KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, bürokrasinin çok değerli temsilcileri; hepinizi selamlıyorum, sevgiler saygılar sunuyorum.

Hemen konuya gireceğim çünkü zaman son derece kısıtlı. Teklif çok geniş konularda düzenleme yapıyor, Merkez Bankası Kanunu'ndan Gelir Vergisi Kanunu'na, enerji sektörü düzenlemelerine, sağlık sektörüyle ilgili düzenlemelere ve yurt dışında çalışanların boşanmasına kadar çok kapsamlı düzenlemeler içeriyor. Özü itibarıyla bir kriz dönemi düzenlemesi olarak tanımlamakta hiçbir sakınca görmüyorum, hazineye gelir sağlama amaçlı düzenlemeleri de var.

Şimdi, vergiyle ilgili değerlendirmeleri yapmadan önce sisteme ilişkin bir genel değerlendirme yapmak istiyorum. Bizim gelir vergisi sistemimizin beyan usulüne geçişi 1950'li yıllardadır. 1949 yılında çıkmış olan 5421 sayılı Gelir Vergisi Kanunu, yine aynı yıl çıkmış olan 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu ilk olarak 1950 yılında uygulanmaya başlamış ve o tarihten bu yana bizim kazanç üzerinden alınan vergilerimiz yani gelir ve kurumlar vergisi beyan üzerinden alınmaya başlanmıştır. Beyan sistemi modern bir sistemdir, beyan sisteminin en temel özelliği mükellefin kazancını kanunlar, kurallar çerçevesinde idareye beyan etmesi ve idarenin de bu kazancı denetlemesidir. Bir diğer özelliği de denetim oranının düşüklüğü nedeniyle... Yüzde 1-2 gibi bir orandır, aslında mükellefin denetim oranı belki 3-4 olabilir her neyse ama düşük bir orandır. Sistemin otokontrol mekanizmaları -dediğim mekanizmaları- vasıtasıyla da mükellef beyanının düşüklüğü önlenir. Böyle temel özelliği, temel yapısı olan bir sistemimiz vardı. Maalesef, zaman içerisinde otokontrol müessesleri sistemden çıkarıldı, şu anda vergi sistemi korunmasız kalmıştır. İdarenin yapmış olduğu denetim son derece sınırlıdır, denetim elemanı sayısındaki artışa rağmen denetim son derece sınırlıdır ve özellikle de AK PARTİ iktidarları döneminde sık sık yeniden yapılandırma ve varlık barışı düzenlemelerine gidilmek suretiyle görünüşte sisteme ek gelir sağlama amacı güdülürken gerçekten sistem aşındırılmıştır, sürekli olarak yeniden yapılandırma ve varlık barışı düzenlemeleri yapılması suretiyle mükellefin sisteme olan inancı zayıflamış ve nasıl olsa yine bir yapılandırma, af kanunu ya da varlık barışı düzenlemesi çıkar düşüncesiyle mükellefler vergisel yükümlülüklerini zamanında yerine getirmekten kaçınmışlardır.

Demokratik devletin zor kullandığı en geniş alan vergidir. Bu nedenle, güçlü demokrasiler, gelişmiş demokrasiler demokratik devletin bu geniş alanda ülkeyi yönetenlerin, iktidarların istediği gibi hareket etmesini önlemek, siyasal tercihlerle vergi uygulamalarına yön vermesini önlemek amacıyla gelir idarelerini yarı özerk bir yapıya kavuşturma yoluna gitmişlerdir. OECD ülkelerine bakıldığında, klasik Maliye Bakanlığı modelinden yarı özerk Gelir İdaresi modeline geçildiği görülür. Yarı özerk yani uygulamada bağımsız, siyasal erk sahipleri hiçbir şekilde uygulamaya müdahale edemez ancak idareye karşı, Maliye Bakanlığına karşı hesap verme yükümlülüğü olan bir kurum. Yarı özerk deyince, hani uygulamasına müdahale edilebilir şeklinde bir anlam çıkmasın. Türkiye'de de bu çerçevede 2005 yılında yarı özerk Gelir İdaresi kurulmasını amaçlayan bir kanun çıkarıldı ama o tarihten bu yana yapılan uygulamalar, sonra zaman içerisinde tüm denetim birimlerinin Maliye Bakanlığına bağlanması suretiyle yapılan, çıkarılan uygulamalar, klasik Maliye Bakanlığından çok daha kötü bir şekilde uygulamayı tamamen siyasal iktidarın emrine vermiştir. Bugün ortada yarı özerk Gelir İdaresi yoktur, tamamen ve tamamen 2005 yılından bu yana Bakana bağlı, onun siyasal kararlarına göre hareket eden bir idare vardır. Denetimin bakanlar elinde nasıl bir silah hâline dönüştürüldüğünü gördük. İstediğiniz kadar kalkınma planlarında idarenin özerk olacağını, mükellef haklarının yasal bir altyapıya kavuşturulacağını yazın gerçek öyle değildir, bugün Vergi İdaresi, Gelir İdaresi, denetim birimleri tamamen siyasi iradenin maalesef emrinde olmuştur.

Devletin vergilendirme yetkisinin sınırı mükellefin hak ve özgürlüklerinin sınırıdır. Bu ikisinin bir denge içerisinde götürülmesi lazım. Anayasa Mahkemesi bir kararında bu uluslararası kuralı çok güzel anlatmıştır, ilgili arkadaşlara tavsiye ederim, o kararı bulup okusunlar. Devlet istediği gibi vergi koyamaz, vergi sisteminde istediği gibi değişiklik yapamaz. Ta, 1950 yılında uygulamaya konulan 5421 sayılı Gelir Vergisi Kanunu, beyan sistemini kabul ederken şöyle bir gerekçe koymuş, genel gerekçesine bakıldığında orada görülecektir: Esas olan beyan sistemidir. Beyan sisteminden sapma ancak ekonomik ve sosyal zorluklar veya teknik nedenlerle olabilir. Nitekim, aynı kanunda götürü usulde vergileme vardır ki daha sonra 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nda aynı sistem yine devam etmiştir. Götürü vergileme bir istisnadır, esas olan daima kazancın beyan sistemine dayanmasıdır ama görüyoruz ki bu teklifte yer alan bir maddeyle beyan sistemi altüst edilmiştir, götürü vergilemeye gidilmiştir. Efendim, vergilemede basitlik vesaire, söylenebilir, bu uygulamayla belli sektörlerden daha çok vergi alınması hedeflenmiş olabilir, belli iş kollarından daha çok vergi alınması hesaplanmış olabilir; onlar Gelir İdaresinin bilgisayarında vardır, hangi iş kolları, hangi sektörler ne kadar vergi ödüyor, onların toplam hasılatlarının yüzde 10'unu alırsak bunu vergiye tabi kazanç olarak kabul edersek ne kadar vergi alırızın hesabı yapılmış, ona göre bu madde getirilmiştir tabii. Ama maddenin yazım tarzına bakıldığında bunun bir vergi güvenlik önlemi olmaktan öteye giderek vergi sistemini tamamen tahrip eden bir yapıya dönüştüğünü görmek mümkündür. Bu son derece sakıncalı bir maddedir. Aynı amaç bu düzenlemeyi bir vergi güvenlik önlemi olarak tasarlamak suretiyle gerçekleştirilebilir.

Maddeyle ilgili görüşlerimi maddeye geldiğimde ifade edeceğim. Ayrıca, madde son derece kötü yazılmıştır. Onu Gelir İdaresi yazdıysa o idareye de o yazım şeklini yakıştıramadım, bu kadar yıllık bir Gelir İdaresi teşkilatı bu maddeyi teknik terminolojiyi bile bir kenara bırakarak bu şekilde yazıyorsa sadece ve sadece o idarenin eski bir mensubu olarak ben üzüntülerimi ifade ederim.

Varlık barışı düzenlemesi, bugüne kadar af veya yeniden yapılandırma ya da varlık barışı adı altında 8 tane kanun çıkarıldı, tablosu önümde, isteyenlere verebilirim. İlk düzenleme 25/10/2003 tarihinde 4811 sayılı Kanun'la yapıldı, son düzenleme 11 Mayıs 2018 tarihli 7143 sayılı Kanun'la yapıldı. Sadece varlık barışı olarak değerlendirecek olursak bu 5'inci varlık barışı düzenlemesi olacak. İlk varlık barışı düzenlemesi olan 5811 sayılı Kanun'un uygulamasından doğan sonuçlar Gelir İdaresinin web sayfasında yayınlandı ama ondan sonra hiçbir varlık barışı uygulaması sonucu yayınlanmadı. Buna Bakanlığın, idarenin hiçbir şekilde hakkı yok. Hangi kanundan, hangi sonuçlar elde edilmiştir, bunlar açık bir şekilde yayınlanmalıdır. Ben de burada bu rakamları talep ediyorum. Yani 6111 sayılı Kanun dâhil olmak üzere, o tarihten bu yana bütün varlık barışı uygulamalarının sonuçlarını öğrenmek istiyorum.

BAŞKAN - Lütfen, tamamlayabilir miyiz?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Öyle mi? Daha yeni başlamıştık Sayın Başkan.

BAŞKAN - On dakikayı geçti.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Komisyonun eski mensubu olursam, belki biraz...

BAŞKAN - Maddede de söz verebilirim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Tamam, peki, toparlıyorum, elbette süreme uyacağım.

Son cümlelerimi ifade edeyim: Merkez Bankası Kanunu'yla ilgili yapılan düzenleme yanlıştır, çok konuştuk bunu. Şimdi teklifi sunan değerli arkadaşımız Uzak Doğu ülkelerinden örnekler veriyor, Kore, sonra bir ülke daha söyledi, kaçırdım, oralarda bu kanun var. Peki, ben size soruyorum: O ülkelerde Merkez Bankası rezervleri nedir? Ekonomik büyüme nedir? O ülkenin bir ekonomik kriz durumu var mıdır? Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli borçları karşılama oranı nedir? Rezerviniz bitmiş, oturmuşsunuz, para lazım, deniz bitti, Merkez Bankası ihtiyat akçesine göz dikmişsiniz. Bakın, bu sizi kurtarmaz. Para yok, kriz var, bu bitince ne yapacaksınız? 2001 krizinde bile ülkeyi yönetenler bu yola başvurmadılar. Açıkça ekonomik paketlerini ilan ettiler, halkın karşısına çıktılar, faturasını da ödediler. Faturayı yerel seçimlerde ödediniz, daha da ödeyeceksiniz. Böyle giderseniz, bunun faturası çok ağır olacak, tavsiye etmiyorum. Merkez Bankasıyla bu kadar oynamayın. Son Merkez Bankası Başkanımız Sayın Durmuş Yılmaz'dı. Sonra maalesef, bağımsız Merkez Bankası Başkanları göremedik ama öyle veya böyle, o Merkez Bankası Başkanlarının bir direnç noktaları vardı yine bu son direnç noktası da son başkanla gitti, şimdi "Uysal" Başkan geldi yerine. Uysal Başkanın ilk icraatı ihtiyat akçelerinin bütçeye aktarılması oldu. Hukuk yok, bu zorbalık arkadaşlar. Genel Kurul kararı bile aranmıyor, oradaki ihtiyat akçelerinin hazineye aktarılması için Merkez Bankasının Genel Kurul kararı bile aranmıyor, hazine doğrudan el koyuyor. Merkez Bankası vitrinde bağımsızlığı olan bir kurum, en azından vitrinde bir şey duruyordu, bir gün bağımsız olma umudu vardı, o da yok edildi. Kanun açık, Merkez Bankası Kanunu'nun 27'nci maddesi açık, 28'inci maddesi açık. Bu hâllerde Merkez Bankası Başkanının görevi sona erer yani ticaretle uğraşırsa, bankalar veya iştiraklerde görev alırsa. Efendim, 375 sayılı KHK'yle düzenlemeler getirildi. Getirildi ama özel kanun orada duruyor, o maddeleri değiştirmediniz! Öyle yok, kanun orada duruyor arkadaşlar.

BAŞKAN - Evet, Sayın Hamzaçebi...

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Hemen bitiriyorum, şimdiden söyleyeyim de arkadaşlar belki hazırlık yaparlar, enerjiyle ilgili düzenlemedeki bir madde bir şirketi kurtarmaya yönelik. Yok öyle yağma, öyle otuz altı ay süre veriyorsunuz falan. O zaman bütün herkese süre verin, enerji sektöründeki bütün herkese, şirketlere otuz altı ay süre verin. Teklif sahibi arkadaşımız bunu kendi yazdıysa kendisinden bekliyorum o bilgiyi. Muhtemelen ilgili bakanlık yazdı, kendisine verdi.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Daha çok var ama artık zamanı geldiğinde anlatırız onları.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Sayın Başkan, bir de...

BAŞKAN - Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Bakan Yardımcısının burada oturması doğru mudur? Yani ön sırada oturacak bir yer yok mudur?

BAŞKAN - Doğru değil. Şöyle yapalım: SGK Başkanımız ve BTK Başkanımız...

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Eğer bakan yardımcıları önemli değilse, sayılmıyorsa yani oyuna dâhil değilse öyle bilelim.

BAŞKAN - Yok, yok, geç geldiği için öyle oldu.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - Geç girseniz de Sayın Bakan Yardımcısı, sizin yeriniz orasıdır, geçeceksiniz oraya. Ben sizin yerinizde olsam, sizi oraya oturtuyorlarsa kalkar giderim.