| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1580) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 20 .02.2019 |
MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) - Sayın Başkanım, değerli Komisyon üyesi arkadaşlarımız, kıymetli basın; herkesi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Efendim, teklifimiz Adana Bilim ve Teknoloji Üniversitesinin -ki 2011 yılında atıf yapılan kanunla teşekkül etmişti- adının Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Üniversitesi olarak değiştirilmesi yönünde bir kanun teklifi. 5 maddeden teşekkül ediyor. Teklifin ekinde bir gerekçe var, izninize ve hoşgörünüze sığınarak bu gerekçeyi biraz daha genişletip bazı hususlara atıf yapmak isterim.
Rahmetli Alparslan Türkeş ismi söylendiğinde Türkiye'deki insanların hemen hemen sanıyorum tamamı ilk elde milliyetçiliği hatırlayacaklardır, onun milliyetçiliği siyasette temsilini ve aynı zamanda hayli inişli çıkışlı hayatını hatırlayacaktır. Hapislere girmiştir, 1960 yılında Millî Birlik Komitesinin içinde yer almıştır. Peşinden, Devlet Planlama Teşkilatı gibi devletin çok önemli bir organizasyonunun oluşumunda aktif rol oynamıştır. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve akabinde, 1969'da Adana'da toplanan ve bu partinin adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştiren siyaseten asli aktörü olmuştur. Adana'dan da 1969'da, 1973'te ve 1977'de, bu 3 seçimde milletvekili olarak seçilmiştir. Benim de yaşım o yıllara yani 1973 ve 1977'ye yetişiyordu. 1973'te Rize Öğretmen Okulunda öğrenciydim, ilk siyasal kanaatleri edindiğimiz dönem, İlk telaffuzları öğrendiğimiz ve hayatın siyasal anlamını çözmeye çalıştığımız zamanlar yatılı okullar -tahmin ediyorum- hepimiz için birçok öğretici yan taşıyor ama aynı zamanda toplumu ve dünyayı anlama yönünde de önemli bir mektep olarak işlev görüyor. O dönemde gelişmeleri takip ederken -oradan biliyorum- 1973, daha sonra 1977 seçimlerinde Adana Milletvekili olmuştu.
Milliyetçilik, Türkiye siyasetinde çok temel kavramlardan birisi, sadece siyasette değil aynı zamanda entelektüel hayatımızda da temel akslardan birisini oluşturuyor. "Milliyetçilik" dediğimizde, yine, izninizle, biraz önceye gitmek gerekiyor. Esasen "millet" dediğimiz hadise sosyolojinin imkânları içerisinde geçmişe yürütülebilir ve farklı biçimlerde tanımlanabilir bir kategori oluşturuyor ama bir bakıma siyaset ve milliyetçiliğin sosyal zeminde buluşması 19'uncu yüzyılda ortaya çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılı içerisinde yaşanan hadiseleri buradaki kıymetli heyet muhakkak çok yakından biliyor, buna ilişkin, en uzun yüzyıla dair çok sayıda kitap ve çalışma mevcut. Osmanlı İmparatorluğu, 19'uncu yüzyılın özellikle ikinci yarısından sonra yaşanan çok önemli meydan okumalara karşı tarıma dayalı ve merkezî otorite esasında üç temel toplumsal sınıf olan ulema, ümera ve reaya esaslı yapısından farklı bir aşamaya geçme yolunda -ki bunun adına modernleşme diyoruz- çok geniş anlamları olan çok çeşitli girişimlerde bulunur. Padişahların yaptığı önderlikler vardır, askeriye başta olmak üzere bunun taşıyıcısı olan sınıflar vardır. Esasen, Osmanlı İmparatorluğu'nun, özellikle Abdülmecid, Abdülaziz, II. Mahmut'tan itibaren Abdülhamid dönemlerinde modernleşme girişimleri hem toprak sistemini değiştirme hem birtakım sanayi yatırımlarında bulunma hem de modern mektepler oluşturma bakımından -ki benim de okuduğum Siyasal 1858, 1859, o yıllarda kurulmuştu- o tür atılımları hatırlıyoruz. Bu, sadece Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihsel hikâyesi değildi, aynı dönemde Japonya'da, bir ada devleti olan Japonya'da Meiji Dönemi'nin benzer bir hamlede bulunduğunu biliyoruz. Keza, Çarlık Rusya'sında 1700'lü yılların başında bizim tarihsel bir ironi olarak "Deli Petro" dediğimiz ama Rusların "Büyük Petro" olarak tanımladığı o meşhur Saint Petersburg şehrini de 1703 yılında bataklığın üzerine kuran kişinin Rusya'da modernleşme yolunda neler yaptığını biliyoruz. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun, 19'uncu yüzyılın sonlarına doğru Bismarck'ın mihmandarlığında Prusya'nın -sonra Almanya oldu- yaşadığı dönüşümleri hatırlamak lazım, bunlar hep paralel dönüşümlerdir. Fransa, İtalya ve İngiltere zaten ayrı bir bahis.
Tabii, modernleşme dediğimizde, çok temelde toplumsal, siyasal ve kültürel hayata ilişkin çok büyük altüst oluşlar ve ölçeklerin değişmesi anlamına geliyor. Bu altüst oluşların çağırdığı çok temel toplumsal ve siyasal anlamlardan birini, kitleleri motive eden, entelektüelleri harekete geçiren çok temel kavramlardan biri milliyetçilik olmuştur. Milliyetçiliğin çok geniş bir coğrafyası olduğunu ve farklı telaffuzlara açık olduğunu biliyoruz. Benim kanaatim, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde İttihat ve Terakki Cemiyetinin -ki sonra fırka oldu- başlangıçta Osmanlılık, daha sonra da milliyetçilik ve Türkçülük ekseninde kendisini özellikle 1902, Prens Sabahaddin'in ayrılmasından sonra kurmasının nedenlerine de baktığımızda ve sonra cumhuriyetle birlikte Kuvayi Milliye hareketine baktığımızda Osmanlı'dan Türkiye'ye intikal eden milliyetçiliğin temelde bir müdafaa milliyetçiliği olduğunu söyleyebiliriz yani kendi varlığını koruma, kendi toplumunu ve alanını koruma, bir temel direk etrafında insanları bir arada tutma motivasyonunun son derece güçlü olduğu bir temel anlayışı çağrıştırdığını, ifade ettiğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan, milliyetçiliğin o geniş coğrafyasında mesela Almanya'da örneğinde olduğu gibi Bismarck dönemi Almanya'sı kendi birliğini sağlamış ve junkerlerin egemenliğindeki siyasal yapı daha sonra dünya müstemleke haritasını değiştirmek için fetihlere girişmişti. Almanya'da milliyetçiliğin teşekkülü ve daha sonraki siyasal yaklaşımı, hedefleri ve onun dünyayla olan ilişkisiyle mukayese ettiğimizde Osmanlı'nın son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kurulma süreçlerinde, Kuvayi Milliye hareketinde milliyetçiliğin temelde kendi varlığını korumaya dönük bir müdafaa milliyetçiliği şeklinde teşekkül ettiğini söyleyebiliriz. Bu milliyetçilik kuruluş döneminde rahmetli Ziya Gökalp yine bunun çok çeşitli eserlerini verdi, Azerbaycan'da Hüseyinzade Ali aynı şekilde o dönemde, İsmail Gaspıralı, işte "Fikirde, dilde birlik." diye sloganlaşan ifadelerle Rusya'daki gelişmenin de etkilediği bir milliyetçilik tahayyülünü paylaştı. Bunun, tabii, şairleri, edebiyatçıları oldu, siyasal ve toplumsal entelektüel hareketler böyledir, çok çeşitli şairler vardır küresel ölçekte, farklı milliyetçiliklerin de aynı şeklide. Türk milliyetçiliğinin düşünürleri dediğimizde rahmetli Erol Güngör'ü, Mümtaz Turhan'ı ve onun etrafında Mehmet İzzet'i, Hüseyinzade Ali, Ziya Gökalp ve etrafında bulunan milliyetçilikle bağlantılı birçok ismi hatırlamak mümkün. Böylesine önemli bir siyasi hareketin, entelektüel hareketin elbette toplumda da siyasi olarak temsiline ilişkin çok çeşitli sembolleri ve örnekleri olacaktı. Cumhuriyet Halk Fırkası kurulduktan sonra ilkelerinden biri milliyetçilik oldu. Demokrat Parti, milliyetçiliği önemli bir kavram olarak telaffuz etti. Milliyetçi Hareket Partisi kurulduktan sonra kendisinin temel akslarından biri olarak milliyetçiliği ifade etti ve ortaya koydu. Şöyle ifade etmek mümkün: 1904'te Yusuf Akçura "Üç Tarz-ı Siyaset"i yazdığında biraz da hayatın olağan akışının dışında tahmin ediyorum biraz steryotipler çıkarmak için Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük şeklinde Osmanlı'daki hareketleri ve cumhuriyete intikal eden mirası ifade etmişti. Şüphesiz, Batıcılık dediğimizde bu bir bakıma yerli kültür, dinî hayat ve aynı zamanda milliyetçiliğe ilişkin çok çeşitli unsurlarla ilişki içerisindeydi. İslamcılık dediğimizde de aynı şekilde. Bunun çeşitli örneklerine baktığımızda, bu fikirlerin çok steril mecralar içerisinde aktığını söyleyemeyiz, hep birbirleriyle alışverişleri olmuştur ama üç temel istek temelde var oldu hep.
Şimdi, bizim burada yapmaya çalıştığımız, Osmanlı'dan cumhuriyete intikal eden, toplumsal ve entelektüel hayatımızda çok önemli rol oynayan milliyetçiliğin siyasi temsillerinden önemli bir yaklaşımı ifade eden rahmetli Sayın Alparslan Türkeş'in adını ve hatırasını yaşatmak için Adana'daki üniversiteye onun adını vermektir. Kanaatim şudur: Bizim toplumumuz çok çeşitli toplumsal, kültürel tartışmalar yaşadı; geçmişte yaşadı, gelecekte de muhakkak yaşayacaktır ama hayatın akışı içerisinde bana öyle geliyor ki geçmişte bıraktığımız tartışmaların toplamı hepimiz için ortak bir kıymete sahip ve bizim bir bakıma ortak geçmişimizi oluşturuyor. Yani bir zamanlar Necip Fazıl mı Nazım Hikmet mi tarzında birtakım dikotomiler, karşıtlıklar oluşturulurdu ama sanıyorum bugünkü kuşaklar geçmişe baktıklarında hem Necip Fazıl'ı hem Nazım Hikmet'i rahatlıkla okuyabilirler ve aslında her ikisinin de bizim ortak kültürümüzün, ortak hayat alanımızın insanları olduğunu, geçmişteki çatışmaların ötesinde kavrayabilirler diye düşünüyorum. Nazım Hikmet'in " Atlılar atlılar kızıl atlılar/ Atları rüzgâr kanatlılar/ Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat/ Akar suyun sesi dindi/ Gölgeler gölgelendi, renkler silindi." şiirini okuyan bir köy çocuğu orada ırmağa yansıyan bir söğüdün resmini hatırlayabilir veyahut da Necip Fazıl'ın son derece yaygın "Sakarya" şiirini okuyan bir insan Sakarya'ya baktığında bu ülkenin ortak ruhuna ilişkin o şiirde temsil edilen birtakım anlamlara dokunabilir. Benim kanaatim, rahmetli Alparslan Türkeş'in de geleceğe ilişkin siyasal mirasıyla birlikte, geçmişte kalmış anlamları ve değerleriyle birlikte toplumun ortak değer hanesinde yerini aldığıdır; birçok başka isim gibi. Bu çerçevede, böyle bir ismin verilmesinin uygun olacağı düşüncesiyle bu kanun teklifini değerli Komisyonun takdirlerine sunduk.
Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun.