KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, bürokrasinin değerli temsilcileri; hepinizi selamlıyorum.

Dün kısaca şöyle bir şey söylemiştim, onu kısaca ifade edeyim: 2011 yılında cumhuriyetin 100'üncü yılı hedefleri olarak yani 2023 yılı hedefleri olarak 2 trilyon dolarlık gayrisafi yurt içi hasıla, 25 bin dolarlık da kişi başına gelir hedeflendiğini ifade etmiştim ve daha sonra Onuncu Kalkınma Planı'nda da bu hedeflerin yer aldığını söylemiştim. Şimdi bu plana bakıyoruz, 2023 yılı için bu hedeflerin olmadığını görüyoruz, bu hedeflerin yerine çok farklı bir hedefin olduğunu gördüm, 81 ilde 81 tane millet bahçesi.

Elbette Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız bu planın samimiyetine inanıyordur, hiç tereddüt etmiyorum ancak önceki planlar ile bu planı kıyasladığımızda, bu planın samimiyetine inanmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Biraz önce onun bir örneğini verdim.

Bir başka örnek vermek istiyorum: Bugün konuşmamı ekonomi ağırlıklı değil de çevre ve şehirleşme ağırlıklı yapmak istiyorum. Planın 2.4. numaralı Yaşanabilir Şehirler ve Sürdürebilir Çevre bölümüyle ilgili konuşmak istiyorum. Başlık çok güzel, bir önceki plana bakıyorum, benzer bir başlığın orada yer aldığını görüyorum, sadece numarası 1 numara fark ediyor. Şimdi, 2.4. başlığıyla yer alan bu başlık, önceki planda 2.3. başlığıyla Yaşanabilir Mekânlar ve Sürdürülebilir Çevre olarak yer almış. Başlık olağanüstü, altında yapılan açıklamalar, kurulan cümleler, politika ve tedbir önerileri de aşağı yukarı bir önceki planın aynısı, belki eski planlara baksak onlarla da benzer cümleleri göreceğiz. Plan sonuçta buradan yasa olarak çıkacak.

Bir memur herhangi bir yasaya uymazsa cezai takibat görür ama plana uyulmamasının siyasal iktidarlar, ülkeyi yönetenler için böyle cezai bir tarafı yok, onun müeyyidesini sandıkta halk belirliyor; uygulamaları iyi buluyorsa "Devam." diyor, uygulamaları iyi bulmuyorsa "Devam etme." diyor. Sonuçta, planın samimi olup olmadığı, uygulanıp uygulanmadığını halk denetleyecek, bizim burada yaptığımız da halkı bu konuda aydınlatmaktır.

"Sürdürülebilir şehirler", "sürdürülebilir çevre" çok güzel kavramlar. Bunlar geçen yüzyılın sonlarından itibaren hayatımıza girdi. "Sürdürebilirlik" kavramı, Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansının, bu konuyla görevli Birleşmiş Milletler birimlerinin üzerinde durduğu ve dünya kamuoyuna armağan ettiği kavramlar. 1987 yılında Birleşmiş Milletlerin Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunun kabul ettiği bir Brundtland Raporu var. Brundtland, Norveç'in ilk kadın Başbakanı. Bu raporun hazırlığında kendisinin büyük emeği var ve orada "sürdürülebilirlik" kavramı, "sürdürülebilir kalkınma" kavramı şöyle tanımlanıyor: Kalkınmayı sadece ekonomik büyümeye odaklı bir kavram olmaktan çıkarıp ekonominin yanında sosyal ve çevresel faktörleri de sürece katıyor. Yani bir kalkınma programı hazırlanırken sadece ekonomik büyümeyi hedefleyen bir program hazırlayamazsınız, hazırladığınız programın mutlaka sosyal ve çevresel faktörleri de olmak durumunda. Bu çerçevede sürdürülebilir kalkınma, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılama kapasitesine, yeteneğine zarar vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılamak olarak tanımlanıyor. Çevre, bu süreçte önem verilen bir kavramdır. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 2006 yılında yayınladığı bir raporda 2030 yılı için bütün üye ülkelerin, bütün insanlığın önüne yaşanabilir şehirler ve sürdürülebilir çevre hedefini koymuştur.

İşte, kalkınma planlarında yer alan bu başlık, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'ndan alınan bir başlıktır ama gel gelelim, bu başlığa uygun politika tedbirlerinin bugüne kadar uygulandığı görmedik, Onuncu Plan döneminde hiç görmedik, bu dönemde de bunları göreceğimizi düşünmüyorum. Bence kalkınma planında bu kadar politika tedbirlerine yer vermek yerine, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konuya ilişkin yani yaşanabilir şehirler ve sürdürülebilir çevre konularına ilişkin cümlelerine yer verseydiniz daha iyi olurdu, belki herkes için çok daha bağlayıcı olabilirdi. Örneğin, 30 Mart 2013'te Sayın Erdoğan "Yüksek binaları sevmiyorum." diyor, AK PARTİ tarafından düzenlenen Yaşanabilir ve Estetik Şehirler Konulu 4'üncü Yerel Yönetimler Sempozyumu'nda bunu söylüyor. 18 Nisan 2013'te, İstanbul'un meşhur efsanevi siluetini katleden o 16/9 blokları için "O binaları inşa eden kişiye tıraş etmesini söyledim ama etmediği için ben de kendisine küstüm." dedi. Yine, bir başka konuşma 11 Mayıs 2013 tarihinde "Bizim tarihsel mimarimizde yatay mimarı esastır, dikey mimari değil." 16 Ağustos 2013 Bodrum'da zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanıyla orada beraberken yine şöyle bir şey söylüyor: "Bu kadar vicdansızlık olmaz, yapılaşmalar denize kadar girmiş, kıyı kenar çizgisi filan hak getire, neredeyse denize düşecekler, durum felaket, 'çevre, çevre' diyenlerin çevre duyarlılıklarını gördük. Bütün sahil bandını denetleyeceğiz, yıkımlara başlayacağız." 1 Kasım 2015 tarihli AK PARTİ seçim beyannamesinde "Hedefimiz, şehirlerimizi insan dostu, çevre dostu, estetik, katılımcı ve müreffeh marka şehirler hâline getirmektir." deniyor. Evet, bunu okursam konuşma sürem bitecek, bir yandan saate baktım. Devam ediyor, tam 5 sayfalık bir özet çıkardım bu konuda. Son cümle şu: "Denizlerimizin kenarlarını, orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Şu para var ya, nerelere muktedir, şu kapitalizm. Doğa şöyle olmuş, böyle olmuş, umurlarında değil."

Sayın Erdoğan'ın bu cümlelerini kalkınma planına yazsaydık daha doğru bir iş yapmış olurduk, hiç değilse belki bu cümleleri bütün herkes, yürütme organı hatırlar "Bir saniye, yanlış mı yapıyoruz?" der. Gel gelelim, uygulama hiç öyle olmadı. Sadece İstanbul'da, Sayın Erdoğan'ın özellikle 2017 tarihindeki cümlelerinden sonra, o cümlelerine aykırı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılmış olan imar planı tadilatlarını burada çıkardım, aşağı yukarı toplam 12 milyon metrekarelik bir inşaat alanına bu plan değişiklikleriyle izin verildi.

Değerli arkadaşlar, İstanbul, bizim en önemli değerimiz, en kalabalık şehrimiz, Türkiye nüfusunun yaklaşık beşte 1'i orada yaşıyor, OECD ülkelerinin en kalabalık şehridir -belki Sao Paulo da olabilir- 1950 yılından bu yana nüfusu yüzde 1.400 oranında artan bir şehirdir ve bu şehrin bu yoğunluğu karşısında alınan önlemler, İstanbul'u yaşanabilir bir şehir olmaktan çıkarmıştır.

Felsefede bir kavram var, "tabula rasa" diye, insan beyninin insan doğduğunda bomboş olduğunu söyler, istediğiniz gibi o beyni doldurabilirsiniz, "İstanbul'u doğasından, kültüründen, medeniyetinden, insanından, çevresinden, bütün bunlardan soyutlayarak boş bir levha gibi, tabula rasa gibi görerek istediğimiz her şeyi burada yapabiliriz." anlayışını bir kenara bırakmazsak planda yazılan bu cümleler bir hayal olmaktan öteye gitmez asla. Bu planının uygulanacağı kanaatinde değilim. Cümleler güzel ama bugüne kadar nasıl uygulanmadıysa bundan sonra da uygulanabileceğini düşünmüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayınız lütfen.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Değerli arkadaşlar, konuşmamı burada bitiriyorum.

Teşekkür ediyorum.