KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, değerli bürokratlar; ben de benden önceki konuşmacılar gibi hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Milliyetçi Hareket Partisinden arkadaşımız konuşmasının son kısmında dedi ki: "Türkiye'de sistem tartışması bitmiştir." Bence sistem tartışması yeni başlıyor, buradan başlamak istiyorum.

İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Millî irade 3 kez karar vermiştir.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Değiştirir kararını millî irade.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Efendim, şu anda görüşmekte olduğumuz metin beş yıllık plan, On Birinci Kalkınma Planı, bir anayasal metin çünkü Anayasa'mızın 166'ncı maddesinin ikinci fıkrası aynen şöyle diyor: "Planda milli tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir." Dolayısıyla bu, bir Anayasa'nın yönetime verdiği bir ödev ve görev. Dolayısıyla bu planın zaman zaman emredici, zaman zaman da yol gösterici olması gerekir. 1962 yılında uygulamaya koyduğumuz bu planlı dönem, arada birtakım sıkıntılar olmasına rağmen, bazı yönlerden daha ziyade emredici olurken son zamanlarda daha ziyade yol gösterici bir plan şeklinde tezahür etti. Bugün görüşmekte olduğumuz On Birinci Beş Yıllık Plan'ın da daha ziyade yol gösterici, emredici çok fazla bir tarafı yok.

Tabii, emredici olmak ile yol gösterici olmanın artıları, eksileri var. Milletten ülkeyi yönetmek üzere yetki almış siyasi iktidarın gerek siyaset gerekse ekonomik kaynak dağılımı vesairiyle ilgili tercihlerini gösteriyor ve dolayısıyla da bu tercihler bu belgelere yansır ve o iktidar devam ettiği sürece de kamuoyu ve toplum bunların yerine getirilmesini ister ve dolayısıyla da muhalefet, özellikle de muhalefetten ziyade bu planın, programın uygulamasında yetkili ve sorumlu olan bürokratların da bu programları desteklemesi gerekir o bürokratlara verilen, siyasetçi tarafından verilen yasal çerçeve içerisinde. Dolayısıyla onlar bu görevlerini yerine getirirken onların sadakatleri sadece devletlerine ve görev alanlarını belirleyen yasalaradır. Dolayısıyla sadakatleri siyasetçilere olmamalıdır, olmaması gerekir çünkü öyle yaparlarsa yanlış yaparlar hem kendilerine hem de siyasetçilere yanlış yaparlar.

Planlar, uzun vadeli misyon ve vizyonu gösterir. Dolayısıyla bugün ile beş yılın arasında bir fark var. Bütçeler genellikle yarını planlar, yarınla ilgilenir ama planlar, öngörülen vizyon çerçevesinde daha uzun bir perspektif alır. Bizim planlama geleneğimizde ve uygulamamızda da bu vizyon beş yılla sınırlandırılmıştır.

Niye beş yılla sınırlandırılmıştır? Çünkü buralarda bir yön ve yol göstermek sorumluluğu vardır gerek özel sektöre ve gerekse devletin birimlerine neyin nasıl yapılacağı konusunda yön ve yol gösterilir ve tahminlerde bulunulur. Dolayısıyla tahmin yapmak o kadar kolay bir iş değildir. Ben Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda 2018 yılı için öngörülen kurun veyahut da Onuncu Beş Yıllık Plan'da 2018 yılında öngörülen millî gelir seviyesinin, vesairenin niye tutturulamadığı, niye yanlış olduğu, niye saptığı konusunda çok fazla eleştiri getirmek istemiyorum çünkü ben de elini taşın altına koymuş bir insan olarak, tahmin yapmanın çok kolay olmadığını biliyorum. Ancak yine de Onuncu Beş Yıllık Plan'da ortaya konulan hedeflerin tutturulamamış olması bu planı yazanların ve öngörenlerin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Çünkü ben şunu isterdim: Tahmin yapmanın zor olduğunu biliyoruz, tahmin yapmanın da üzerine oturduğu bir baz olduğunu, o bazın da birtakım varsayımlar olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla varsayımlar değiştiği zaman tahmin de değişiyor ama o tahmini yapan yetkilinin, etkilinin o varsayımlarının niçin gerçekleşmediğini, niçin tutup tutmadığını, niçin sapmaların olduğunu makul, mantıklı, içsel tutarlılığı olan bir yöntem ve şekille muhataplarına açıklaması gerekiyor.

Bu planda yani şu anda görüşmekte olduğumuz On Birinci Beş Yıllık Plan'da Onuncu Beş Yıllık Plan'ın hedefleriyle ilgili herhangi bir değerlendirme yok, herhangi bir hesap verilebilirlik yok. Yani şunu görmek isterdim: Biz Onuncu Beş Yıllık Plan'da şu, şu, şu varsayımlar çerçevesinde şu metodoloji ve yöntemi kullanarak, varsa ekonometrik model onu kullanarak 2018'in sonunda millî gelirin, fert başına düşen millî gelirin, işsizliğin, makro büyüklüklerin şuraya geleceğini tahmin ediyorduk ama olmadı; olmayışının nedenleri de şunlardır demelerini beklerdik ama maalesef, böyle bir hesap verebilirlik yok. Gerçekten bir hesap verebilirlik yok. Ben kurun niye 1 lira 98 kuruş olduğunu sorgulamıyorum ama 1 lira 98 kuruş olmamasının nedenlerinin ne olduğunu sorguluyorum. Bunun için de birisinin bize gelip bir hesap vermesi lazım. O nedenle de bu danışma kurullarında, vesairelerde eminim bunlar tartışılmıştır ve oralarda görüşler ortaya konulmuştur. O nedenle, bu danışma kurullarında ortaya konulan görüşler, yapılan tartışmalar bunun için önemli. Bunun bize hesabının verilmesi lazım. Yani ortada bir hesap verebilirlik söz konusu değil.

Yine şunu görüyoruz yani bizim planlama tarihimize baktığımızda, 1962'de ilk defa başlayan planlama uygulaması 1980 yılına kadar daha ziyade emredici şekilde ve ancak mantık şu: "Ben planı yaparım dolayısıyla bütçeyi yapan bunun kaynağını bulur." şeklinde bir yaklaşım vardı; özellikle 1'inci ve 2'nci planda gördüğümüz husus bu. 1'inci ve 2'nci planda hedefler tuttu ama finansman farklı yerlerden geldi. Şunun için farklı yerlerden geldi: IMF'yle yıllık bazda anlaşmalar yapıldı; 20-25 milyar dolarlık kaynak geldi ve bu kaynaklar çerçevesinde de harcamalar yapıldı ve dolayısıyla da tuttu ama hedef tutmakla birlikte finansman kaynağı farklı yerlerden geldi. Dolayısıyla 1960-1980 arasına baktığımızda ortaya çıkan durum şu: Plan yapılıyor, o plana uygun olarak kaynak yaratılmaya çalışılıyor ve dolayısıyla da buradan hareketle kaynağın yetmediği yerde Merkez Bankası, Hükûmet şirketlerin cirolarının yüzde 25'i kadar "disponibilite" dediğimiz tahvili ihraç etmiş, kaynak oradan aktarmış ve bu da Merkez Bankasında park etmiş. Dolayısıyla bu dönemde bir bakıma kısa vadeli avansı, vesaireyi de düşündüğümüzde hedefler tutuyor ama sonuç enflasyonist olmuyor. Fakat 1980 yılından sonra "Washington Konsensüsü" dediğimiz liberal ekonomi uygulamalarının ortaya çıkması ve bunun da giderek benimsenmesi ve bu çerçevede de mali disiplinin giderek de bozulması sonucunda hedefler tutmadığı gibi bu arada da enflasyonist bir durum ortaya çıkıyor ve bunun sonucunda da planda öngörülen düzenlemelere de uyulmuyor. Bu dönemde toplamda -bir arkadaşımın söylediğine göre- 9.300 küsur tane proje var ve dolayısıyla 1980-2000 arası, 2000 krizine geldiğimizde ortalıkta bir proje çöplüğü var ve bunu finanse edebilmek için de gerektiği zaman Merkez Bankası kaynağına müracaat edilmiş ve bütçe dışı uygulamalar ortaya konulmuş. Fonlar, 40'a yakın fon icat edilmiş ve bunlarla yatırım yapmaya çalışılıyor. Bu disiplinsizlik, bu kuralsızlık da bizi 2001 yılında duvara toslattı ve malum, olduğunu bildiğimiz bu krizi yaşadık.

Şimdi, bugün geldiğimiz noktada, 2000'den sonra planlama kavramında tekrar birtakım değişiklikler olduğu ortaya çıktı. Niçin ortaya çıktı? Çünkü 2000 öncesinde ki o 1980-2000 arasında yaşadığımız birtakım tecrübeler vardı. O tecrübelerden hareketle IMF bizim başımıza vurdura vurdura birtakım işleri yaptırdı. Kusura bakmayın, IMF'nin savunucusu, vesairecisi değilim ama şu anda olan bitene baktığımızda, o dönemdeki yanlışlıklarımızdan, günahlarımızdan hiçbir ders çıkarmamışız; aynı günahları, aynı yanlışları şu anda hızla yapmaya devam ediyoruz. Neydi? Bütçe ile uzun vadeli planı birleştirecek bir "program bütçesi" kavramı ortaya atıldı. Bu, 1973'te atıldı aslında ama sürdürülemedi fakat 2000 krizinden sonra karşılaştığımız sorunlar ve IMF'yle yaptığımız anlaşma çerçevesinde bize 5018 sayılı bir Yasa yaptırıldı ve bu yasa çerçevesinde biz mali disiplinin planla nasıl irtibatlandırılacağı konusunda epey deneyim sahibi olduk ve denildi ki: "Ödeneği olmayan projeler gündeme alınmasın, ödeneği olan projeler bitirilmeden önce yeni projeler alınmasın." ve bunun biz faydasını gördük. Bu fayda neydi? Fayda şuydu: Ekonomi, tekrar, kurala dayalı bir yönetim sistemine döndü. Ortada kural vardı, belirsizlikler ortadan kalkmıştı ve ileriye yönelik elini taşın altına koyacak olan risk alıcılar belirsizlikler ortadan kalktığı için risk almaya başladılar ve bunun sonucunda da ekonomi kesintisiz... Dünyanın o günkü konjonktürü de ortada, likidite boldu, vesaire boldu, siyasi tercih de ortada, siyasetçi de tercihini inşaattan vesaireden yana kullandı ama sonuçta ekonomi bir noktada büyüdü. Fakat takip eden dönemde ne oldu? Bu disiplin kalktı, Onuncu Beş Yıllık Plan döneminde maalesef, bu disiplin bozulduğu için ekonomi küçüldü ve Türkiye fakirleşti, gerek millî gelir açısından gerekse de fert başına millî gelir açısından baktığımızda Türkiye fakirleşti. Planın başındaki fert başına millî gelir ve toplam gayrisafi yurt içi hasılaya dolar bazında baktığınızda, bugüne kıyasladığımızda hepsi aşağıya gelmiş vaziyette. Bunun nedeni, disiplinsizlik, kuralsızlık, kural tanımamak ve dolayısıyla keyfîlik.

Buradan da hareketle söylemek istediğimiz husus şu: Ben, Garo Bey'in söylediklerine yüzde yüz katılıyorum. Bu planın başarılı olabilmesi için... İçinde birtakım teknik arıza vesaire var ama bunlar olmadan bu işin olması mümkün değil. O verdiği endeksler var ya, o endeksler düzelmeden bu işlerin düzelmesi mümkün değil çünkü bunları yaşayarak gördük. Bu bozulma da zaten o disiplinsizliğin sonucu ortaya çıktı.

Şimdi, yepyeni bir disiplinsizlikle karşı karşıyayız. Planda bunun hiçbiri yok. Bu plan ile bütçenin irtibatı yok. Plan, uzun vadeli; bütçe, kısa vadeli, bir yıllık bir harcamayı öngörüyor. Orada biz ne diyoruz? Borcumuzu nasıl öderiz, memur maaşlarını nasıl öderiz ama bütçenin içerisinden gelecek yıllara sari birtakım harcamalar da var. Onun için program bütçe yapılıyor ve program bütçenin ömrü de üç yıl, onun için üç yıllık birtakım ödenekler ortaya konuluyor ama şu anda, 1980-2000 arasında yaşadığımız ve ülkenin ekonomisini proje çöplüğüne dönüştürdüğümüz olayın bir başka versiyonunu şu anda yaşamaktayız, onun içine doğru gidiyoruz çünkü planda öngördüğümüz yatırımlar var ve o yatırımların kaynağının nereden geleceğiyle ilgili, bütçeyle ilgili irtibat kamu-özel iş birliği harcamaları nedeniyle kopmuştur. Dolayısıyla şu anda, 1980-2000 arasında yaşadığımız bu disiplinsiz, kontrolsüz ve her projeye "Evet, al başla, islim arkadan gelir, ödeneğini sonradan veririz." mantığının bir başka versiyonunu yaşıyoruz ve üstelik hiçbir şeffaflık yok, hesap verilebilirlik yok. Dolayısıyla bu planın başarılı olabilmesi için neyi nasıl yapacağımızın, bütçeyle neyi nasıl ilişkilendireceğimizin açık ve net bir projesinin, perspektifinin ortaya konulması gerekiyor. Bu yapılmadığı sürece bu planın başarılı olması mümkün değil. Zaten planın içerisinde de fazla bir şey yok, emredici bir şey yok, genellikle yön verici var, yönlendirici var. Yönlendirici olmak hususu da bütçeyle hiçbir şekilde ilişkilendirilmemiş.

Şu Onuncu Beş Yıllık Planın sonunda 25 tane madde var. Bu maddeler aslında bir bütçe disiplininin üzerine oturmuş, böyle bir konsepti var ama uygulamada bunun hiçbiri gerçekleşmedi. Bu 25 konuyla ilgili onlarca paket açıkladınız, harcama yaptınız ama bunların hiçbirisiyle gelip de topluma hesap vermediniz. Sayın Davutoğlu Başbakan olduğunda bir haftalık, aylık, üç aylık, altı aylık, bir yıllık öngörüler vardı. Bunun sonucu ne oldu? Toplumun karşısına yetkili, etkili biriniz çıkıp da "Bu kadar harcama yaptık, şurada başlamıştık şuraya geldik." dediniz mi? Demediniz. Dolayısıyla bu, kaynak israfından başka bir şey değil. Plan önemli bir şey.

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, iki dakikanız var.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Bitiriyorum.

Geçmişte hafife alındı ve denildi ki: "Bize plan lazım değil, pilav lazım." Evet, gerçekten bize pilav lazım ama şunu biliyoruz ki plan olmadan herkese yetecek pilav da üretilemiyor; bunu bilmemiz lazım. O nedenle, sorumluluğunuzu alın, hesap verebilirliği ön plana çıkarın ve dolayısıyla da Garo Bey'in söylediği konuları öncelikli olarak yapmaya gayret edin, kurala dayalı bir ekonomi ve yönetim getirin. O zaman, bunun içerisindeki olayı Türk özel teşebbüsü, Türk halkı, Türk milleti otomatik olarak yapacaktır; fazla bir şey yapmanıza gerek yok.

Teşekkür ediyorum.