekillerinin imzası var. Şunu gönül isterdi: Bu kadar önemli bir tarihsel dönemeci tartışacağımız anayasal bir teklifte bütün partilere gidilmeliydi. 4 partinin Meclis Başkan Vekili var. 4 Meclis Başkan Vekili neden olmasın? Çünkü burada ortaklaşılabilecek ve tartışılabilecek ve topluma da bu yönlü mesaj verilebilecek bir dönemeci tartışıyoruz. Bizler de partinin Grup Başkan Vekilleriyiz, diğer partilerdekiler de. Yani bir davet yapılsaydı çünkü çok tarihî anlardır bu anlar şu anda. Ben eminim bir yirmi yıl sonra ya da elli yıl sonra -umarız daha kısa bir süre sonra olur- bizden sonra gelen vekillerimiz diyecekler ki: "Bakın, ne güzel -böyle olsaydı, dediğim gibi- bütün partiler oturmuşlar, tartışmışlar, bir darbe dönemini ortak imzayla götürmüşler." Bu, kesinlikle Türkiye'nin içinde bulunduğu tablodan da bir nefes alma şeyi yaratırdır. Nasıl ifade edeyim? Hani, pozitif bir katkı olurdu bu sürece. Ya, bunu doğru bulmuyoruz, hani 2 ortağın deyim yerindeyse, sonuçta Cumhur İttifakı ortaklarının sadece bunu getirmiş olmasını talihsiz buluyoruz en hafif tabiriyle, doğru görmüyoruz. Alıştık, kanunları ortak getiriyorsunuz da sonuçta ittifak ortaklarısınız, onu anlıyoruz ama herkesin canının yandığı, herkesin siyasette söz söylediği, herkesin bu konuda mutlak surette bir bakışının olduğu bir meselede bütün partiler niye oturmasın, niye konuşmasın? Sağlık emekçileriyle ilgili bir yasa teklifi geldi, biz buna "hayır" demedik. Tamamen bizim görüşlerimizi yansıtmıyordu aslında, biz daha farklı düşünüyorduk ama Mecliste 5 parti pandemi döneminde sağlıkçılara yönelik bir kanun teklifini ortak imzayla geçirebildik ya da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hepimiz gidip o bildirgeye imza atabildik çünkü hedef Meclisti, halktı, toplumdu, Türkiye'ydi. Yani emin olun, bu, iktidarı zayıflatmaz, bu, iktidar ortağını da zayıflatmaz, bu, Türkiye'ye olumsuz bir tablo da çizmez çünkü bunu siyasi rekabet alanından çıkarmak... Yani en azından bu tip olguları ve biraz daha siyasi olgunluk, biraz daha Türkiye'nin ihtiyacı olan bir hattı yakalayabileceğine inanıyoruz. Eleştirimiz bu yönüyle bizim de mevcut yani bu konuda Genel Kurulda söz kurma ihtiyacı duymadık çünkü Anayasa Komisyonuna geleceğini biliyorduk açıkçası ve bundan sonra da hani "Gelin, imzalayın." tutumunu da bir siyasi partinin temsilcileri olarak doğru bulmuyoruz, biz zaten katkımızı konuşmalarımızla Mecliste yapacağız. Bu yönüyle "Başta bize imzalatılmamış, aman biz de imzalayalım." gibi bir panik içinde de değiliz ama bu konuda siyaseten durduğumuz yeri tarif ediyoruz.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; şöyle bir dünyaya gezinti yapacaksak, dünyada ve Türkiye'de de tarih, dönemlerin muktedirleri tarafından yazılır ve yeniden üretilmek istenir. Her siyasi iktidar kendi ideolojik hegemonyasını bu şekilde toplumun tamamına yaymayı amaçlar ve bu yolla kendi iktidarını süreklilik içinde tutmaya özen gösterir. Belirli bir iktidar döneminde üretilen mitler, efsaneler iktidar değişiminde yerle bir edilir ve yaratılan efsanelerin adını bile söylemek vatan hainliğiyle özdeş kılınır, tıpkı darbecilerin darbeyi başardıklarında vatanı kurtaranlar olarak kabul görmesi, başaramadıklarında vatan haini olarak görülmeleri gibi. Darbe başarılı olsa muktedir olacaklar, başaramadıkları zaman ölüm cezası ya da müebbet hapisle yargılanan demokrasi düşmanı figürlere dönüşürler. Bir dönem lanetlenen figürler devran döndüğünde kutsal hâle getirilebilir ya da bugün neredeyse kutsal kabul edilenler, modern mit hâline getirilenler kimsenin ağzına bile almak istemediği nefret objelerine dönüşebilirler.
Michel Foucault iktidarın söylemsel olarak nasıl gerçeklik yaratma derdine düştüğünü analiz ederek bilginin iktidarın elinde güç devşirilen bir alan olduğunu, bu yolla hakikat siyasetinin nasıl darbelendiğini çok geniş anlatır. Bu bağlamda, tarih, olan bitenin şeylerin tarihi olarak değil, iktidarların siyasi rıza üretme mekanizması olarak işlev görür. Şeylerin tarihi göreceli olarak ele alındığında ise somut ve objektif niteliğini çoktan yitirir. Dolayısıyla meseleler iktidarların siyasi ve ideolojik çıkarlarıyla ele alınmaz. Tarih avcıların yazdığı önermesi buradan gelir. Oysa tarih esasen acımasızca avlananların gözünden bakıldığında anlam kazanır.
Bu arada ben bir parantez açayım, normalde okumam, bilir arkadaşlar fakat konuyu çok önemsediğim için yazılı hazırladım, o yüzden okumaya çalışıyorum affınıza sığınarak.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Güzel okuyorsunuz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Kötü okuyor olabilirim yani.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Şaşırtıcı oldu bizim için.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Evet yani kötü okuyor olabilirim çünkü çok alışkın olduğum bir tarz değil.
Kavramlara ilişkin üretilen anlamlar da iktidarın süzgecinden geçirilerek dolaşıma sokulur. Tarihsel süreç içinde toplumsal mücadelelerle ortaya çıkan değerler siyasi iktidarların dönemsel olarak sahiplendiği kavramlara dönüşür. Örneğin, "darbe", "demokrasi", "özgürlük" gibi kavramlar aynı şekilde siyasi iktidarı elinde bulunduran güçlerce ideolojik çıkarlara kurban edilerek yeniden üretilir ve dolaşıma sokulur. Uzun yollar içinde büyük mücadeleler sonucu ortaya çıkan toplumsal kavramlar siyasi iktidarların meşruiyetlerini sürdürmeleri için kullanılan basit aparatlara dönüştürülür. Böyle olunca demokrasi düşmanı diktatörler demokrasi kahramanı gibi gösterilir. Demokratik siyasete darbe üstüne darbe yapanlar darbe mağduru gibi lanse edilir. Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında inşa edilen Türk tarih tezinde de bu realiteyle karşılaşırız. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte yazılan resmî tarih, aktörlerin belirli bir bakış açısıyla ele alınarak ders kitapları ve yayınlar üzerinden topluma sunulur ve propagandası yapılır. Burada yapılan, olan bitenin objektif sunumu değil, hegemonik ideolojiye uygun tarih yazımından ve yapımından ibarettir. Tarihin bu şekilde iktidarlar üzerinden yazılması hakların gerçek tarihini görmezden gelir. Ortaya çıkan şey, hakikatin yazımı değil, ideolojik tarih yapımı olarak karşımıza çıkar.
Türkiye siyasi tarihi, halk iradesine karşı yapılan darbelerle siyasal alanın her daim yeniden düzenlenmesinin tarihidir aslında. Bugüne kadar askerî ve/veya sivil vesayet odakları tarafından halk iradesine yapılan müdahaleler devletin çeşitli zor aygıtları aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Bu araçlar kimi zaman kurulan mahkemeler, kimi zaman askerî güçler, kimi zaman ise yürütme erkinin aşırı yetkilendirilmesi neticesinde gerçekleşmiştir.
Türkiye siyasi tarihinde askerî darbelerin ilki 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Okunan darbe bildirisi "bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran" şeklinde gerekçeler üreterek demokratik yaşamı sonlandırmıştır. 27 Mayıs darbesiyle halk iradesine müdahale edilmiş, demokrasi kesintiye uğratılmış ve hukuk askıya alınmıştır. Darbecilerin siyasal alanı yeniden düzenleme isteği neticesinde Anayasa yeniden yapılmışsa da 24 Anayasası'nın 21 Anayasası'nda öngörülen özerklik ve özerk bölge halklarının iradesini hiçe sayan tutumunu devam ettirmiştir. 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren darbeciler sadece anayasal düzeni sonlandırmamış, halkın oylarıyla seçilen meşru yöneticileri de yargılamıştır. Bu yargılamalar neticesinde Başbakan Adnan Menderes, Bakanlar Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ne yazık ki idam edilmişlerdir. Bu idamlar Türkiye demokrasi tarihine kara leke olarak sürülmüş ve hâlâ durmaktadır.
HDP olarak darbe ve darbecilerin her daim karşısında yer aldık. Darbelere ve darbecilere karşı mücadelemiz politik mücadele tarihimizin vesikalarından biridir. Bu kapsamda, bir kez daha, başta Millî Birlik Komitesinin 38 üyesi başta olmak üzere 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenleri ve Adnan Menderes ile arkadaşlarının idamına giden yolun taşlarını döşeyenleri, bu kararı verenleri demokrasi ve özgürlükler adına kınıyoruz.
Halkların Demokratik Partisinin darbelere ve darbecilere karşı net ve kati tutumu ilkeseldir. Etik-politik bir duruş, demokratik yaşamı kurmaya dönük bir mücadeledir. Bu kapsamda, darbenin askerî ve/veya sivil vesayet güçleri tarafından gerçekleştiği her türüne karşı çıkmanın yanı sıra darbelerle yüzleşerek demokratik bir geleceği inşa etmek etik-politik duruşumuzun vazgeçilmez bir parçasıdır. Gerek halk iradesine müdahale anlamına gelen darbelerin siyasi pragmatizme uygun olan sadece bir kısmına eğilmek gerekse de uzak ya da yakın tarihte yaşanan darbeleri siyasal iktidarını meşrulaştırmaya yönelik bir geçmiş inşasına çevirmek, demokrasi ve özgürlük dolu bir geleceği inşa etmek önündeki en temel engellerden biridir. Bu tür bir yaklaşım ülkenin geleceğini iktidarın resmî ideoloji yaratması aleyhinde yenilgiye uğratma çabasından başka bir şey değildir. Bu bağlamıyla, çeşitli iktidar araçlarıyla halk iradesini hedef alan tüm darbelerle yüzleşmek gerekmektedir. Ne yazık ki Türkiye siyasi tarihine bakarken darbelerden darbe beğenmek sadece ve sadece darbe mekaniğinin canlı kalmasına sebep olacaktır. Darbelerle yüzleşmek için darbeler arasında seçici davranmamak, sadece 27 Mayıs darbesinin değil, tüm darbelerin izlerini hem siyasi hayattan hem de hukuk mevzuatından tümüyle arındırmak gerekmektedir. Nitekim işbu kanun teklifinin genel gerekçesinde de belirtildiği gibi, 27 Mayıs askerî darbesi nasıl hukuk sisteminde yaralara neden olmuşsa daha sonra gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 askerî darbesi ve sonrasında devreye konan 81 Anayasası da hukuk sistemimizde onarılmaz yaralara neden olmuştur. 82 darbe Anayasası'nın üzerine inşa edilen bugünkü sistem dâhil söz konusu yaraları derinleştirmekten başka bir işleve sahip olamamıştır. Bugün Türkiye'nin demokratik ve özgür geleceğine dair bir istek varsa yapılması gereken şey demokratik Anayasa'dır. Türkiye'nin ilk sivil Anayasası olan 21 Anayasası'ndaki halkları ve toplumu esas alan, uzmanlarının ifade ettiği gibi "ilk radikal demokratik an" olan bu Anayasa'dan esinlenerek bir toplum devlet düzeni var etmektir. Darbe ve darbecilerle yüzleşmenin en esaslı ve güçlü adımı kuşkusuz ki demokratik Anayasa olacaktır.
Türkiye siyasi tarihi devlet-toplum gerilimi arasında geçmiş, iktidarlar çoğu zaman devletleşerek yargıyı denetimine almış ve toplum-halk iradesini kesintiye uğratmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında Diyarbakır, İzmir, İstanbul başta olmak üzere, birçok kentte kurulan İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla halk iradesine müdahale edilmiş, demokratik yaşamın henüz kurulmadan önü kesilmiştir. Yargıyı halk iradesine müdahale aracı etme geleneği 49'lar Davası, 27 Mayıs darbesi sonrası kurulan Yüksek Adalet Divanı, 12 Eylül darbesi sonrası kurulan sıkıyönetim mahkemeleri, 90'lardaki DGM'ler, 2000'li yıllarda kurulan özel yetkili mahkemeler ve 20 Temmuzdan sonra da OHAL Komisyonuyla da devam ettirilmiştir. Yani politik olaylar ve özneleri konu edinen tüm yargısal süreçler halk iradesine müdahale yani darbenin aracı olarak devam edegelmiştir. Nitekim 27 Mayıs darbesinin neden olduğu mağduriyetleri gidermeyi amaçlayan kanun teklifinin genel gerekçesi, yargının halk iradesine müdahale aracı olarak kullanıldığını bir tek olayda da olsa kabul etmiş, itiraf etmiştir. Yüksek Adalet Divanının şeklen yargı kararı ama esasen gücün siyasi arzularına uygun kararlar verdiğini belirtmiştir. Nihayetinde halk iradesine müdahale anlamına gelen darbelerin yargı eliyle yürütüldüğü Türkiye'deki örnekleriyle yüzleşilmeden gerçek anlamda darbelerle yüzleşme söz konusu olmayacaktır.
Darbe sadece askerî araçların kullanılarak halk iradesinin hiçe sayılması ve yönetime el konulması değildir, darbe bir siyasi iktidar anlayışıdır. Darbelerin araçları bazen tank, top, bazen mahkeme kararı, bazen de yürütme erki tarafından çıkarılan bir kararname ya da OHAL ilanı şeklinde gerçekleşebilmektedir. Nitekim dünyadaki darbe tartışmaları literatürü son yıllarda askerî darbeler kadar söz konusu sivil vesayet odaklarının gerçekleştirdikleri darbelerle de ilgilenmeye başlamış ve geniş bir yazın ortaya çıkmıştır. Halk iradesini hiçe sayan her türlü müdahale "Darbe" başlığı altında bu yazında incelenmeye alınmıştır. Bu kapsamda, 94 yılında Demokrasi Partisi -DEP- milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak, Selim Sadak, Sırrı Sakık, Orhan Doğan, Zübeyir Aydar ve Ahmet Türk'ün milletvekilliklerinin düşürülmesi halk iradesine müdahalenin yakın tarihteki örneğidir. Yine, 4 Kasım 2016 tarihinde 6 milyon oy alan HDP'nin Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile HDP milletvekillerinin gözaltına alınarak tutuklanması doğrudan halk iradesine müdahale anlamında darbedir.
İşbu kanun teklifinin genel gerekçesinin yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığına aykırı hareket olarak ifade ettiği tarihsel gerçeklik 1994 ile 2016 yılları arasında farklı yöntemlerle tekrarlanmıştır. Açıktır ki darbecilerin müdahale ettiği halk iradesinin niceliksel önemi değil, darbe anlayışının niteliği önemlidir. Bu kapsamda, esas olan iktidar anlayışının içerisine yerleşmiş olan ve demokrasi nefretiyle işlerlik kazanan anlayış olarak darbe mekaniğiyle yüzleşmek ve bununla mücadele etmektir.
27 Mayıs sabahı Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından okunan bildiride "Sevgili vatandaşlar, bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâtta Silahlı Kuvvetlerimiz partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partilerüstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa ve zümreye karşı değildir. İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyete müteallik tecavüzkâr bir fiile müsaade etmeyeceği gibi, edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup olursa olsun her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir. Bütün vatandaşların, partilerin üstünde aynı milletin aynı soydan gelmiş evlatları olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri ıstıraplarımızın dinmesi ve millî varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir." denilmiştir. 12 Eylül darbesi sırasında yayınlanan bildiride de demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak darbe nedenlerinden biri olarak sayılmaktadır.
Tarih boyunca hem kolonyal dönemde hem de emperyalist dönemde sömürücü devletlerin sömürgelerine karşı kullandığı en önemli argümanların başında ilkel toplumlara demokrasi götürmek olmuştur. Halkların Demokratik Partisi belediyelerine atanan kayyumlar ile seçilmişlerinin cezaevine konulması bu dönemde de bağımsız yargıyla açıklanmaya çalışılıyor ancak darbe dönemlerinden çok iyi bildiğimiz gibi, tarih boyunca yargı her zaman iktidarın aparatı gibi çalışmış, hem gerekli yasal düzenleme ve güvencelerin olmaması hem de köklü bir demokratik gelenek eksikliği yargı bağımsızlığının muhalefet aleyhine işlemesine sebep olmuştur. İçinden geçtiğimiz tarihsel dönem de AKP tarafından otoriterleşme eğilimlerinin güçlendiği, muhaliflerin üzerindeki baskıların çoğaldığı bir dönem olarak anılacaktır. Ancak bu dönemin önemli ayırt edici özelliklerinden biri de seçme ve seçilme hakkının halkın elinden alınması ve temsilcilerinin cezaevine konulmasıdır. Bugün 27 Mayısta halkın oylarıyla gelen meşru bir iktidarın ordu tarafından görevden alınarak temsilcilerinin idam edilmesiyle sonuçlanan bir süreci ilgilendiren bir yasa teklifini görüşürken aynı zamanda demokratik işleyiş ve kurallarda en önemli ilkenin eşitlik olduğunu söylemek gerekir. Bir kişiye, bir gruba, bir siyasi partiye göre değişen demokrasi anlayışı dünyanın hiçbir yerinde kabul görmeyecek, olsa olsa tıpkı darbelerin arkasına sığındığı demokrasi kavramı gibi siyasal iktidarların aparatı hâline gelecektir.
Darbe anlayışının öteki sureti siyasal ve sosyal alanın aşırı yetkiler ele alınmak suretiyle yeniden düzenlenmeye çalışılmasıdır. Çok sayıda tarihsel örneği olmakla birlikte, tipik örneği 20 Temmuz 2016 yılında ilan edilen OHAL'dir. Türkiye halkları 15 Temmuz 2016 tarihinde bir vesayet odağı tarafından gerçekleştirilmek istenen askerî darbe girişimiyle karşılaştı. Demokratik yaşam askerî darbe tehdidiyle karşı karşıya kaldı. 15 Temmuz gecesinden başlamak üzere tüm Türkiye halkları ve siyasi aktörler askerî teşebbüse karşı net bir duruş sergilemişken iktidar "Allah'ın lütfu" diyerek 20 Temmuzda OHAL ilan etmiştir. Bugün gibi aklımda, Anayasal açıdan OHAL sadece darbe gerekçesiyle sınırlandırılırken iktidar OHAL'i kullanarak siyasal alanı yeniden düzenleyecek kararnameler yayımlamış ve hatta yönetim sistemini değiştirecek referandumu ve seçimi OHAL şartları altında gerçekleştirmiştir. İktidar yönetim sistemini değiştirmiş, rejimi demokrasiden daha fazla uzaklaştırmış, halk iradesine müdahale etmenin araçlarını ele geçirerek belediyelere kayyum atamıştır. Böylece milyonlarca yurttaşın iradesine müdahalede bulunmuş ve demokrasiyi prosedürel olmaktan dahi çıkarmak istemiştir. Bu sürece karşı yürütmenin frenlenmesi, halk iradesinin tecellisi olan Parlamentonun erkler arasındaki itibarının tesis edilmesi, yerel demokrasinin güçlendirilmesi darbe anlayışına karşı geliştirilebilecek en iyi çözümdür; bizim de talep ettiğimiz çözüm yöntemidir.
Türkiye siyasetinin ortak ve demokratik geleceği kuramamasının en büyük nedenlerinden biri iktidarların siyasi tarihe karşı etik-politik yaklaşım sergilemek yerine, siyasi pragmatizmi esas alan ve egemen olma arayışından vazgeçmeyen yapısında aranmalıdır. İktidar değişimlerine paralel olarak, önem verilen tarihî kişilikler de değişmekte, siyaset bir etik ve iyi olanı icra etme sanatı olarak değerlendirilmemekte, iktidarın kendi gücünü tahkim etme isteğinin yansıması olarak dost-düşman ikiliğine indirgenmektedir. Ortak tarih yapamayan topluluklar ortak siyasi kimlik yaratamaz, ortak yaşam tahayyülü ve potansiyeli oluşturamaz, ortak geleceği demokratik şekilde inşa edemez. Meşruluk yerine gücün, rıza yerine zorun geçer akçe edilmek istenildiği bir topluluk ortak gelecekte buluşamaz. Ortak tarih yapmanın iktidarcı alternatifi egemenin tarihini yapmaktır. Bu tarih, kâğıttan kaplanların tarihidir ve şüphe yok ki bir gün bozulmaya mahkûmdur. Egemenlerin tarihi yerine, demokratik gelecek için halkların tarihini yapmak işbu kanunda yer alan şekilde sicil affını gerçekleştirmekle değil, Milli Birlik Komitesini kınayan bir siyaset kararı almakla mümkündür. Halkların ve ezilenlerin gerçek tarihini yapmak ve geleceğini inşa etmek, Türkiye'deki tüm darbecilerin isimlerini kamusal alanlardan silmekle mümkündür. Fakat on sekiz yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisinin darbelerle yüzleşme, ortak tarihte buluşma ve demokratik geleceği inşa etme niyetinin olmadığını artık görüyoruz. İktidarını meşrulaştırma arayışının bir parçası olarak tarihe dönmek Adalet ve Kalkınma Partisnin halkların geleceğine karşı ortaya koyduğu negatif pratiklerden bir tanesidir.
Halkların Demokratik Partisi etik-politik açıdan muktedirin ya da muktedirlik arzusunda olanların tarihini değil; HDP, halkların ve ezilenlerin tarihinin temsilcisidir, tarihi yapanların ezilenler olduğunun bilincindedir. HDP, dalından koparılan ham meyvelerin, zindanlarda tutulan siyasetçilerin, darağacına başı dik gidenlerin, halkına borçlu olanların sözcüsü ve temsilcisidir. HDP, siyasetçilerin tümüne yapılan zulümlere karşı olduğu gibi, Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesine de karşıdır; zindanlarda veya dar ağaçlarında demokratik yaşamın sonlandırılmasına karşı bir mücadele tarihinin temsilcisidir; "Tek yol iktidar" diyenlere karşı, darbeye karşı tek yol daha fazla demokrasi demek için bir araya gelenlerin partisidir. HDP, hem darbeci askerler ve sivil yandaşlarının hem de usulde değişen ama esasta darbecilikte bir adım geri durmayanların karşısında, demokratik geleceği, toplumsal barışı ve adil, özgürlükçü yaşamı savunanların partisidir. Bu yönüyle HDP, Türkiye halklarını tek kimlik ve öteki kimlik arasına sıkıştırmaya çalışan hegemonik anlayışlara karşı, tarihi yapan halkların tarihi yazan özneler olmasını savunanların yoludur.
Şimdi, son olarak toplumsal barış ve adaletin sağlanabilmesi için mağdurlara, ailelerine ve yakınlarına karşı ahlaki yükümlülüğü yerine getirmek, suçluları ortaya çıkarmak ve yargılamak, demokrasiyi vatandaşların resmî kurumları denetlemelerini sağlayarak güçlendirmek ve bu ihlallerin yeniden yaşanmasını önlemek amacıyla hakikatlerin ortaya çıkarılması talebini bir kez daha yinelemek istiyoruz. Türkiye'de son dönemlerde yaşanan gelişmeler hakikatin açığa çıkarılabilmesi çabalarının giderek daha derinleşmesi gerekliliğini ve ihtiyacını doğuruyor. Ahlaki-politik bir toplum inşasının demokratik siyasal bir kültürün gelişmesinin, engelin aşılabilmesi için hakikatlerin ortaya çıkarılması, mağdur halklardan, topluluklardan özür dilenmesi zaruridir. Hakeza, sadece 1960 darbesi mağdurlarının değil, tüm darbe mekaniklerinin ve darbelerin mağdurlarının zararlarının telafi edilmesi sağlanmalıdır. Aksi türlü tutum yeni kırılmaları beraberinde getirecektir.
Dün Başkanla görüşmüştük, sanırım, bugün genel görüşmelerden sonra bir alt komisyon...
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Komisyon kısmından daha ziyade... Şimdi onu söyleyeceğim, arkadaşlarla istişare edelim.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Alt komisyon kurulacak mı?
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Yok, şu aşamada kurmak uygun değil.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Sayın Başkan, bana zaten söz vereceksiniz ama parti olarak bu meselede tabii, herkesin söyleyeceğini söylemesinden yana olmakla birlikte, çok uzun, birkaç günlük bir tartışmanın teklifin Mecliste tartışmaya muhtaç -tartışılacak yanı tabii var ama- bir mutabakat yok algısı yaratacağı kanaatini de taşıyoruz. Onun için makul bir sürede tamamlanmasını da partimiz açısından...
YUSUF BEYAZIT (Tokat) - Bugün de bitirebiliriz.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Bugün bitebilir.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Tamam, problem yok.
Arkadaşlar, öncelikle ben bütün gruplara teşekkür ediyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Ben daha bitirmedim Başkanım.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Öyle mi?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Bir soru sordum, cevap verecektim de.
Yani şöyle: Bizim de çok uzaması gibi bir tutumumuz yok. Zaten Komisyon üyemiz burada, cumaya da kalsa bize uyar, hiçbir sıkıntı yok.
Teşekkürler Başkan.