| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un Bakanlık çalışmaları hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 06 .02.2019 |
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Efendim, hoş geldiniz diyorum. Başkanımızı, heyetimizi selamlıyorum.
Aynı hususlara temas ediyoruz, aynı hedefi amaçlıyoruz, aynı konuları değişik biçimlerde kendi bakış açılarımızla ortaya koyuyoruz.
İşiniz zor Sayın Bakan. 3 mim çok önemliydi kabinelerde biliyorsunuz. Maliye, çünkü para musluğunun başında olmak çok önemlidir, koalisyonlarda da en çok kavga buralarda çıkardı, ondan sonra mülkiye yani iç işleri, mülkiyeyi idare etmek. Hatta bunlarla ilgili köylümüzün, o çarıklı erkânıharbin "Malı da ye, mülkü de ye, adından belli..." şeklinde hafif siyasilere dokundurmaları filan vardı. Ama "ye" olmayan bir mim daha vardı; o da maarifti biliyorsunuz. Maarif bugün millî eğitim olarak sizin uhdenize tevdi edilmiş durumda.
Bu sorun yeni mi? Yeni değil. Kendi öz tarihimize baktığımızda Nizamiye medreselerini niye kurduk, Nizamiye medreselerini Anadolu'da niye tekrarladık, niye geliştirdik; katlı medreselerini nasıl icat ettik, Süleymaniye Medresesini, Fatih Medresesini nasıl geliştirdik, Sahn'a dönüştürdük, Mûsilelerle ilave ettik ve nihayet "tavuk yumurta" meselesini, meşhur Emrullah Efendinin, II. Meşrutiyette 2 defa Maarif Nazırı olan Emrullah Efendinin -ki söz biliyorsunuz meşhurdur, şaka yapmıştır ama adamın üzerine yapışıp kalmıştır, "Şu okullar olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim." diye bir şaka yapmıştı- Tuba Ağacı Nazariyesini de hatırlatırım. Tuba Ağacı Nazariyesine karşı çıkan Satı Bey'i de burada rahmetle yâd ediyoruz. "Eğitimi yukarıdan mı düzeltmek lazım, tabandan mı düzeltmek lazım?" şeklindeki tartışma, daha sonra Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, ardından Halide Edip gibi aydınlarımızca da tartışıldı.
Yeni tartışılan şeyler yok. Çok eskiden beri tartışıyoruz, eğitim çünkü karmaşık, -hadi biraz daha değişik söylemiş olalım- kompleks bir yapı. Bu yapı içerisinde ben eğitim fakültesinde görev alırken çocuklarımızın yazılarını, ifade biçimlerini yazılı kâğıtlarında okuduğumuzda, lisede öğretmen tanıdık arkadaşlarımıza, ortaokulda öğretmen olanlara, hatta ilkokul öğretmenlerimize "Ya ne yapıyorsunuz siz? Bunlar doğru düzgün bir imla bilmiyorlar, yazım bilmiyorlar, derli toplu fikirlerini kompoze edemiyorlar." diye serzenişte bulunduğumuzda onların bize şunu dediklerini hatırlıyorum: "E ne yapalım, sizin yetiştirdiğiniz öğretmenler bunları yetiştiriyor." Yani yükseköğretim mi ortaokuldakileri yetiştiriyor, ortaokuldakiler mi yükseköğretimdekileri yetiştiriyor bilmiyoruz.
Cumhuriyet Dönemi apayrı bir hikâye. Ben oraya hafifçe girip çıkacağım. Falih Rıfkı'yı bir okuyun, Atilla İlhan'ı bir okuyun. Atilla İlhan'dan ödünç alarak söyleyelim Gazi, Falih Rıfkı'ya öz Türkçeleştirme faaliyetleriyle alakalı, müfredatla alakalı neler söylüyor. Osmanlı'dan saltanatı kaldırmışsınız, hilafeti kaldırmışsınız, aynı vatan içinde yaşayanları eşit kabul eden vatandaşlık statüsünü getirmişsiniz, diyor ki: "Bu öz Türkçede biz yanıldık." Bunu söylediğinde yıl 1937. "Geri dönelim." diyor. Falih Rıfkı, Gazi'nin etrafındakilerinin nasıl ona yaranmak için önce davrandıklarını, sonra bu niyeti ortaya çıkınca Gazi'nin, bu görüş ortaya atılınca bu defa "O da Türkçeydi, bu da Türkçeydi." diye yabancı kelimeleri nasıl Türkçeleştirmeye çalıştıklarını anlatıyor. Oraya girersem iş uzayacak.
Yani Nihat Sami Banarlı'nın 50'ye yakın baskı yapmış "Türkçenin Sırları" Kitabı bu konuda hakikaten çok güzel şeyler ifade ediyor. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Beş Şehir"ini defalarca okudum, hâlâ okuyorum, hâlâ okuyorum. Şimdi, tarihle alakalı, müfredatla alakalı da Gazi çok şeyler söylüyor.
Ben 1967'de başlamışım eğitim hayatıma. İlkokul öğretmenlerimin 2'si belki birer haftalık, ikişer haftalık, hayal meyal hatırladığım 2 kadın öğretmen, ondan sonra bir başka kadın öğretmen, sonra 1970'te ben ilkokul 3'üncü sınıfı -çok özür dilerim- 450 hanelik çok büyük daha sonra belde olmuş bir köyde ahırdan bozma, kocası öldüğü için dul kaldığından, ahırı bozarak sınıfa çevirmiş, sıralar koyduğumuz, ahır kokusunun hâlâ gitmediği, annelerimizin ördüğü yün çorapları giydiğimiz, belki sağındaki solundaki ayakkabı birbiriyle eş olmayan bir yerde okudum. Ali Hocamı da buradan hayırla yâd ediyorum. Dönüm noktalarını şöyle bir çıkardım, 1972, 1977, 1978, 1983, 1997, 2005, 2010, en son profesörlüğü aldığım tarih. Ya ben bu eğitim sistemi içinden geldim. Biz konuşurken eğitim sistemimizi beğenmiyoruz, bunu Mecliste ifade ettim, kürsüden, Sayın Bakanım, kendimizi mi inkâr ediyoruz? Eğitim sistemi başarısız da siz milletvekilliğine gelirken, unvanlarınızı alırken, belli mevkileri işgal ederken diyeyim -işgal kötü anlamda söylemiyorum- orada otururken, deruhte ederken, hangi eğitim sistemiyle yetiştiniz? Hangi öğretmenler, kötü öğretmenler sizi yetiştirdi bugünlere getirdi?
Ama ben size bir şey söyleyeyim cemaatlerle ilgili. Türkiye'nin en büyük iki tane cemaati vardır. Cumhuriyet tarihi yazarlarına katkım olsun, terim yapalım, ideolojik cemaatler ve o ideolojik cemaatlere mensup olmadığım için, millî olduğumdan, yerli olduğumdan ben Selçuk Eğitim Enstitüsüne giremedim ama Allah'ın takdirine bakın ki 2009 yılında beni öğrenci olarak kabul etmeyen o fakülteye doçent olarak geldim. Hangi cemaatten bahsediyoruz? O ideolojik cemaat Türkiye'de en büyük ideolojik cemaattir, alt fraksiyonları bile öteki cemaatleri katlar. 1978'de öğretmenlerin yüzde 40'ını, kırk beş günlük bir eğitimle 76 bin kişiyi diploma vererek öğretmen yapan işte böyle bir ideolojik cemaatleşme anlayışıdır arkadaşlar. Açık yüreklilikle itiraf etmek lazım. Yanlış mı? 1997'de ikinci müdahale gelmedi mi Millî Eğitime?
Şimdi, Sayın Bakanım, bendeniz -çok rica etti başsavcı bey- ta Karadeniz'in ucunda bir yerde görev yaparken dedi ki: "Tapu kayıtları bizi öldürüyor Hocam, ne olur yardım edin." Osmanlı tapu kayıtlarına girdim. İstatistikten bahsettiniz. TÜİK'le ben iki defa toplantıya katıldım, içler acısı. Aynı dönemde Osmanlı'yla yaşamış olan Azteklerin, Mayaların tek bir arşivi yokken Osmanlı bugün bize devasa, hem de mükerrerleriyle beraber bir yerdeki kaybolduğunda diğeri, diğeri kaybolduğunda öteki çok net kayıtlar bırakmış, muazzam bir arşiv devleti.
YILDIRIM KAYA (Ankara) - Altı yüz yıllık yapması gerekir, tabii ki yapacak.
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Yani şimdi, Cumhuriyet ile Osmanlı arasındaki çatışma -tamam, saltanatı kaldırdık, hilafeti kaldırdık- ilk yıllarda çok yoğun yaşandı, belki yaşanması da gerekiyordu, eşyanın tabiatı gereğiydi ama bunları bizim geride bırakmamız lazım artık. Osmanlı'yı da kabullenmemiz, Selçuklu'yu da kabullenmemiz, Cumhuriyeti de elbette kabullenmemiz... Yani şöyle...
YILDIRIM KAYA (Ankara) - Bu tartışmayı niye yapıyoruz? Bugün bunu reddeden mi var?
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Yok efendim, size yönelik söylemiyorum.
YILDIRIM KAYA (Ankara) - Ama bu tartışmayı burada yapmanın bir anlamı yok ki.
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) -Var, elbette reddedenler var.
YILDIRIM KAYA (Ankara) - Bakın, kapıda bekleyen ücretli öğretmen, vekil öğretmenin sorununa dair çözüm söyleyin.
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Şunu söyleyeyim: Onu da söyleyeceğim, öğretmenlerle ilgili söylerim, onun da cevabı çoktur efendim.
YILDIRIM KAYA (Ankara) - Ama hakikaten el insaf!
BAŞKAN - Lütfen Sayın Kaya, karşılıklı yapmayalım, lütfen.
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Tapu kayıtlarından bahsediyorum. Şu kadarcık bir yerde ben o tapu kayıtlarına girdiğimde -çok affedersiniz- insanın fotoğraf olmadığı için fizyolojik tanımının yapıldığını -bıyıklı, sakallı, orta yaşlı, kır saçlı, sarışın veya esmer, her neyse, kaytan bıyık olduğunu, vesair- ve kaç tane hayvanı olduğunu -çok affedersiniz- kaç ineğinin sağılır olduğunu, sağılmaz olduğunu, kaç tane ceviz ağacı olduğunu. Böyle bir...
YILDIRIM KAYA (Ankara) - Bu bizim tarihimiz zaten. İnkâr eden var mı?
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Hayır, ben Bakanıma izafeten söylüyorum.
BAŞKAN - Toparlarsak Sayın Özdemir, yani vakit çok ilerledi. Lütfen...
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Toparlıyorum.
Şimdi, bunları gördük ama biz okuldaki kitabımızın envanterini çıkaramayan, istatistiğini çıkaramayan bir duruma da düştük. Yani bu bizim entegrasyonu sağlamamız gerektiğini gösteren bir husus. Onunla alakalı söylüyorum. En büyük varlığımız bana sorarsanız -ki herkese göre öyledir-insandır. Onun için yine Atilla İlhan'dan ödünç alarak söylüyorum, Gazi, Onuncu Yıl Nutku'nda on yılda 10 milyon insana nüfusun ulaştığını ondan söylüyor. "Yaşayan İnsan Hazineleri" diye envanteri biz öyle çıkarttık. Başkasından aldık, başka bir şey.
Şimdi, Millî Eğitimdeki başarı-başarısızlık, her şey birbiriyle ilişkilidir. Sonunda üç soru sorup bırakacağım. Süleymaniye Camisini inşa edebilmek için Kanuni gibi bir padişah lazım, Mimar Sinan gibi bir başmimar lazım, Mimar Sinan'ın alt kadrosu lazım, çıraklar lazım, malzeme lazım, bütçe lazım ve statik hesaplardan dolayı ertelenen inşaatın yapılamayışına İran Şahı'nın gönderdiği hazineyi öğütüp un ufak edip minareye harç olarak kullanacak kadar da diplomasi lazım. Mücevher minare olarak biliyorsunuz bugün hâlâ parlıyor güneş vurduğunda.
Istılahlarla çok oynadık. Öz Türkçeleştirmenin getirdiği sıkıntıya Sayın Bakanım belki tam da temas edemediler ama vizyonda var. "Talim, terbiye, maarif." Değiştirdik. Maarif Vakfı kurulurken ben biliyorum Mecliste ne kadar "maarif"e karşı çıkıldı, isim olarak, "Eskiye mi dönüş yapıyoruz" diye. Biliyorsunuz, büyük devletler vergi alır gibi, baç alır gibi, esir alır gibi kelime de alırlar. İngilizler bugün 5 bin yabancı kelimenin sözlüklerinde bulunmasıyla övünüyorlar. Türkçenin, Arap edebiyatının şahikasının üzerine oturduğuna, İran edebiyatının şahikasının üzerine oturduğuna ama kendi o basit, yalın diline hâkim olarak bunları özümsediğini, hatta dilinin özelliklerine uydurduğuna yüzlerce örnek verebiliriz. Biliyoruz, biz talimin ne olduğunu biliyoruz, talim, öğretmek demek. Terbiye, eğitmek demek. Biz şimdi terbiye kısmını tamamen eğitimin içine öğretimi sokarak tek bir yalın "eğitim" terimine her şeyi mahkûm eder hâle geldik.
Ben şimdi sözleri daha fazla uzatmak istemiyorum. Sayın Bakanıma üç tane soru yönelteceğim. Belki bunlardan bir tanesi öneri sayılabilir. Sayın Bakanım, entegre okullar diye bir sistem getirsek ilkokuldan mezun olan çocuk o ilkokuldan mezun olduğunda hangi ortaokula gideceğini -yeteneğine göre, becerisine göre, başarısına göre- bilse, oradan hangi liseye gideceğini ve oradan hangi üniversiteye gideceğini... Siz Kuzey Amerika tarzı öğretmen yetiştirmeden bahsettiniz. İşte Amerikan sistemini aşağı yukarı biliyoruz. Üstün zekâlıları topladığımız bir iki üniversitemiz olsa, üniversitede bir iki bölümümüz olsa, özellikle belli alanlarda, belli kategorilerde.
Bir de yeteneklilerin eğitimi... Şimdi Alpay Bey gitti. Biliyorsunuz bu insanların kas becerileri var, kasları gelişkin, emin olun beyin lopları da gelişkindir. Niye basketbolcularımız tıkır tıkır mükemmel İngilizce konuşuyorlar da niye futbolcularımız iki kelime İngilizce konuşamıyorlar. Rüştü için anlatılır, odasındaki arkadaşı "Çay içelim." diyor, "İngilizcen var mı?" filan diye konuşuyorlar. "Kolay, ben şimdi sana çayı getirteceğim." diyor. Açıyor resepsiyonu, Rüştü'nün söylediği şu: "Two tea; two, two, two." Ve hakikaten az sonra çay geliyor. Arkadaşı diyor ki "Ya senin İngilizcen hakikaten iyiymiş." "Ya basit two tea, iki çay; işte şuraya two two two, yani 222 nolu odaya." Şimdi, bunu söylemek bile bir espri konusu yapılıyor. Erdal Keser'i gönderiyoruz, UEFA'da Galatasaray çekim yapacakken dili var diye. Bu sporcularımızı biz alsak bir yandan hem spor faaliyetlerine engel olmadan hem de belli bir okul sistemi içerisinde lise, üniversite, her neyse eğitsek diye tekliflerimi sunuyorum. Hakikaten 1978'deki, 1997'deki müdahaleler hiçbirimiz onaylamadığı müdahaleler. Bugün gelinen nokta iyi bir noktadır.
Sayın Bakanım on altı yılın eleştirisini yapmadı aslında. On altı yılda benden önceki arkadaşlar bir, iki, üç demişler, dört, beş, altı demek de bana düştü; ben şimdi dört, beş, altı deme mevkisindeyim dedi. Çünkü öğretmen sayısını artırdık, okulları, derslikleri artırdık. Artık ahırlarda filan ders yapanlar Allah'a şükürler olan kalmadı, çok iyi bir noktaya getirdik. Çok mu? Değil, daha da olacak.
Öğretmen atamalarıyla ilgili izninizle şunu söyleyeyim: Cumhuriyet dönemi boyunca yapılan öğretmen atamalarının binlerce fazlası AK PARTİ hükûmetleri döneminde yapılmıştır. Bu da tarihî bir gerçektir.
Saygılar sunuyorum. Başarılar diliyorum Sayın Bakanım. Dört, beş, altı diyorsunuz, temenni ediyorum yediye çıkarsınız, sekize çıkarsınız, ona çıkarsınız, on numaralı bir Millî Eğitim Bakanı olarak tarihte anılırsınız.