| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop ve 192 Milletvekilinin 1924 Tarih ve 491 Sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanunun Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması ve Neden Olunan Mağduriyetlerin Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/2952) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 17 .06.2020 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Komisyonun çok değerli üyelerini, değerli imza sahiplerini, siyasi partilerimizin değerli Grup Başkan Vekillerini, Komisyona bürokrasimizin çeşitli kademelerinden katkı sağlamak üzere gelmiş burada bulunan değerli bürokratlarımızı ve Komisyonumuzun uzmanlarını, bizi takip eden basın mensuplarını Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak saygıyla selamlıyoruz.
Bugün önemli bir iş yapmak üzere toplandık. Sayın Özlem Zengin'in "altmış yıl" hatırlatmasını ben de -kendi zihnimde- konuşmamın bir yerinde ifade etmek isterdim, kendisi o açıdan, hepimizin dikkatini buraya çekti. Öyle işler var ki bunun tamamıyla toplumda mahkûm edilmesi, karşılık bulmaması, bazı sonuçlarının ortadan kalkması, bununla ilgili birtakım vicdani hesaplaşmaların yapılması, her şey bir yana tam bir toplumsal yüzleşmeyle ve tam bir mutabakatla bu işin karşısında durulmasıyla ilgili altmış yıla ihtiyaç oluyorsa... Hakikaten bugün, bütün siyasi partilerin, onlar adına konuşan bizlerin, millet adına yasama yetkisini kullanan bizlerin bütün iş ve işlemlerimizde, aldığımız tavırlarda, birtakım olaylara karşı gösterdiğimiz reflekslerde, tepkilerde, yaptığımız her işte ne kadar özenli ,ne kadar titiz olmamızı gösteren altmış yıl öncesine ilişkin bir muhasebe ve bir yasama faaliyetini birlikte yapmaya çalışıyoruz; bu gerçekten önemli.
Öncelikle şuradan başlamak lazım: Komisyon sözcümüz bir Anayasa profesörü, Komisyonumuzun her bir üyesi ayrı ayrı, kendi alanlarında çok deneyimli hukukçular ve siyasetçiler. Onların işin teknik boyutuna yönelik değerlendirmeleri olacaktır. Ben partimizin buradaki tutumunu ve usul üzerinden bir iki noktayı ifade ederek, bazı noktalara katkı sağlayarak, bazı noktaları da eleştirerek buradaki söz hakkımı tamamlamak istiyorum. Öncelikle, Meclis Başkanının yani Sayın Mustafa Şentop'un birinci imza sahibi olması kıymetlidir, önemlidir, beklenendir; bunda hiçbir şüphe yok. Aslında burada, nasıl ifade edeceğinize bağlı olarak da çok bıçak sırtı bir iş yapılmaya çalışılmaktadır çünkü kuvvetler ayrılığı vardır; yargı kararlarına karşı yasama faaliyeti. Yasamanın söylediğine karşı -zaten ona uygun bir yargılama yapılması gerekirken- kendisi aslında bir kuvvet olmayan, hepimizin adına ülkemizi korumak, kollamakla görevlendirilmiş Silahlı Kuvvetlerin gidip, yönetime el koyup sonra da onların tarif ettiği ve yargı yerine geçen bir "Yüksek Adalet Divanı." Bu Meclis onu varmış gibi, meşruymuş gibi veya bir dönem sanki meşruymuş gibi görüp yasama faaliyeti yapmalı mı? Bunu yapmazsa da -biraz önce de ifade edildiği gibi- işte bu sefer de ortadan kaldırılmadığına göre meri oluyor, biz buna ilişemez durumda mıyız yani onlar hâlâ, kendileri adlarını koydukları gibi, Yüksek Adalet Divanı gibi bir nokta da mı? Bu çelişki var. Ama biz tarih önünde bu hesaplaşmanın yapılmasının ve bu kararların... Daha doğrusu, kendisini halkın seçtiği, milletin seçtiği siyasetçileri yargılamak üzere üst bir yargı mecrası olarak tarif eden bu darbecilerin kendilerince ortaya çıkardıkları, aslında yok hükmünde olan bu yapının varsa akıllarda bir tereddüt bırakmaksızın ortadan kaldıracak bir yasama faaliyetini doğru buluyoruz, önemli buluyoruz ama bununla ilgili teknik eleştiriler, katkılar olabilir, onu çok değerli hukukçularımıza bırakıyorum.
Şimdi, böyle bir müdahale yapılacaksa bunun Meclis adına yapılması önemlidir ve "İlk imzayı kim atsın?"da uzlaşı da olmaz, kavga da olmaz, elbette ki Meclis Başkanı, tarafsız kimliğiyle, o ilk imzayı atar ve onun ardından, bir uzlaşı temin edilmişse bütün gruplar, uzlaşı temini yoksa uygun, meşru bir yere bırakılıp oraya bunu isteyen tüm milletvekilleri imza koyabilir. Bu, doğru usuldür, aklın gereği budur. Herhâlde buna kimsenin bir diyeceği yoktur. Ama, işin devamı öyle olmamıştır. Yassıada'yla ilgili, yürütmenin başı tarafından, Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı tarafından "Yaslı ada burası ve biz burayı şöyle bir merkez hâline getireceğiz." dedikten sonra, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğiyle -ne kadar doğrudur- devletimizin veya bu Meclisin buna gücü yetmez mi? Hani, biz bize yetiyorsak o konuda da yetemez miydik? Falan bütün bu tartışmaları böyle birer alt çizmeyle geçerek oranın bir açılışı olmuştur.
Açılış doğru bir takvimlemeyle olmuştur ama doğru bir katılımcılar veya doğru bir davetliler listesinin veya doğal davetliler listesinin ihlali vicdanlara uygun bir ses verememiştir. Oraya, altmış yıl öncesiyle hesaplaşılırken, bu altmış yılda zaman zaman çok ters düşülmüş, zaman zaman birlikte olunmuş ama bugünkü bir siyasi ittifak görüntüsü damga vurmuştur. O ittifakın orada teşekkül etmesi veya teşekkül etmiş bir ittifakın orada yeniden bir görüntü vermesinde hiçbir sıkıntı yoktur ama o katılımın bununla sınırlı tutulması altmış yılın sonunda ortaya çıkacak siyaset üstü bir uzlaşmaya ve oradaki yasa, oradaki acıya, oradan alınacak derslere, tüketilecek husumetlere, öğrenilecek derslere, demokrasiye yapılacak katkılara sınırlı ve gündelik bir siyasi ittifak görüntüsü vermiştir ki itiraz ettiğimiz de budur.
O gün o törenin davetliler listesi bir yana, doğal davetliler listesinin ihlal edilmiş olmasına bir tepkimiz vardır ki buna herhâlde kimsenin diyecek bir şeyi yoktur. Örneğin, bir Meclis Başkanı bir açılışa gidiyorsa hangi siyasi görüşten olursa olsun eski Meclis Başkanlarının da böyle bir yere davet edilmesine katkı sağlaması veya koluna girmesi beklenir ama en çok kimin beklenir? Yassıada'nın en genç avukatı Hüsamettin Cindoruk, bu Meclisin eski Meclis Başkanlarından. Meclis Başkanının yanında orada bulunması törene anlam katar. Bu törene davet edilmemiş olması bir eksikliktir. Bugün siyasi hayatımızda "Demokrat Parti" diye bir parti vardır, amblemi kır attır; çizgisi, Adnan Menderes'in siyasi çizgisini reddetmemekte, sahiplenmekte; Yassıada'yla ilgili bütün açıklamalarında belki tüm siyasi partilerden önce ve ileri noktadalardır. Demokrat Partinin bakanlarının, Başbakanının asıldığı yaslı adadaki o törende bulunmamaları eksikliktir. Toplumda bunu izah etmek mümkün değildir. Örneğin, Celal Bayar'ın kızı Nilüfer Gürsoy. O niye yoktur? O niye davetli değildir? Bunların hepsine bakınca bugünkü siyasi pozisyonları muhafaza edip "Bugünkü ittifak ortaklarımızla orada olalım." Örneğin, Sayın Cindoruk'un, Sayın Celal Bayar'ın kızının veya Demokrat Partinin Sayın Genel Başkanının bugünkü siyasi pozisyonları veya son 16 Nisan referandumunda takındıkları siyasi tutum üzerinden o fotoğrafta yer almamaları... Bakın, bizimle ilgili bir şeyler saymıyorum ki her birimiz o fotoğrafta yer almak isterdik.
Bu birinci imzayı bekliyorduk, normaldir ama bu birinci imzadan bir hafta önce Mecliste, sonra yine bir gün önce Mecliste çünkü demişti ki Sayın Şentop, aynen şu ifadeleri kullanmıştı: "'Yüksek Adalet Divanı' olarak nitelendirilen, gayrimeşru olan ama sonuçları yürürlükte olduğu endişesi olan, devletin bazı kurumlarının bununla ilgili bir şeyler yapmasının önünde engeller olan bir durum var. 'Bununla ilgili ne yapabiliriz?' diye bakıyoruz. Olgunlaştırınca siyasi partilerle görüşeceğim." dediğinde ben şöyle bir şey söyledim Sayın Şentop'la ilgili, dedim ki: Bugüne kadar çok eleştirdim kendisini ve saydım eleştirdiğim tutumlarını 6-7 tane -uzatmayayım, konumuz o tutumlar değil- ama şimdi bir tane nazar boncuğu takacağım buracağına. Bu yaptığı iş, doğru iştir ve bunda ortaklaşırız. Ve şöyle de söyledim: Eğer sadece Yassıada'ysa tek başına Yassıada kanununa, eğer tüm siyasi idamlarla, tüm darbe dönemi yargılamalarıyla mücadele edilecekse, onlara karşı pozisyon alınacaksa -bu daha da doğru olur- onunla ama tekrar söylüyorum, bir tek Yassıada'ysa onunla da koşulsuz olarak imzayı atmaya hazırız. Kendisine de bir nazar boncuğu takıyoruz. Dünya kadar eleştirdik. Bu, doğru iştir. Hadi, Anayasa'yı korumakta bazen meziyetsiz olabilirsiniz, bazı konularda eksik olabilirsiniz, bir nazar boncuğu bir günde düşürülür mü? Ertesi gün bunu verdi. Bu verildi ve baktım, ben, Süreyya Sadi Bilgiç imzasını burada ikinci imza olarak manalı bulurum, Meclis Başkan Vekili, hemen ardından "Levent Gök'e imzaya açılmış mı?" diye baktım çünkü tüm siyasi partilerin Meclis Başkan Vekilleri de anlamlı olurdu. Sonra, baktım ki yok ama diğer değerli Grup Başkan Vekillerinin imzası var Cumhur İttifakı'ndan olan ve imzaların içinde başka kimse yok. Şimdi, burada, tabii, yine "Demokrat Partinin Sayın Genel Başkanına -Afyonkarahisar Milletvekilidir, aynı bölgedensiniz- teklif edilmesi gerekirdi." diye bir kere doğrudan düşünülür. Diğer yandan, İYİ PARTİ milletvekilimiz...
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Sayın Özkaya, daha sonra cevap hakkımı kullanmak istiyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Çok nazikçe olmadı. Sizinkinde benim cevap hakkı kullanacağım çok yer var da... Onu talep edebilirsiniz ama konuşma arasında böyle bir şerh düşmek doğru değil.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Sistemi bilmiyor da Sayın Başkan onun için söyledim.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Peki, öyle olsun. Başkan alınmıyorsa benim de alınmama gerek yok.
Bu Parlamentoda İYİ PARTİ Bursa Milletvekili Ahmet Kamil Erozan var. Babası, Bursa Milletvekili Agah Erozan idama mahkûm edilip idam edilmeyen 12 kişiden birisi. O, buna imza atmak istemez mi? Bir bakıyorsunuz, Sayın Mustafa Şentop şöyle bir açıklama yapıyor -birinci kaynaktan okuyabilirim de- eleştiriler üzerine: "Ben hazırladım, imzamı attım. TBMM Başkan Vekilimiz Süreyya Sadi Bilgiç'in amcası Yassıada'da idamla yargılananlardan. O özellikle istedi ve imza attı. Ondan sonra da ben teklifi 'Arzu edenler imzalasın.' diye bıraktım. Dolayısıyla hiç kimseyle görüşmediğim için 'Bizimle niye görüşülmedi?' diyen arkadaşlara onu söyleyebilirim. Atmak isteyen hiç kimseye 'Hayır.' demedik isteyen attı." deyip devam ediyor. Nereye bırakmış bilinmez ama parlamentolarda bunun bir yolu yordamı, usulü vardır. Hiç değilse, örneğin, vermeden önce "Ben hazırladım. İsteyenler, Kanunlar ve Kararlardan, Genel Sekreterlikten, makamımdan, özel kalemimden..." dediğinizde gelinir, bulunur da "Diğer siyasi partilerle temas kuracağım." deyip sonra da "Ben bıraktım -farkında olmadan- birileri imzalamış, imzalamayanlara da bir şey diyemem." lafı etik değil ve bugün yakalamaya çalıştığımız ruha uygun değil, onu söylemek istiyorum.
Bu kısmını bu kadarla geçelim ama burada bu kanun teklifine genel mantık olarak Cumhuriyet Halk Partisiyle, bizimle görüşülseydi "Getirin, imzalayalım." demiştik, bıraktığı yeri bilsek, gider imzalardık. Hiç şüphe etmiyorum ki bu Parlamentodaki çok sayıda milletvekilimiz bu imzayı koymak isterdi ama bunun yapılmaması, adada gündelik ittifakın görüntüsü, kanun teklifinde Cumhur İttifakı'nın Meclis Başkanı görüntüsü, yakalanmaya ihtiyaç duyulan ruha, birlikteliğe uygun bir yaklaşım asla olmamıştır. Bu konuda eleştiride bulunmanın da yapılan eleştirilerin de toplumda bir karşılığı olduğu, bu eleştirilerden rahatsızlık duymanın ve bunu bir siyasi polemik meselesine çevirmenin de yapılan yanlışı daraltmayacağı, hatta derinleştireceği konusunu ifade etmek isterim.
Sayın Başkan, nazik bir açık konuşması yaptınız, süreyle ilgili sizin tanıdığınız serbesti şüphesiz bir otokontrole dönüşecektir herkes açısından. Kullandığınız birçok ifadeye katılıyorum, bazılarına katılmıyorum ama bir şeyin altını çizmem lazım: 14 Mayıs 1950 günü Türkiye'de bir seçim yapıldı ve o seçimi bir siyasi parti kazandı. O günlerde kaybeden İsmet İnönü olunca, kendisi asker olduğu, muzaffer bir komutan olduğu ve o güne kadar iktidarda olduğu için Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten sonra, ona, bu seçimlerin sonucuna uyup uymayacağı soruldu. Çok kesin bir dille reddederek, kendisi için büyük bir mağlubiyet, demokrasi için büyük bir zafer olarak tanımladı ve Demokrat Partiye devir teslim için kesin seçim sonuçlarını bile beklemeksizin hazırlıklara başladığını iletti, bunu hepimiz biliyoruz. O gün ki seçime "halk ihtilali" derseniz "O gün Demokrat Parti kazanmasaydı halk ihtilali olmayacaktı, darbeciler başta kalacaktı." gibi bir şey söylerseniz çok ciddi bir sıkıntı olur. O doğru değil, o incitici olur. O gün seçimler yapılıp da kaybeden dirense seçimle gitmemek için ve oyun sahipleri meydanlara çıktığında iktidar püskürtse o ayrı bir şey ama 1946 seçimleri yapıldığı dönem, seçim yöntemi, kanunlar itibarıyla 1946 seçiminin ertesi günü seçim güvenliği tartışmalarını ve bir iktidar değişiminin bu Seçim Kanunu'yla mümkün olup olmadığı tartışmalarını başlatmıştır. İsmet İnönü 12 Temmuz Beyannamesi'ni akşam haberlerinde kendi sesinden okutarak ertesi gün de bütün gazetelerde yayınlatarak yapılacak ilk seçimlerin -ki daha sonra yapılan yasal düzenleme bunu hâkim gözetiminde ve yargı gözetiminde bir seçim olarak yargıyı görevlendirmiş, yargıya temel bir görev olarak vermiştir- gizli oy ve açık tasnifle yapılacağı ve bütün güvenceleri olduğu ve bunu Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlarıyla görüşmek suretiyle, onların da bu konudaki karşılıklı güven telkinlerini aldığını ifade eder ve sonrada hakikaten Seçim Kanunu müştereken yapılarak olur. O Seçim Kanunu'yla yapılan seçimlerdir bu. O gün o sonuçlar bir ihtilal değildir, o sonuçlar bir demokrasi zaferidir; Demokrat Parti için siyasi zaferdir, partimiz için siyasi yenilgidir ama Türkiye demokrasinin kazanımıdır. Bu yüzden, burada, tarihten ders almak ve husumet çıkarmamak ama bunun üzerine varsa bazı yaralar, onları da onarmak üzere bir şey yapıyorken Riyaset makamının bu noktadaki dil sürçmesine bu kadarlık da bir şerhimiz olsun diye düşünürüm.
Aslında çok düşünmediğim bir şey ama Sayın Sadi Bilgiç konuşmam sırasında benim insicamımı, sizin de moralinizi bozacak bir yaklaşım yaptı. Ben de o zaman şunu söyleyeyim Sayın Bilgiç: Mesela, sorunlu ifadeler diye not ettim ama bu konuşmaya lazım değildi. 12 Mart yargılamalarından ya da 12 Eylülden bahsederken sonuçlarını beğensek de beğenmesek de -dil sürçtüyse eyvallah- oradaki idamın sonucunu beğenen bir zihniyetin ben bu salonda şu an oturduğunu düşünmem. Siyasi idamın sonucunu kimse beğenmez. Orada doğru laf şu: "Her ne kadar sonuçlarını lanetlesek de her ne kadar sonuçlarını doğru bulmasak da..." daha doğru bir laf. Çünkü, sonuçlarını beğensek de beğenmesek de o mahkemelerin bir legalitesi vardır, bunu Şentop da kullandı, siz de yazılı metninizden kullandınız. Bu, doğru değil. Bir legalite kendilerine tanımlamışlardır, bugünden bakıldığında, dediğiniz gibi, bu tartışmaları yaparsınız ama mesele şu: Ne Denizlerin; ne devrimcilerin ne ülkücülerin siyasi yargılamaları yapılıp daha sonra idam edildiğinde o mahkemenin sonucunu beğenecek kimse bu salonda yok, olmadığına da inanıyorum.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Siz kendi adınıza konuşun.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Siz aksini söyleyin o zaman.
Devlete baş kaldıranların cezalandırılması ile darbecilerin aynı kefede tutulması lafı. Şimdi, bizim bahsettiğimiz, işte bir yanınızda Sayın Erkan Akçay'ın geldiği siyasi gelenekten gençleri astılar, bizim geldiğimiz gelenekten gençleri astılar, diğer gruplardan arkadaşları...
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Bizde öyle bir şey yok.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - 12 Mart ile 12 Eylülün dinamikleri farklıdır.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Farklıdır.
Diğer partilerdeki arkadaşların, 12 Eylülde işte, Saruhan Oluç'un hep ifade ettiği "Benim arkadaşlarım" diye söylediği siyasi arkadaşları, işkence görmüşlerdir, asılanlar olmuştur. Ama bunların bugün bu oturduğumuz makamlar, devlete baş kaldıranlar ile darbenin mağdurlarını bir noktaya koymak falan diye ölmüş, asılmış ve hepimizin o idamlardan üzüntü duyduğu o süreci de asla ve asla doğru bulmuyoruz ve bunun böyle ifade edilmesini de sorunlu buluyoruz. Ve yine şunu söyleyeyim: Bir hesaplaşma için... Ben açıkçası... Burada hukuk yapıyoruz ama mesleği, aldığı eğitim hukuk olanların yanında küstahlık olmasın, Yüksek Adalet Divanını ortadan kaldırmayla ilgili bir gayret ortaya konulmuş. Bana makul geliyor ama arkadaşlarımızın o konuda mutlaka katkıları olacak. Niyet iyi olduktan sonra, niyet... Biraz önce Özlem Hanım gayet güzel ifade etti, bir niyetle yola çıkıyoruz ve şöyle bir yöntem yapıyoruz "Aksi şu sonuç doğurabilir." diye. Sizin niyetiniz 12 Mart darbesi, onun yarattığı iklim, o zamanki yargılamalar ve onunla mücadeleyse, 12 Eylül darbesini Türkiye'ye yapılmış büyük bir ihanet olarak görüyor, orada hayatını kaybedenlerle ilgili -sağdan, soldan- vicdanınız sızlıyorsa, sağdan soldan yaşı büyütülüp asılanlara yüreğiniz yanıyorsa yolunu vallahi siz bulursunuz bu salonda; öyle güzel hesaplaşır, ortaklaşarak öyle güzel bir sistematik geliştirirsiniz ki... İlla bunların hepsinin 1960 darbesinin yanına virgül koyup 12 Mart yazmazsınız, bir başka maddede başka bir düzenleme yaparsınız, bir başka maddede başka bir düzenleme, inanmayan, tereddüdü olan gerekçeyi okur, inanmayan tutanağa bakar, yüce Meclis neyi murat etmiş diye bu tutanaklarla geleceğe bu olumlu ortak mirası bırakabiliriz. Orada hiçbir sorunumuz yok, olmaz. Ama mesele konjonktürel davranıyor muyuz, davranmıyor muyuz? Mesele, biz, gerecekten Yassıada'nın yasını, oranın acısını, oranın ayıbını ortadan kaldıracak bir adım mı atıyoruz yoksa biz bunu yaparken bugün Türkiye'nin en çok ihtiyacı olacak, yüzde 95'i temsil edilen bir Parlamentonun tamamını kapsayabiliyor muyuz, bir kereye mahsus böyle bir görüntü verebiliyor muyuz? 19 Mayıs 2019 Samsun, İlkadım, 100'üncü yıl... "Biz orada olmalıydık." dedik. 100'üncü yılda, Samsun, İlkadım'da hep beraberdik, "Gelin buradaki herkes bir fotoğraf çektirsin." denilince kimse geri durmamıştı. O fotoğraflardan muhalefet değil ülkeyi yöneten ve kutuplaştırmayla suçlanan ve... Genel olarak uluslararası algıda da bunun Türkiye'nin aleyhine olduğu bir görüntü varsa siz kapsayıcı olduğunuzda o işten zarar görmezsiniz. Bazı fotoğraflar ülkenin işine gelir, onun siyasi getirisine götürüsüne hiç bakmamak lazım. Biz o işe hiç öyle bakmadık ama bugün burada gördüğümüz şu: 12 Martın yası üzerinden hareket edip meseleyi gündelik dar ittifaklara sıkıştırmayı ve olması gerekenleri ve daha da genişleme alanını açmaksızın adımlar atmayı sağlıklı bulmuyoruz.
Tüm konuşmacılar gibi, bu kanunda, özellikle, sonuçlarını hiç olmazsa tamamen yok hükmünde kılacak bu Yüksek Adalet Divanını oluşturan düzenlemenin ortadan kaldırılmasıyla, Menderes'in, Polatkan'ın, Zorlu'nun manevi huzurlarında onlara Allah'tan rahmet diliyoruz. Ailelerinin acılarını hep yüreğimizde hissettik. Zaman zaman fevkalade gerçek dışı ifadelere rağmen İsmet İnönü'nün 1961 Ocağında darbeci generallere yazdığı açık mektup, yapmış olduğu açıklamalar, ailenin son günlerdeki ziyaretinden sonra Adnan Menderes'in bunu anılaştırdığı kitabında İsmet Paşa'nın bu konuda gösterdiği hassasiyeti ve üzüntüsünü ifade etmişti. O günlerden gelen ifadeleri bugünlerin Cumhuriyet Halk Partisi olarak sahiplendiğimizi, bir daha Türkiye'de hiç kimsenin siyasi görüşünden ve inancından, davranış biçimlerinden, düşüncesinden dolayı hayatını kaybetmediği, idam edilmediği, milletin seçtiği, buralara yolladığı kimsenin hiçbir şekilde, asla ve asla bir başka güç tarafından iktidarının sonlandırılmaya çalışılmadığı, darbelerin hiçbir zaman yaşanmayacağı bir Türkiye'ye nasıl bir katkı yapmamız gerekiyorsa o katkıyı sürdüreceğimizi ifade ediyorum. Bir darbe şüphesinin bu ülkeye çok şey kaybettirdiğini, darbelere karşı her birimizin, her zaman en üst alarm düzeyinde olmamız gerektiğini düşünmekle beraber, bir darbe şüphesini, darbe vehmini devamlı gündemde tutmanın ülkeye ve demokrasiye çok şey kaybettirdiğini söylüyoruz. Darbe iması değil darbe girişimi sırasında bile nasıl tutum takınılması gerektiğini bu ülkenin tüm siyasi partileri 15 Temmuz günü göstermişlerdir. O günkü tutumumuzu bir kez daha teyit ediyoruz.
Komisyonunuza başarılar diliyorum. Başta süre konusunda gösterdiğiniz esneklik çok doğru bir şey. Ben aslında çok daha kısa tutacaktım ama Sayın Bilgiç konuşmayı ikiye katladı.
Çok teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum.