KOMİSYON KONUŞMASI

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Öncelikle şunu söyleyelim: Yani, 5'inci madde, tabii, hak ettiği kadar konuşuldu ama bu madde 5'inci maddenin yarattığı yorgunluk, gerilim yüzünden hak ettiği kadar süre almıyor burada. Burada aceleciliğe gerek yok. Ben grubum adına konuşamam çünkü hekim arkadaşlarımız var, farklı yönlerden yaklaşacak arkadaşlarımız var ama bundan sonraki maddelerde zaten yoğun bir söz talebimiz olmayacak. Belki birkaç noktanın altını çizip geçeceğiz.

Öncelikle, ilk olarak Sayın Bakan Yardımcısı olan Muhammet Bey'in iki davranışını bu Komisyonun ve bundan sonraki çalışmalarına etki etmek açısından birini öveceğim, birini de yereceğim. Bunu usul yönünden söylüyorum. Öveceğim davranış şudur: Muhalefetten bir milletvekili belli rakamları sordu, sordu, sordu, söz geçti, bir iki kişi sonra Sayın Bakan Yardımcısı söz talep etti ve o konuda Bakanlığın bu konudaki "database"ine, veri tabanına ulaşmış olacak ki aydınlatıcı katkıda bulundu. Bu Komisyonun bir bakan yardımcısından murat ettiği katkı budur, bu doğru davranış. Zaten biz hep bu yüzden bakanlar yoksa bakan yardımcıları mutlaka gelsinler ve konuşsunlar dedik burada.

Şimdi, yereceğim davranışı şudur: Bir değerli milletvekili Adalet ve Kalkınma Partisinin Sayın Genel Başkanının Başbakanlık görevi sırasında hekimlerle ilgili "Artık, hekim efendi bitti. Ben bir hekime iğne yaptıracağıma, hemşireye yaptırırım." gibi bir ifadesini isim vermeden söylerken aynı Muhammet Bey bu sefer oradan atılıp "Kim demiş bunu, hangisi demiş, ne demiş?" falan dedi. Sonra "Başbakan" falan deyince geri durdu. Şimdi, bu Komisyonun bir bakan yardımcısından hak edeceği bir davranış biçimi değil. Şimdi, bakan olsaydınız ve sistem parlamenter sistem olsaydı doğrudan halkın oylarıyla seçilmiş, bu Parlamentonun içinden seçilmiş bir milletvekiline verilen Başbakanlık göreviyle gelmiş birisi tarafından seçilmiş, Parlamentodan güven almış ve gensoruya tabi bir kabine üyesi olsaydınız o zaman bu siyasi refleksi gösterebilirdiniz. Ama bugün Mehmet Uçum'un kitabının 216'ncı sayfası gereği Sayın Bakan dahi teknisyen, siz teknisyen yardımcısısınız. O yüzden, milletin vekilleri seçilmiş. Atanmışın milletin vekilinden polemik yapma, ona sert çıkma veya bir konuda bir ifade kullanma hakkı yok. Bunun sizin üzerinizden bundan sonra bu komisyonlarda görev yapacak bütün teknisyen ve teknisyen yardımcılarının gözetmesi lazım ve bu yüzden biz hep de şunu söyledik: Bundan sonraki süreçte eğer Sayın Bakan varsa da bakan yardımcısı ya da bir genel müdür varsa Sayın Bakanın Komisyon Başkanından talebi Komisyon Başkanının onayıyla teknisyen yardımcılarının bu konuda ifade kullanmaları lazım Sayın Mehmet Uçum'un çizdiği şeye uyacaksa. Yok "Yanlış." diyorsanız o zaman parlamenter sistem konusunda tabi olduğunuz siyaset bir adım atacak "Bir yanlış yaptık." denilecek, bir yere gelinecek. Biz bu hakkı, bu hukuku savunuruz ve bu noktada deminki bir katkınızı doğru buluyorum ve çok şık buldum ama o davranış doğru ve şık bir davranış değil. Atanmışların seçilmişler karşısında, normal iki seçilmiş arasında makul görülebilecek bir söz ve laf kavgasına dahi girmesi, bir şey yapması kabul edilebilir bir şey değil. Bunu parti ayrımı yapmaksızın söylüyorum. Hangi partiye yapılırsa yapılsın ve ne olursa olsun bu böyle. Bunu usul yönünden ifade etmiş olalım ve biz buna hassasiyet göstermeye, dikkat etmeye devam edeceğiz. Bu konuda her birimiz ki ben iktidar partisi milletvekillerinden de -en çok da uçuş sırasında telefonlar kapalı, bilmem ne, birlikteyiz- zaten bu asimetrik hiyerarşi konusunda şikâyetleri de duyuyorum. Bazı arkadaşlar bunu kendi ifade edemezler, bizim böyle ifade etme mecburiyetimiz var. Yaptığım saptama kişisel de değildir.

Şimdi, Sayın Başkan, değerli Komisyon üyelerimiz; burada, bir kez, bir şeyi söyleyelim, isimler teker teker sayıldı, biz saymayacağız ama bir tek Ersin doktoru anarak devam etmemiz gerekiyor, şundan: 24'üncü Dönemde toplam 11 kez, hekime karşı şiddetle ilgili -sonra ismini de düzelttik- sağlık emekçilerine, sağlık çalışanlarına yönelen şiddetle ilgili komisyonlar kurulması teklif edildi. 10 kez reddedildi. Kulakları çınlasın, bizim Aytuğ Atıcı, eski Mersin Tabip Odası Başkanımız ve bu Komisyonumuzun sözcüsü, 4'ünde kendisi konuşmuştu sadece ama 10'uncusu reddedildikten dört gün sonra, Gaziantep'teydi yanılmıyorsam, doktor Ersin'in karnına bıçağı soktular, Türkiye'nin kanı dondu, apar topar o komisyonu kurduk. Bu öyle hazin bir şey ki bu kurulan komisyonlar, işte Soma komisyonu böyle bir acıdan sonra kuruldu, hekime karşı şiddet komisyonu bir acıdan sonra kuruldu, hatta işin daha böyle bunlar kadar trajik olmayan ama artık, trajikomik şeyleri var mesela, Dopingle Mücadele Komisyonu, aynı hafta içinde hem Kırkpınar başpehlivanında hem atletizm olimpiyat şampiyonunda doping çıktıktan sonra kuruldu. Oysa hep öncesinde istenmişti.

Şimdi, bu komisyonun bir görevi yani en önemli görevi, hekime karşı şiddet. Burada iki tane şey gözetmek lazım: Birincisi, o kurulan komisyon tuğla gibi bir kitapçık yazdı, tuğla gibi. Çok kıymetli öneriler var. O öneriler muhalefetin önerileri, iktidarın değil. O komisyonun ortaklaştığı öneriler var, ortaklaşamadıklarında -MHP de o zaman muhalefet partisi refleksi gösteriyordu- MHP, CHP ve HDP'nin ayrı ayrı karşı oyları da var. Ama ortaklaştıklarını yapsak çok ciddi mesafe alacağız. Bu komisyonun en önemli ilgi alanının o olması lazım. Bence özel bir gündemle toplanıp yani bugünkü bu öneriyi... Zaten şöyle, hiç sevmem bu lafı da diyenler zamanında da hiç hoşuma gitmezdi: "Yetmez ama evet." önerisi. Ne işe yarar? Hiçbir şeye. "Öyle yarı yarıya azaltır mı?" diyor sayın vekilim, yüzde 5 azaltsa öpüp başımıza koyalım, azaltmaz. Sayın MHP milletvekilimizin ifadeleri, konuşmanın ilk kısmı son derece doğru; yapılmış işleri kanun metninde toparlama meselesi, başka bir şey değil. Tek farkı şu, aslında zaten olması gereken o da Türkiye'deki uygulama böyle: Savcının yattığı yerden nöbetçi savcılık telefonu cebindeyken çalacak "Efendim, doktora saldırdılar, ne yapalım?" "Bırakın gitsin, ben onu ifadeye çağıracağım." diye salıyorlar ya doktora saldıranı. Şimdi öyle yapmayacak "Getirin, yarın sabah göreceğim." diyecek, adam bir gece nezarette kalıp savcı karşısına çıkacak, oradan salınacak. Bunun dışında, bu maddenin pratik gerçekliğe, bugün yaşadığımız gerçekliğe bir ilave getirisi varsa birisi söylesin. Yapılanların toparlanıp savcının polisten değil, savcı karşısına çıkarak... Zaten normalde polise o talimatı verenin savcı olması, ifadeyi polisteki şeyden sonra savcının alması gerekir ama bizim sistemde karakoldan bırakma işi olduğu için hekime karşı şiddet durumlarında bunu yapmayacak savcı. Bundan başka bir kazanım yok "Yetmez ama evet." diyoruz. Ama yapılması gereken işler o kadar çok ki birincisi: Alın 24'üncü Dönem kitabını -sadece bir örnek söyleyeceğim, yanlış hatırlamıyorsam 80'den fazla öneride ortaklaşmışlardı- diyor ki kitapçık: Hekime karşı şiddet meselesinde dünyanın örneklerine de baktık, sağlıkta memnuniyet anketleri yapılacak, politika koyucular ve uygulayıcılar tarafından öğrenilecek ama kamuoyuna açıklanmayacak. Şimdi biz de "Ya, biz geldiğimizde sağlıkta memnuniyet anketi 47'ydi, biz bunu 78'e çıkardık." Veya işte, 83'lere kadar mı ne çıkmıştı bir ara diye övünüyoruz. Şimdi, ben de iktidar olsam böyle bir anket varsa övünürüm normal şartlarda. Hani, utanılacak anketleri de çok dile getirmem, adalette yüzde 15'e düşmüş falan ama ben de övünürüm. Ama ortak rapor diyor ki: Övünmeyin. Övünürseniz milletin kafasında şu algı oluyor: "Arkadaş, bu sağlık hizmeti bu kadar mükemmel, herkes memnun, benim başıma geldiyse bu namussuzun bana bir kastı var." deyip Yüzde 1, binde 1, on binde 1 yaşanacak komplikasyonu kendine özel bir komplo veya saldırı olarak veya tedbirsizlik veya yetkinsizlik olarak görüp şiddet hissine giriyor insanlar veya intikam hissine.

ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) - O anketin niteliğine de bakmak lazım. Hastane temiz mi, çarşaflar yıkanmış mı? Bu sorulabilir. Bir de şu sorulabilir: Klinik ile patolojim uyumlu mu?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ya, mutlaka. Yani bunu sizin enine boyuna oturup çalışmanız lazım. Bize en makul gelen sağlıkta memnuniyet anketinin kamuoyuna açıklanması, "Şiddet üretiyor." diyor mesela Meclisin o raporu. Bir özel oturum yapılmasını öneririm, o oturumda bu raporun ele alınmasını öneririm ama çok ciddi bir şey daha öneririm, o önerim de şudur: Meslek örgütlerini önemseyin ve önemsizleştirmeyin. Türk Eczacıları Birliği -temsilcileri vardı, şimdi gittiler- kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği gibi ve son on beş yirmi yılın önemli bir kısmında, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında kamu kendisine çok sayıda yetki ve sorumluluk verdi. Bir ülkede demokrasinin gelişiyor olması, meslek örgütlerine kamunun yetki devrediyor olmasıyla da ölçülür. Siz ellerindeki yetkileri biraz önce 2 maddede olduğu gibi alıyorsanız, bu, demokrasiyi geri götürüyor demektir. Kamu, yetkileri merkezileştiriyor ve topluyorsa, sivil toplumla... Hoş, burada Tabipler Birliği ile Eczacılar Birliğine "sivil toplum" dememek lazım. Üye kaydının zorunlu olduğu ve bir mesleği icra için kayıt mecburiyeti olan bir şey sivil değildir, adı da zaten kamu, kamu kurumu niteliğinde meslek örgütü ama bunlara sivil toplum refleksi göstermeleri beklenir, bunlara verilen her türlü yetki iktidarınızın demokratikliğini ve özgüvenini gösterir. Türk Eczacıları Birliği mesela ne yetki aldı? Rekabet Kurumuyla ne kadar uğraştık mesela? Hatırlıyor musunuz? Uğur Dündar Halk Arenası'nda dınt dınt dınt dı dınt müziği eşliğinde ne yapıyordu? İlaç simsarlarının peşinden koşuyordu kamerayla. Manisa Eczacı Odası Genel Sekreteriyken ben, Adana Eczacı Odası Genel Sekreteri Burhanettin Bulut'la Balcalı Hastanesi ve Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinde eş zamanlı bir iş yaptık. Dedik ki -ilaç simsarları bir üçlü sac ayağı üzerine oturuyor, bir ayak eczane- bu ayağı koparıp eşit limitli tevzi yaparsak çözülür. Biz bunu fiilen yaptık, yerel aktörleri ikna ederek; rektörü, bilmem neyi ikna ederek yaptık. Bir sürü karşı çıkan oldu, saldırdılar, bilmem ne yaptılar, rekabet kurumları üzerimize geldi, altı ay sonra Emekli Sandığı dedi ki: "Aman kardeşim, bırakın yapsınlar, yüzde 40 kâr ettim." Bir sonraki protokolde bütün Türkiye'de yatan hasta reçetelerinin eczaneler arasında eşit limitli tevzi edilmesi ve yetkinin eczacı odasına verilmesi kondu çünkü Emekli Sandığı yüzde 40, takip eden yıl BAĞ-KUR yüzde 55 kâr etti. Bu sistem hâlâ sürüyor. Bu sistemden aldığımız ödüller var, odalarımızın baş köşesinde duruyor, devletin teşekkür yazıları var, tıkır tıkır işliyor. Ardından hemofili hastaları, ardından diyaliz hastaları neresi istismar ediliyorsa oraları bir sıraya soktuk.

En son şu anda mesela, bir iş yeri hekiminin yazdığı bir reçeteyi işçi elinde ilacıyla çıkar, hastaneye gitmekle uğraşmaz o yorgunluğun üstüne, sizin görmediğiniz bir yerde eczacı odasının moto kuryesi eczaneyle iş yeri arasında ilaç taşımaktadır. Bunların hepsini kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütü yapıyor şu anda. Çölyak hastası çocuklar için çölyak unundan ekmek üretip eczanelerden veriyorlar şu anda. Eskiden dünyanın öbür ucundan hosteslere, tır şoförlerine getirttiğiniz ilaçları herhangi bir kâr amacı gütmeksizin SGK'nin listesindeyse hasta parayla ve kuryeyle bile, kargo parasıyla bile muhatap olmadan Türkiye'nin en ücra köşesindeki köye kadar teslim ediyorlar şu anda. Bunların hepsi verilen yetkiler ve kamu kurumu niteliğinde bir meslek örgütünün güçlenmesi ve çalışmasıyla oldu. Biz eczacılarla ilgili bütün sorunları meslek örgütünü güçlendirerek ve onun üyesiyle arasındaki aidiyeti sürdürerek başarmış durumdayız. Bugün Türk Tabipleri Birliğinin, Türk Dişhekimleri Birliğinin elinden alınmaya çalışılan yetkilerin tamamı dön dolaş o üyeler üzerinde bu kurumların denetim gücünü, etik olarak denetleme gücünü, düzenleyici etkilerini ortadan kaldıracağı için orta ve uzun vadede aslında murat ettiğinizin tam tersi sonuçlar doğuracak.

Bugün çok net olarak şunu söyleyelim: Hiçbir kamu kuruluşu bir meslek üzerinde o meslek örgütünün kendisi kadar etkili denetim ve etkili bir düzenleme yapamaz. O mesleğin sorunlarını görecekseniz ve çözecekseniz siyasi görüşüne, osuna busuna, kimin kime daha yakın olduğuna bakmadan onlarla iş birliği yapmak zorundasınız. Meslek örgütleri yaradılışları gereği muhalif örgütlerdir iktidar kim olursa olsun. Ama iktidarda olup da uzun süre iktidarda olunca "Ya, doktorlar bana karşı..." Siz bir görün bakalım, Cumhuriyet Halk Partisi iktidar olsun, bu Tabipler Birliği, Eczacılar Birliği Cumhuriyet Halk Partisine nasıl kök söktürüyor. Adamların geleneklerinde var, genlerinde var, var oluş sebepleri muhalif olmak. Siz o muhalif tavrı siyasi bir karşıtlık olarak görüp onların yetkilerini budamaya kalkarsanız yanlış olur.

Bu madde örneğinde çok net bir şey söyleyeyim. Türk Tabipleri Birliğinin ortaya koyduğu tespit ve çözüm önerisinden çok uzakta bir şey yapıyorsunuz. Milletvekilimiz bu konuda yeni bir madde ihdası önerdi, bunların mutlaka değerlendirilmesi lazım. Bu meseleyi doktorların, diş hekimlerinin ve diğer sağlık emekçilerinin, temsilcilerinin sendikaların bulunduğu bir masada bu Komisyonun içinden oluşturulacak bir alt komisyonla ve 24'üncü Dönemin o kadar emeği boşa gitmeyecek şekilde -mutlaka o komisyonda yer almış üyeler de vardır, tahmin ediyorum, bu Komisyonun içinde- ortaya yatırıp çok kısa bir vadede bir çözüm üretmeniz sizden beklenir. Yoksa Ersin'ler öldükçe hep beraber gidecek.

Son cümle, son paragraf olarak şunu söyleyelim: Bakın, Türkiye'deki bir durum Meclise de sirayet ediyor. Geçen mesela, bundan yaklaşık altı ay, yedi ay önce o manyağın biri kediciğe eziyet etti diye bütün Türkiye hayvan hakları yasasını konuşuyordu, herkes bunu talimatlandırıyordu, uçtu, gitti, kimsenin konuştuğu yok. Kadının bir tanesi 41 tane bıçağı yiyince metrobüs durağında hep beraber bunu konuşuyoruz; unutuluyor, gidiyor. Hekime karşı şiddeti, belki de bu gece Türkiye'nin herhangi bir yerindeki bir hastanede bir nöbetçi doktor öldürüldüğü takdirde yarın sabah içselleştirerek tartışacağız. Şimdi acılar birazcık unutuldu, Türkiye'de de bu işler çok çabuk unutuluyor diye biz de esas sorumluluk alanımızda yapmamız gereken işleri unutuyoruz ve terk ediyoruz.

Bugün yapılan bu maddeye elbette "Yetmez ama evet." diyeceğiz ama meselenin çok uzağında bir iştir, bu konuyu ciddi şekilde ele almak bu Komisyonun ve Komisyon üyesi olmayan tüm sağlıkçıların, tüm milletvekillerinin de görevidir.

Teşekkür ederim.