| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2215) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 07 .10.2019 |
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; yargı paketinin birinci paketi hakkında görüşlerimi genel olarak ifade etmek istiyorum, kısa olarak da bu pasaport konusunda, bu hususi pasaport konusunda avukatlara verilecek pasaportlar konusunda da düşüncelerimi ifade edeceğim.
2009 yılında ilk yargı reformu stratejisi planı çıktığından sonra yapılan ilk iş 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği oldu. 12 Eylül 2010'da yapılan Anayasa değişikliğinde bizler sahada ve yargı alanlarında bas bas bağırdığımız zaman "Bu Anayasa değişikliği yargıyı FETÖ'ye teslim etmek anlamına gelir, bu Anayasa değişikliğiyle artık yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusundaki bizim itirazlarımız dışında da artık yargı tek ses olacak, yargı bir terör örgütü denilen FETÖ terör örgütüne teslim edilecek." demiştik. O zamanlar bağırmıştık, çığlıklar atmıştık ama duyan olmadı. O zaman dendi ki: "Yargı üzerinde vesayeti kaldıracağız." O zaman dendi ki: "Bu vesayet çok önemli, bu vesayetle beraber yargı artık tarafsız olacak, bağımsız olacak." Ve sonuçlarını gördük, 15 Temmuzda gördük, 15 Temmuz öncesinde gördük ve yargıda bu FETÖ terör örgütünün düşüncelerini, görüşlerini uygulamada uygulamaya kalkan hâkim, savcılar ve yargı elemanları yüzünden mağdur olan binlerce insanımızı, yurttaşımızı gördük.
2009 yılındaki yargı strateji planından sonra 2010'daki olayı gördük. Daha sonra, 2015'te ikinci yargı strateji planı uygulanmaya başlandı. Bu planın göstergesi ise 2017 Anayasa değişikliğiyle oldu. 2017 değişikliği öncesinde de yine biz aynı şekilde şunu söyledik: Tek adam rejimiyle, iki dudak arası yapıyla demokrasi olamaz. Demokrasi olamayacağına göre özgürlükler de olamaz. Özgürlüklerin olmadığı yerde yargı bağımsızlığı olamaz. Yargı bağımsızlığı, yargı tarafsızlığının olmadığı yerde de vatandaşların adalet çığlıkları her yerde söz konusu olur. Ve bu değişiklikle beraber artık yargı tamamen yürütmenin eline bırakıldı ve cumhuriyet döneminde yargının en çok dibe vurduğu dönemleri yaşamaya başladık 15 Temmuz öncesi ve 15 Temmuz sonrası.
Şimdi ise 2019 yılında üçüncü yargı strateji planı açıklanıyor ve birinci paket geldi. Vatandaşın bu birinci paketten beklediği çoğu şey reform adı altında yapılanlarla karşı karşıya değil. Şimdi, Avukatlık Kanunu'ndaki değişiklikle beraber savunmayla ilgili, savunma haklarının ihlalleriyle ilgili birçok gelmesi beklenen maddeler gelmedi. İlk gelen madde şeker adı altında avukatlara yeşil pasaport verilmesiyle ilgili düzenleme geldi. Olaya şöyle bakmak lazım: Bu yargı paketlerinin açıklanmasında da yürütmenin etkinliğini açıkça görmeye başladık. Yargı paketini kim açıkladı? 30 Mayıs 2019'da Sayın Cumhurbaşkanı tarafından kamuoyuna açıklandı. Kamuoyuna açıklanmasının Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılması bir sorunu ortaya koyduğunu açıkça gösterdi; erkler ayrılığı sorunu, erkler ayrılığının olmadığını da o açıkça gösterdi. Burada reform paketi, yargının esas sorunu olan yasama, yürütme ve yargı üçleminde yürütmenin yargıyı esir aldığının göstergesi oldu. Burada reform paketi yürütme tarafından hazırlandı. Bir şey söyleyince arkadaşlarımız hemen cevap veriyor. Sarayda hazırlandı, evet, sarayda hazırlandı. Çünkü bakınız, bu Mecliste bir şey hazırlanamıyor. Biraz önce elime şeyi aldım, Adalet Komisyon üyesiyim, bir buçuk yıl önce Meclise milletvekili olarak geldim ve hukukçu olduğumdan dolayı Adalet Komisyonuna girdim ve şu anda 6'ncı yasa teklifini görüşmekteyiz arkadaşlar, 6'ncı yasa teklifini ve gelen yasa tekliflerine bakıyorum, hepsinin altında -bunu yanlış anlamayın- milletvekili arkadaşlarımızın imzası var ama hazırlanan yer saray, sarayda hazırlanıyor ve geliyor, milletvekili arkadaşlarımız imzalıyor "torba yasa" adı altında önümüze konuyor ve bir tek cümlesi değiştirilmeden Meclise gönderiliyor.
ORHAN KIRCALI (Samsun) - Yani olacak şey değil bu ya!
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Tabii, tepkiler gelecek, tepkiler gelecek.
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - İmza sahibi milletvekili arkadaşlara hakaret ediyorsunuz ama!
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Bakınız, arkadaşlar bakınız.
ORHAN KIRCALI (Samsun) - Ayıp ya!
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Ama dinleyin arkadaşlar, dinleyin.
Muhalefete ait milletvekillerinin vermiş oldukları yasa tekliflerinden komisyona gelen bir tek yasa teklifini gösterin bana, bir tek yasa teklifi yok arkadaşlar.
ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Kişilik haklarını ihlal etmeden konuşun.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Lütfen konuşmama izin verin.
BAŞKAN - Süleyman Bey, devam edin.
Arkadaşlar, tamam.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Burada her şeyi konuşacağız.
Bakınız, arkadaşlar, 25/7/2018'de OHAL torba yasası geldi. 6/12/2018'de abonelikle ilgili yasa teklifi geldi. 20/2/2019'da CMK'yla ilgili, daha sonra turizm ve ondan sonra da sporda şiddete ilişkin geldi, şimdi de 6'ncı geldi. Adalet Komisyonunun bu kadar az çalıştığı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu kadar az çalıştırıldığı bir dönem tarihinde olmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisine siz diyorsunuz ki: "Biz etkin hâle getireceğiz, yasamayı etkin hâle getireceğiz, yasamayı yürütmenin önünde etkin hâle getirip yasama, yürütme ve yargı arasında kuvvetler ayrılığını gerçekleştireceğiz." Ama sonuçta ne oldu? Türkiye Cumhuriyeti kararnamelerle yönetilen memleket hâline geldi. Şu anda kararnamelerle yönetiliyor. Bakınız, bir buçuk seneden beri çıkarılan kararnamelere, yasalara bakınız, bunun da örnekleri var. Kaç tane kararname gelmiş, kaç tane yasa gelmiş? 41 kararname gelmiş, 1.915 tane madde. Yasa kaç tane gelmiş? 39 kanun teklifi gelmiş, 667 tane madde. Bu ne anlama geliyor? Bunun anlama geldiği nokta şu: Anayasa değişikliği yapılmadan önce, tek adam rejimi ortaya konulmadan önce şunu söyledik biz: Bu memleket kararnamelerle yönetilen tek adam, tek kişi yapısına doğru gidecek, demokrasi, özgürlükler kenara konulacak. İşte dediğimiz çıktı. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıkça kenarda tutuluyor, yasamanın etkinliği ve denetim etkinliği azaltılıyor.
Bakınız arkadaşlar, bir milletvekili olarak danışmanıma bir talimatta bulundum: "Bir buçuk yıldan beri yapmış olduğum çalışmaları, hem yerelde hem de genelde açıkladığım basın toplantılarımı ve konuşmalarımı hazırlayın." dedim. Üzüldüğüm nokta şu oldu: Vermiş olduğumuz soru önergelerinde, yazılı soru önergelerinde... Türkiye Büyük Millet Meclisine vermiş olduğumuz yazılı soru önergelerinin karşılığını alamadık. Bunu geçenlerde Genel Başkanımız salı günkü toplantısında da belirtti. 14 bin tane yazılı soru önergesi vermiş milletvekili arkadaşlarımız, cevabı gelen yüzde 5,7; verilmeyen yüzde 94,3. Böyle bir şey olabilir mi? Biz, ondan sonra, sarayda hazırlanan kanun yazılımlarının -sizlere üzülerek söylemek istediğim- altı burada imzalanıp da... Yanlış anlamayın, 6'ncı kanun teklifini Adalet Komisyonunda görüyoruz dediğimiz zaman itiraz ediyorsunuz, itiraz etmeyelim arkadaşlar.
MAHMUT ATİLLA KAYA (İzmir) - Çünkü yanlış konuşuyorsun, doğru şeyler söylemiyorsun ondan.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Sözlü sorumuz yok, kaldırıldı, gensorumuz yok, güven oylamamız yok. Neyimiz var? Tabii konuşacağız, Parlamentoda konuşacağız, bunları söyleyeceğiz. Bu açıdan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama yetkisinin saraydaki yapılan bu işlemler nedeniyle etkisiz hâle getirilmesini, denetleme yetkisinin etkisiz hâle getirilmesini bir milletvekili olarak protesto ediyorum. Biz burada halkın sesiyiz. Biz burada halkın sesi olarak sorunlara çözüm bulmak zorundayız. Bu çerçevede, yargı reformu ne olması gerekiyor? Birinci sorun, sistemin değişmesi gerekiyor.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu hafta sonu kamp yaptık. AK PARTİ Grubu da kamp yaptı. Bu kamplarda, ben inanıyorum ki AK PARTİ Grubunda da sistem tartışması olmuştur.
ORHAN KIRCALI (Samsun) - Bizim adımıza konuşmayın lütfen.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Bakanları görememekten, bakanlara soru soramamaktan, milletvekillerinin etkisiz hâle getirildiği konuları tartışılmıştır.
ORHAN KIRCALI (Samsun) - Bizim adımıza konuşmayın, kendi partinizden bahsedin.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Bu konuda basında çıkan yazılardan bunu görüyoruz. Demek ki sorun; sistem arkadaşlar. Sorun; sistem, 6771 sayılı Kanun'la ilgili sorun. Sorun; demokrasi, özgürlükler ve Anayasa'dan kaynaklanan, vatandaşa verilmiş bulunan hak ve özgürlüklerin kullanılmasının önüne geçilmesi sorunu. Sorun; sistem, sistemi değiştirmek zorundayız.
Bakınız, arkadaşlar, 6771 sayılı Kanun'un kabul edilmesiyle birlikte yargı organının yürütme organının kontrolü altına girdiğini söyledik ve şu anda yine söylüyoruz. Neden? 159'uncu madde değişikliği açıktı. 159'ncu maddesi değiştirilerek HSK üyelerinin neredeyse tamamının Cumhurbaşkanı tarafından, yürütme tarafından seçilebileceği bir noktaya gelindi. Bunun dışında, 146'ncı madde değişikliğiyle beraber Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi üyelerinin beşte 4'ünü doğrudan belirleme yetkisini elde etti. Anayasa Mahkemesinin beşte 4'ü, HSK'nin ise tamamı, yargının 2 tane başı... Ondan sonra çıkıyoruz, hâkimlerin, savcıların özlük haklarını, atanmalarını ve bağımsız ve tarafsız karar vermelerini ortaya koyan, hâkim ve savcıların durumunu belirleyen HSK'nin Cumhurbaşkanı, yürütme tarafından etkilendiğini açıkça göre göre biz diyoruz ki: Yargı bağımsız, yargı tarafsız. Arkadaşlar, samimi olalım. Yargının tarafsız ve bağımsız olabilmesi için bu yürütme erkini yargı üzerindeki vesayetinden arındırmak gerekiyor. Evet, vesayeti var, üzerinde vesayeti var. Bakınız, bakınız arkadaşlar, yargıç vereceği kararla eğer kendisinin her an tayini çıkabileceğini, vereceği kararla durumunun sıkıntıya girebileceğini, özlük hakları durumunun sıkıntıya girebileceğini ve hakkında disiplin işlemleri yapılabileceğini düşündüğü zaman bağımsız ve tarafsız karar verebilir mi? Veremez, veremedi de. Genel Başkanımız hakkında açılan tazminat davalarında değişen hâkimlerin durumunu biliyorsunuz arkadaşlar. Linç girişimi sonrasında soruşturma yapan savcının nereden savcı olduğunu biliyorsunuz.
Her zaman şunu söylüyorum: Bir hâkim veya savcının belediye başkanı ya da milletvekili olabilmesi için istifa etmesi gerekiyor. Dönebiliyor mu geriye? Dönemiyor. Ama bir hâkim veya savcının hâkim veya savcı olabilmesinde bir parti üyesi, bir parti yönetim kurulu üyesi olabilmesi engel değil. Böyle bir şey olabilir mi? Sayın bakan yardımcıları buradayken daha önceki kanun teklifinde bir soru sormuştum, 2017'nin ikinci ayından itibaren 9.723 hâkim ve savcı aldınız, bu aldığınız hâkim ve savcıların kaçı AK PARTİ üyesi diye sormuştum, kaçı başka partilere üye olmuş kişiler diye sormuştum. Bu arkadaşlardan çıkıp da tarafsız olmasını, bağımsız olmasını bekleyebilir misiniz? İki yılda yapılan soruşturmalarda, Cumhurbaşkanına hakaret soruşturmalarında, bu arkadaşların önüne gelen dosyalarda bağımsız ve tarafsız karar verebileceğini düşünebilir misiniz? Düşünemezsiniz. Mülakatlarda yüzde 70 olan mülakatı yüzde 40'a indirdikten sonra bu süreçte alınan hâkim ve savcılardan daha sonra ne bekleyebilirsiniz ki? İtirazlarımızı sunduk: ''Yargı bağımsızlığını, yargı tarafsızlığını oluşturabilmek için ilk önce mülakatları kaldırın." dedik, burada dedik, ta şurada dedik. "Hayır." dediniz. Arkasından bu sorunlar ortaya çıkınca şunu söyledik: "Mülakatları kaldırmıyorsanız, mülakat yapılan anı video çekimiyle çekin ve bu konuda yargı yollarını açın, görüntülemeye imkân verin." dedik. Ona da "Hayır." dediniz. Ne olacak? Bu durumda, tek tip durumunda -hâkim, savcı arkadaşlarımı, demokrasi ve özgürlüklere inanmış, hukukun üstünlüğüne inanmış, yasaları ve insan hakları sözleşmelerini, Anayasa'yı uygulayan hâkim, savcı arkadaşlarımı bir kenara koyuyorum- ne olacak? Bu çerçeveden gelen hâkim, savcı arkadaşlar tek tip olacak ve yürütme ne derse onun kararını verecek. Bunları yaşıyoruz arkadaşlar, bunları yaşıyoruz.
Bakıyoruz, rektörler eski AK PARTİ milletvekillerinden gelmeye başladı. Bakıyoruz arkadaşlar, valiler eski AK PARTİ'li ve milletvekili adayı olmuş arkadaşlardan gelmeye başladı. Bakıyoruz arkadaşlar, şimdi ise yargı tamamen yürütmenin eline geçmeye başladı.
Bakınız arkadaşlar, üç günden beri sıkıntılı bir olay var. Biz diyoruz ki eğer yargıyı bağımsız hâle getirmezseniz, yargı tarafsız hâle gelmezse, bu, çeşitli devlet organlarını da etkiler. Nereyi etkiler? Yasal düzenlemeler yapmazsanız yolsuzluk boyutunda, diğer boyutlarda ne yapar? Had safhaya varır. Bu çerçevede ülkemizde birçok olay gündeme geliyor, uygulamalarda sıkıntılar gündeme geliyor. Gündeme gelen bu sıkıntılardan biri de... Bakınız, elimde bir evrak var. Bizler diyoruz ki eski dönemlerde yapılan değişikliklerde Cumhurbaşkanı partili Cumhurbaşkanı olmadı, partili devlet başkanı olmaz, bu konuda sıkıntılar baş gösterir. 299'uncu maddede yapılacak değişiklikle kaldıralım diyoruz, 125'inci madde var diyoruz, bu konuda uğraşmaya gerek yok diyoruz ama anlatamıyoruz.
Eski dönemlerde Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle yapılan soruşturmalarla ilgili bir araştırma yaptım, ilginç sonuçlar ortaya çıkardım. Kenan Evren'in döneminde Cumhurbaşkanına hakaret sanığı olarak 340 kişi, rahmetli Sayın Özal döneminde 207 kişi, rahmetli Sayın Demirel döneminde 158 kişi, Sezer döneminde 168 kişi, Gül döneminde 248 kişi ve Sayın Erdoğan döneminde sadece 2018'de 26.115 kişi hakkında soruşturma yapılmış ve 6.426 kişi mahkûm edilmiş. Böyle şey olmaz arkadaşlar, böyle şey olmaz. Bir memlekette "Abbas yolcu" diye bir paylaşım yaptığı için Cumhurbaşkanına hakaretten dolayı 299'uncu madde gereği dava açılmaz. Bu konuda Adalet Bakanlığı izin vermez arkadaşlar. Bu uygulama... Bu "Abbas yolcu" lafının Cumhurbaşkanına hakaret ya da bir kamu görevlisine hakaret olduğu yönünde, önüne gelen dosyada "Ben bu davayı açmazsam, soruşturma kovuşturma olarak iddianameyi hazırlamazsam..." diye korkabilecek savcıların olduğu bir durumda böyle yargı bağımsızlığı, böyle yargı tarafsızlığı olmaz arkadaşlar. Bu bir örnek. İstiyorsanız ben size iddianamenin sayısını, numarasını da bildiririm.
Bakınız arkadaşlar, tabii, yargının bağımsız olmaması nedeniyle birçok sorun ortaya çıkıyor. İki gün önce...
BAŞKAN - Biraz kanunla devam edelim Süleyman Bey, o tarafı epey görüştük.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Sayın Başkan, geneli konusunda konuşma yapacaktık, bize geldi, ben size, yarım saatte bitmez bizim konuşmamız, devam edeceğiz dedim. O zaman ara verdiniz. Sonraki gün ne? Bugün de pazartesiye geldik. Yani devam edeceğiz, burası rahat rahat konuşacağımız yer. Burası konuşacağımız yer yani.
BAŞKAN - Konuş da yani biraz da kendinden bahsetme. Nasıl olsa konuşuruz, bir şey demiyorum ona.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - O nedenle, çekinmeyeceğiz, hep beraber konuşacağız.
Değerli arkadaşlar, yargı bağımsız, tarafsız olmayınca memlekette uygulama ne oluyor? Uygulama şöyle oluyor: Yargı bağımsız ve tarafsız olmayınca yürütme erki kendisine karşı muhalif olanlara, kendisiyle aynı şeyi düşünmeyenlere karşı ne yapıyor? Yargı erki üzerinde kurmuş olduğu tahakkümle bu konuda yargıda mahkûmiyetler çoğalıyor. Bu mahkûmiyetler çoğalınca ne olacak? Türkiye, çevresi demir parmaklıklarla çevrili bir cezaevi olacak.
Cezaevleriyle ilgili bir araştırma yaptım, bu cezaevleri son yıllarda neden bu kadar artmış, bu cezaevlerinin artış nedenleri nedendir diye. Bu nedenleri araştırdığım zaman, sonuçta her şey yargının bağımsız, tarafsız olmadığına geliyor arkadaşlar.
Bakınız, AK PARTİ iktidarı için AKP diyeceğim, AKP dediğim zaman arkadaşlar kızdığı için, yanlış anlamayın, hemen AK PARTİ'ye dönüyorum arkadaşlar. Bu üçüncü duraksamam oldu, düzeltmem oldu, bu konuda da özür dilerim sizden.
Değerli arkadaşlar, AK PARTİ iktidarı âdeta Türkiye'nin dört bir yanını demir parmaklıklarla örüyor; yargı bağımsız, tarafsız olmadığından dolayı oluyor bu iş. 2006 ve 2019 yılına kadar geçen on dört yıllık dönemde 166 tane yeni cezaevi, yeni infaz kurumu açılmış durumda. Ayrıca, 34 tane cezaevinde de yeni düzenlemelerle birlikte 149.588 kişilik kapasite artırımına gidilmiş durumda. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri verilerine göre Türkiye'de şu anda 313'ü kapalı olmak üzere toplam 396 cezaevi var. Yetmiyor arkadaşlar, yetmiyor, bununla beraber 48 tane yeni cezaevi yapılıyor. 48 tane yeni cezaevi yapılıp cezaevlerinin 220 bin olan kapasitesi 500 bine çıkarılıyor.
Değerli arkadaşlar, eğer biz yargı reformu yapacaksak, hak ve özgürlükleri, demokrasiyi ve özgürlükleri genel anlamda genişleteceksek bu cezaevi kapasitesini 500 bin kişilik genişletmek, yeni 48 cezaevi açmak acaba neyin nesi oluyor? Acaba biz hak ve özgürlükleri öne çıkaracaksak, bu konuda ifade özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü ve muhaliflere yönelik tavırları bir kenara bırakacaksak bu cezaevleri neyin nesi oluyor? Bu şu anlama geliyor -mantalite- Türkiye, artık, demokrasi ve özgürlükler açısından bir kenarda, dar anlamda bir yargı -tarafsızlığı ve bağımsızlığı dışında- oluşabilecek bir iklime geçecek. Bu iklim ne olacak? Bu iklim şu olacak arkadaşlar: İster görüşünü beğenin ister görüşünü beğenmeyin, eski bir partinin önceki başkanı hakkında Sayın Cumhurbaşkanı tarafından "Bırakamayız." denilecek. Bir yürütme erkinin başkanı bir partinin önceki genel başkanı hakkında verilen tahliye kararından sonra, aynı gün içinde, aynı konuda aynı dosyada verilen tutuklama kararı karşısında "Bırakamayız." diyorsa, biz adaleti, yargıyı, yargı tarafsızlığını, yargı bağımsızlığını nerede arayacağız? Bu da ayrı bir sorun, ayrı bir çerçeve. Bu çerçevede bu cezaevlerinin kapasitesinin neden bu kadar çok artırılması olayına girildiğini yargı paketini hazırlayan Sayın Komisyon Başkanıma da sormak istiyorum. Sormak istiyorum, bu konuda görüşlerini de özellikle almak istiyorum arkadaşlar.
Arkadaşlar, tek adam rejimiyle, sarayın yargıya müdahalesiyle Türkiye'de yargı bağımsızlığı ve yargı tarafsızlığı sağlanamaz. Bunun için yapılacak olan tek şey, sistemin, "Cumhurbaşkanlığı sistemi" denilen bu sistemin bu süreçte başarısız olduğu ortaya konulduğundan dolayı sistemi tamamen değiştirmek ve demokratik parlamenter sisteme, denge ve denetlemenin etkin olduğu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevini ve yasama görevini etkin bir şekilde yaptığı, yürütmenin karşısında özgür olduğu bir sisteme geçmek. Bu sistemin adı parlamenter sistem, bu sistemin adı demokratik parlamenter sistem. Eğer bunu yapamazsak, 299'dan dolayı, Terörle Mücadele Yasası 7.2'den dolayı, CMK'yla ilgili infaz sistemlerinden dolayı, birçok nedenden dolayı, biz bu cezaevlerini 500 bin değil 1 milyon kapasiteyle artırsak da Türkiye'yi cezaevi memleketi hâline getiririz. Bu yanlıştan dönmemiz gerekiyor. Bu yanlıştan dönmenin gerektiği kanısındayız.
Tabii, bu uygulamalar bazı sonuçlara neden oluyor. Geçenlerde bu kayyum atamalarıyla ilgili verilen bazı kararlar olmuştu. Uygulamalar sonucunda, bu yargının bağımsız ve tarafsız olmamasından dolayı güç alan merkezî hükûmetin valileri, kaymakamları, vermiş oldukları kararlarla, bu özgürlükleri, Anayasa'dan kaynaklanan hakları sınırlama yoluna gidiyorlar. O dönemde kayyum atamalarıyla ilgili İzmir, Aydın, Ankara ve birçok ilde valiler yasaklama kararları verdiler. Bu yasaklama kararlarında 2911 sayılı Yasa'nın 17'nci maddesinin uygulanmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na ve ifade ve düşünce özgürlüğüne aykırı kararlar verdiler. Son üç günde de bu uygulamalar o kadar çok arttı ki bu uygulamalarla birlikte ilginç kararlar ortaya çıktı.
Bakınız arkadaşlar, yasaları ne kadar güzel yapsanız da yasaları ne kadar düzgün yapsanız da eğer demokrasi ve özgürlük iklimi yoksa memlekette, tek adam rejimi varsa burada uygulamalar bu hâlde oluyor. Ne hâlde oluyor? Madenci yürüyüşü başlıyor, 55 madenci Soma'da tazminat haklarını alamadıklarından dolayı yürüyüşe başlıyorlar ve Kırkağaç'ta durduruluyorlar. Kırkağaç Kaymakamının vermiş olduğu yürüyüşe engel kararı idare mahkemesi tarafından iptal ediliyor ve yürüyüş devam ederken Manisa Valiliği onların yürüyüşüne engel olmak için bir karar daha veriyor. Ne oluyor? Kanun hükmünde kararnamelerle, KHK'lerle ihraç edilen, mağdur olan vatandaşlarımız Ankara'da büyük buluşma istiyorlar, 5 Ekim tarihinde, iki gün önce Ankara'da büyük buluşma çerçevesinde toplanmak için tüm yurttan geliyorlar; ilk önce yapılan olay, gelen araçların önleri kesiliyor, seyahat özgürlükleri engelleniyor. Ankara'ya geldiklerinde ise Ankara Valiliği KHK'lilerin büyük buluşmasını yasaklıyor, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nu engelliyor. Dün ne oluyor? Dün ise Kaz Dağlarında yapılan siyanürle altın aramayı, çevre ihlallerini protesto etmek isteyen, "büyük ekoloji mitingi" denilen 26 Ekimdeki mitinge katılmak için İstanbul'dan yola çıkan ve demokratik eleştirme haklarını, protesto haklarını kullanmak isteyen, aralarında Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkan Yardımcısının da bulunduğu heyet gözaltına alınıyor, Kaz Dağları İstanbul Dayanışması gönüllüleri gözaltına alınıyor ve demokratik haklarını kullanmaları engelleniyor. Uygulamalar da böyle arkadaşlar, uygulamalar da böyle. İklim bu, sistemin iklimi bu; yola çıktığınız zaman, 3 kişi yola çıktığı zaman "Nereye gidiyorsun?" de, gözaltına al, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını engelle, ifade özgürlüğünü engelle, düşünce özgürlüğünü engelle, örgütlenme özgürlüğünü engelle; ondan sonra buraya yargı paketi olarak içinde Avukatlık Kanunu'nda avukatlara yeşil pasaport getirilen yargı paketini şeker olarak getir. Böyle şey olmaz, Türkiye'de bu iklimin değişmesi gerekiyor. KHK mağdurlarının seslerini duyması gerekiyor iktidarın. Adalet çığlığı atan vatandaşın mahkemeye erişme hakkı, düşünce özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı, adil yargılanma hakkı ihlallerine uğrayan vatandaşın haklarını savunmak gerekiyor. Bunun çaresi net ve açık: Yargı bağımsızlığı, yargı tarafsızlığı ve bununla birlikte yapılacak tek şey sistemin değişmesi ve demokratik parlamenter rejimin gelmesi.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu gelen yargı paketinde belirtmek istediğim bir nokta daha var.
BAŞKAN - Yeter artık Süleyman Bey, boş ver, sonra anlatırsın geri kalanını da.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Başkan, geçen defa konuşmuştuk yani biliyorsunuz, o gün devam edecektik.
BAŞKAN - Bak, o gün devam etsem bugünkünün yarısı kadar konuşacaktın, sana 2 katı kadar süre verdim.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Bakın, Türkiye'de büyük bir şekilde suç patlaması var. Bu suç patlamasının birkaç nedeni var, bu nedenlerden en önemlilerinden biri de işsizlik, demokrasi, özgürlük ve hak ihlalleri, değerlerin erozyona uğraması ve yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının olmaması yüzünden yargıda verilen hatalı kararlar yüzünden bu suç patlamaları ortaya çıkmaya başladı. İki suçta patlama had safhaya vardı: Bunlardan biri uyuşturucu suçları, ikincisi cinsel saldırı suçları. Bunlar toplumun büyük bir ahlaki erozyona uğradığını ortaya koyuyor. Bunun çözümünü bulmamız gerekiyor. Bunun çözümü de yargı paketlerinde bu suçların cezalarının artırılması ya da cezalarının eksiltilmesi ya da başka önlemler tek başına yeterli değil. Bunların düzenlenmesi için, bu suçların azaltılması için yapılacak şey 500 bin kişi kapasiteli cezaevleri de değil. Bu çerçevede hâkimlerin, savcıların, adaleti gerçekleştirmek isteyenlerin hizmet içi eğitimleri, yargının tarafsızlığı, yargının bağımsızlığı ve demokrasi iklimi ve özgürlük ikliminin getirilmesi ve daha sonra da bu suçlardan ceza alanlar denetimli serbestlik ve diğer konularda yasal anlamda yapılacak düzenlemelerle topluma kazandırılmalı.
Bu çerçevede önümüzdeki dönemlerde gelecek yargı paketlerini merakla bekliyoruz ve merakla beklemeye de devam edeceğiz arkadaşlar.
Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.