KOMİSYON KONUŞMASI

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben çok fazla uzatmayacağım, konuyu da uzatmak istemiyorum ama Sayın Özel'in açıklamalarındaki 2-3 noktaya bir vurgu yapmak istiyorum.

Öncelikle, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu teklife imza atma konusundaki arzularına teşekkür ediyorum, bu son derece önemlidir. Yani Türk siyaseti açısından, hele 27 Mayıs, 27 Mayısa giden süreç ve sonrası yaşanan süreçleri, tarihi iyice net olarak bilen insanlar için, benim için, bunun hakikaten bir kıymet ifade ettiğini söylemek istiyorum. Yani benim için kıymet ifade ediyor olması sizin için ne anlama gelir bilmiyorum ama ben önemli addediyorum.

İkinci bir husus: Sayın Meclis Başkanı, mesela beni arayıp da "Ben böyle teklif veriyorum." demedi. Kamuoyunda yapmış olduğu açıklamada, böyle bir teklif hazırlığı içerisinde olduğunda, ben aradım ve bu imzayı atmak istedim. Bu sadece amcam orada idamla yargılandığı -ki 50-60 arasında Demokrat Parti milletvekiliydi- için değil. Yani aslında bakarsanız mağduriyet, bireysel mağduriyetse; büyük amcamı 147'lere dâhil ederek üniversiteden attılar, dedem müftüydü, onu resen emekliye sevk ettiler, ailenin bütününe, aile olarak tamamına çok ciddi derecede baskı uygulandı. Ha, amcam sonrasında beş yıl ceza aldı -arkasından Kayseri Cezaevi- ama bakmıyoruz, bunlar olur, eğer bir inancın mücadelesini veriyorsanız, bir davanın peşindeyseniz bu olur. Amcam, aynı amcam yani Sait amcam 45'te tabutluklarda da vardı, Nihal Atsız'la, Türkeş'le beraber, Yassıada'da vardı, oradan Kayseri Cezaevinde vardı, 12 Eylülde de gene Dil Okulu, Mamak Cezaevinde de vardı. Onda bir beis görmüyoruz yani oralarda mahkûm olmakta, işkence görmekte falan.

Benim bu teklife imza atmamdaki sebep de sadece ve sadece ailevi mağduriyetler falan değil, asla da onu düşünmedim. Buradaki temel fikir şuydu: "Yassıada mahkemeleri" denilen mahkemeler, o sözde mahkemeler, o düzmece mahkemeler gerçekten her türlü hukuk kuralının çiğnendiği, ayaklar altına alındığı ve bugün dahi hâlâ millet olarak sancısını ve acısını çektiğimiz ve hissettiğimiz, hâlâ bize zararı dokunan, hâlâ biz burada eğer bir demokrasi kültürünü, uzlaşma kültürünü eğer yerleştiremediysek ve ülkede kamplardan bahsediyor iseniz hâlâ o 1960'a giden süreç içeresinde Demokrat Partiye, o iktidara, o meşru iktidara yapılanlar ve arkasından da 27 Mayısla beraber ve kendilerine göre taçlandırdıkları bir sürecin sonudur. O utanmazlık o kadar bir aymazlığa kadar gelmiştir ki -şu an bende değil, bu albümü ben, altı yedi sene kadar oldu, Sayın Cumhurbaşkanımıza hediye ettim- utanmadan, orada görev yapan askerler kendi fotoğraflarını da koyarak orada bir albüm dahi yani bir Yassıada albümü dahi çıkarmışlardır. Yani bu aymazlık, bu arsızlık, bu utanmazlık bu seviyelerdeydi.

Benim buradaki imza koymayı Sayın Başkandan istememin sebebi: Topyekûn bu darbeleri ve demokrasiye olan müdahaleleri reddettiğimin bir simgesi olarak ben o imzayı atmak istedim. Nezaket buyurdular "2'nci imzayı siz atın." dediler, ben onu 2'nci imza olarak attım. Sonrasında Sayın Başkanımızın şu açıklaması da oldu... Hiçbir siyasi partiye ve milletvekiline de "Gelin, ben bunu atıyorum, imzalayın." falan demedi Sayın Meclis Başkanı. Bu açıklamayı yaptı "Ben böyle bir teklif hazırlıyorum." dedi. Kendisiyle irtibata geçen, bireysel olarak ya da parti olarak milletvekilleri gidip bu teklife imza koydular.

Bugün, aslında daha da anlamlı bulabileceğim bir şey, vakit geçmiş değil, siz çok daha iyi biliyorsunuz yani bir Grup Başkan Vekili olarak da biliyorsunuz ki Meclis Başkanımıza vereceğiniz bir dilekçeyle bu teklifin altına imzanızı hâlâ koyabilirsiniz ve belki de bu çok da anlam taşır. Yani öyle bakıyorsanız şunu da diyebilirsiniz arkasından: "Bakın, bize bu teklife imza attırmamalarına rağmen biz sonuna kadar bu teklifin ve darbelerle yüzleşmenin arkasında olduğumuz için zorla da olsa, kapıdan almadılar bacadan girdik gene bu teklife imzayı attık."

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Siyasetçiler bacadan girmez.

SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Bu tren kaçmış değil yani onu söylüyorum.

İkincisi: Bir davadan bakın, bir şuurdan bahsediyoruz, bu hiç kimsenin tekelinde değildir. Yani Demokrat Parti bana göre Doğru Yol Partisinin de devamı değil. Doğru Yol Partisinin ismini değiştirerek "Demokrat Parti" adını almıştır ama değildir. Doğru Yol Partisi, baktığınızda, Adalet Partisi de değildir çünkü 1992 senesinde, kapatılan siyasi partilerin yeniden kuruluşuna izin verildiğinde, Adalet Partisinin yapılan kongresinde Adalet Partisini feshetmişlerdir ve ruhu değil, sadece malları Doğru Yol Partisinin üzerine geçirilmiştir. E, ne kadar, bu kadar iyi biliyorsunuz? O kadar demokratlardır ki hâlâ o kongrede yediğim dayak aklımda, 15 kişi saldırmışlardı bana. Yani bunun için Adalet Partisi kuruluş süreçleri... Alın bakın, mesela ben size buradan bir tane şey vereyim... Nedir? Bu sadece 27 Mayıs, o günle mi sınırlı kaldı? Alın mesela bu bir 1964 Kasım ayından bir gazete kupürü, burada gerisi de var. Düşünün 1964 Kasım ayında Adalet Partisinin kendi olağan kongresi olacak, Ragıp Gümüşpala vefat etmiş, babam o zaman partinin Grup Başkan Vekili, askerler "Sadettin Bilgiç Adalet Partisinin Genel Başkanı olursa biz yönetime yeniden el koyacağız, ordu yönetime el koyacak." diye Demirel'in yanında taraf tutarak sonuçla ilgili bir durum oluşturuyorlar. Bunların hepsi, bunlar vesika olarak her yerde var. Burada tutanaklar, yazılı matbuat; bunların hepsi elimizde var. Yani bu imzanın mahiyeti sadece 27 Mayısla, o bir günle, o bir geceyle sınırlı olan bir hadise değil. Yani burada onu tekrar belirtmek istiyorum.

Ben avukat değilim, hukukçu değilim, anlamam, teknik tarafını bilmem zaten teknik düzenleme yapılsın diye de bu iş Anayasa Komisyonunda. Yani burada teknik olarak doğru olmadığını düşündüğünüz, düzeltilmesi gereken alanlar varsa onları yaparsınız. Ama ben teklifi imzaladıktan sonra da -Sayın Başkanımız hazırlamıştı- ben hakikaten de doğru bulmadığım noktalardan bir tanesini söyledim ve mutlaka da şunu söyledim: Yani buradaki manevi tazminata "evet" ama maddi tazminat kısmının da mutlaka bu metinden çıkartılması lazım, gerekir diye de düşünüyorum, bunu orada da vurgulayayım. Çünkü oradaki mağduriyetlerin birtakım maddi tazminatlarla ölçülüp birtakım parasal değer, karşılıklar oluşturulmasının da hakikaten toplum vicdanını da yaralayacağını düşünüyorum. Bu da bireysel görüşümdür, bu konuda da budur.

Ben Hüsamettin Bey meselesine de girmeyeyim. O da çocukluğumdan beri tanıdığım, "Demokrat" değil, Demokratik Partide de İstanbul İl Başkanı, Adalet Partisinde İstanbul İl Başkanımızdır ama Hüsamettin ağabeyle ilgili olarak aklımda kalan bir tek şey oldu sonunda zihnimde ki kendisi, hanımefendi Dilek Hanım eşi, Mutahhara Polatkan'ın yeğenidir, o vesileyle de genç bir avukat olarak Hasan Polatkan'ın davalarına damat olarak gidip gelmiştir. Ama onun ötesinde aklımda Hüsamettin ağabeyle ilgili kalan şey, biliyorsunuz, 367 kararından sonra bir hukukçu, bir meclis başkanı, bir siyasi parti genel başkanlığı yapmış kişi olarak Hüsamettin ağabey şöyle bir açıklama yapmıştı, bilmiyorum Sayın Kaboğlu bunu nasıl karşılar: "Hukuken yanlış ama faydalı bir karar."

Teşekkür ediyorum.