KOMİSYON KONUŞMASI

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Ben HDP Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepimize kolaylıklar diliyorum.

BAŞKAN - Yok, burada milletvekili adına konuşuyoruz, grup adına konuşmuyoruz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Ben öyle söyleyeyim.

Yeni sistemde, doğru, her şey değişti.

Şimdi öncelikle şu karşımdaki kadroda tek bir kadın görevlinin olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. Gerçekten çok talihsiz bir tablo. Bunu her yıl söylüyorum özellikle ve özellikle bu tabloyla erkek devlet, erkek içişleri, erkek dili, erkek şiddetinin ne kadar meşrulaştırıldığını erkeklerden ari olarak söylüyorum, eril yaklaşım olarak söylüyorum.

Ayrıca, Sayın İçişleri Bakanı konuşmasında benim saydığım kadarıyla defalarca "kadınlarımız" kavramını kullandı ama "erkeklerimiz" demedi. Kadınlar korunmaya muhtaç insanlar değildir. Bizler eşit, özgür bireyler olarak, yurttaş olarak yaşıyoruz. Bu dili reddediyoruz. Kadınlar sizin kadınlarınız değil. Kadınlar kendilerine ait kimlikleriyle bu toplumda yaşıyorlar çünkü bu bir korumacı yani korunmaya muhtaç bir dili de gösteriyor. Yani erkeklik yaklaşımını reddediyoruz, öncelikle bunu söyleyeyim.

BAŞKAN - Bu da bir tartışma konusu. Bu da bir bakış açısı.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Şimdi, Sayın Başkan, bütçeden İçişleri Bakanlığına ayrılan pay üzerine çok uzun anlatmak isterim ama çok özetle şunu söyleyeyim: Son iki yılda yüzde 60 oranında totalde bir artış olduğunu biliyoruz. Bu da demokrasiye, özgürlüklere, refaha, huzura değil, güvenliğe yatırım olduğunu ortaya koyuyor. Enflasyonun çok çok üzerinde güvenliğe, savunmaya ve içişlerine bir yatırım var ama eğitime, sağlığa, hizmete bir yatırımın ne kadar düşük olduğunu da yine Bütçe Komisyonu sıralarında çok net bir şekilde gördük. Öğrenci burslarında geçen hafta yapılan görüşmelerde sadece yüzde 6 artış varken güvenliğe bu kadar yatırım yapılmasıyla toplumun güvenlik ve özgürlük dengesinde güvenliğin ne kadar ağır bastığını da çok net görüyoruz. Aslında güvenlikçi bir bakış açısına hapsoluyoruz. Bu bütçeyle, bu yaklaşımla tümüyle güvenlik esas alınıyor.

Evet, yoksullaşıyoruz, huzur ortadan kalkıyor, refah ortadan kalkıyor ve Sağlık Bakanlığının verdiği bilgilere göre yüzde 700 antidepresan kullanımı artışı var. Gerçekten huzursuz, yoksul, özgürlüğünden yoksun bir toplum "Soylu Dönemi" olarak tarihe geçiyor. Bunu da Sayın Bakana ilk elden söyleyeyim. Bunlar veriler. Benim kendi ürettiğim bilgiler değil.

Demokrasi-özgürlük dengesini söyleyeceğim ama rekor artışlar var hak ihlallerinde, ölümlerde, tecavüzlerde, kadına yönelik şiddette rekor artışlar var. Ve bu dönemde iktidardan yana olmayan herkes düşman hukuku yaklaşımıyla terörize ediliyor. Toplumda iktidar partisinden yana olmayan herkesin öteki kabul edildiği, düşman addedildiği, terörist addedildiği bir toplumsal atmosferde yaşıyoruz.

Evet, gerçekten burada özellikle Sayın Bakanın konuşmasında söylediği birkaç husus çok dikkat çekiciydi. Neydi? Efendim, belediye eş başkanlarımıza yönelik her zaman kullandığı dile devam etti. Onların suç işlediğini, para gönderdiğini vesaire vesaire söyledi. Ben hukukçu olarak şunu gönül rahatlığıyla söylüyorum, dava dosyalarını da büyük oranda inceledim: Bu sadece bir algı yönetimi. Evet, istihbarat raporları mı diyeceksiniz, ne diyeceksiniz, bilmiyorum ama bizim belediye eş başkanlarımıza yöneltilen hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet suçlaması yoktur. Ve kayyumların ne kadar isabetli bir karar olduğunu söylediniz. Kesinlikle isabetli bir karar değil, halka karşı, halk iradesinin gasbedildiği bir politikanın tezahürüdür aslında.

Bu konuda halk iradesinin normal şartlarda temsil edilmesi gerekirken ben kayyum politikanızla ne kadar büyük bir nüfusun gasbedildiğini söylemek istiyorum. Bizim belediyelerimiz sınırları içinde yaşayan 6 milyon 370 bin vatandaş var, ayrıca iktidarınızın Melih Gökçek, Kadir Topbaş gibi görevden aldığı kişileri de katarsak yüzde 40 gibi bir rakam şu anda kendi seçtiği yerel yöneticiler tarafından yönetilmiyor. Bu da aslında kayyum politikasının bırakın isabetli olmasını ne kadar büyük bir baskı aracı olarak kullanıldığını gösteriyor.

Tabii, bu iktidarın en önemli uygulama alanlarından biri de Kürt karşıtlığı, teklik politikası. "Hiçbir şeyi kapatmadık." dediniz ama 54 kadın merkezinin, kadınların on yıllardır verdiği mücadeleler sonucu oluşturduğu -onlardan biri de benim- sığınma evlerinin, kadın merkezinin kayyumlar eliyle kapatıldığını, kadın çalışanların görevden uzaklaştırıldığını ve kadına hizmetin yok edildiğini biliyorum.

Evet, Tahir Elçi'den ne istiyor bakanlığınız? Kayyumlar Tahir Elçi Parkı'nın adını değiştirdiler. Bu resmidir Sayın Bakan. Yine, Ahmed-i Hani Kürt toplumunda çok önemli bir şahsiyettir. Ahmed-i Hani'nin büstünün geldiği resmi size göstermek istiyorum. Başka bir şey, Roboski Anıtı. 34 çocuğun öldürüldüğü Roboski'de failler serbestken Diyarbakır'da Roboski Anıtı yıkıldı. Buna ilişkin yüzlerce örnek verebilirim. Kayyum politikalarının nasıl uygulandığını bunlar bize gösteriyor.

Bununla birlikte siz dediniz ki: "Kayyumlar önemli hizmetler yapıyor ama yolsuzluk falan yok." Aslında kayyumlarla -geçen hafta önerge de verdik fakat maalesef reddedildi- kayyum politikaları yolsuzluğun, kayırmacılığın, hırsızlığın resmini çizmişler. Bu bizim söylediğimiz bir şey değil sadece. Geçen hafta 95 belediyemizden 11'i hakkında Sayıştay raporları açıklandı. Ve bu Sayıştay raporlarında Sayıştayın iktidarı koruma güdüsünü ve yaklaşımını da esas alacak olursak bunun ne kadar vahim olduğunu daha da takdir edersiniz sanırım. Şu anda yüzde 85 oranında kayyumların gelmesiyle belediyelerin borç oranı artmıştır. Yine, bu bizim sözümüz değil, bu Sayıştayın tespitleridir. Buna ilişkin verileri size sunabiliriz konuşmamdan sonra.

Ayrıca, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum 11 Ekimde yaptığı açıklamada dedi ki: "İLBANK tarafından kayyum atanan belediyelere Eylül 2016'dan bu yana 2 milyar 197 milyon 399 bin de kredi ve hibe desteği de verilmiştir." Yani kayyumlar halk iradesini gasbetmekle kalmamış, borcu artırmış, halka hizmet yerine kasalarını doldurma ve kendi huylarını, alışkanlıklarını, pratiklerini devam ettirme yönünde bir tercih de ortaya koymuşlardır.

Yine, konuşmanızda dediniz ki, efendim, muhtarları da örnek verdiniz. Evet, muhtarlara ilişkin gerçekten kayyumlar atandı. Ben kendi ilimde araştırdım. Siirt'in vekiliyim şu anda. Tek tek muhtarlarla görüştüm. Acaba ne olabilir? Nedenini biliyorum da hani bir de veri arıyorum. Sadece bir örnek vereceğim, 2 köy muhtarının görevden alınma örneğini. Bizzat görüştüm. Bağlıca Köyü Siirt, 28 oy HDP'ye çıkmış, 3 oy AKP'ye -bu da oradaki kolluk gücünün ya da sandık görevlilerinin verdiği oy- Demirkaya Köyü'nde 60 oy HDP'ye, 9 oy AKP'ye çıkmış. Bu iki köy aslında muhtarlıklara neden kayyum atandığını gösteriyor. Bu bir seçim çalışmasıdır. Siz 31 Mart yerel seçimlerine hazırlanırken HDP'ye oy veren belediyeleri aldığınız gibi, kayyum atadığınız gibi, muhtarlara da kayyum atıyorsunuz ve üstelik 24 Haziran seçimlerinde yine seçim çalışması yaptığım Siirt'te ne kadar vahim çalışmaların, vahim uygulamaların, tehditlerin, şantajların olduğunu da tanıklıklarımla anlatabilirim.

Öyle bir şey düşünün ki vali, müftü, savcı, başsavcı ve kaymakamla birlikte bir köye helikopterle gidip seçim çalışması yapıyor. Elimizde görüntü kayıtları var, ses kayıtları var ve bu konuyu bir reddetmek gereği bile duymadınız.

Yine, sizin atadığınız kayyumlar görevden alındı. Evet, görevden alındı. Buna ilişkin yolsuzlukla alınan kayyumlar var, başka türlü var. O konuda ismi bulursam bizzat isim vereceğim. Silopi'de. Ben afaki konuşmuyorum. Nerede bir delil, belge varsa, onu da söyleyeceğim.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Söylemeyin o zaman isim.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Hayır, hayır, isim söyleyeceğim ki niye görevden alındı, onun bize açıklanmasını istiyoruz.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Ama canlı yayın yapıyorsunuz orada.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Evet, bunlarla birlikte kayyum politikasına çok fazla zaman... Evet, Silopi Belediyesinde kayyum vekili Abdullah Ökten yolsuzluk sebebiyle görevden alındı, sonra da kaymakam görevden alındı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen.

Buyurun.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Tabii, Başkan, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Bu arada, pardon, konuşmak isteyen, söz almak isteyen Komisyon üyelerimizin de kendi sıralarından sisteme girmelerini rica ediyorum lütfen, Komisyon üyelerimizin.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Yani özetle, belediye eş başkanlarımız sadece boyun eğmediği için, halktan yana, haktan yana bir politika yürüttükleri için şu anda rehin tutulmaya devam ediyorlar. Bu dönemin en önemli ihlal alanları, vahim uygulamalarının başında yine gerçekten doğrudan Bakanlığınızın sorumlu olduğu insan hakları ihlalleri var. Bu konuda ihlalleri tek tek sıralama şansım yok ama şunu söyleyebilirim: Geçmişte ihlaller ve cezasızlıkta şöyle bir korelasyon vardı, 90'lı yılları söylüyorum: Devlet, hükûmet faili meçhul cinayetleri reddeder, bununla mücadele edeceğini ifade ederdi, sahiplenmezdi. Ama bu dönem bizzat bakan tarafından bu cinayetler, bu ihlaller, bu işkenceler sahipleniliyor ve cezasızlık özendiriliyor. Bunlara karşı bir ceza uygulamasına girilmiyor. 24 Haziran seçimlerinde bir yanda bütün devlet vardı, İçişleri Bakanlığının bütün birimleri, bütün devlet aygıtı; bir yanda da biz vardık, HDP vardı ve Demirtaş'a karşı herhâlde her gün konuştunuz; Cumhurbaşkanıyla beraber her gün bir sataşma, bir saldırı diliyle konuştunuz. Onlarca binamız yakıldı, yıkıldı, binlerce üyemiz gözaltına alındı, tutuklandı ve burada biz serbest bir seçim hakkını kullanamadık fakat buna rağmen halk size cevap verdi ve biz burada şu anda halkı temsil ediyoruz size rağmen.

Suruç meselesi -Sayın Bakan, ben gittim, aileyle görüştüm- çok çok vahim bir olay. Avukat olarak söylüyorum, gerçekten kameralar önünde -ve Türkiye tarihinde herhâlde bunun benzeri yoktur- hastanede doktorların gözünün önünde cinayet işlendi. Bir evden bir baba ve 2 evlat öldürüldü. Ben bu arada, ölenlerin tüm ailelerine, İbrahim Halil Yıldız'ın kardeşine de, kendisine de başsağlığı diliyorum, sizin vekilinizin kardeşi ama diğer tarafta halktan 3 kişi vahşice öldürüldü ve şu ana kadar tek bir kişi gözaltına alınmadı ve bu katiller şu anda özgürce dolaşıyor. Bu da yetmezmiş gibi bir devlet töreni yapıldı milletvekilinin kardeşi diye ama biz aynı gün oradaydık, mezarlıkta gaz bombalarıyla define neredeyse izin vermiyorlardı ve bunlar kendi hâlinde esnaflık yapan vatandaşlar. Bunu özellikle söylüyorum: Cumhurbaşkanı, Başbakan ve siz bunları terörist ilan ettiniz ama olayın tanıkları ve kameralar bunu söylemiyor, hastane kayıtları bunu söylemiyor. Bu pervasızlığı tarif edeceğim bir dil yok gerçekten. Bununla da kalmadınız, Diyarbakır İHD, MAZLUM-DER, baro, bütün sivil toplum örgütlerini terörist ilan ettiniz, melanet kurumlar ilan ettiniz. Siz böyle bir şeyi yapamazsınız, böyle bir yetkiniz yok. Baro başkanını ve yönetimini avukatlar belirler, ticaret odası başkanını iş insanları belirler, bütün sivil toplumun yönetimini oradaki üyeler belirler. İçişleri Bakanı kurumları bir bütün olarak, bir ilin kurumlarını bu şekilde "melanet kurumlar" ya da "terörist kurumlar" diye niteleyemez.

Yine Cumartesi Annelerine yönelik saldırıları biliyoruz. Ya, size yüz yüze sormak istiyorum: Evlatlarının kemiklerini arayan annelerden devlete nasıl bir tehdit gelebilir? Siz onlara nasıl bir hadle "paçoz" diyebiliyorsunuz ya da "Eminönü'nde mi kayboldular?" diyebiliyorsunuz? Bunu bilmesi gereken sizsiniz. Eminönü'nde kaybolmadılar bunlar, bizzat belirli güçler, derin güçler tarafından kaçırıldılar, öldürüldüler ve cenazeleri yok. Böyle bir dil annelere nasıl bir vicdan ve adalet duygusuyla yöneltilebilir ve şimdi, Cumartesi Anneleri... Zamanında, biliyorsunuz, Berfo Ana bizzat Cumhurbaşkanıyla görüşmüştü, o dönem konsept farklıydı, sonra onlar, annelerimiz -evet onlara "annelerimiz" diyebiliriz- paçoza dönüştü. Bu dil gerçekten aslında sizin siyasi yaklaşımınızın ürünüdür.

Bir de -tabii ki yani söyleyecek çok şey var- bizim eş genel başkanımıza yönelik diliniz. Yani bunu nasıl açıklayayım bilmiyorum. Bir kadın olarak, Sayın Pervin Buldan'ın aynı zamanda çalışma arkadaşı olarak ve eşi sizden önceki o "ağababalar" dediklerimiz tarafından katledilen bir kadına yönelttiğiniz dili nasıl savunabilirsiniz? Sayın Pervin Buldan sizin tehdidiniz karşısında -üstelik siz basına yansıttınız- itidalli bir dil kurdu, gerçekten bu olayı kamuoyuna yansıtma yöntemi olarak her zamanki olgunluğunu ortaya koydu ama siz Türkiye'nin üçüncü partisi olan, Mecliste üçüncü büyük gruba sahip olan, 6 milyon oy almış olan ve aileleriyle beraber 20 milyonluk nüfusu temsil eden bir şahsiyete yönelik bu tehdit dilini hangi yetkiyle kullanıyorsunuz? Bu yetkiniz yok. Sayın Pervin Buldan şu anda halkı temsil ediyor, tıpkı sizin gibi. Gerçi şu anda Bakansınız, artık yeni sisteme göre sadece bir memur olarak görev yapıyorsunuz aslında, eski sistemi söyledim bir an için ama Sayın Pervin Buldan halkın iradesi olarak o koltukta oturuyor. Gerçekten bu saldırganlık gösterisi, bırakın, normal bir ülkede bakanlık yapmayı, kesinlikle tedavi edilmesi gereken bir problem. Ve biz sizinle hep görüşürdük ve çıkardınız telefonlara, özellikle sizi ne zaman arasak "Sayın İçişleri Bakanı çıkıyor, sorunlarla ilgileniyor." derdik ama o tehdidinizden sonra, dikkat edin, hiçbir HDP milletvekili sizi aramadı çünkü siz bize karşı tarafsız bir bakan değilsiniz, olmadığınızı ilan ettiniz. "Ben bir taraftayım, siz de benim karşımdasınız." dediniz. Biz sorunlarımızı şu anda İçişleri Bakanının çözmesi için artık talep konusu bile yapmıyoruz. İşte tüm bunlar gerçekten geldiğimiz tabloyu özetliyor.

Toparlayacak olursam, söyleyecek diğer arkadaşlarım da söz alacak yani bekçilik meselesi, işte, toplumsal güvenlik, toplumsal barış, yani bunların tümüne ilişkin söyleyecek milyonlarca sözümüz var.

Bir de bir mezarlık meselesi var. Bu da sizin iktidarınıza maalesef nasip oldu. Bundan mutluluk duymayın, bence üzülün. Yani Bitlis Tatvan'da 267 cenaze mezarlardan çıkarıldı. Türkiye tarihinde ve de tarihte mezarlardan çıkarılıp gönderilen ve ailelerin kemiklerinin peşine düştüğü başka bir örnek ben bilmiyorum, varsa lütfen hatırlatın.

(Oturum Başkanlığına Sözcü Abdullah Nejat Koçer geçti)

BAŞKAN - Lütfen tamamlar mısınız.

Teşekkür ediyorum.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Toparlıyorum Başkan.

Ölü üzerinden hüküm kalkar, o ölenin, mezarda yatan kişinin, kemiklerin sahibinin kimliği, sıfatı, dili ne olursa olsun, ölüler arasında bile eşitsizlik yaratan, mezarlıkları tahrip eden, yıkan, yakan, taziyeleri yasaklayan, taziyelere gaz bombası atan bir yönetim anlayışını kesinlikle kabul etmiyoruz. Ve Cumhurbaşkanı bir konuşmasında şöyle dedi...

BAŞKAN - Sayın Beştaş, teşekkür ediyoruz.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Toparlıyorum Başkan, toparlıyorum.

BAŞKAN - Ama tamam da...

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Bir dakika, bir dakika...

BAŞKAN - Zaten toparlamanız için size ek süre verildi, ek sürenizin tamamını neredeyse kullandınız.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Bir buçuk saat dinledik. Bitiriyorum, gerçekten bitiriyorum.

BAŞKAN - Sayın Bakana tabii vereceğiz bir buçuk saat. Olur mu, bakanlık bütçesini anlatıyor, olur mu öyle şey?

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Süresi kırk beş dakika.

BAŞKAN - Sayın Bakanla bu sürenin ne alakası var?

Buyurun lütfen tamamlayın.

MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Bitiriyorum, bitiriyorum.

267 cenazenin mezarlarından çıkarılmasına ilişkin "O sahte mezarlar şimdi nerede?" dedi. Mezarın sahtesi nasıl oluyor ya?

Bunun cevabını gerçekten istiyorum ve biz güvenlikten yana değil, demokrasiden; baskıdan yana değil, özgürlüklerden yana bir yönetim için mücadelemizi tabii ki sürdüreceğiz.

Teşekkür ediyorum.