| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2215) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 07 .10.2019 |
AHMET ŞIK (İstanbul) - Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Yalnız, bir tecrübe edindik, çarşamba günkü toplantıda devam etseydik bu konuşacakların hepsi toplam bir saat içinde bitecekti, erteledik. Bir dahakine ertelemeyi...
AHMET ŞIK (İstanbul) - Tamam, kısa tutmaya çalışacağım zaten.
BAŞKAN - Mümkünse rica edeceğim.
AHMET ŞIK (İstanbul) - Şimdi, bu yargı reformu geldi ve benim aklıma ilk gelen soru şu oldu: Neden böyle bir şeye ihtiyaç duydunuz? "Siz" diye söylüyorum, bizim zaten ihtiyacımız idi iktidar yanlısı olmayanların yargı pratiğiyle karşı karşıya kaldığı sorunlar açısından baktığımızda. Dolayısıyla, sizin neden ihtiyaç duyduğunuza dair bir merak hasıl oldu. Benim çıkardığım sonuç şu: On yedi yıldır iktidarda AKP var ve dolayısıyla, yıktığınızı makyajlayarak yeniden düzeltme çabası gibi görüyorum. Eğer böyle bile olsa bunun iyi niyetli olacağını da düşünmeye çalışıyorum. Ama peki, pratikte bunları görüyor muyuz? Ben buna da net bir şekilde "Hayır." demek durumunda kaldığımızı belirtmek istiyorum.
"Neden?" derseniz mesela yarın Gezi isyanıyla ilgili bir dava var, sevgili Osman Kavala iki yıldır içeride ve iddianameye dayanak teşkil eden savcının ideolojik bağnazlıkla diyebileceğim biçimde iddianameyi kurguladığı iddiaların temel aldığı kişi Murat Pabuç isminde bir tanık ve adam raporlu şizofren. Şimdi, şizofren olduğunu iddianamede tanık olduğu ortaya çıktıktan sonra da kendisi açıklayarak "Benim söylediklerimi nasıl ciddiye alırsınız?" demeye getiren birisinin iddialarını savcının nasıl iddianameye koyduğunu tartışmayacak mıyız?
Şimdi, iktidarınız döneminde gerçekten birçok ilke tanık olduk. Bilenler biliyor, benim hayatımda iki milat var bu -tırnak içinde- terörist olmakla ilgili, bir "Ergenekoncuyken" diye söze başlıyorum, bir de "FETÖ'cüyken" diye. Bunu da bize yaşattınız. Şimdi, FETÖ'cü olmakla suçlandığımız dava Cumhuriyet gazetesine yönelik bir komploydu, Yargıtayın son kararıyla birlikte kısmen de olsa bu komplo kabul edilmiş oldu. Ben şimdi size oradan birkaç örnek vereceğim. Bana sorarsanız o soruşturmada görev almış yargının tüm mensupları bırakın hukuk devleti olmayı, kanun devleti olmadığını bile kanıtladılar Türkiye'nin ve çok ağır suçlar işlediler.
Aklıma gelen isimlerin yaptıklarını bir çırpıda söyleyeceğim, hatırımda kalanları. Mesela, Yasemin Baba diye bir savcı vardı. Vakıf seçimindeki usulsüzlüğe dair bir iddia da olduğu için vakıf defterleri de savcılık tarafından talep edilmişti, avukatlarımız götürdü, savcı hanıma teslim ettiler ve ertesi gün Akşam gazetesinde gördük biz de vakıf defterlerinde yer alan bilgilerin haberlerini. Avukatlarımız suç duyurusunda bulundu, takipsizlik kararı verildi çünkü soruşturmanın gizliliğini ihlal eden bir savcı var idi. Yasemin Hanım'ı da doğrudan suçlamaya çalışmıyorum ya da "Adliyede görevli herhangi bir memur da yapmış olabilir." idi, iddiamız bunu içeriyordu; takipsizlik kararı verildi. Dedik ki: "Ya her taraf güvenlik kamerasıyla dolu, kimin bu muhabire ya da gazeteciye bunu teslim ettiği belirlenebilir." Fakat araştırılmadı. Soruşturma dosyasına delil göndermeye çalıştığını iddia eden bir başsavcı vekili vardı, Hasan Yılmaz; tutuklu yargılandığım bir duruşmada "Ek delil gönderiyorum." dedi benim hakkımda. "Ulan nedir?" diye bakıyoruz, UYAP'tan arkadaşlarımız edinemedi, UYAP'a yüklenmemiş gözüküyor ama biz onun ne olduğunu öğrendik. Nasıl öğrendik? Sabah gazetesinin internet sitesinde yayımlandı mahkeme sürerken.
Soruşturmada ifademi alan bir savcı vardı, Fahrettin Kemal Yerli; adı gibi yerli ve millî -aynen sizin dediğiniz gibi- çünkü o "yerli ve millî"nin o savcıda vücut bulduğu hâli hukukun nasıl ayaklar altına serileceğini, özgürlüklerin nasıl gasbedileceğini iyi niteleyen bir hâl alıyor. Benimle ilgili, Çağlayan Adliyesinde elim bir olayda yitirdiğimiz savcının katledilmesiyle ilgili yaptığım habere dair ifademi aldılar ve ilk soruşturma açıldığında bir başka savcı -o zaman henüz Cumhuriyete komplo kurulmamıştı- takipsizlik kararı verdi "Bu haber değeri taşıyor ve basın özgürlüğüdür." diye. Şimdi, ben hukukçu değilim ama sizler, hukukçu olanlarınız daha iyi bilirsiniz, bir takipsizlik kararının kaldırılabilmesi için ek delil, yeni bir delil gerekiyor. Ben hapishaneden tutuklu olarak tekrar savcının karşısına getirildim, bu yerli ve millî savcının. Bana dedi ki: "Bu konuyla ilgili birkaç soru soracağım." Sordu. Birkaç ay sonra iddianamenin delil dosyaları çıktı, bir de baktım, takipsizlik kararı kaldırılmış; ya nasıl oldu, vesaire anlayamadık bir türlü. Tesadüf, takipsizlik kararını veren ve mevzuat gereği yine kendisinin kaldırması gereken savcının karşısına bir başka soruşturmada ifade vermek üzere gittim ve kendisine dedim ki: "Nasıl kaldırdınız bu kararı yani yeni delil gerekiyor?" Yeni delil neymiş, biliyor musunuz, benim haberde yazdığım, o kişilerle telefon görüşmesiyle bir röportaj yaptığımı belirttiğim haberden yola çıkarak -ki zaten haberde belirtiyorum bunu- telefonların HTS kayıtlarını almış ve buna yeni delil muamelesi yapmış. Şimdi bu savcıya hukukçu mu diyeceğiz yoksa siyasetin emir eri mi diyeceğiz?
Mahkeme başkanı, Abdurrahman Orkun Dağ isimli bir hukuk katiliydi. Şu anda Yargıtay 9. Ceza Dairesinde ikinci heyetin başkanlığını yürütüyor. Yargıtay 16. Ceza Dairesi daha birkaç hafta önce Cumhuriyet gazetesinde yargılamaların hukuksuz olduğunu belirten, birçok sanık açısından bunu belirten hukuk çizgisinde bir karar vermeye çalıştı, ki ben bu kararın da şöyle yorumlanması gerektiğini düşünüyorum: Bu kararla Türkiye'ye hukuk gelmiş değil; bu hukukun değil, hukuksuzluğun tescili aynı zamanda ve nasıl ki Cumhuriyet gazetesine yönelik komplo bir siyasetin, siyasal iktidarın verdiği bir emirle yapıldıysa bu karar da yine siyasetin, siyasal iktidarın verdiği emirle ortaya çıkmıştır. Ama şimdi bunu başka bir yere taşıyacağım: Yargıtay 16. Ceza Dairesinde aynı yerde çalışan 2 kişi var, birisi Abdurrahman Orkun Dağ, bir hukuk katili; diğeri de özgürlükçü karar vermeye çalışan, öyle ya da böyle veren bir başka kişi. Şimdi, Abdurrahman Orkun Dağ'ın böyle bir kararın çıktığı Yargıtayda bulunması adil değil, insani değil, doğru değil. Yani bu yargıyı eğer gerçekten bir yere taşımak istiyorsak, evrensel hukuk ve demokrasi normlarına taşımak istiyorsak yapılması gereken tek şey var: Tarafsızlığı ya da bağımsızlığı "hukuktan bağımsız olmak" diye addeden yargı mensuplarının o teşkilatın dışına çıkarılması. Abdurrahman Orkun Dağ ve isimlerini verdiğim diğer kişiler ya da benzer örneklerdeki hâkim, savcılar bunları oluşturuyor zaten.
BAŞKAN - Ahmet Bey, şu isimlerden vazgeçsek bence daha doğru olur çünkü burada cevap verme hakkı olmadığı için...
AHMET ŞIK (İstanbul) - Özellikle isimlerini veriyorum, kayda girsin ki çünkü bu dönem kapandığında Sayın Başkan, bunlar Anayasa'yı ihlal suçuyla yargılanacak tanıklar olacaklar.
BAŞKAN - Onun başka yerde söylenmesi gerekiyor, şimdi onlar cevap veremiyorlar.
AHMET ŞIK (İstanbul) - Nasıl ki cemaatle ilintili oldukları iddiasıyla tutuklanan hâkim, savcılar var ise -toptancılıkla yaklaşmıyorum- herkesi suçlamıyorum ama birkaç ismin özellikle nasıl bir militanlıkla davrandığını hepimiz iyi biliyoruz ve hapishanede olmayı hak ediyorlar. Tek hak etmedikleri mevcut yargı düzeninde karşı karşıya kaldıkları yargılama pratiğidir çünkü evrensel demokrasi, hukuk normlarıyla yargılamıyorlar. Bunu da belirtmek istiyorum.
BAŞKAN - Tamam, peki.
AHMET ŞIK (İstanbul) - Ben düşman hukukunu değil, düşmanım için bile hukuk olmasını talep eden bir kişiyim ve buna bu militan cemaatçi hâkim, savcılar da dâhil. Bu devir kapandığında bu hâkim, savcılar yargılanırken de aynı çizgide olacağım. Dolayısıyla, bunlara neden olan kişilerin siyasal iktidarın temsilcileri her kim ise eğer ki onlar yargılanırsa yine aynı yerde duracağım. Bu da görünen o ki yeni tutuklama nedenimin de bu dönemin sorgulandığı bir torba dava içinde olacağını gösteriyor. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Yargıyla ilişkili sorunlar elbette ki sizin iktidarınızla başlamadı, Yıldız saray mahkemelerine kadar indirebiliriz yargının sorunlarını tartışmak için ama bu kadar güçlü bir iktidar döneminde geçmişteki iktidar ortağınız cemaatin başlattığı ağır hasar verme pratiğine, sizinle aynı görüşte olsa da olmasa da biat etmiş hâkim, savcılar devam ediyor. Cemaatin yarım bıraktığı işi AKP'li hâkim, savcılar ya da o güce biat edenler devam ettiriyor ve bunların toplamından bizim elimize çıkan bir adalet değil, adalete erişim değil, tamamen siyasal iktidarın tetikçiliğini yapma görevi ve gayretinde olan bir yargı ortaya çıkıyor. Bakın -burada yapmamız gereken- bir reforma ihtiyacımız yok. Çok basit bir şey önereceğim: Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak birçok uluslararası sözleşmeye imza attı yargıya ilişkin, temel hak ve özgürlüklere ilişkin ve bunun karşılığı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden birtakım icra kararları çıkıyor ya da oraya gitmesine gerek kalmadan, nadiren de olsa Anayasa Mahkemesi hukuk çizgisinde kalıyor ve birtakım ihlal kararları veriyor. Benim önerim şudur: Rücu yasasını gerçek anlamda uygulayalım. "Yargının bilerek ya da bilmeyerek yaptığı hatalar nedeniyle ortaya çıkmış tazminat yükümlülüklerini buna neden olan hâkim, savcılar öder." diye bir yasayı işletir kılarsak çok özür dilerim ama yargı mensupları parayla terbiye olmayı çok kolay öğrenirler. O uluslararası sözleşmeleri, Türkiye'nin kanunlarına ve Anayasası'na uymayı kendilerine görev edinirler, bizim de burada uzun uzun konuşmaya ya da Meclisi işgal etmeye, zamanınızı çalmaya hiçbir zaman ihtiyacımız olmaz; gerçekten hukuk çizgisine taşınan ve ideolojik bağnazlığına değil de hukukun evrensel normlarını kendine rehber edinen bir yargıya sahip oluruz.
Teşekkür ederim.