| Komisyon Adı | : | (10 / 102, 461, 682, 977, 981, 982) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğü ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün birleştirilerek güçlendirilmesi konusunda bir tavsiye kararı alınmasına ilişkin görüşmeler |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 10 .10.2019 |
NEVZAT CEYLAN (Ankara) - Şimdi, şöyle: Arkadaşlar da iyi biliyor ama bürokrat oldukları için bazı şeyleri söyleyemezler. Ama Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün kapatılarak, 3 daire başkanlığına dönüştürülerek Orman Genel Müdürlüğüne bağlanması, yine Çölleşme ve Erozyonun Kontrolü Genel Müdürlüğünün kapatılarak Orman Genel Müdürlüğüne bağlanması, yine aynı şekilde Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün kapatılarak Orman Genel Müdürlüğüne bağlanması şeklinde Cumhurbaşkanlığına sunulmuş bir tezkere var; bu elimizde, tezkere elimizde yani resmî bir belge bu. Şu anda benim yanımda değil ama hemen çıkarabilirim onu, belge var ve zaten bunun üzerine, bu konunun duyurulması üzerine sivil toplum kuruluşlarımız, şahsımız bu konuda ciddi bir çalışma yaptı ve bu çalışma neticesinde de en sonunda, siz de şahit oldunuz, Kızılcahamam toplantısında ben Sayın Cumhurbaşkanına konuyu arz ettim, bu konunun son derece yanlış olacağını, vahim bir hata olacağını da belirttim orada. Sayın Cumhurbaşkanımız da "Henüz bana öyle bir çalışma gelmedi." dedi. Kendisine gelmeyebilir ama bu konuda bir çalışma var, bu çalışma Tarım ve Orman Bakanlığının, üst seviyede yapılmıştır. Keşke Bakan Yardımcısı olsaydı, herhâlde daha doğru cevap verebilirdi, Bakan olsaydı doğrusunu söyleyebilirdi. Bu çalışmanın olduğunu biliyoruz, yüzde yüz biliyoruz.
Sayın Genel Müdürümüz anlattı konuyu, konu şu: Bu Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğü, Türkiye'nin en önemli kuruluşlarından bir tanesidir; Türkiye'nin doğal varlıklarının korunması konusunda 1958 yılından bu yana görev yapan bir kuruluştur ve Türkiye'de korunan alanların yarısı, hatta yarısından fazlası bu Genel Müdürlük, Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır. 45 millî parkı vardır, 200'den fazla tabiat parkı vardır, 32 tabiatı koruma alanı vardır, tabiat anıtları vardır, yaban hayatı koruma sahaları vardır. Türkiye'nin yaklaşık yüzde 5'ini koruma statüsüne kavuşturan bir kuruluştur, çok tecrübeli ve köklü bir kuruluştur burası. 1958'de ilk millî park Yozgat Çamlığı Millî Parkı'yla başlamıştır. Daha sonra, 1976 yılında burası genel müdürlük hâline gelmiştir. 12 Eylül darbesinde tekrar daire başkanlığına dönüştürülmüştür ve 1991 yılında tekrar genel müdürlük olmuştur, 1991 yılından bu yana da genel müdürlük olarak tekrar devam etmektedir burası ve bu kuruluşun, Sayın Genel Müdürümüz açıkladı, 15 bölge müdürlüğü var, 82 yerde şube müdürlüğü var, 150'den fazla şefliği var, müdürlüğü var, çok köklü ve duayen kuruluşlardan bir tanesi.
Şimdi, bir de buna benzer kuruluşlar var. Onun da sebebini sizlere açıklamak istiyorum. Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğü var, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı, onun da kurulma sebebini söyleyeyim size. 1986 yılında Dalyan İztuzu bölgesine bir otel inşaatı izni veriliyor o tarihte. Fakat o bölgedeki "caretta caretta" dediğimiz deniz kaplumbağalarının çok yoğun bulunmasından dolayı sivil toplum kuruluşlarının çok ciddi tepki göstermesi üzerine dönemin Başbakanı merhum Sayın Turgut Özal, bu otel inşaatının yapılmasını iptal ettiriyor ve yine Avrupa Birliğinden ve Türkiye'deki sivil toplum kuruluşlarından çok baskı geliyor buranın millî park yapılmasıyla ilgili. Millî park yapılması için Sayın Özal Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığına talimat veriyor. Fakat daire başkanlığına dönüştürüldüğü için işlevini kaybetmiş oluyor Millî Parklar Genel Müdürlüğü, bir türlü buranın millî park yapılması konusunda hızlı adım atamıyor. Bunun üzerine Özal diyor ki: "Ya, bunu geciktiriyor bu arkadaşlar, biz Çevre Kanunu'na bir madde ekleyelim, burayı koruma statüsüne kavuşturalım." Çevre Kanunu'na bir madde ekleniyor, bu İztuzu bölgesi, Dalyan bölgesi "özel çevre koruma bölgesi" adıyla koruma statüsüne kavuşturuluyor. Fakat bunu yaparken Özal diyor ki: "Göcek'e de yapalım, Gökova'ya da yapalım." 3'ü beraber özel çevre koruma bölgesi yapılıyor. Daha sonradan 1989 yılında bu kurul hâline getiriliyor, özel çevre koruma kurulu hâline getiriliyor ve 1990 yılında Türkiye'nin en önemli alanları özel çevre koruma bölgesi ilan ediliyor. Marmaris Hisarönü, Datça bölgesi, Foça bölgesi, Ihlara Vadisi gibi çok önemli alanlar Türkiye'de bir anda 1990 yılında özel çevre koruma bölgesi ilan ediliyor. Özel çevre koruma bölgelerine artı bir şey veriliyor, o da fiziki planlama yetkisi veriliyor ki millî parklarda fiziki planlama yetkisi yok. O Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onayıyla yapılıyordu o zaman ve bu kuruluş da bu şekilde devam ediyor. Yani Millî Parklar Genel Müdürlüğünün daire başkanlığına dönüşmesinden dolayı böyle bir konu çıkıyor. Şu anda çift başlı bir yapılanma var Türkiye'de; bir tarafta Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, bir tarafta Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü var. Ayrıca doğal sitler orada. Bir enteresan yapı daha var. Neredeyse Türkiye'deki korunan alanların böyle iki başlı olmasından dolayı çakışma alanları çok fazla, yüzde 50'ye yakın çakışma alanı var. Yani şu anda Türkiye'de korunan alan 2 kuruşun da üst üste getirdiğiniz zaman yüzde 8 civarında ama çakışan alanları çıkardığınız zaman 4-5 seviyesine düşüyor. Bu dünyanın hiçbir yerinde ki bizim Türkiye'deki doğal ve kültürel varlıkların bu kadar zengin olduğu bir ülkede bu kadar düşük koruma statüsündeki alanın bulunması da gerçekten bir talihsizlik. Bunun sebebi de bu 2 kuruluşun ayrı yerlerde olması.
Bir de 1912 yılında tekrar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kurulurken ve Kültür Bakanlığındaki doğal sitler bu kuruluşa dâhil edilirken şu yapıldı: Efendim "Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğünün koruma statüsüne aldığı yerlerin tescilini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapar." diye bir kanun çıkarıldı. Bu da çok bürokrasiye aykırı, teamüllere aykırı bir şey. Bir bakanlığın yaptığını eş değerdeki bir bakanlığın tasdik etmesi doğru bir şey değil aslında. Maalesef bundan dolayı da koruma alanlarında gerçek manada sıkıntılar var ilanı ve tescili noktasında ve doğa koruma alanlarında bir türlü istenilen seviyeye gelinmemesinin sebebi çift başlı olması. Bırakın kapatılmasını, belki bu 2 kuruluşun birleştirilmesi, belki değil ki yüzde 100 doğrudur, 2 kuruluş birleştirilip yeni bir statüye kavuşturulması lazım ve 2 kuruluşun birleştirilmesiyle beraber de bağlı kuruluş hâline gelmesi lazım. Onu niçin söylüyorum, şunun için söylüyorum: 15 bölge müdürlüğü var bu kuruluşun şu anda. Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğünün taşra kuruluşu yok ve şu anda taşra kuruluşu olmadığı için o bizim özellikle özel çevre koruma bölgelerinin amiri yok, müdürü yok, şefi yok ve başıboş, onlar da hep merkezden idare ediliyor, merkezden idare edildiği için de yürümüyor. Ama Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürlüğünün en ufak birimine kadar, şefliğe kadar, müdürlüğe kadar idari birimleri var ve bu idari birimlerle çok daha fonksiyonel bir görev yapıyor, 5 bin civarında elemanları var, çok yetişmiş uzmanları var. Dolayısıyla bırakın kapatılmasını, 2 kuruluşun birleşmesi çok mantıklı olacaktır ama birleşmiyorsa da Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün mutlaka devam etmesi lazım ve bağlı kuruluş hâline getirilerek devam etmesi gerekir. Bu konuda sayın Bakanlığın yaptığı bu çalışmanın tekrar gözden geçirilmesini, Sayın Bakanın bu konuda tekrar ciddi manada araştırma yapmasını ve o ciddi manada yapılacak araştırma neticesinde de bu kuruluşun kapatılmaması gerektiğini kendileri de görecektir.
Ayrıca, yine dünyanın şu andaki en önemli konusu iklim değişikliği, su yönetimi, doğa koruma, biyoçeşitlilik gibi çok önemli konular var. Bu konuların gündemde olduğu bir dönemde Çölleşme Genel Müdürlüğünün kapatılması da tartışılacak bir konu, yanlış bir konu. Su Yönetimi Genel Müdürlüğünün de aynı şekilde kapatılması tekrar gözden geçirilmesi gereken son derece önemli bir konu.
Diğer bir konuyu da arz etmek istiyorum. Biz Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ni kabul eden ülkelerden bir tanesiyiz. 1996 yılında kanun da çıkarıldı, uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'ni imzaladık. Ama 1996 yılından bu yana, sene 2019, yaklaşık yirmi üç yıldan bu yana Türkiye'de biyolojik çeşitlilik yasasını çıkaramadık, çıkarılmamasının sebebi de bu çift başlılıktan kaynaklandı. Yani 2002-2003 yıllarında bir çalışma yapıldı, ki Osman Erdem arkadaşımız bu konuda o çalışmalara şahit, 2011 yılında yapıldı, yine geçen yıl yapıldı. Geçen yıl şu noktaya getirildi: Sivil toplum kuruluşlarıyla beraber mutabakat sağlandı, bazı maddelerin tekrar gözden geçirilmesine karar verildi Çevre Komisyonunda. Çevre Komisyonunda her türlü mutabakat sağlanmasına rağmen ve diğer ilgili bakanlıklardan uygun görüş alınarak Çevre Komisyonuna gelmesine rağmen ve o sivil toplum kuruluşlarının mutabakatıyla beraber son noktasına gelmiş olmasına rağmen, maalesef son dakika kadük oldu. Sebebi de şuydu: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı "Biz bu kanuna külliyen karşıyız." dedi ve çıktı ve ondan sonra, görüşmelere ara verildi, iki yıl geçti, yine kaldı. Dolayısıyla bir an evvel Türkiye'nin biyolojik çeşitlilik yasasının da çıkarılması gerekir; bu çift başlı olmasından dolayı çıkarılamamıştır. Türkiye'de, özellikle uluslararası sözleşmelerden, 13 sözleşme var, bunun 10 sözleşmesi zaten Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünü ilgilendirmektedir. Şimdi, Orman Genel Müdürlüğünün yükü o kadar fazla ki kendi kuruluşunu yönetmekte gerçekten ciddi zorluk çekmektedir. Sayın Genel Müdürüm, daha önce de orada genel müdürlük yaptı, çok iyi bilir o yapıyı da. Kendisinin de orada, Milli Parklar Genel Müdürlüğünün orada birleştirilmesinin sıkıntı yaratacağını da en iyi bilen arkadaşlarımızdan biri olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla benim tavsiyem şu: Bu Genel Müdürlüğün kapatılması düşüncesinin tekrar gözden geçirilmesi konusunda Komisyon olarak bir tavsiye kararı alınmasından yanayım, onu tavsiye edeceğim ama elbette ki sivil toplum kuruluşlarını da dinlemekte fayda var.