| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Hazine ve Maliye Bakanlığı b) Maliye Bakanlığı c)Gelir İdaresi Başkanlığı ç)Kamu İhale Kurumu d)Özelleştirme İdaresi Başkanlığı e)Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu f)Türkiye İstatistik Kurumu g)Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ğ)Hazine Müsteşarlığı h)Sermaye Piyasası Kurulu ı)Yatırımcı Tazmin Merkezi i)Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 22 .11.2018 |
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Kıymetli milletvekilleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar; Komisyondaki bütçe görüşmelerinin bu son gününde bana ayrılan süre içinde Türkiye ekonomisinin mevcut durumuyla ilgili görüşlerimi sizinle paylaşmak ve son dönemde Hükûmetin uyguladığı politikaların bazı çelişki ve risklerine dikkat çekmek istiyorum. Ardından, 2019 bütçe teklifi hakkında daha önce ifade etmiş olduğum bazı görüşlerimi sizlere hatırlatarak bu bütçenin içerdiği risklerin bir defa daha altını çizmeye çalışacağım.
Sayın Bakan, üzülerek ifade etmeliyim ki geçen ay Bütçe Kanunu Teklifi'ni Komisyonda sunarken yaptığınız konuşmada bizi büyük bir hayal kırıklığına uğrattınız. Söyledikleriniz ve sorularımıza verdiğiniz yanıtlar ülkemiz ekonomisinin geleceği hakkındaki iyimserliğimizi maalesef biraz daha azalttı. Zira, konuşmalarınızda makroekonomik istikrarda son yıllarda ortaya çıkan bozulmayı tamamen dış saldırılara bağladınız. Bunun geçici durum olduğunu söylediniz, üstelik sanki ondan önceki on altı yıl boyunca iktidarda olan siz değilmişsiniz gibi 2013'ten sonra yaşanan olayların planladığınız yapısal dönüşümleri engellediğini belirttiniz.
Kısacası, ülkemiz ekonomisinin şu anda karşı karşıya olduğu yapısal tıkanmayı tamamen görmezden geldiniz. Yapısal tıkanma diyorum, çünkü sanırım içinde bulunduğumuz durumu en iyi bu şekilde ifade edebiliriz. Dahası, bu tıkanmada sanki AK PARTİ hükûmetlerinin hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi, sanki siz her şeyi doğru yapmışsınız da ama sizin dışınızdaki etkenlerden dolayı geçici bazı sıkıntılar ortaya çıkmış gibi konuştunuz. Oysa, karşı karşıya olduğumuz sorunların çözümü tamamen bizim göstereceğimiz basiret ve dirayete bağlıdır. Edilgen olmadan kendi eyleminin birinci derecede sorumlusu olarak etken olmak zorundayız. Çünkü her şey bizim irademizle başlar, yine bizim irademizle biter. İstersek sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz ama kaçınmanın sonuçlarından kaçınamayız. Son iki aydır uyguladığınız ve "yeniden dengeleme" adını verdiğiniz politikalarla bu geçici sorunları rahatlıkla atlatacağımızı iddia ettiniz. Hatta kurlardaki gerilemeyi işaret ederek en kötünün geride kaldığını ve bundan sonra her şeyin iyiye gideceğini söylediniz. Ayrıca, ağustos ayında döviz kurlarında gözlenen hızlı yükselişle ilgili olarak yabancı bir başkentte Türkiye'ye karşı ekonomik bir saldırı planlandığı gibi bir iddia ortaya attınız ve "Biz bunu başarıyla püskürttük." dediniz. Fakat ısrarlı sorularımıza rağmen bu yabancı başkentin neresi olduğunu ve saldırıların veya saldırganların kim olduğunu açıklamadınız. Döviz kuru ve faiz şoklarına rağmen bankacılık sistemimizin sağlıklı yapısını koruduğunu söylemeyi de ihmal etmediniz. O güne kadarki tabloyu bu şeklide özetledikten sonra kamu harcamalarında tasarruf yapacağınızı, vergi gelirlerini artıracağınızı ve bu şekilde mali disiplinin ekonomi politikalarının temel çıpası olacağını belirttiniz. Ve nihayet önümüzdeki üç yıl boyunca sıkı para ve maliye politikalarını izleyerek ülkemizi tekrar sürdürülebilir büyüme patikasına sokacağınızı iddia ettiniz.
Sayın Bakan, keşke bu söylediklerinize inanabilseydik ama ne yazık ki bu mümkün değil çünkü kusura bakmayın, size saygıda da kusur etmiş olmayayım ama bu söylediklerinizin gerçeklikle uzaktan yakından bir alakası yok. Umarım bunun siz de farkındasınızdır. Umarım diyorum çünkü eğer bu söyledikleriniz henüz başlamış olan ve Türkiye ekonomisini yıllarca düşük büyümeye mahkûm etme potansiyeli taşıyan ekonomik krizin siyasi sorumluluğunu üstünüzden atmak amacıyla söylenmiş sözler değilse yani bu söylediklerinize kendiniz de inanıyorsanız o zaman çok daha vahim bir durumla karşı karşıyayız demektir. Üzülerek söylüyorum ki son dönemde uyguladığınız bazı politikalar, bu söylediklerinizin en azından bir kısmına kendinizin de inandığınızı ve dolayısıyla durumun ciddiyetini ve alınması gereken tedbirlerin aciliyetini hiç mi hiç kavramadığınızı gösteriyor; işte bizi üzen ve umutsuzluğa sevk eden de budur.
Sayın Bakan, Hükûmetinizin anlayamadığı veya anladığı hâlde siyasi sonuçlarına katlanmamak için bir türlü kabul etmek istemediği gerçek şudur: Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ilk defa özel sektör borçları kaynaklı bir ekonomik krizle karşı karşıyadır. Çoğu yurt dışından alınmış borçların artık uygun maliyetle çevrilme imkânı çok zorlaşmıştır.
Bundan daha vahimi ise ülkemiz ekonomisinin bu borçları sorumsuz bir şekilde ödeyebilecek yabancı para gelir elde etme imkânının son derece kısıtlı olmasıdır. Ayrıca gerek devlet yönetme anlayışınızın oluşturduğu olumsuz siyasi şartlardan gerekse ekonomiyi yönetme biçiminizden dolayı yabancı yatırımcıların Türkiye ekonomisine olan güveni oldukça azalmıştır. Türkiye ekonomisi hâlihazırda yabancı yatırımcıya güven verebilecek siyasi ve ekonomik bir çıpaya sahip değildir. Bu nedenle, son dönemde ülkemize yönelik sermaye akımlarının hem miktarı hem de kalitesi oldukça düşmüştür. Yurt içi tasarruflarımızın yetersizliğinden dolayı, ekonomimizin büyümesi için ihtiyaç duyduğumuz yabancı sermaye akımları, doğrudan yatırımlar ve uzun vadeli krediler gibi sağlıklı finansman kalemlerinden "sıcak para" tabir ettiğimiz kısa vadeli spekülatif fon girişlerine kaymıştır. Bunun da ötesinde, sizin de bildiğiniz gibi, son on iki aylık cari açığımızın yarısına yakın bir kısmı Merkez Bankamızın rezervlerinden ve net hata noksan kalemindeki girişlerden finanse edilebilmiştir. Bu durum, literatürdeki anlamıyla tam bir ani duruş olmasa da ona yakın bir durumdur.
Artık içinde bulunduğumuz ekonomik krizin finansal öncü şoklarını yaşamaya başladığımız geçen mayıs ayından beri Hükûmetimizin aldığı tedbirler ne yazık ki sorunları teşhis edip kaynağına inmekten ziyade ortaya çıkan semptomları tedavi etmekten öteye gidemedi. Bu sebeple, yıllarca uyguladığınız yanlış politikalar sonucu ortaya çıkan ve Türk milletinin ödemek zorunda kalacağı ekonomik fatura maalesef giderek daha da ağırlaşıyor.
Sayın Bakan, şu anda Hükûmetinizin karşı karşıya olduğu ve cevabını veremediği soru şudur: Bu borç krizinden nasıl çıkılacak ve bu çıkış sırasında ortaya çıkacak maliyetler toplumun hangi kesimlerine, hangi yöntemlerle dağıtılacak? Bu sorunun cevabını veremiyorsunuz çünkü önümüzde bir seçim var. Vereceğiniz cevabın toplumun geniş kesimlerinin hiç hoşuna gitmeyeceğinin farkındasınız. Bu sebeple, bu cevabı mümkün olduğunca ertelemeye çalışıyorsunuz.
Tüm kalbimle diliyorum ve inşallah yanılırım ama şundan eminim ki seçimlerden sonra Türkiye tarihinde görülmemiş bir kemer sıkma politikası uygulayacaksınız ve bu krizin maliyetini kurduğunuz ekonomik sistemden nemalanan on binlerce yandaşınıza değil, krizde hiçbir sorumluluğu olmayan milyonlarca vatandaşımıza ödetmeye çalışacaksınız. Hatta bunu IMF'yle 20'nci stand-by anlaşmasını imzalayarak yapacağınızdan da neredeyse eminim. Tekrar ediyorum, inşallah ben yanılırım ve bunların hiç biri olmaz. İnşallah sizin dediğiniz gibi ekonomide bir dengelenme olur ve 2021'den sonra tekrar potansiyel büyüme hızımıza ulaşırız. Ben de mahcup olurum ve şayet Allah ömür verirse, yine burada buluştuğumuzda "Sayın Bakan siz haklıymışsınız, sayenizde bu krizi hafif şekilde atlattık." derim ve bundan da hiç de gocunmam; bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Ancak mademki şu ana kadar kötümser bir tablo çizdim, bunun sebeplerini açıklamak ve risk olarak gördüğüm hususlar hakkındaki uyarılarımı yapmak da benim görevim.
Doğrusu gündeme getirilmesi gereken o kadar çok yanlış uygulamanız var ki nereden başlayacağımı bilemiyorum. Ama yanlışlarınıza girmeden önce sizi bir konuda tebrik etmek istiyorum Sayın Bakan: Gerçekten bunca çaba ve emeğe rağmen ve 2 tane stand-by anlaşmasına rağmen zor bir şeyi başardınız ve ülkemizin birçok ekonomik göstergesini tam on altı yıl öncesine yani iktidarı devraldığınız zamandakine ya döndürdünüz ya da çok yaklaştırdınız. Bunlara birkaç örnek vermek istiyorum. Enflasyona baktığımızda 2002 sonunda TÜFE yüzde 29,7; ÜFE yüzde 30,8 imiş. Bugün ise TÜFE yüzde 25,2; ÜFE yüzde 45. Faizlere baktığımızda 11 Kasım 2002'de Merkez Bankasının bir haftalık repo işlemlerindeki oran yüzde 44'müş. Bugün sanayicinin, tüccarın, iş adamının muhatap olduğu faiz yüzde 40'lara dayanmış durumda. Kâr amacı güden özel bankalardan bahsediyorum tabii, sizin zararına kredi vermeye zorladığınız kamu bankalarından değil. İşsizliğe baktığımızda 2002 sonunda işsizlik oranı yüzde 10,3 iken şu anda 11,1. Kaldı ki bu 11,1; 24 Haziran seçimleri zamanında yapılan harcamaların olduğu, talebin genişlediği bir ortamda ortaya çıkan bir işsizlik oranı. Bundan sonra bu rakamların daha da yükselerek devam edeceği kesindir. Merkez Bankasının rezervlerine baktığımızda o zamanki net rezervimiz, altın dâhil 27 milyar dolarmış. Bugün net rezerv ise 20 milyar doların altında.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Bir ara rezervleri 130 milyar dolarlara kadar çıkardık diye övünüyorsunuz. Bu rakam 130 milyar dolara çıktı doğru fakat bu uygulanan para politikası gereği bankaların Merkez Bankasına verdiği ödünç paralardan ibaret fakat son tahlilde yine de ülkenin rezervi.
Keşke bunu sadece Merkez Bankası rezervleri konusunda yapsaydınız ama maalesef onunla da kalmadı, dışarıdan yüz milyarlarca dolar borçlanarak ülkeyi zenginleştirdiğinizi sandınız, bunu bir başarı gibi pazarladınız. Şansınız yaver gitti ve bu dönem çok uzun sürdü ama artık deniz bitti, dolayısıyla ülkeye yaşattığınız İkinci Lale Devri de bitti. İşte şimdi anlaşılacak, gerçekten başarı hikâyesi mi yazdınız yoksa Türkiye'nin kalkınması için belki de bir daha hiç gelmeyecek muazzam bir fırsatı mı kaçırdınız? Dünya tarihi boyunca paranın en bol olduğu dönemi ülkemizin üretim kabiliyetini artırmak ve toplumumuzu yarınlara hazırlamak için mi kullandınız yoksa elinize geçen paraları har vurup harman mı savurdunuz? Aldığınız borçları fazlasıyla geri ödeyebilecek döviz kazandırıcı ekonomik altyapıyı kurdunuz mu yoksa borcu ancak borçla kapatabilen, borç almayınca nefesi kesilen bir ekonomik sistem mi yarattınız?
Şimdi gelelim son dönemdeki yanlışlarınıza. Merkez Bankası bağımsızlığı konusundan başlasam iyi olacak. Krizin öncü finansal şoklarının geçen mayıs ayında başladığını söylemiştim. Neydi bunun sebebi? Hatırlarsanız, Sayın Cumhurbaşkanı 14 Mayıs'ta Londra'da Bloomberg televizyonuna bir mülakat verdi. Bu mülakatta meşhur "faiz sebep, enflasyon neticedir" teorisinin tabiri caizse dünya lansmanını yaptı. Ayrıca, tekrar seçilirse Merkez Bankası politikaları üzerinde daha etkili olacağını söyledi. Bu sözler, doğal olarak yabancı yatırımcılar için hayati bir konu olan Merkez Bankası bağımsızlığını âdeta yerle bir etti. Tabii döviz kurları buna hemen tepki verdi, CDS primleri hızla yükseldi. Bu mülakat öyle bir hasar yarattı ki hemen ardından selefiniz Sayın Mehmet Şimşek, yanına Merkez Bankası Başkanını da alarak Londra'ya gitmek ve yabancı yatırımcıları bizzat teskin etmek zorunda kaldı. Ama tabii bu olay algıda çok büyük bir bozulmaya yol açtı ve bundan sonra Türkiye'de Merkez Bankasının bağımsız karar alamadığına dair kanaat iyice yerleşti. Merkez Bankasının sonraki dönemde attığı bazı adımlar da maalesef bunu pekiştirdi.
Tabii, tartışmaya açık bir konu ama bence seçimlerden sonraki ilk Para Politikası Kurulu toplantısından sembolik de olsa bir faiz artışı kararı çıkmaması, bağımsızlıkla ilgili negatif algıyı kesinleştirdi. Bu da ağustos ayındaki spekülatif atağın temel sebeplerinden biri oldu. Bildiğiniz gibi, daha sonra eylül ayında Merkez Bankamız 625 baz puanlık sert bir faiz artırımı yapmak zorunda kaldı. Bu şok faiz artışını sanki Cumhurbaşkanına rağmen yapılmış ve böylece Merkez Bankasının bağımsızlığı kanıtlanmış gibi sunmaya çalıştınız ama tabii hiçbir inandırıcılığı olmadı. Uzun lafın kısası, Merkez Bankasının işine karışıldığı algısı Türkiye'ye ağır bir faiz faturası çıkardı ve bu algı ne yazık ki hala düzelebilmiş değil.
Sayın Bakan, bir merkez bankasının en önemli varlığı kredibilitesidir. Biz, maalesef bunu kaybettik. Bu, önümüzdeki dönemde bizim için çok ciddi bir risk olmaya devam edecektir.
Merkez Bankasıyla ilgili olarak değinmek istediğim diğer bir konu döviz kurlarını suni bir şekilde baskılamak için uygulamaya konulan VİOP işlemleri. Vadeli işlemler ve opsiyon piyasasında vadeli döviz kontratları satarak kurun spot fiyatının baskılanmaya çalışıldığı gayet açık. Bu işlemler şu ana kadar Merkez Bankasının lehine sonuçlanmış olabilir. Sanırım şu ana kadar 500 milyon TL civarında bir kâr söz konusu. Ancak piyasanın normal işleyişine aykırı bu tür işlemlerin bozucu etkileri olduğu ve riskler taşıdığı da bir gerçek.
Tabii, bu arada, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının 2017 Kasım ayında başladığı ve şu ana kadar sanırım 13 milyar TL civarında zarar yazdığı TL uzlaşmalı vadeli döviz satım işlemlerini de unutmamak gerek. Merkez Bankasının 13 milyar TL zarar ettiğini söylemem zararı pekiştirmek veya vurgulamak değil. Söylemek istediğim şey şu: Eğer Merkez Bankası kâr yapıyor ise bilin ki o dönemde ekonomi iyi yönetilmemiştir, ekonomide problem vardır. Söylemek istediğim şey şu: Merkez Bankası ekonomiyi iyi yönetebilmek için gerektiğinde yüksekten alır, düşükten de satabilir. Dolayısıyla burada zarar edildi demek istemiyorum. Bu kadar işleme rağmen istenilen sonuca varılamadığını pekiştirmek içindir. Ancak bu işlemler iddia edildiği gibi döviz kuru oynaklığını azalttı ve reel sektörün kur riskini yönetmesine katkı sağladı mı? Bunu gerçekten çok merak ediyorum. Bu konuda bizi aydınlatırsanız çok sevinirim. Acaba bu işlemler yerine neden vadeli işlemler ve opsiyon piyasasında daha önce düşünülmedi? Bunlar, tabii, çok uzun tartışılabilecek konular ama ben bunların başarılı uygulamalar olduğunu düşünmüyorum.
Son dönemde uyguladığınız suni tedbirlerden biri de Hazine ihaleleriyle oynayarak faizleri düşürmeye çalışmak. Yani geçen hafta, ayın 12'sinde, pazartesi günkü ihalelerle ilgili olarak...
Sayın Bakan, bunu yaparak deyim yerindeyse ateşle oynuyorsunuz. Yakın dönem Türk iktisat tarihini okumuş herkes bilir ki 1993 yılı sonlarına doğru faizlerin yüksek çıkması sebebiyle Hazine ihalelerinin iptal edilmesi 1994 krizinin en önemli sebeplerinden biri olmuştur. Bu şekilde faizleri birkaç puan aşağı indirmeye çalışan zamanın Hükûmeti, Türk hazinesini yüzde 300, yüzde 400 gibi astronomik faizler ödemek zorunda bırakmıştır. İhale iptalleriniz ve ihalelerde kamu bankalarının verdiği teklifler sayesinde piyasa gerçeklerinin altında faizler oluşması son derece riskli bir durum. Bilmiyorum farkında mısınız ama tabiri caizse DİBS piyasasının genleriyle oynamaktasınız. Bunu yapmayın. Faydasından çok zararı olacağı kesin olan bu uygulamalarınızdan acilen vazgeçmenizi tavsiye diyorum.
Ekonomik aktivitedeki yavaşlamaya bağlı olarak vergi gelirleri azalma eğilimine girmişken ve önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde Hazinenin yüklü itfaları varken böyle yollara girmek çok riskli değil mi? Ayrıca, son ihalelerde iç borçlanmayı yabancı para borçlanmayla ikame etmeniz de son derece yanlış bir strateji oldu. Bunu döviz kuru bu kadar geri çekilmeden önce yapsaydınız çok daha yerinde olmaz mıydı? Ayrıca, başarı olarak lanse etmeye çalıştığınız dış borçlanmalarda Hazinemizin ödediği faizler gerçekten fahiş seviyelerde. Dolarda yüzde 7,5, euroda yüzde 5,5 gibi faizler ödüyoruz. Ülkemizin bu faizleri ödeyebilecek döviz üretme kapasitesi var mı? Bu faizler bizden sonraki nesillerin geleceğini ipotek altına almıyor mu?
Değinmek istediğim başka bir suni tedbiriniz, ekim ayı başında açıkladığınız Enflasyonla Topyekûn Mücadele Programı ve bu konuda aldığınız polisiye tedbirler. Doğrusu, ben bir Türk vatandaşı olarak yabancı televizyoncuların marketlerde fiyat kontrolü yapan zabıtalarımızı gösterip tiye aldıklarını görünce hicap duydum. Sizce bu olay Türkiye'ye yakıştı mı? Yüzde 40-50 gibi zamlardan sonra sözde gönüllü olarak yapılan yüzde 10'Iuk indirimlerin enflasyon üzerinde ne kadar etkili olduğunu hep beraber gördük.
Ayrıca, otomotiv, mobilya ve beyaz eşya sektörleriyle ilgili açıkladığınız vergi indirimlerinin asıl amacının da yine enflasyonu suni bir şekilde düşürmek olduğuna inanıyorum. Zira bu sektörlerde kayda değer bir canlanma yaratamayacağınız belli. Enflasyon nedeniyle reel ücretler düşmüşken ve kredi faizleri astronomik seviyelere ulaşmışken bu vergi indirimleri ne kadar faydalı olabilir? Satış yapılamıyorsa fiyatların düşmesinin kime ne faydası var? Manşet enflasyonun böyle suni şekilde düşürülmesi yılbaşında maaşlarına zam bekleyen ücretlilerimizi mağdur etmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Yeri gelmişken eylül ayındaki rekor enflasyon rakamının açıklanmasından sonra başkan yardımcısını görevden aldığınız TÜİK'ten bahsetmek istiyorum. Bu görevden almanın gerçek sebebini tabii biz bilmiyoruz ama ülkenin en önemli verilerini üreten kurumun siyasi baskı altında olduğu izlenimi vermek hiç de hoş olmadı, ortada bir müdahale yoksa bile böyle bir hava oluştu. Buna çok dikkat edilmesi lazım. Verilerin doğruluğuna olan güven kaybolduğu takdirde neler olabileceğini yakın zamanda Arjantin ve Yunanistan örneklerinde gördük.
Biraz da 20 Eylülde açıkladığınız Yeni Ekonomi Programı'yla ilgili sorun ve çelişkilere değinmek istiyorum. Açıklanan programda bazı iç tutarsızlıklar olsa da özellikle mali disipline yapılan vurgu, bankaların mali bünyelerinin değerlendirilip gerekirse sermaye desteği sağlanacağına dair imalar ve reel sektör borçlarının yeniden yapılandırılmasına yapılan atıflar programın genel olarak olumlu algılanmasını sağlamıştı. Ancak kısa sürede bu olumlu algı kaybolmaya başladı.
Ekim ayı sonunda açıklanan vergi indirimleri, sıkı maliye politikasıyla ilgili verdiğiniz sözleri boşa çıkaran bir adım oldu. Öte yandan, şahsen benim hayati bir konu olarak gördüğüm bankaların mali bünye değerIendirme çalışmaları yapıldı mı, yapılmadı mı, yapıldıysa sonuçları ne oldu, hala bilmiyoruz.
Reel sektör borçlarının yeniden yapılandırılması konusunda ise Bankalar Birliğinin tavsiye niteliğinde aldığı bazı kararlar oldu.
BAŞKAN - Toparlayın lütfen Sayın Yılmaz.
Buyurun.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - BDDK da bu konuda bir yönetmelik yayınlandı ancak bu konuda nasıl bir ilerleme sağlandı, onu da bilmiyoruz. Aslında yeniden yapılandırma konusu bankaların mali bünyeleriyle doğrudan ilgili bir konu. Giderek artan konkordatolar ve yapılandırma talepleri nedeniyle bankaların likidite sıkışıklığının hızla arttığı anlaşılıyor. Talep tarafı yüksek faiz nedeniyle zaten çökmüş durumda olan kredi mekanizmasının arz tarafını kısıtlayan en büyük faktör bankaların likidite sıkışıklığı.
Ayrıca, yapılandırma konusunda bankalara baskı yapıldığı iddiaları ortalıkta dolaşıyor. Burada bir sıkıntı olduğu belli çünkü ağustos ayında yayınlanan BDDK Yönetmeliği daha dün revize edildi. Yönetmelikte yapılan değişikliklerden anlıyoruz ki ilk yönetmelik alelacele çıkartılmış ve önemli bazı hususlar unutulmuş. Örneğin, yurt dışı bankalara yapılandırma anlaşmalarına katılma imkânı verilmemiş. Borçların ne kadar bir süre içinde ödenmesi gerektiğine ilişkin sınırlayıcı bir ifade konulmamış. Ayrıca, leasing ve faktoring şirketlerini yapılandırma kapsamı dışında tutmak akla gelmemiş.
Diğer taraftan, hatırlarsanız yabancı para sözleşmelerinin Türk lirasına çevrilmesine ilişkin 13 Eylül tarihli Cumhurbaşkanlığı Kararı da apar topar çıkarıldığı için bu konuda ciddi bir kafa karışıklığı oluşmuştu. Bunları gidermek için 6 Ekim tarihinde bir tebliğ yayımlandı fakat bu da yeterli olmadı. Bunun üzerine son olarak 16 Kasım tarihinde bir tebliğ daha yayımlandı ve sorunlu alanlar giderilmeye çalışıldı.
Sayın Bakan, ekonomimiz açısından hayati önemi haiz olduğunu düşündüğüm için bankacılık sisteminin sağlığı konusuna biraz daha değinmek istiyorum. Yeni Ekonomi Programı sunumunuzda sektörün takipteki kredi oranının yüzde 3, sermaye yeterlilik rasyosunun ise yüzde 16,1 olduğunu açıkladınız. Çok merak ediyorum, bu oranlara siz inanıyor musunuz? Eğer inanıyorsanız neden mali bünye değerlendirme çalışmaları yapacağınızı söylediniz? Eğer inanmıyorsanız "Yapacağız." dediğiniz mali bünye çalışmalarından neden hâlâ haber yok? Bu konuyu açıklığa kavuşturmanızı rica ediyorum. Yeri gelmişken şunu da sormak istiyorum: Eğer kamu bankalarımız iyi durumdaysa neden eylül ayı sonunda örtülü bir operasyonla ve mevzuatı esneterek 3 kamu bankamıza İşsizlik Fonu'ndan yaklaşık 11 milyar TL sermaye benzeri borç verdirdiniz? Bu konuda ekim ayı başında size yazılı bir soru önergesi gönderdim fakat on beş gün içinde cevaplamanız gerektiği hâlde hâlâ cevap verilmedi.
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, toparlayın lütfen.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, ben yedi sekiz dakika daha istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, o kadar verme şansım yok.
Buyurun.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Takipteki alacaklardan bahsetmişken iki hafta önce gündeme gelen satılmamış konutların Emlak GYO tarafından satın alınması konusuna değinmek istiyorum. Markalı konut satan müteahhitlerin derneği olarak bilinen GYODER, üyelerine bir duyuru göndererek stoklarındaki konutları bildirmelerini istedi. Duyuruda bu konutların iskontolu bir fiyattan Emlak GYO tarafından satın alınacağı ve satış tutarının yüzde 70'inin firmanın bankalara olan borçlarının kapatılmasında kullanılacağı, geri kalan yüzde 30'unun ise firmalara verileceği belirtiliyordu. Konu medyaya yansıyınca bunun sadece bir envanter çalışması olduğu, konutların satın alınması gibi bir şeyin gündemde olmadığı açıklandı ama bu, pek inandırıcı olmadı çünkü GYODER üyelerine ikinci bir duyuru göndererek, bu işin gizli yapılması gerektiğini söyledi. GYODER'in her iki duyurusu da bizde var, isterseniz size takdim edebilirim. Tüm bunlardan anlıyoruz ki stoktaki konutları bir şekilde kamuya aldırma gibi bir planınız var. Bunu da menkul kıymetleştirmeyle finanse etmeyi düşünüyorsunuz. Tabii ki akla gelen soru, bu menkul kıymetlendirme kimin, hangi kaynakla alacağı. Bildiğim kadarıyla, bütçeye bununla ilgili bir kaynak koymuş değilsiniz. Son zamanlarda İşsizlik Fonu'na gösterdiğiniz ilgiden dolayı akla gelen adres orası mı acaba? Bu olursa zaten amacı dışında kullanmaya iyice çalıştığınız İşsizlik Fonu'na çok ağır bir darbe daha vurmuş olursunuz ki İşsizlik Fonu'nda bu para yok çünkü bu para borç verildi ve şu anda bu para kullanılmıştır.
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, son sözlerinizi alayım lütfen.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Son sözüm: Burada bitiriyorum, 4 sayfam var, illaki şeye gerek yok.
Teşekkür ediyorum.
Sağ olun.