KOMİSYON KONUŞMASI

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli hazırun; hepinize saygılar sunuyorum.

Hoş geldiniz.

Doğrusu, Adalet Bakanlığıyla ilgili on beş-on yedi dakika değil, günlerce konuşabiliriz, önce onu söyleyeyim çünkü sorunlar diğer bakanlıklardan farklı olarak bütün yaşamımızı kuşatmış hâlde. "Nedir adalet?" diye başlamak isterim. Kuşkusuz insanlık tarihi boyunca mutlak adaletin mümkün kılınması için uğraş verilmiş ancak buna erişene değin kiminin yazgısı giyotin olmuş, kimine terazisi eğik, adalet darağacını işaret etmiştir. İlk Romalı Hukukçu Ulpianus şöyle tanımlamıştı adaleti: "Adalet, şerefli yaşamak, başkasına zarar vermemek, herkese hakkını vermektir." Gerçekten en yüksek erdem sayılan adalet, akıl ve vicdandan oluşur ve bu bahisle ancak adaletli bir toplumda yurttaşlar kendilerini güvende hisseder. Bu nedenle hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesi aynı zamanda bir toplum olmanın da ön koşuludur. Diğer bir deyişle, yurttaşların hukuki güvence içinde oldukları, devletin eylem ve işlemlerinin de hukuk kurallarına bağlı olduğu sistemin adıdır adalet. Devletleri çetelerden, mafyalardan ayıran en önemli kriter hukuka bağlılıktır ve şu anda Türkiye'de hukuka bağlılıkta değil gerçekten başka bir sistemde yaşıyoruz. Şunu üzülerek belirtmeliyim ki: Bu salonda bulunan herkes dâhil, Türkiye'de 82 milyon yurttaşın hukuk güvenliği yoktur, biz hiçbirimiz hukuk güvenliğine sahip değiliz.

Şimdi, gelelim içinde bulunduğumuz ahvale, ne yaşıyoruz gerçekten? Ben de önce Trump'la başlayayım. Trump, adalet, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda bütün dünyaya Türkiye'de yargının tarafsız ve bağımsız olmadığını ilan etti, en son canlı yayında Serkan Gölge için Cumhurbaşkanına bütün dünya televizyonlarının önünde teşekkür etti, geçen yıl da Rahip Brunson'ın serbest bırakılmasıyla ilgili teşekkürü yargı adına tabii ki Erdoğan'a yaptı.

Şimdi "yargı paketleri" adı altında çokça düzenleme geçiyor. Bir gün yargı paketi "ak" diyor, ertesi gün "ak" dediğine "kara" diyor ve ne oluyor peki? Suçun bir miras gibi aile fertlerine isnat edildiği, aileden birinin cezaevinde olmasının diğerinin yargılanmasına sebep kılındığı, gazetecinin işini yapmasının suç addedildiği, avukatın savunmasını yaptığı kişinin kimliğine göre cezaevine konulduğu, halk iradesi yok sayılarak seçilmiş belediye başkanlarının cezaevine konulduğu, vali ve kaymakamların ise belediyelerin başına kayyum olarak geçtiği, YSK'nin seçim sonuçlarını bölgeye, kişiye ve partiye göre uyguladığı "İşsizlik var." yahut da "Dolar yükseldi." demenin suç olduğu, cezaevlerinin nüfusunun her geçen gün arttığı, çocuk öldüren polisin değil düşüncesini ifade eden muhalifin yargılandığı, cezaevlerindeki hasta mahpuslar yerine iktidarın sahiplendiği isimlerin tahliye edildiği "subliminal" ifadesinin net bir şekilde suç konusu edildiği, halkı kin ve düşmanlığa tahrik edenler yerine barış savunucuların cezaevinde olduğu garabet içinde bir dönemi yaşıyoruz. Hukukun bir ahlaki sorundan öte, toplumu dizayn mekanizması olarak işlevselleştirildiğine tanıklık ettiğimiz ilk değil elbet. 90'lı yıllardan bunu çok acı bir şekilde yaşadık, ben o tarihlerde avukatlık yapıyordum ve o dönem, hukukun katlettiği bir dönem olarak tarihsel sayfalarda yerini aldı. Ama bugün de devletin, en azından kanuna uymak konusunda gerçekten bir kaygısı kalmamıştır. Anayasa'yı dahi tanımayan bir yönetim anlayışının hâkim olduğu bir coğrafyada hukuktan söz edemiyoruz, söz etmek mümkün değil.

Adalet Bakanlığı olarak sizler, toplumsal adaletin sağlanması yolunda eğer öncülük etmeyecekseniz gerçekten göreviniz nedir? Yoksa Bakanlığınızın görevi suçların temize çekilmesine aracılık etmek midir? Buna ilişkin çok sayıda örnek var, birkaçını ifade edeceğim. Bir kere, bu dönemde, maalesef sizin Bakanlığınız döneminde, yüzünüze söylemek durumundayız, tarihimizde birden fazla tutuklama, birden fazla tahliye kararları verilmeye başlandı. 1 kişi 1 defa tutuklanmıyor, 1 kişi 1 defa tahliye edilmiyor, talimatla, bir suçtan, defalarca, 3 defa tutuklanıyor, 3 defa tahliye ediliyor, itirazla tekrar cezaevine konuluyor. Bunun en somut örneği Grup Başkan Vekilimiz İdris Baluken, 2 defa tutuklandı, 2 defa tahliye edildi. Ne tesadüftür ki bu tahliye ve tutuklamalarda mahkeme başkanları ya rapor almış oluyor ya da görevinden alınıp yerine yeni bir mahkeme başkanı atanmış oluyor.

Leyla Güven, milletvekilli seçildiğinde tahliye edildi, ki yasaya uygun olan oydu, daha cezaevinden çıkışına izin verilmeden itiraz üzerine bir saat sonra tutuklama kararı verildi. ÇHD'li avukatlara ilişkin aynı mahkeme heyeti -Sayın Bakan, lütfen siz de hukukçusunuz, buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum- 37. Ağır Ceza Mahkemesi, beş gün süren bir yargılama yaptı, suç vasfının değişmesi, AİHM'nin uzun tutuklulukla ilgili kararları esas alınarak tahliyelerine karar verildi ve aynı mahkeme heyeti kararını değiştirdi ama yine mahkeme başkanı raporluydu.

Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş, 3 defa tahliye edildi, biri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, biri yargılandığı mahkeme tarafından, biri de yargı paketi kapsamında ama Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'la ilgili Türkiye hukuk tarihine korkunç bir sayfa geçti, sahtecilikle tutuklama kararı verildi. Sahtecilik diyorum, bir avukat olarak, bir hukukçu olarak bunu söylemek çok zor. Sahtecilik dediğim nedir? Mükerrer yargılama yapılamaz, bir suçtan 2 defa tutuklama kararı verilemez, 2 defa bu dava açılamaz. Demirtaş ve Yüksekdağ davasında Erdoğan'ın talimatıyla, tahliyesine saatler kala, yargılandığı dava dosyası tekrar getirilerek yeni bir tutuklama kararı verildi; ben davayı gayet iyi biliyorum. Mahkeme başkanı, tutuklamayı veren hâkim, avukatların gözüne bakamadan salonu terk etti, "Gidin, tutuklama zaptını alın." dedi. Özgürlüğüne saatler kaldığını özellikle ifade etmek istiyorum.

Şu anda, Demirtaş da, Yüksekdağ da, diğer arkadaşlarımız da ilk günden beri söylediğimiz üzere kesinlikle bir tutuklu değildirler, iktidarın rehinesi durumundadırlar çünkü yargı, bu kararları vermiyor, yargıya bu kararlar talimatla verdiriliyor. Örneğin Anayasa Mahkemesi, Sırrı Süreyya Önder'le ilgili bir karar verdi hatta iyi bir karar, düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgili ama aynı gün başvuru yapan Demirtaş'la ilgili Anayasa Mahkemesi hâlâ bir karar açıklamadı. Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, hepimiz hakkında açılan davaların derhâl düşmesi gerekiyor çünkü düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında ama yargılamalar devam ediyor.

Yeni bir şey söyleyeyim, Meclise de kayyum atandı. Basın yok ama Bakan olarak bunu duymanızı isterim, şu anda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Meclis üyelerine, milletvekillerine kayyum olarak atanmıştır. Özel yetki verildi ya fezleke hazırlama konusunda, son iki haftadır bizim Hakkâri Milletvekilimiz hakkında 2 defa 15'er fezleke geldi. Âdeta böyle bir kayyum gibi izliyor, her konuşmayı, her fiilî -tırnak içinde fiilî- demokratik fiilleri suç olarak yapıyor ve Mecliste şu anda özelde HDP'ye, genel olarak da millet iradesine kayyum atanmış durumdadır.

En son Ahmet Altan'ın tahliyesi meselesinde, 26. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, ne tesadüf ki bir gün önce değişti -böyle bir tesadüfler ülkesinde yaşıyoruz- tahliye veren hâkimler ya hastalanıyor ya da görevleri değişiyor ve bir sonraki gün tam tersi bir karara imza atılıyor. İşte bu nedenle yargı bağımsız değil, bu nedenle yargı tarafsız değil.

Ahmet Altan dosyasında başka ucube bir durum var; bir ara karar değil, esasla ilgili bir hüküm verilmiş, Yargıtay bozması sonrası verilmiş ve yerel mahkeme davadan el çekmiştir. İlk derece mahkemesinin o kararı vermesi -burada hukukçular ağırlıkta- mümkün değil normalde. Yargıtaya gidecek, istinafa gidecek bir davada aleyhe bozma yasağı olduğu hâlde bu karar verilmiştir.

Osman Kavala dosyası yine gerçekten dehşetli kesitler sunuyor yargılama mekanizmasına ilişkin. On altı ay sonra iddianame hazırlanıyor ve şu ana kadar hâlâ hakkında bir tahliye kararı verilmemiştir. Tutuklandığı dönemde kendisiyle ilgili de bizzat Cumhurbaşkanının bu işin müdahili olduğunu bütün dünyaya ilan ettiğini unutmadık tabii.

Bu anlattıklarım tutuklama kararlarına ilişkin. Tabii, yargı her zaman tutuklamıyor, bazen de gerçekten çok ilginç tahliye kararlarına imza da atıyor. Mesela IŞİD'in üyeleri "Sabit ikametgâh sahibidir." diye tahliye edilebiliyor ya da İçişleri Bakanlığının başına ödül koyduğu IŞİD üyeleri böyle arada, arafta tahliye edilebiliyor. Tesadüfe bakın ki Hizbullah davalarında -bunu çokça gündem ettim ama henüz soru önergelerime yanıt alamadım- AİHM kararları gerekçe gösterilerek bütün Hizbullah sanıkları tahliye edildi ama aynı hukuki durumda, aynı sevk maddelerinde, aynı şartlarda diğer tutuklular, hükümlüler tahliye edilmiyor. Yargı, tek yargı değil; yargı, çifte uygulamalarla, ayrımcı uygulamalarla aslında tarafını da belli etmiş oluyor.

Şimdi, HDP'li belediyelere, partimizin belediyelerine kayyum atanması meselesi de tabii ki çok önemli bir yerde duruyor. Kayyum, darbedir, evet ve bu darbe aralıksız devam ettiriliyor çünkü yargının tarafsız ve bağımsız olmadığı bir ortamda zaten darbecilik yürürlüktedir. İçişleri Bakanlığı darbe yapıyor ama Adalet Bakanlığı da yan delillerle, dava açtırarak, gözaltı sürelerini uzatarak bu darbenin ortağı oluyor.

Sayın Bakan, size bir şey söyleyeyim, hâlâ devam ettiği için söyleyeceğim: Şu anda Savur, Mazıdağı, Derik, Suruç Belediye Eş Başkanlarımız gözaltında ve sekiz günlük gözaltı süresinden sonra dört gün daha uzatıldı bu süreler. Belediye başkanları bunlar, seçilmiş belediye başkanları. On iki gün bir belediye başkanı niye gözaltında tutulur? İşkenceye yol vermek, sahte delil oluşturmak için. Bunun cevabını lütfen bize verin.

Şimdi, diğer bir mesele, sahte delillere gelmişken, Selçuk Mızraklı, evet, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız ve hakkında ifade veren tanık üç yıl önce tutuklanmış olan bir sanık aslında. Üç yıl sonra, seçime yirmi gün kala sahte bir ifade alınıyor ve üstelik onun sahteliği SGK kayıtlarından ortaya çıktı. İfade veren tanık "O tarihlerde birlikte çalıştım." dediği Selçuk Mızraklı'yla birlikte çalışmamış, SGK kaydı yok. Yüksekova Belediye Eş Başkanlarımızın tutuklanmasına gerekçe olan tanık ifadeleri dokuz yıldır içeride olan sanıklardan alınıyor. Dokuz yıldır bu ifade verilmemiş, dokuz yıl sonra ne hikmetse Yüksekova Belediye Başkanları aleyhine ifade veriliyor. "Yargı bağımlıdır." dediğimiz budur, yargı suç üretiyor.

ADALET BAKANI ABDULHAMİT GÜL - Biz hâkim miyiz, savcı mıyız? Burası duruşma salonu mu? Yargılama mı yapıyoruz?

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Yargılama yapmıyorum.

ADALET BAKANI ABDULHAMİT GÜL - Bunu duruşmada söyleyeceksiniz, biz hâkim değiliz.

AYŞE KEŞİR (Düzce) - Anayasa 138.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Delilleri söylüyorum. Yargılama yapılmadığını, yargılamada sahte deliller üretildiğini söylemeye çalışıyorum.

Evet, gerçekten 80 ve 83 yılları arasında ağırlığını sürdüren askerî cunta döneminde askerler ve bürokratlar yerel yönetimleri devralmıştı, şimdi de bir darbe döneminin içindeyiz. FETÖ'den devralınan hukuk ahlakı içselleştirilmiş ve iktidar gerçekten son derece tehlikeli sularda yüzmektedir. Düzmece delil ve önceden ayarlanmış gizli tanıklarla -evet, karikatürlere konu oldu- belediye başkanlarımız rehin alınıyor.

Sayın Bakan, diğer bir mesele hasta mahpuslar meselesi. Gerçekten 1.400 civarında hasta mahpus var ve anneleriyle beraber cezaevlerinde kalan bebelerden çıplak aramalara değin bir dizi kötü uygulama, işkence uygulaması var ve bu kötü karne, işte, Bakanlığınızın eserlerinden başka bir bölüm sunuyor.

Şimdi, tüm toplumsal krizlerin sebep ve dönüm noktası, gerçekten, adaletten uzaklaşılan iklimdir. Hukukun olmadığı yerde ekonomi de çöker, toplum da. Adaletin olmadığı yerde huzursuzluk, kargaşa, kavga ve ölümlerin olması da, günümüzde yaşadıklarımızla sabittir ki, muhtemeldir, mümkündür ve tabiidir; işte, bu nedenle her zaman diyoruz ki: Hukuk herkese lazımdır.

Başka çok önemli bir mesele, Sayın Adalet Bakanına doğrudan soruyorum, akşam yanıt verir: Şu anda Selçuk Mızraklı, Demirtaş, Yüksekdağ ve daha birçok arkadaşımız bulundukları ilden binlerce kilometre ötede başka cezaevlerine naklediliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Lütfen tamamlayınız.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Bunu bize bir izah eder misiniz? Bunun kendilerine ve ailelerine işkenceden, eziyetten ve kötü muameleden bir farkı var mıdır? Amaç nedir? Burada bir düşman hukuku uygulaması mıdır, kin gütme saiki midir? Neden, Diyarbakır'da cezaevi mi yok da Elâzığ'a, Edirne'ye, Kandıra'ya ya da Kayseri'ye götürülüyor?

Çok önemli bir mesele daha var: Şu anda Osmaniye Cezaevinde 13'üncü gününde bir açlık grevi var; 30 kişi açlık grevinde, tümüyle hapishanede yaşanan kötü koşullardan dolayı bir açlık grevi başlatmış durumdalar ve bu çok önemli bir yerde duruyor. Bu açlık grevinde var olan taleplerin bir an önce karşılanmasını istiyoruz.

İşkence uygulamaları konusunda da sorularımıza hiçbir şekilde yanıt verilmiyor. Daha iki hafta önce Gençlik Merkezi yöneticilerimiz ve üyelerimiz İstanbul'da işkence gördü. Avukatlara yönelik uygulama ile işkence birbirinden bağımsız değil. İnsan Hakları Komisyonunda avukatlara "it sürüsü" diyebilecek kadar bir siyaset var.

Evet, son olarak...

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Lütfen tamamlayalım.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Daha çok söyleyeceğim var benim, günlerce anlatabilirim.

İmralı Adası'na yönelik tecritle ilgili sizin bir açıklamanız vardı Sayın Bakan, dediniz ki: "Çözüm süreciyle ilgisi yok, İstanbul seçimiyle de ilgisiz; mahkeme kararıyla görüşmeye ilişkin hukuki engel kalkmış oldu." Bu hukuki engel yok, şu anda ne engel var? Neden avukatlar görüşemiyor? Neden...

ADALET BAKANI ABDULHAMİT GÜL - Nedense siz de pek gitmek istemiyorsunuz, nedense? Pek işinize gelmedi herhâlde.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Ne istemiyoruz?

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Gitmek istemiyorsunuz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Ha, biz gitmek istiyoruz. Avukatlar müdahale ettiği için...

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Evet, lütfen tamamlayalım.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Bir dakika Başkanım, toparlıyorum.

Yani, bu konuda en üst düzeyde yetkili olarak siz "Engel kalkmış oldu." dediğiniz hâlde avukatlar ve aileler neden görüştürülmüyor? Tecrit konusundaki ısrarın amacı nedir?

Evet, yargı tarafsızlığını ve bağımsızlığını konuşamadık maalesef. O kadar çok vahim bir tablo var ki... Ama şunu söyleyeyim: Yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını iddia edenler gerçekten başlarını kuma gömmüşlerdir, bunu söylemek zorundayım. Evet, yargı bağımsız ama neden bağımsız, biliyor musunuz? Adaletten, hukuktan, vicdandan, haktan bağımsız ama bağımsız olması gereken erkten, saraydan ve hükümranlıktan bağımsız değil; yargı sonuna kadar taraflı ve bağımlı, emir ve talimatla çalışıyor.

BAŞKAN LÜTFİ ELVAN - Lütfen Sayın Beştaş...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Yargı erki de kendisini güvende hissetmiyor. Hukuk güvencesi onlar için de yok, bizim için de yok.

Teşekkür ediyorum.