KOMİSYON KONUŞMASI

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Değerli Başkan, değerli arkadaşlar; infazda adalet ama infazda adaletten önce de adil yargılanma hakkının uygulanması, demokrasi ve hukuk devleti gerekli. Yani demokrasi ve hukuk devletini en asgari düzeyde uygulayamazsak ve mahkemelerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayamazsak, yargıçların tarafsız bir şekilde verecekleri kararları ortaya koyamazsak sonuçta ceza alan mahkûmların, hükümlülerin tutukluların infazında adaleti nasıl sağlayacağız? Onun için, AKP Hükûmeti bu sıkıntıyı daha önceleri hissetmiş. 2009'da ilk "Yargı Reformu Stratejisi" adı altında 2010'da bir referandum ortaya koymuş. Ondan sonra olan olayı hepimiz biliyoruz, 2010'da 12 Eylül referandumunda bir FETÖ terör örgütünün yargıyı nasıl ele geçirdiğini biliyoruz. Daha sonra, 2015'te ikinci Yargı Strateji Planı çerçevesinde 2017'de Anayasa değişiklikleri yapılmış ve yargı bağımsızlığının cumhuriyet döneminde en çok dibe vurduğu dönem, bu günlere gelen dönem karşımıza çıkmış. Sonra, 2019'da, yine geçen sene üçüncü Yargı Strateji Planı açıklanmış. Bunu açıklarken Sayın Adalet Bakanı "Yargıya güveni sağlamak amacıyla bu planı yapmak durumundayız, ifade ve düşünce özgürlüğünün tüm ülkede sağlanması gerektiği kanaatindeyiz." diye açıklamalarda bulunmuş. Bunun nedeni ne? Nedeni şu: Demek ki mahkemelerin tarafsızlığı, bağımsızlığı, verdikleri kararların gerçekçi araştırmaya tabi olmadan, yetkin olmayan hâkim ve savcılar tarafından verilmiş olması gibi nedenlerle sıkıntı olduğu düşünülerek bu strateji planları açıklanmış. Tabii, bunun dışında da Türkiye'nin, ülkemizin insan hakları karnesi tamamen dibe vurmuş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde en kötü sicile sahip ülkelerden biri hâline gelmişiz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin birden çok maddesini ihlal ederek hakkında verilen mahkûmiyet sayısı açısından 47 ülke arasında en çok hak ihlal eden ülke olmuşuz. Son otuz yılda yurttaşların en çok 3 hakkının ihlal edilmesi -adil yargılanma hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı ve mülkiyetin korunması hakkı- nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hakkımızda mahkûmiyet hükümleri verilmiş. Türkiye'miz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarihinde düşünce ve ifade özgürlüğünden en fazla mahkûm olan ülke hâline gelmiş ve Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 157'nci sırada yerimizi almışız. Gazeteciler içeride, muhalif medyacılar içeride ve bugüne gelmişiz.

Arkadaşlar, bu algı sadece Mecliste olan bir algı değil, muhalif partilerin algısı değil. Bu algı, Uluslararası Af Örgütü'nün yapmış olduğu, geçenlerde yapmış olduğu araştırmada, Türk toplumunda insan hakları algısı araştırmasında yüzde 82,1 temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğini ortaya koymuş; yüzde 52,4 de düşüncelerini ifade temekten korktuğunu söylemiş. Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10'uncu maddesini, düşünce ve ifade özgürlüğü maddesini en fazla ihlalden mahkûm olan 1'inci sırada ülke durumuna gelmişiz. Demek ki bir sorun var, bu sorun sadece infazda adalette sağlanamaz, bu sorun sadece infazda eşitlikle sağlanamaz; bu sorun, adil yargılanma hakkının ortaya koyduğu mahkemelerin tarafsızlığıyla, bağımsızlığıyla, yargıçların talimatla hareket etmemesiyle, hukuk devleti kurallarının en etkin bir şekilde ülkemizde yer etmesiyle sağlanabilir.

Buradan çıkışla Sayın AKP Grup Başkanımız Cahit Özkan, geçici ve kalıcı infaz düzenlemesinden yaklaşık 45 bin kişinin yararlanacağını, salgın hastalık nedeniyle açık cezaevlerinden konutta infaz uygulamasına geçeceklerde bu sayının 90 bine ulaşacağını söyledi geçen açıklamasında. Cezaevlerinden 300 bin kişi var, cezaevlerindeki bu 300 bin kişiden, geçen haftaki infaz düzenlemesi açıklamasında yaklaşık üçte 2'ye yakın kesiminin şartlı salıverme ve denetimli serbestlikten yaranacağını belirtmiştiniz. Bugüne geldik ve yarı açık cezaevlerinde toplamda 90 bin kişinin tahliyesi, serbest denetimden yararlanması ve bu çerçevede kararlar alındığı taslak önümüze geldi. Yani açıkça arkadaşlar, bunu söylemek zorundayım, dağ fare doğurdu. Yani "infazda eşitlik, infazda adalet" adı altında geçen haftaki açıklamalarınızla, ondan önceki açıklamalarınızla, AKP sözcülerinin açıklamaları ile bugün gelen taslaktaki açıklamalar aynı mı? Değil.

Burada hapishanelerin doluluğunun 15 Temmuz darbe girişimiyle açıklanması da söz konusu değil, terör darbe girişimiyle açıklanması da söz konusu değil. Yani burada "terör suçu" tanımının fazla geniş tutulması nedeniyle siyasal suç yelpazesinin belirsizliği, fikir suçlarının yaygınlığı hatta niyet sorgulaması yoluyla söylenmeyen sözlerden sorumlu tutulma şeklinde hukuku tamamen yabancı uygulamalar... Yani adil yargılanma hakkında asgari standartlara uyulmaması sebebiyle cezaevlerinde olan insanlarımız var, gazetecilerimiz var, avukatlar var, insan hakları savunucuları var. En önemlisi, bu kişilerin yaşam hakkını ortaya koymak zorunda olan devletin de sorumluluğu var.

Değerli arkadaşlar, ben cezaevlerine gidip de mahkûmlarla, hükümlülerle, tutuklularla görüşen bir arkadaşınızım. Silivri Cezaevine 4-5 defa gittim. Silivri Cezaevine gittiğim zaman oradaki hükümlü ve tutuklularla görüşmelerimde, Silivri Cezaevinde bulunan hastanenin yapısının, o cezaevinde bulunanların yaşam hakkını sağlamayacağı konusunda kuşkuları olduğunu ortaya koydular. Bununla birlikte, Silivri Cezaevinde bir MR'ye on altı ay sonra, bir fizik tedaviye de on beş ay sonra gün verildiğini söylediler. Bu konuda bile normal sağlık haklarını bile kullanmayan tutuklu ve hükümlülerin... Şu anda "coronavirüs" denilen ve tüm dünyayı salgın hâle tüm dünyayı salgın hâle sokan, bir yaşam hakkını ortaya koyan bir durumda cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerin yaşam hakkını devlet korumak durumundadır. Bu, insan hakları anlamında da çok önemlidir. Bu çerçevede yapılması gereken şudur: Adil, nesnel, eşit bir düzenlemeyle infazda adalet ve eşitlik getirilmesi gerekiyor.

Cezaevinde, düşünce suçları ve düşüncelerini açıkladığı nedeniyle cezaevinde bulunan birçok gazeteci, birçok insan hakları savunucusu var. Geçenlerde cezaevine gittiğimiz zaman Osman Kavala'yı ziyaret ettik. Osman Kavala dosyası, biraz önce anlattığım gibi, mahkemenin vermiş olduğu tutuklama kararlarının AİHM kararlarına aykırı olduğu ve Gezi Parkı davasından beraattan sonra, arkasından -15 Temmuz- örgüt üyeliğinden dolayı verilen tutuklamadan sonra, o da yetmedi ve başka bir suçlamayla yine bir tutuklama kararı verildi. İki seneyi aşkın bir tutukluluk süresi var. AİHM kararı açık ve net; doğrudan tahliye istiyor. Bununla birlikte, gazetecileri ziyaret ettik, gazeteciler de cezaevinde. Bunların içinde Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve onlar gibi birçok gazeteci de cezaevinde şu anda; gerçek olmayan iddialarla tutuklu olarak yaşamlarını orada sürdürmek durumundalar.

Değerli arkadaşlar, şunu açıkça hepimiz söylüyoruz: Türkiye'de hukuk devletinin uygulanması konusunda, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda birçok kuşkular var. Bu kuşkular hepimiz tarafından kabul edildiğine göre, Adalet Bakanı tarafından da yargıya güven olarak açıklandığına göre burada yapılması gereken şey açık. Hep birlikte oturacağız, demokrasi ve özgürlükler açısından şu anda, 2017'de getirilmiş olan tek adam rejimi dediğimiz, demokrasi ve özgürlüklerin dışında, hukuk devletine tam anlamıyla yabancı olan bir sistemi değiştireceğiz, demokratik parlamenter sisteme geçeceğiz. Bu işin çözümü bu, bunu yapmak zorundayız. Bunu yapmadığımız takdirde yasamanın etkisi azalıyor, kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmıyor.

Bakınız arkadaşlar, 27'nci Yasama Döneminde Adalet Komisyonu olarak -geçenlerde bir televizyon programında- işsiz kaldığımızı söyledim. Uzun zamandan beri Adalet Komisyonu olarak önümüze bir yasa teklifi gelmemişti. Çekle ilgili bir değişiklik... Nereye geldi? Hatırladığım kadarıyla Plan Bütçeye geldi.

OTURUM BAŞKANI YILMAZ TUNÇ - Madde ihdasıyla Genel Kurula geldi.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Madde ihdasıyla geldi.

Şunu demek istiyorum: 24 tane torba teklif, 928 madde gelmiş. Yani hep torba tekliflerle, yasa teklifleriyle gelinmiş. Bu, tüm kanun tekliflerinin yüzde 63'üne tekabül ediyor, temel kanun teklifleri yok. Yani bu doğru değil. Bu, yasama yetkisinin, kuvvetler ayrılığının tam anlamıyla ihlâli anlamına geliyor. Bu çerçevede, yapılması gereken -başından da söyledim- demokrasi, özgürlükler, hukuk devleti uygulamaları.

Maddelere şu anda girmek istemiyorum Sayın Başkan. Daha sonra, maddeler gelince onlarla ilgili beyanlarda bulunacağım. Yalnız, burada üçte 2'den yarı oranına düşen infaz indiriminden yararlanamayacak suç türleri arasında kasten adam öldürme var. Bu TCK 81, 82, 83, bunu söylemek zorundayım. 84'te intihara yönlendirme, 85'te taksirli öldürme, 86'da yaralama sebebiyle ölüme neden olma suçlarını düzenleyen suçlar istisna içinde değil ve infaz paketinden yararlanacaklar cezalarının üçte 2'sini değil yarısını çekecek ve denetimli serbestlik indirimini alacaklar. Ayrıca taksirli suçlardan beş yıl ve altı yıl cezası olanlar doğrudan açık cezaevine sevk edilecekler. Bu ne anlama geliyor? Taksirle ölüme sebebiyet verme suçunun indirme kapsamına alınması birçok katliam davasındaki sanıkları kurtaracak arkadaşlar. Soma davası; Soma davasında 301 madenci vefat etti, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi Soma davasında birden fazla kişinin taksirle ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet vermekten karar verdi. Ermenek davası; 18 madenci vefat etti. Çorlu kazası; 7'si çocuk, 25 kişi yaşamını yitirdi, onda da taksirli ölüme ve yaralanmaya neden olmaktan dolayı ceza davası devam ediyor. Yüksek hızlı tren kazası; 9 ölüm ve 107 kişi yaralandı, TCDD Gar Müdürü hakkında şu anda dava açıldı. Aladağ yurt yangını davası; 10'u öğrenci, 12 kişi vefat etti. Berkin Elvan'ın, Ali İsmail Korkmaz'ın davaları, Abdullah Cömert'in davaları... Eğer biraz önce açıkladığım bu istisnalar korunursa, bu düzenleme devam ederse bu davalardan yargılanacak, bu davalardan ceza alacak olanların, bu katliam davalarından ceza alacak olanların hepsi tahliye olacaklar. Bu doğru değildir, bu değişiklik mutlaka geri alınmalıdır diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum.