KOMİSYON KONUŞMASI

İSMET UÇMA (İstanbul) - Efendim, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, sevgili arkadaşlar; özellikle sunumu yapan Değerli Hanımefendi'ye ben de çok teşekkür ediyorum.

Başkanım, biraz belki uzun olabilir, sabrınızı zorlarsam lütfen beni uyarın. Biraz ezber bozuyor olabilir. O itibarla dikkatle not alınmasını da talep ediyorum. Yani o bir emir sıygası gibi oldu ama istirham ediyorum diyelim.

Şimdi, mevcut modernite açısında kadına baktığımızda iç açıcı sonuçlar doğmadı 18'inci yüzyıldan sonra özellikle. Yani kadını meta hâline getirmeye çalıştı. Onu çeşitli şekillerde sanayi sektörünün bir unsuru yaptı ki bu çok ayıp bir şeydi. Ama bu geçmiş kültürlerin kendi bünyelerinde barındırdığı ve bizzat kodlarında olan yanlışlarından kaynaklanıyordu. Yani, şimdi, Hint kültürüne baktığınızda, Hristiyan muharref kültürüne baktığınızda, Orta Çağ'a baktığınızda, muharref Yahudiliğe baktığınızda, yani hakikaten bizdeki kaynaklara sirayet edenler de doğrudan oradan gelmedir. Birkaçının başlığını birazdan vereceğim. Onun için, arkadaşıma "Biraz size yüklenirsek kusura bakmayın." dedim.

Bir kere işleri çok ciddi ele almamız gerekiyor çünkü bu kadına yönelik şiddet bir toplumsal olaydır. Sadece şiddet kadına yönelik de değildir ayrıca. Şiddetin hiçbir zaman da eğer doğuştan bir psikolojik arızası yoksa, tek taraflı kabul edilmesi de zaten bunu insan merkezli düşüneceğiz. Kadın-erkek merkezli düşünmeyeceğiz.

Örneğin, belki hiç burada gündeme gelmedi, ensest ilişkileri geçen konuştuk. Bu, toplumsal bir sapkınlıktır kuşkusuz ki. Ama arkadaşlar, benim araştırmalarımda -sizinle ilerleyen zamanlarda paylaşacağım- sürekli babanın kıza, kardeşin kız kardeşe bu tür tecavüzlerde bulunduğundan bahsederdik ama benim elimdeki verilerde, annelerin erkek çocuklarına tacizleri var -bunları hiç konuşmuyoruz ama- ya da kız kardeşin evdeki erkek çocuğuna karşı.

Demek istediğim şu: Bunu bir ayrımcı anlayışla çözemeyiz. Bir bütüncül yaklaşıma şiddetle ihtiyacımız var.

3 türlü din algısı var geçmişten günümüze tetiklenen, bana göre tamamının ayıklanması gereken, bir rönesansının yapılması gereken 3 türlü algı var. Binnaz Hocam, dikkatle izleyeceğinizi düşünüyorum, çünkü sizinle bunu daha geniş ya konuştuk ya konuşacağız.

Bunlardan birisi Sünni İslam. Bunlar sonradan ortaya çıktı mezhepler falan biliyorsunuz. Sünni İslam yani bizim dünyamızın öngördüğü İslam -Binnaz Hocam çok iyi bilecek, diğer arkadaşlarımız da öyle- merkeze Peygamberi alır diğerlerini periferiye gönderir. Bu ramazanlarda falan ritüellere baktığınızda bunu hemen anlarsınız.

Şii İslam, merkeze Ali'yi ve üzerinden Hüseyin'i alır diğerlerini periferiye gönderir.

Vehhabi İslam, merkeze Allah'ı alır diğer bütün otantikleri periferiye gönderir.

Üçü de yanlıştır arkadaşlar. Üçü de bizi doğru bir sonuca ulaştırmaz.

Şimdi, belki Diyanete çok büyük iş düşüyor tabii ve ben gereği gibi bu işlevleri yerine getirdiği kanaatinde değilim. Önce Diyanet İşleri Başkanlığımızın ve personelinin kendilerinin eğitilmesi gerekiyor.

Şimdi size birtakım örnekler vereceğim. Şimdi kadının eğitimi öğretimi konusunda kısıtlanması. "Okuma yazma öğretmek haramdır kadına." Bunlar Hint kültüründen, Orta Çağ Hristiyanlığından, Şintoizmden intikal eden rivayetlerdir. Bunlar bizim sahih kabul ettiğimiz hadis kitaplarında mevcuttur. Bunların ayıklanması konusunda kuşkusuz bir gayret vardır ama yıllarca bu otantik, bu gelenek, bu örf, bu kültür böyle oluştu.

Akıl ve din yönünden kadın eksiktir. Buna ilişkin rivayetler.

"Cehennemin çoğu kadınlarla doludur, onlarla doldurulacaktır."

Yönetimde kadını kısıtlayan yığınlarca rivayet var. Yani bu rivayetleri esas alırsak -her biriniz yönetici gibi gözüküyorsunuz- hepimizin işi çok zor tabii yani.

"Kadını yüksek yerde oturtmayın. Kadınlar sizin ibadetlerinizi engeller." "Kadın için kabir hayırlıdır." Yani onun ölümü daha hayırlıdır. Şimdi zaman zaman kadın ölümlerine şahit olduk geçmiş tarihlerde. 2002'den önce, Binnaz Hocam, bunlar kayıtlara girmediği için bilinmiyordu. Yani 2002 yılından sonra bunlar kayıtlara girdiği için şimdi daha iyi biliniyor.

"Kadının en hayırlı işi, hayatta yapabileceği en hayırlı iş yün eğirmektir." Ne işiniz var burada? Oluşan otantiklere bakın ama. Yani bir toplumun otantiğine bakın. Kadın evinde yün eğirecektir, en hayırlı işi budur.

"Kocadan izinsiz evden çıkarsa eve dönünceye kadar meleklerin lanetine uğrar." "İzinsiz annesini babasını ziyarete gidemez." Bunlar bizim muharref dinî otantiğimizden kaynaklanıyor. Çünkü Kur'an merkezli İslam algısına bir türlü bu ülkenin zihni müsait olmadı. Onun için her tarafta çeşitli dinî anlayışların -tabii ki olsun, içtihat alanları tabii özgürlük alanı ama- nasıl bunların toplumu kaotik bir ortama soktuğunu... İşte nazar okuyanlar, kurşun dökenler, papaz büyüsünden bilmem ne büyüsüne kadar, gidip türbelerde çaput bağlayanlara kadar hepsi bu muharref otantiğin oluşturduğu şeylerdir.

Evet, "Aç ve açık bırakın kadınları çünkü onlar biraz kendilerine gelirlerse fitne vesilesi olurlar."

"Kadına illa danışmak zorundaysanız danışın ama dediğini sakın yapmayın. Ne diyorsa aksini yapın."

"Kadına itaat ederseniz pişman olursunuz."

"Kadınlarda uğursuzluk vardır." Bir de atta vardır biliyorsunuz. Oysa at çok işe yaramış bir hayvandır.

"Kadınları geri bırakın. Hem geriden yürütün hem toplumsal hayatta geri bırakın."

"Kadın fitnedir."

"Kadınlar kocalarına secde etmelidirler." Hani uydurma bir hadis var ya "Birisinin diğerine secde etmesini isteseydim -Allah'tan başkasına secde edilir mi?- kadının kocasına secde etmesini emrederdim." diye. Allah'ın Resulünü ve yüce elçileri bundan tenzih ederiz. Bunlar iftiradır elçilere.

Evet, cinsel sorumluluğu açısından. Hani siz bilirsiniz, eli hamurda da olsa eşinin taleplerini yerine getirmesi gerekir gibi.

"Ne yaparsa yapsın kadın kocasının hakkını ödeyemez ve kocası hakkını helal etmezse de cennet yüzü göremez."

Evet, kadınların kocalarına karşı hilekâr olduklarına dair yığınlarca rivayet vardır. Onları ayrıca saymayacağım.

İşlerini kadınlara havale eden toplumlar ne olur hocam? Helak olurlar.

"Kadın eğri kemikten yaratılmıştır. Doğrultmaya kalkarsanız kırarsınız." Adem'in kaburgasından yaratılmıştır.

Bunların tamamı Allah'a ve aziz elçilerine iftiralardır. Oysa biz Belkıs'ı biliyoruz, Meryem'i biliyoruz ve Peygamberimizin eşi Hz. Hatice... Ya arkadaşlar kadını iş hayatından alıkoyun diye rivayetler var yığınlarca, fitne oluşturur, sakın toplumsal hayata katılmasın. Ama Peygamberin evlendiği eşi Hatice tüccar.

Bu taraf böyle de diğer taraf daha mı iyi, diğer anlayışlar? Feminyen anlayışlar, modernist anlayışlar, insan merkezli ya da antropoformik anlayışlar, bunların tamamı çok daha felaket. Al birini vur diğerine.

Şimdi Diyanete düşen görev şudur: Diyanet bütün bunları arıtıp durultmalıdır ama Diyanetin bir handikabı var. Diyanet kurumsal bir dini temsil ediyor. Diyanetin bu kurumsal dinin dışına çıkması çok zordur ama çıkmak zorundadır. Onun için, Diyanette özellikle kimi konuşmacıların ya da görevlendirdiğiniz imamların, Kur'an kursu hocalarının tamamının zihinleri sülfürik asit dolu. Bunları nasıl temizleyeceğiz? Bunun için bir kaynak arıtımına gidilmesi gerekiyor.

Tarihî süreç içerisinde, bu bağlamda, bütün bunlara rağmen, diğer olgulara göre görece daha az ya da gizlenmiş şiddet olayları olsa bile, bunlar kadınları toplumsal hayattan dışlayan, gerektiğinde her türlü muameleye reva görülen birer unsur olarak, birer birey değil unsur olarak hayata katmaktadır. Batı toplumlarında gelişmeler de bundan farklı değildir.

O hâlde, hakikaten kadınların kendisine iyi sahip çıkmaları gerekiyor ve iki tarafa da alet olmamaları gerekiyor dünya kadınları için söylüyorum tabii. Bunlar da sizlerin sayesinde olacak.

Örneğin camilerimizde şu kadar görevlimiz var. Camilerimizdeki görevlilerimiz iyi yetişmiş olsalar, mahallelerinde olan bu tür olaylarda, mahallede bir genç, bir genç kız, bir delikanlı, evinde huzursuzluk olan bir anne ya da bir baba ona gidebilse ya da o gitse, mahalleyle iç içe olsa... Ben sizin müftülerinizi falan biliyorum. Ya bunlar devlet memurları. Toplumun içine bile çıkmıyorlar. Gitseler esnafın çayını içseler, ailelerle tanışsalar. Ondan sonra "Hristiyanlar misyonerlik yapıyor, İncil dağıtıyor." diyorsunuz. Ne yapsınlar? E, sizden kitapları almak bayağı pahalı. Ben de yayıncıyım ayrıca.

Niçin siz sahici kaynakları -yani özellikle Kur'an'ı kastediyorum- meccani dağıtmıyorsunuz milyonlarca? Kaldı ki, siz, bu toplumun verdiği vergilerle bütçe oluşturuyorsunuz.

Şimdi, bizim müftülerimiz, imamlarımız... Kaç bin imamımız var, din görevlimiz var Hocam?

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI TEMSİLCİSİ SEDİDE AKBULUT - 127 bin.

İSMET UÇMA (İstanbul) - 127 bin tane gönüllü, bilgili, pedagojik formasyonu olan, din psikolojisini bilen, bireyi tanıyan insan. Bu camiler toplumun bütün yaralı alanlarına birer sığınak olabilirler. Diğer kurumlarımız birer STK hâline dönebilirler. Diğer kurumlarımız da el ele verip birlikte çalışabilirler.

Özü şu: Eğer bunu biz hayata geçirebilirsek bu konular... Yani diyelim ki bir konuyu anlatması gerekiyor, polise git kayıt tutu şu bu yerine, gidip güvendiği bir müftüyle... Ama bunu tarikat mensuplarına falan gönderirseniz zaten mistik şizofreniyle yani müşrik şizofreni aynı şeydir. Bunların arasında fazla fark yoktur. Onun ayaklarını yerden keser uçurur falan. Yani ayakları yere basan, Kur'an merkezli bir anlayışla bu işleri arıtıp durultmamız lazım. Başta Diyanet olmak üzere bir İslam rönesansına ihtiyaç vardır. Bunu hep birlikte destek vermemiz lazım ve toplumların da, bunalan dünya toplumlarının da giderek artık, ister Musevi olsun ister Hristiyan olsun ister Müslüman olsun, doğrularını kendi toplumlarına doğru olarak aktarmaları gerekiyor ama öyle şeyler aktarılıyor ki yani şöyle diyor: "Kalsın kardeşim falan."

Tek tek ağaç dibi gezdirmeyin insanlara. Total olarak ormanı gösterin. Orman ile açık alanın konumunu insanlar kendileri belirlerler.

Bu itibarla, arkadaşlar, bu konuya, inanın, eğer Diyanet gerekli işlevleri üstlenir ve görevlerini yaparsa, diğer STK'larla el birliği yaparsa kadın kuruluşlarımızla falan ve mahalledeki insan bunaldığı zaman, bir delikanlının "Ya, benim psikolojiyi de bilen bir hocam var, onunla bir görüşeyim." demesi durumunda önleyici tedbirler diyoruz ya, olay vuku bulduktan sonra mahkeme tutanakları, cezai müeyyideler, şunlar, bunlar, bunlar sonra gelen şeyler. Önemli olan, hadise vuku bulmadan önce hadiseyi önleyebilmektir. Bunun yolu toplumun bütün katmanlarını devreye sokmaktır, cinsiyetleri ayırmamaktır. Kadın ve erkek evlendikleri zaman birbirlerini, öteki diğerini ilahı olarak görüyor yani "Bu benim ilahım." diyor ya da "Öteki benim kulum." Oysa siz bir akit yapıyorsunuz, sözleşme yapıyorsunuz, ayrı ayrı bireylersiniz. Nitekim, Kur'an'da "velâ teziru vâzireten vizra uhrâ", "kimse ötekinin yükünü çekecek değildir." diyor, bireyi merkeze alıyor, bireyselleştiriyor. Ama, biz evli olduğumuz andan itibaren kadın da, erkek de eşlerini kendilerinin hükmedeceği, kendilerini tanrılar yerine koyarak hükmedeceği unsurlar olarak görüyor. Bu, son derece yanlış. Oysa önce insanlıkta kardeşsiniz, sonra karı kocasınız. Önce kardeşsiniz, insanlıkta kardeşsiniz ya da bir değer yargınız varsa onda kardeşsiniz, sonra anne babasınız ya da baba oğul, baba kızsınız.

Bütün bunları Diyanet İşleri diğer STK'larla, Meclisle irtibatlı olarak gözden geçirip büyük bir deva olabilir ama önce, bunun için Diyanetin kendi zihninin net olması gerekmektedir. Ama, Diyanetteki zihin karışıklığını hepimiz biliyoruz. Son zamanlarda iyi gayretler var. Umarız, Kur'an merkezli, Allah'ın has dinini merkeze koyan...

Şimdi, İlhan Arsel'in kitabı vardır. İlhan Arsel'e nasıl itiraz edeceksin? "Kadın ve Şeriat" diye. Ne kadar kötü niyetle yazıyor olursa olsun kullandığı bütün malzemeler senin hadis diye verdiğin malzemeler. "Kulleteyn"de Turan Dursun'a nasıl kızarsın? Senin malzemelerini kullanıyor. O zaman senin malzemelerin çürük, bunları arıtıp durultacaksın. Sahici kaynağı çünkü yani suyu... Arkadaşlar, su içmek önemli değildir. Suyu arı, duru kaynağından içmek önemlidir. Bulanık sularla hakikaten hem bünyenizi hem etrafınızı hem toplumunuzu bir anafora sokarsınız.

O itibarla, Diyanet İşlerimiz bunları dikkate alırsa, bu bağlamda ciddi kürsüler oluşturursa, toplamsal hayata ilişkin ciddi çalışmalar ortaya koyarsa, imamlarımız, müftülerimiz sadece namaz memurluğu yapmazlarsa, dairelerinden dışarı çıkarlarsa ve hele hele kendilerini böyle bir kuruma müntesip oldukları için zaten cennetle müjdelenmiş... Ki Allah kimseyi cennetle müjdelemez, o da yanlıştır. Ve aşereyimübeşşere uyduruyorsunuz siz Hocam.

Şimdi, bunlar gaip konulardır değil mi? Kur'an ne diyor? "Lâ tuziğ kulûbenâ." Kim diyor bunu? Peygamberler diyor. Kalplerimizi saptırma. "Sebbit akdâmenâ." "Ayaklarımızı sabit kıl." diyor.

Ve şimdi herkesin sapma ihtimali olacak. Sen geleceğe hükmedeceksin, Allah'tan başka kimse gaibi bilmez. Sizin şeyhler biliyor, nasıl biliyorsa onu ben de bilmiyorum.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Kim onlar?

İSMET UÇMA (İstanbul) - Efendim, misalen söylüyorum, mecazen söylüyorum.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Hayır, hiçbir şeyhimiz olmadı bizim.

İSMET UÇMA (İstanbul) - Hayır, hayır, isim vermek şık olmaz da onun için söylüyorum.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Bizim hiç yok. MHP'nin öyle bir şeyi olmadı.

İSMET UÇMA (İstanbul) -Ya, mebzul miktarda, metrekareye 25 tane düşüyor hocam, yapmayın.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Nasıl geçiyor? MHP'nin hiç şeyhi olmamıştır.

İSMET UÇMA (İstanbul) - Efendim, yani bakınız, ben bunların hiçbirisini siyasi gerekçelerle söylemedim.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Şahsıma yönelik söylediğiniz için...

İSMET UÇMA (İstanbul) - Hayır efendim, ben sizin üzerinizden bir temsil geliştirdim, o kadar.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Temsilde hata oldu.

İSMET UÇMA (İstanbul) - Temsilde hata olduysa düzeltelim Hocam. Bunda alınacak bir şey yoktu ama...

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Alınganlık değil, hakkın teslimidir bu.

İSMET UÇMA (İstanbul) - Bakınız arkadaşlar, sizi temin ederim ki yani şimdi mesela... Ama şöyle sevgili hocam, ben size sorsaydım aşereyimübeşşereyi sayın diye, bana sayardınız. Demek ki yanlış bir temsil yapmadım ben ama sizi kastetmedim.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Devamı yanlış gelmiş olabilir.

İSMET UÇMA (İstanbul) - Olabilir. Sizi kastetmemiştim.

Peki, neyse böyle karşılıklı olmasın.

Ama sevgili arkadaşlar, sizi temin ederim ki burada yani bir siyasi partinin temsilcisi, milletvekili, bir iktidar mensubu bir milletvekili olarak falan asla konuşmadım. Ben bu toplumsal yaranın ne kadar derin olduğunu bilen bir arkadaşınız, kardeşiniz olarak bunun nerelerden kaynaklandığını ve bunun sebeplerini iyi tespit edersek yani tespitimiz iyi olursa, teşhis edebilirsek tedavimizin kolaylaşacağı kanaatiyle bunları söyledim. Yoksa ben de AK PARTİ'nin kadın ve kadına dair yapıp ettiklerini şimdi burada aktarmaya çalışsam herhâlde yüz günde ancak size aktarırım. Bunun için yapmadım sevgili arkadaşlar.

RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Yapmadıklarınızı anlatmak için yüz elli gün olabilir.

Benim menisküs problemim var da, uzun süre oturamıyorum.

BAŞKAN - Geçmiş olsun.

İSMET UÇMA (İstanbul) - Geçmiş olsun Hocam.

Efendim, ben sözlerimi bitiriyorum. Vaktinizi fazla aldım biliyorum ama umarım katkı vermiştir. Ama bir kere daha söylüyorum: Hiçbir siyasi mülahazayla, eğer bunlara siyasi mülahaza olarak baksaydım yani kendi kaleme gol atmış olurdum. Asla bir siyasi mülahazayla bunları yapmadım ama bu kim olursa olsun ciddi bir yara, derin bir yara. Bunun sebeplerini ortaya çıkarmak zorundayız. Hangi kültürden kaynaklandığını, hangi kutsallar izafe edilerek yapıldığını, hangi modern bütün değerlerden soyarak, sıyırarak, insanı çileden çıkararak yapıldığını tespit etmek zorundayız. Ondan sonra hakikaten elimizi başımıza koyup ya da başımızı ellerimizin arasına alıp bir düşünmek zorundayız. Bu mesajlarla ne modernitenin yaklaşımıyla ne kalıp yargılardan gelen bu rivayetlerle biz ne dünya insanlığına bu anlamda bir katkı sağlayabiliriz ne kendi toplumumuzdaki sorunları çözebiliriz.

Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. Sağ olun.