| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 05 .11.2014 |
İZZET ÇETİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarım, sayın Başbakan Yardımcısı arkadaşlar, değerli kamu görevlileri, değerli basın emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bütçenin üçüncü günü, tabii, 2015 bütçesiyle ilgili konular gözükmüyor belki bugünkü konular itibarıyla ama programımız oldukça yoğun.
Ben, Başbakan Yardımcımız Sayın Numan Kurtulmuş'un görev ve sorumluluk alanı belki mesleğiyle doğrudan ilgili olmasa bile esas alanıyla ilgili, geçmişte kendisini takip eden birisi de olarak bir şeyler söylemek istiyorum.
Öncelikle de her iki Başbakan Yardımcısına da görevlerinde başarılar diliyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın Kurtulmuş 2011 bütçesinden sonra aynen şöyle bir kısa bir yorum yapmıştı yani kısa bir özet alacağım: "Vergilere yüklenmişler, rantiyeden para kazananlardan vergi almıyorlar, faizle para kazanan adama iadelerle sıfır vergi; bir de üreten, bir şeyler yapmaya çalışan sanayiciden, esnaftan yüzde 20 vergi alıyorlar. Dünyada OECD ülkeleri arasında dolaylı vergilerde birinci olan ülke Türkiye'dir. Dolaylı vergi namert vergisidir yani Deli Dumrul gibi insanların gırtlağına sarılıyorsunuz." Bu sözcükler sizin sözcükleriniz ve ben de altına imzamı atıyorum. Bu 2015 bütçesi de gerçekten Deli Dumrul bütçesine benziyor. Dolaylı vergiler yine halkın omzunda. Özellikle sizin görev alanınızla ilgili olduğu için AFAD'la ilgili bölümle bütünleştirerek söylemek istiyorum: Türkiye'de çalışanların yüzde 48'i -Maliye Bakanımızın resmî rakamı- asgari ücretli, evine 890 lira maaş götürebilmek için yerin yedi kat altında yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Kayıt dışı ekonomi resmî veriler yine yüzde 37 dolayında... Kayıt dışında çalışanların asgari ücrete muhtaç olduğu, merdiven altlarında çalışmaların giderek yaygınlaştığı, yabancı kaçak işçilerin özellikle ülkemizdeki Suriyelilerin emek sömürüsünün had safhaya vardığı bir dönemde yapılan bütçede yine vergiler yüzde 11'le dar ve sabit gelirli yoksul kesimin sırtına binecek. Böyle bir Hükûmette görev yaptığınızı gerçekten size hatırlatmak istiyorum.
Yine, sizin çok güzel bir sözünüzü, geçmiş dönemde arkadaşım hatırlatmıştı, bir kez de ben hatırlatmaya çalışıyorum: "Harun olmaya geldiler, karun oldular, biz AKP gibi firavunlaşmayacağız." demiştiniz. Yine, bugünkü Cumhurbaşkanı için "Kalbi Ali der, dili Muaviye söyler." sözleri de size ait Sayın Başbakan Yardımcım. Eğer AKP gibi firavunlaşmayacağınıza inanıyor olsam bu kabinede ne işiniz var diye sorardım.
Şimdi, geçtiğimiz dönem, yani bir yıl öncesi de değil, daha on ay öncesinden bu yana Türkiye'de yaşananları, bir yandan yolsuzluk havuzlarında biriken paraları aklama çabalarını diğer taraftan Soma'daki faciadan sonra Ermenek'teki faciayı yaşadı bu ülke. Orada madencilerin hangi koşullarda çalıştığı çok acı biçimde sadece bizim değil dünyanın gözünün önüne geldi. O madenlerdeki ocaklarda Orta Çağ'ın çalışma koşullarının Türkiye'de bu çağda nasıl yürütüldüğünü ama nasıl saray sevdamıza, köşk sevdamıza kapıldığımız bir dönemi birlikte yaşıyoruz.
Şimdi, AFAD gerçekten çok önemli bir kurum. Yani geçmiş dönemde İçişleri Bakanlığına, Bayındırlık İskân Bakanlığına ve Başbakanlığa bağlı kurumlardaki dağınık kurumlar birleştirilerek 2009'da "AFAD" adı altında birleştirildi, bu güzel bir yaklaşım, bunun hakikaten tekleşmesi gerekir ama bir sistemli çalışmaya da girmesi gerekir. Yani Soma'daki çalışanların isim listelerini bile düzenleyemeyecek kadar dağınık bir görüntü sergiledi. Yani çalışan işçilerin... Bizim milletvekili arkadaşlarımız bu konuya ilişkin soru önergeleri verdiler sizlere. Yani AFAD Manisa'da, Soma'da kurtulan işçilerin listesini bile doğru dürüst düzenleyemedi. Ben bu tür doğal afetlerin ülkemizde yaşanmamasını diliyorum ama bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum, bu konudan sorumlu bakan olduğunuz için.
Sayın Başbakan Yardımcımız, inşallah bir doğal afetle burun buruna kalmayız ama kaldığımızda bakanların oraya seferberlik ilan etmesinin göz boyama ve o acı durumdan oy devşirmeye dönük çabadan başka hiçbir yararları yok. Ben, Zonguldak'ta 1992'deki faciada sendikacıydım, o bölgeden bu yana doğal afetlere gücümün yettiğince hem sendikal kimliğimle hem siyasal kimliğimle bulundum. Gelen bakanların ve gelen bürokratların çalışmayı engelleyici, kalabalık yapıcı tutumdan başka çok da yararları olmuyor, o nedenle oraya AFAD'da sorumlu kişilerin, kurtarma ekiplerinin, acil yardım ekiplerinin gitmesinde büyük yarar var, bunun altını çizmek istiyorum.
Tabii, konu çok fazla, 11-12 kurumun bütçesini kısacık sürede anlatmaya çalışacağız ama TİKA'ya ilişkin de bir iki söz söylemek istiyorum: TİKA, gerçekten, oralardaki tarihimizin köklerine dönük birtakım tarihî varlıkları yaşatmak, kültürü geliştirmek gibi güzel amaçlarla kuruldu ama sicili çok iyi değil. 1990'lı yıllarda bir ülkedeki bir darbe girişimi... Bugünlerde de -biraz evvel Sayın Kuşoğlu da söyledi- özellikle Kosova'da IŞİD ve El Nusra, El Kaide unsurlarıyla iş birliği yaparak oralarda IŞİD'e birtakım eleman devşirmeye çalıştığı basında çıktı. Bunlar doğru şeyler değil, yani TİKA gibi bir kurum eğer saygınlığını koruyacaksa, eğer gerçekten bizim köklerimize yönelik tarihî varlıklarımızı yaşatacaksa... Ki ben hatırlıyorum, 2006 yılında Sultan Sencer Türbesi yapılmıştı, o nedenle açılışına gittik, giderken acaba ne ile karşılaşacağım diye merak ediyordum.
Bir üzüntümü paylaşayım: Zannediyorum -merak ettiğim için incelemiştim- Sultan Sencer Türbesi için bu zamanın parasıyla 1 milyon 100 bin lira gibi bir para harcanmış, çok bir para mıydı bilmiyorum, parada, rakamda yanılabilirim. Ama o türbeyi açmaya biz 5-6 parlamenterle birlikte, 120 kişi bir uçakla gittik. Herhâlde o türbenin açılışında yapılan masraf kadar masrafı devlet bir daha ödedi. Yani bu ülke bu kadar zengin bir ülke değil. Biraz evvel söyledim, çalışanların ortalama ücretleri asgari ücret seviyesine geriledi Türkiye'de, yoksulluk derinleşti.
Bakınız, 2000 yılında gayrisafi millî hasılanın ya da refahın yüzde 67'sini elinde tutan yüzde 10'luk kesim şimdi yüzde 75'ini, yüzde 77'sini tutar konuma geldi. Yani müthiş bir yoksullaşma yaşıyor Türkiye. Gelir grupları arasında özellikle orta, üst gelirden en zengin kesime kayma var, halkın kaybedecek bir şeyi kalmadı, yoksullaştı iyice. Böyle bir dönemde TİKA israftan kaçınmalı diye düşünüyorum, bir.
İkincisi de üzerine farz olmayan -başka ülkelerin iç işlerine müdahale ederek- Türkiye'yi dışarıda küçük düşürecek davranış ve tutumdan mutlak suretle kaçınmalıdır. Yani geçmişte, 1990'lı yıllarda Azerbaycan'da bir darbe girişimine adı karıştı, çok açık söyleyeyim, şimdi de Kosova'da ve pek çok ülkede lüzumsuz işlere bulaştığı basında yazıldı, bunlara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Gerçekten süremiz çok dar. Arkadaşım değindi, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün sıralamasına göre 179 ülke içerisinde 2005'te 98, 2006'da 100, 2007'de 101, 2008'de 103, 2009'da 123, 2010'da 138, geçen sene 153, bu sene 154'üncü sıraya gerilemişsek Sayın Başbakan Yardımcım size büyük görevler düşüyor, göreve daha yeni geldiniz. Yanınızda RTÜK Başkanı oturuyor, geçtiğimiz bütçe döneminde de RTÜK'le ilgili burada önemli tartışmalarımız oldu.
Bakınız RTÜK cezalarına: Sadece TRT ya da Anadolu Ajansı değil, RTÜK de iktidarın borazanı hâline gelmiş. Şimdi baktığımız zaman uyarı cezalarına: 1-5 Kasım 2013'ten 5 Kasım 2014'e Samanyolu'na 21, BUGÜN TV'ye 4, CNN'e 2, vesaire gidiyor ama para cezası...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çetin, lütfen toparlayın, size ilave süre vereyim.
Buyurun.
İZZET ÇETİN (Ankara) - Bitirmeye çalışacağım. Para cezaları ise, CEM TV 59, BUGÜN 47, HALK TV 20, Samanyolu 15, FLASH 17, BEYAZ 17, KANAL D 13, aşağılara doğru indiğiniz zaman diğer televizyonlara 1-2 defa, onlar da göstermelik.
Şimdi, bu cezaların ölçüsü ne? Şuraya bir bakıldığı zaman iki tane ölçü var: Bir, muhalefete yakın olan yayın kuruluşları; iki, uzun ince bir yolda yıllardır birlikte yürüdüğünüz "paralel yapı" diye tabir ettiğiniz televizyon kanallarına yönelik saldırı. Bunun adı saldırı, başka bir şey değil, susturma girişimi. Bu adaletsizliği ortadan kaldırmak gerekir.
Bakın, döneminizde, AKP iktidarı döneminde Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün tespitleri çok doğru. En son Haziran ayında çıkarttığımız torba kanunla bile Risale-i Nur eserlerinin basımını devlet tekeline aldı. Gerekçe, gerekçeyi söyleyebilir misiniz, ne idi, neden? Yasayla kanun yapıp...
BAŞKAN - Bunları hep söyledik torba yasada size.
İZZET ÇETİN (Ankara) - Söylediniz, ben dikkatinizi çekmek açısından söylüyorum.
Tabii, Türkiye'de şu anda tam bir tekelleşme yaşanıyor televizyon ve basın alanında ve bunların da büyük bölümünü arkadaşlar dile getirdiler. Cumhurbaşkanı, kendisi başbakanken oğlu, damadı, yakınları gazeteleri ve televizyonları etkisi altına aldı. Böyle bir dönemde defalarca değişik konular gündeme gelmiş olmasına rağmen... Biraz evvel Sayın Başbakan Yardımcısı bu tür konularda, özellikle yayınlarla ilgili konularda Seçim Kurulunun yetkili olduğunu, RTÜK'ün böyle bir yetkisinin olmadığını söyledi ama özellikle, sadece cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan o zaman 4 Temmuz günü bir saat yirmi saniye konuşurken İhsanoğlu bir dakika konuşmuş, Demirtaş'a da hiç yer verilmemiştir, arkadaşlar adaletiniz yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çetin, mikrofonunuzu açayım.
İZZET ÇETİN (Ankara) - Yani böyle bir adaletsizliği nasıl içinize sindiriyorsunuz, nasıl devlet adamıyız diye bakan olarak, başbakan olarak, cumhurbaşkanı olarak halkın karşısına çıkıyorsunuz, gerçekten üzülüyorum. Ya da bir RTÜK Başkanı geliyor, burada... Ya, insan biraz utanır, sıkılır, yani böyle bir adaletsizlik karşısında yapmış olduğu işlerden utanır.
Bir de ben bir başka konuya girmek istiyorum bu kısacık süre içerisinde. Bakınız, AKP iktidar oluncaya kadar Atatürk Kültür, Dil, Tarih ve Yüksek Kurumu, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü verirdi. Bu, 2000 yılından 2013 yılına kadar verilmedi ama yönetmelik duruyordu orada, 2013'te yönetmeliği değiştirdiniz, sıfırlı ve beşli yıllarda bu ödülün yeniden verilmesini gündeme getirdiniz.
Şimdi, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü Tüzüğü yürürlükten kalktı, yenisi yürürlüğe girdi. Bu on üç yıl, üç dönem Atatürk Uluslararası Barış Ödülü niçin verilmedi? Arkadaşlarım gündeme getirdi -Sayın Günal burada yok- Gazi Mustafa Kemal ya da yerleşkenin adı Beştepe Yerleşkesi. Yani "Atatürk" kelimesinden, Atatürk kurumlarından, Atatürk ilkelerinden bu kadar korkunun mantığı ne? Yani bu ülkede Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde hepimiz 1946'ya kadar aynı partinin mensupları değil miydik? Bu kadar ayrıştırmaya çalışmak, kurumları, kişileri bu kadar birbirine düşürme çabaları bu ülkeye ne katar, size ne kazandırır onu merak ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii ki konular çok fazla, özellikle... Geçtiğimiz yıl gündeme getirilmedi çok fazla, Türk Dil Kurumu Başkanı,/ 5 milletvekilinin kendisini ziyaretini "Kurumumuzu bastılar." diye ortalığı velveleye vermiş idi, özellikle iki kelimenin şeyi nedeniyle. Gerçekten, "çapulcu" ve "darbe" kelimelerinin ne anlama geldiğini sorma anlamında bir ziyareti istismar etmiş ve tartışmalara neden olmuştu. Türk Dil Kurumunun, Türk Tarih Kurumunun kuruluşunu felsefesini kavrayamamış kişilerin o kurumların başında bulunduğu dönemde bu tür şeyleri çok da yadırgamıyorum doğrusu ama kendisini buradan kınamak istiyorum.
Teşekkür ediyorum.