| Komisyon Adı | : | AVRUPA BİRLİĞİ UYUM KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 04 .02.2015 |
YILDIRIM M. RAMAZANOĞLU (Kahramanmaraş) - Teşekkür ediyorum Başkanım.
Ben de çok değerli sivil toplum örgütlerimizin temsilcilerini ve değerli komisyon üyesi arkadaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkanım her zaman olduğu gibi ben gene matematiksel zeminde düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Öncelikle çok değerli HDP Milletvekilimiz Ertuğrul Kürkcü Beyin konuşmasında, bu nüfus artışımızla ilgili hassasiyetleri hususunda Sayın Cumhurbaşkanımızın bir takıntısı olduğunu ve bunu dayattığı şeklinde ifadeleri oldu. Ben iyi niyetle bunun şu şekilde düzeltilmesini arzu ediyorum: Öncelikle kendisinin bahsetmiş olduğu yüzde 2,1 oranı, biraz önce Hocamızın beyan ettiği gibi, nüfus artış hızı değil, doğurganlık hızıdır. Gerçek nüfus artış hızımız 2014 verilerine göre yüzde 1,33, bir başka deyimle binde 13,3'tür. Şu anda 31 Aralık 2014 tarihi itibarıyla nüfusumuz 77 milyon 695 bin 904 kişi. Dolayısıyla şimdi buradan baktığımız zaman Türkiye İstatistik Kurumunun projeksiyon çalışmalarında özellikle ifade edilen bazı önemli rakamlar var, bunlardan bir tanesi şu: Eğer nüfus artış hızımızdaki azalma, tedricî azalma bu şekilde azalmaya devam ederse 2050 yılında nüfusumuz 93 milyona ulaşacak ve 93 milyonluk bir Türkiye nüfusu ülkemizin ulaşabileceği, ilelebet ulaşabileceği en maksimum düzey olacak, ondan sonra azalma başlayacak. Peki, 2075 yılında ne olacak? Nüfusumuz 93 milyondan 89 milyona inecek. Türkiye İstatistik Kurumunun mevcut trendler dâhilinde yapmış olduğu bu çalışmalara ek olarak bir çalışması daha var, o da şu: Bizim nüfusumuzun 100 milyona ulaşabilmesi için yani 2050 yılında 100 milyona ulaşabilmesi için her bir hanımefendinin asgari 2,5 çocuk sahibi olması lazım. Tabii 2,5 küsuratlı bir rakam olduğu için Sayın Cumhurbaşkanımız da bu bilimsel gerçekten hareketle her aileye 3 çocuk tavsiyesinde bulunmaktadır; bunun bilimsel ve matematiksel temeli budur. Eğer biz, her hanımefendinin ortalama 3 çocuğa sahip olabilmesini destekleyeceksek o zaman 2050 yılında nüfusumuz 100 milyonu aşıyor, 2075 yılında da 119 milyonu aşıyor.
Şimdi bunu bu şekilde ifade ettikten sonra bu yasanın bütünüyle ilgili bir iki teknik konuya değinmek istiyorum: Çok değerli bürokrat arkadaşlarımızın ve Bakanlık temsilcilerinin büyük emek vererek hazırlamış oldukları bu tasarı hakikaten son derece olumlu fakat arkadaşlar -affınıza ve hoşgörünüze sığınarak- yasa yazım tekniğinde dikkat etmemiz gereken bazı incelikler var, ben sırf kayda geçmesi ve dikkate alınması amacıyla bunları ifade etmek istiyorum:
Öncelikle madde 13'te bakınız diyor ki: "Birinci fıkra uyarınca kullanılan doğum sonrası analık izninin bitiminden itibaren çocuğunun bakımı ve yetiştirilmesi amacıyla ve çocuğun hayatta olması kaydıyla..." diye uzun bir ifade var. Arkadaşlar, "çocuğunun bakım ve yetiştirilmesi amacıyla" ifadesi gerekçeye ait bir ifadedir yani maddede hâlâ gerekçe yazımına devam etmemize gerek yok; bunu buradan çıkaracağız, bu gerekçede zaten var. Bir de dikkat ediniz, "çocuğun hayatta olması kaydıyla" diyor. Şimdi "çocuğun hayatta olması kaydıyla" dediğiniz zaman, bu, bir gün mü hayatta olacak, üç gün mü hayatta olacak, beşinci gün öldüğü zaman bu haktan feragat mı etmesi gerekecek veya bu hak tanınmayacak mı? Bunun bir ölçüsünü koymak lazım veya şunu demek lazım daha kısa: "Birinci fıkra uyarınca kullanılan canlı doğum sonrası analık." Bakın "canlı doğum" tıbbi bir tabirdir, "canlı doğum" demek çocuk doğduktan sonra yaşamış demektir. Bunun süresi önemli değildir. İleride uygulamalarda sorunlara yol açacak bu muğlak ifadenin yani "hayatını devam ettirmesi hâlinde" lafının ya tanımlanması lazım, ne kadar süreli hayatına devam ettirmesi şart koşulacak veyahut da "canlı doğum hâlinde" diyerek cümlenin kısaltılması lazım.
Bir de değerli arkadaşlar, şimdi bakın madde 13'te diyor ki: "4857 sayılı Kanun'un 74'üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümleler maddeye birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra..." Yani "aşağıdaki cümleler", "aşağıdaki fıkra" birkaç şeye birkaç şey ekleniyor. Şimdi, bizim Başbakanlığın yayımlamış olduğu mevzuat ve yasa yazım tekniğinde şöyle bir ilke var: Bir şeye bir şey eklendiği zaman o şey yazılır, eklenen şey de altına yazılır. Sonra öbür şeye öbür şey eklendiğinde o ikinci kez yazılır.
Şimdi, siz buraya şuna şu, şuna şu, şuna şu, altına da fıkraları dizmişsiniz. Hangi fıkra neye eklenmiş belli olmuyor. Onun için madde 13'ün bu şekilde revize edilmesini ben rica ediyorum.
BAŞKAN - Bunu esas komisyona bildireceğiz arkadaşlar.
YILDIRIM M. RAMAZANOĞLU (Kahramanmaraş) - Bildirin, kayıtlara geçsin.
Başkanım, şimdi şeye geliyorum, aynı problem, benzeri daha doğrusu, madde 3'te var. Şimdi, madde 3'te yine aynı şekilde "Şu şöyle, şu şöyle değişmiş." demiş, altına fıkraları yazılmış. Bunun düzenlenmesini rica ediyorum. Fakat asıl gelmek istediğim başka bir şey var. Dikkat ediniz: "Üç yaşını doldurmamış bir çocuğu eşiyle birlikte veya münferit olarak evlat edinen memurlar ile memur olmayan eşin münferit olarak evlat edinmesi hâlinde memur olan eşlerine, çocuğun teslim edildiği tarihten itibaren sekiz hafta süre ile izin verilir. Bu izin evlatlık kararı verilmeden önce çocuğun fiilen teslim edildiği durumlarda da uygulanır."
Şimdi, arkadaşlar, aynı, benzer şey işçiler için de tanınıyor. Bak, burada "memurlar" demiş, işçiler için de tanınıyor, 13'üncü maddede söyleniyor. Madem bunu memurlar için buraya zaten yazmışız, bir de "işçi" kelimesi eklersek ve cümleyi kısaltırsak çok daha zarif, daha teknik bir tabir olur.
Bakın, kısaltmasını okuyorum. Ne diyorum? Kayda geçsin diye düzeltilmiş hâlini okuyorum: "Üç yaşını doldurmamış bir çocuk, bir memur veya işçi yahut eşi tarafından münferiden veya müştereken evlat edinilirse çocuğun teslim edildiği tarihten itibaren, memur veya işçi olan eşe sekiz hafta izin verilir. İsteği hâlinde tam ücretli ve yarım zamanlı çalışma süresi olarak kendisine altmış günlük ek hak verilir."
Bak, bu ek hak da işçiye denilirken memura da denilmiş aslında fakat burada zikredilmesi unutulmuş. Şimdi, farklı yerlerde aynı şeyleri mükerrer olarak söylemek yerine, bir defa söyleyelim, tam olarak söyleyelim, kısa söyleyelim.
Bir de şu cümleye bakın yani ne kadar fuzuli kalıyor bu cümle. Cümle diyor ki sonunda: "Bu izin -yani sekiz hafta izin veriyorsunuz ya- evlatlık kararı verilmeden önce çocuğun fiilen teslim edildiği durumlarda da uygulanır." Zaten bir önceki cümlede "çocuğun teslim edildiği tarihten itibaren" diyorsunuz. Bunu bir de "fiilen teslim edildiği tarihten" diye mükerrer söylemeye ne lüzum var? Fiilen ne demek? Yani teslim etmenin bir fiilen, bir de fiilen olmayan şekli olabilir mi? Onun için bunların düzeltilmesini istiyorum.
Bunları düzelttiğimiz takdirde ne oluyor biliyor musunuz arkadaşlar? Biz 61 kelime tasarruf ediyoruz, toplam 310 harf tasarruf ediyoruz, daha öz, daha anlaşılır hâle getiriyoruz.
Teşekkür ediyorum.