KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan teşekkür ediyorum.

Komisyonun değerli üyeleri ve saygıdeğer bürokratlar; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bundan otuz yıl sonra mı olur, elli yıl sonra mı olur, günün birinde bu ülkede geçmiş dönemde nasıl kanun yapılmış diye hukuk fakülteleri veya hukuk adamları geri dönüp baktıklarında bu dönemi gerçekten iyi anmayacaklar. Yani biz şu anda hukuk yapıcıları, kanun yapıcıları olarak hukuk mimarları değiliz, bir çilingir bile değiliz. Yani bir çilingir kadar hükmümüz var, hukuk mimarı değiliz. Gerek parlamenter sistemde gerekse başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı var ve dolayısıyla başkanlık sisteminde kanun tekliflerini, evet, şu anda bizde iddia edildiği gibi icracı birim değil, erk değil, Parlamentonun üyeleri kanun teklifi veriyorlar. Ama Amerika Birleşik Devletleri'nde kanunlar var, bu kanunlar o teklifini veren, yapan senatörlerin adıyla anılıyorlar ve 1930'larda, 1935'lerdeki senatörler tarafından verilmiş ve bugün onların adıyla anılan kanunlar hâlâ yürürlükte. Özellikle finans kesimini iyi bildiğim için söylüyorum.

Ben Tamer Bey'e şunu söylüyorum: Bu kanun sizin adınızla, her ne kadar sizin imzanızla da geldiyse sizin adınızla anılmayacak. Sizin bunu verebilmeniz için yer değiştirsek, ben sizin yerinizde otursam, siz burada otursanız ve bir başkası oraya otursa hepimizin yapacağı aynı çünkü biz bu geçiş sürecine hiç hazır değiliz. Bir senatörün kendi nam ve hesabına kanun teklifi vermesi, bunu senatoda ilgililer önünde savunması ve bunun yasalaşmasının arkasında bir kurumsal birikim var, bir fikrî birikim var ve birtakım destek birimleri var. Şu anda bizim hiçbir destek birimimiz yok. Yani birisine gitse, Sosyal Sigortalar Kurumunun veyahut da sosyal güvenlik sisteminin herhangi bir birimiyle ilgili olarak, siz de dâhil içimizden herhangi birisine "Gidin şu meseleyi bir derleyin, toplayın, gelin; bir yasa hazırlayın." deseniz, bunu ben de yapamam, siz de yapamazsınız. Eğer o kurumda çalıştıysanız belki bir noktada bir şey yapabilirsiniz ama tek başınıza yine yapamazsınız, bunun bir kurumsal birikiminin olması lazım. Bu Parlamentoda şu anda böyle bir birikim yok, yararlanabileceğimiz kurumsal bir durum yok. Dolayısıyla, gerçekten biz şu anda kanun yapmıyoruz, kanun yapıyor oyunu oynuyoruz. Bunu da nereden görüyoruz? Arkadaşım biraz önce söyledi, geçen aralık ayında yapılmış, geçirilmiş bir kanunu şu anda değiştiriyoruz ve çok sık kanun değiştiriyoruz.

Dolayısıyla, bu Komisyon Plan ve Bütçe Komisyonu ve yasama erkinin bir parçası. Burada şu görüştüğümüz yasa tasarısı sizin adınızla geldi buraya, eminim bunu siz yazmadınız. Ben sizin yerinizde otursam ben de yazamayacağım bunu, biliyorum, bunu inkâr etmenin hiçbir gereği yok. Dolayısıyla birileri, bürokrasi bunu hazırladı, bizim elimize verdi ve biz şu anda bunu burada, Komisyon olarak tartışıyoruz. Bu, Genel Kurula indiğinde... Genel Kurulda bu Komisyon üyeleri, orada Hükûmet için -öyle bir şey yok- ayrılan yere oturuyorlar. Biz burada bir bütünüz, Parlamento Genel Kuruluyla ve de ihtisas komisyonlarıyla bir bütün ama orada milletvekilleri soru soruyorlar, bu Komisyonun Başkanı orada Hükûmet adına cevap veriyor. Deve mi kuş mu bu? Parlamenter sistem miyiz biz, yoksa başkanlık sistemi miyiz? Bu Komisyon orada niye oturuyor ve milletvekilleri niye bu insanlara soru soruyorlar? Ben de bu Komisyonun üyesiyim, acaba Genel Kurulda Başkanın yanına otursam; bir değişiklik önergesi geldiğinde, Başkan Komisyona "Katılıyor musunuz, katılmıyor musunuz?" diye soruyor, Başkan "Hayır." diyor, ben "Katılıyorum." desem ne olacak? Ha, ne olacak? Yani böyle kanun yapılır mı? Siz orada oturuyorsunuz da ben, orada Hükûmet adına oturulan sırada sizin yanınızda Komisyon üyesi olarak niye oturmayayım? Siz Parlamentoyu mu temsil ediyorsunuz, Hükûmeti mi temsil ediyorsunuz; nesiniz orada?

BAŞKAN - Komisyon Başkanlık Divanı orada görüşmeleri yürütüyor. Bu başka bir konu, tabii.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Divan burada, biz de bu Divanın bir parçasıyız.

BAŞKAN - Şimdi buraya nereden geldik ben anlamadım ama...

CAVİT ARI (Antalya) - Kanun yapma tekniğinden geldik.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dolayısıyla Komisyon, Parlamentonun bir mütemmim cüzü, yasamanın bir parçası; yasama bir bütün ama orada milletvekili soru soruyor yürütmeye, yürütme adına siz cevap veriyorsunuz. Yani bu ne biçim iş böyle? Bu deve mi kuş mu? Ne olduğu belli değil bunun.

CAVİT ARI (Antalya) - Garabet, garabet!

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dolayısıyla, bizden sonra gelenler bu dönemleri çok öyle hayırla yâd etmeyecekler, onu söyleyeyim.

Dolayısıyla biz şu anda kanun yapmacılık oynuyoruz ve benim bu söylediklerimin de hiçbir etkisinin olduğunu düşünmüyorum. Ben bunu dördüncü kez mi, beşinci kez mi söylüyorum, bundan sonra da söylemeye devam edeceğim, Genel Kurulda da söylerim. Tutanağa geçiyor, belki günün birinde, otuz sene, yirmi sene sonra birisi bugünleri açarsa orada bir şey görebilir fakat şu anda benim yaptığım şey su yüzüne yazı yazmaktan başka hiçbir şey değil.

Bunu genel olarak belirttikten sonra şu elimizdeki kanun maddeleriyle ilgili olarak... 1'inci ve 2'nci maddeler Millî Eğitim Komisyonuna gitmiş. Burada büyük bir siyasi liderimizin, devlet adamımızın adına bir üniversite kurulmuş ve bu üniversiteye adının, isminin verilmesi yönünde gayet güzel bir jest olmuş ve doğru bir karar diye düşünüyorum ama Bülent Bey'in söylediği gibi, bu üniversitelerin Türk mali sisteminin, idari sisteminin içerisinde nerede olacağı konusunda 5018 sayılı Kanun'da yerini doğru dürüst alması lazım. Dolayısıyla yine biraz oradan tırtıkla, biraz buradan tırtıkla, oraya yazma, buraya yazma; karmakarışık bir düzen getiriyoruz. 1'inci ve 2'nci maddeler konusunda söyleyeceğim bu.

3'üncü ve 4'üncü maddeler bir hak düzenlemesiyle ilgili. Yani buna da pek itiraz edilmez ama buradaki şey şu: Bizim muhalefetiyle, iktidarıyla genel olarak eğilimimiz hep harcama yönünde. Gökten bıldırcın helvası yağmayacağına göre harcamalar nasıl karşılanacak? Birisi çalışacak, çabalayacak, kazanacak, üretecek, vergi alacağız, onu harcayacağız. Dolayısıyla hiçbirimiz pek böyle üretme tarafında değiliz, harcama tarafında da sonsuz istek ve arzularımız var. Bu da böyle bir şey. Bunun üzerinde, arkadaşımın dediği gibi, oturulsa da düşünülseydi de bunların hesabı kitabı yapılarak buraya gelinseydi, tekrar bunlar yapılmasa daha iyi olurdu. Bu ülkenin şu anda başının belası, kısa vadecilik. Biz, sermaye birikimini önlüyoruz. Dolayısıyla gelecekte çoluğumuzun çocuğumuzun iş bulacağı sermaye birikimini bugünden birbirimize yediriyoruz; olay bundan ibarettir. Dolayısıyla bunu bir utanç olarak hepimiz paylaşalım.

5'inci ve 6'ncı maddelerle ilgili olarak... Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu varmış, onların bir talepleri var. O arada, Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş, bu konuyla ilgili olan, muhasebe standartlarını belirleyen ve TÜRMOB'un ve yeminli mali müşavirler ve mali müşavirler odasının talepleri var. Acaba bunlarla oturulup konuşulup onların bu talepleri alınsaydı ve buradaki şeyler buraya dercedilseydi, eğer uygun görülmediyse onlar da ikna edilerek "Bunlara gerek yok." denilseydi daha iyi olmaz mıydı? Yani yine eksik bir kanun çıkarıyoruz, bunu da kayda geçirmek istiyorum.

Buradaki zaman, süre yine palyatif olarak geçecek. Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu diyor ki: "Bizim borcumuzu öne çekiyoruz. Hemen o ay içinde ödeyin. Hâlbuki bizim şöyle şöyle..." Nelere sebep olacak? Diyor ki: "Uygulamanın enflasyon üzerinde olumsuz etkisi olacak. Uygulamanın en azından 2020 yılına ötelenmesi gerekir. Firmaların 2019 bütçe planlarına göre böyle bir şey olmadığı için firmalara ekstra yük getirecek." vesaire vesaire. Böyle itirazları var. Bunlar oturulsaydı, konuşulsaydı, onlar çağırılsaydı, ona göre bu yasa düzenlenseydi belki çok daha sağlıklı, belki on yıl sürecek bir yasa yapabilirdik ta ki yeni bir durum ortaya çıkıncaya kadar ama bu gidişle, anlaşılıyor ki bu yıl içerisinde, 2019 yılında biz bunu bir daha düzenleyeceğiz.

7'nci madde de havacılıkla ilgili söyledik. Bu da yine tek bir sektörle ilgili. Ekonominin başka sektörlerinde de aynı problemler olabilir. O sektörlerde böyle problem yok mu? Niye geneli için düzenleme yapılmıyor? O da ayrı bir mesele.

8'inci maddeyle ilgili olarak aralıkta bir kanun çıkarıldı, orada kitapla ilgili -işte siz de söylediniz- 100 liranın altındaki ve 100 liranın üzerindekilerle ilgili, KDV'yle ilgili bir düzenleme yapıldı ve bunun yürümediği görüldü, şu anda yeni bir düzenleme geliyor. Şimdi, burada 1761 sayılı Kanun'un 17'nci maddesiyle 3065 sayılı KDV Kanunu'nun istisnaları düzenleyen 13'üncü maddesine eklenen (n) bendiyle 1 Şubat 2019 tarihinde yürürlüğe giren ancak kanunun usul ve esasına uygun olmayan bir düzenlemenin zorunlu getirisi olarak karşımıza çıkmıştır bu düzenleme. 1 Şubat 2019 tarihinde yapılmak istenen ancak yapılamayan, kitap ve süreli yayınlarda KDV istisnası bu teklifle gerçekleştirilebilecek bir hâl almıştır. Ancak unutulmamalıdır ki içinde bulunduğumuz yüzyılda elektronik ortamın bu kadar yaygın ve işlevsel olduğu bir ortamda çevresel etkilerin de göz önüne alınması suretiyle 1 Ocak 2019 tarihinde yürürlüğe giren elektronik kitap, elektronik dergi ve elektronik gazetede KDV'yi yüzde 18'e yükselten karardan ivedilikle vazgeçilmelidir bence. Üniversitelerin bütçeleri özellikle, buraya ayrılıyor ve dolayısıyla üniversitelerin bilim üretebilmeleri için bu ucuz kaynaklara, bu veri kaynaklarına ulaşabilmeleri lazım. Bütçelerinin önemli bir kısmını bu işe kullanıyorlar. Şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda bulunun bu 8'inci maddeye ek olarak ben de e-kitabın da KDV istisnasından yararlanması gerekir diye düşünüyorum.

Yine bir başka madde şunu söylüyor: Özellikle cellular, cep telefonları vergisiyle ilgili bir düzenleme var. Bu düzenleme de bence Anayasa'ya aykırı. Şimdi, Anayasa Mahkemesinin Esas 1986/5, Karar 1987/7 sayılı ve 19/3/1987 tarihli bir kararı var. Bu karar çerçevesinde bu düzenleme şunu getiriyor: Cumhurbaşkanı vergiye dair muafiyet, istisna, indirim ve oranları belirleme yetkisine sahiptir. Bu konuda Anayasa, Cumhurbaşkanına yetki devri yapmıştır ancak unutulmamalıdır ki yürütme organının vergiye dair sınırsız yetkiler vermesi, verginin yasallığını ciddi biçimde zedelemektedir. "Anayasa koyucu her çeşit mali ödevin kanunla konulmasını buyururken keyfî ve takdirî uygulamaları önlemeyi amaçlamıştır. Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir mali ödevin ilgililerine yükletilmesine olur vermesi, bunun kanunla koyulmuş sayılması için yeterli olmaz. Mali ödevlerin matrah ve oranları, tarh ve tahakkuku, tahsil usulleri, yaptırımların zaman aşımı, yukarı ve aşağı sınırları gibi çeşitli yönler vardır. Bu mali yükü ve bu yönleri dolayısıyla yasaya yeterince çerçevelenmemişse kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarını, hatta temel haklarını etkileyecek keyfî uygulamalara yol açabilmesi mümkündür. Bu bakımdan mali yükümler belli başlı ögeler de açıklanarak ve çerçeveleri kesin çizgilerle belirlenerek yasalarda düzenlenmelidir." Anayasa Mahkemesinin böyle bir kararı var. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulanan bu saptamasında da görüldüğü gibi, bu verginin yasama organınca konulmuş sayılabilmesi için onun yalnızca konusunun kanunla belirlenmesi yeterli değildir, verginin konusundan başka oranı veya miktarı, indirimleri, istisna ve muafiyetleri, tarh, tahakkuk ve tahsil usulleri, matrah yatırımları, zaman aşımı, vesaire konuların da kanunla düzenlenmesi zorunludur.

Bir de hastalık hâline geldi. Aynen bunu söylüyorum. Şu ana kadar geçirdiğimiz kanunlarda -özellikle Kalkınma Bankası Kanunu geçerken de böyleydi- bir kabuk kanun yapıyoruz, içi boş, yürütme organının başındaki kişiye onu doldurma yetkisi veriyoruz. Böyle kanun olmaz. Şu anda dediğim gibi bütün yaptığımız kanunların -İngilizce tabiriyle "Shell low" diyor- kabuk var, kabuğun içi boş, istediği şekilde dolduruluyor. Bu, demokrasi değildir, hukuk tekniğine de uygun değildir. Dolayısıyla denetime, vesaireye de uygun değildir. Denetim yapabilmek için kanunların sınırlarının açık, net biçimde çizilmesi lazım. Maalesef böyle bir şey yok.

Kanunun diğer maddeleriyle ilgili olarak, son olarak bu tarımla ilgili, tarım kredi kooperatifleriyle ilgili yapılan düzenlemeler var. Arkadaşımız söyledi, "6'ncı kez yapıldı, 7'ncisi yapılıyor." dedi. Şimdi burada üzerinde durulması gereken husus şu: Ziraat Bankasına bir görev veriliyor. Bizi 2000 krizine götüren yolda başımıza gelen felaket bu kamu bankalarına verilen görevlerle ilgiliydi. Onlara birtakım görevler verildi. Onlar bu görevleri yerine getirdiler ama bilanço üzerinde faiz tahakkuk ettirdiler. Tahakkuk ettirdiklerini tahsil edemediler ve dolayısıyla zararları vardı. İnanın, 2001 krizi ortaya çıktığında sadece Ziraat Bankasının bir günlük açığı, o günkü parayla 20 katrilyon liraydı. Eğer Merkez Bankası o gün Ziraat Bankasına para vermese Türkiye'deki hiçbir bankacılık sistemi kapanamıyor çünkü görev verilmiş, incirci için verilmiş, pamuk için verilmiş, zeytinyağı için verilmiş, Trakya'daki ayçiçeği için verilmiş, tütün için verilmiş ve "Sen bunu finanse et, ben devlet olarak, sana, bu görev zararını tahsil edeceğim." denmiş ama devlet bunu yerine getirmemiş. Ziraat Bankası bilanço üzerinde tahakkuk etmiş, tahsil edememiş. Tahsil birikmiş ve dolayısıyla da Ziraat Bankası açık veriyor, o gün Merkez Bankası para vermese kapanamıyor. Bugün bu noktada değiliz ama adım adım buraya doğru gidiyoruz. Şeffaf değilsiniz. Ziraat Bankası iki üç gün önce bir açıklama yaptı. "Benim görev zararım yok. Muhasebat Genel Müdürlüğü şuralara şu ödemeleri koymuştur, bunu bana ödüyor." dedi. Ödeyip ödemediğini bilmiyorum ama nereden bakarsanız bakın sonuçta bir maliyet var. Bu maliyet ister Ziraat Bankasının üstünde kalsın isterse kamu bütçesinin üzerinde kalsın bunun bir maliyeti var. Bunu bilmek gerçekten hepimizin hakkı ve dolayısıyla iktidarda bulunanların da çok daha önemli bir görevi çünkü millete doğru hizmet verebilmeniz için bizim bunları bilmemiz lazım ki size destek verelim. Bir kriz çıktığında ortaya çıkan durum şu: Sorun çıktığında önce yönetimler bunu -genellikle bütün dünyada böyle- inkâr ederler, inkârın arkasından korku dönemi gelir, korkunun arkasından da panik dönemi gelir. Yani şu anda inkâr, korku ve panik birlikte yaşanıyor. Yani çıkıp şu ülkede olanı biteni, yani reel ekonomiyle ilgili işte 2019'un son sanayi üretim endeksi belirlendi, yatırım malları üretim endeksi açıklandı, güven endeksi açıklandı, nereye gidiyoruz, ne yapıyoruz? "Efendim, cari açık şuradan şuraya geldi." Niçin geldi? Bunu toplumla açık, dürüst, şeffaf bir şekilde paylaşsanız ve biz de size destek versek. Bu işin içinden IMF'ye, vesaireye gitmeden çıksak daha iyi olmaz mı?

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Gitmeyeceğiz zaten.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Ama siz bunları inkâr ediyorsunuz, kabul etmiyorsunuz, üstünü örtüyorsunuz. "Dengeleniyor." diyorsunuz. Ortalarda dengelenme, vesaire yok. Arkadaşlarım anlattı. Böyle bir şey yok. Kendi kendinizi aldatıyorsunuz ama bizi de aldatmayın.

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, lütfen tamamlayın.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Tamamlıyorum.

Lütfen, açık olun, şeffaf olun. Bu kanunun ilgili maddesiyle Ziraat Bankası ne alacak, ne getirecek, ne götürecek? Bütçeye bunun karşılığında karar çıktı mı? Ziraat Bankasına "Ben sana görev zararı öderim." denildi mi, denilmedi mi? Ziraat Bankası diyor ki: "Bana ödeniyor." Ama bilmiyorum, ödenip ödenmediğini bilmiyorum. Sözüne itibar etmeli miyim Genel Müdürün? Evet, kamu görevlisidir, itibar etmeliyim. Fakat geçmişte de gördük ki bunlar yapılmamış ve dolayısıyla da krize gittik ve bunun düzelmesi millî gelirin de -20 bankayı batırdık- yüzde 30'una sebep oldu, fakirleştik. Şu anda da oraya doğru gidiyoruz. Lütfen, açık olun, net olun. Bunların parasal değerleri nedir, bunu toplumla paylaşın ve biz de size destek verelim.

Teşekkür ediyorum.