| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi(2/1186) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 06 .11.2018 |
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkan, zaman ilerledi, çok uzatmayacağım. Ben bütün arkadaşlarımızı, burada bulunan bütün çalışanlarımızı...
BAŞKAN - Sezgin Bey, on dakikada tamamlayalım.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Evet, uzatmayacağım. Saat 15.00'ten beri burada otuyorum, ilk defa söz aldım Sayın Başkan, teşekkür ediyorum yine de.
Şimdi, çok şey konuşuldu, tekrar etmeyeyim ama bence Sayın Bakanın sorulara verdiği yanıt bu yasanın getiriliş amacının kayıtlara geçmesi bakımından çok yararlı oldu. Hangi amaçla bu yasayı getirdikleri ve neye hizmet ettiğinin anlaşılması bakımından da çok önemli bence çünkü buradaki konuşmalar uçup gidecek ama bu tutanaklar kalacak; bu tutanaklardan gelecekte gerçekten amacın ne olduğunu anlamış olacağız. Bizim gibi toplumlarda maalesef hafıza, tarih, geçmişte ne oldu, bunları test etme, ondan sonra, bugünden geçmişe bakma alışkanlıklarımız yok, maalesef yok. Bugün bu konuşmaları görünce, özellikle Sayın Bakanın konuşmalarını görünce ve bu yasanın getiriliş amacını görünce geçmişi tamamen unuttuğumuzu ve kendi mağdurluğumuzu kendi üzerimizden başlattığımızı, yeni bir tarih yazdığımızı görüyorum.
Şimdi, Sayın Bakan, geçmişte sizin içinde bulunduğunuz geleneğin, siyasi çizginin en fazla karşı çıktığı kurullar, kavramlar: Millî Güvenlik Kurulu, vesayet makamları, ondan sonra, kanun hükmünde kararnameler, güvenlik soruşturmaları... Sizin içinizde yani şu anda temsil ettiğiniz gelenek en fazla bu kavramlar üzerinden...
ÖMER FARUK GERGERLİOĞLU (Kocaeli) - 28 Şubat.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Evet.
...bir mağduriyet inşası ve bu inşa üzerinden de bir siyasi çizgi izlediniz. Şimdi, bu kavramlara sizin sığınmanız ve burada kendi haklılığınızı ve meşruluğunuzu bunun üzerinden yapmanız gerçekten büyük bir ironi, tarihî bakımdan ironi. Yani, hem 1980'li, 1990'lı, 2000'li yıllardaki o tarih yazımına bakacağız hem de bugün sizin sözlerinize bakacağız. O yüzden böyle sükûnetle dinlemeye çalıştım, anlaşılması ve kayda geçmesi açısından.
Şimdi, ben bu ortamda bir hukukçu olarak, yani, işte, evet, Anayasa Mahkemesi var, yargı yolları falan var ama yargının bağımsız ve tarafsız olmadığına, daha doğrusu bu dönemde yargı kurumunun olmadığına inanıyorum. Üç şey söylediniz siz, "Bir, yargı; iki, kanun hükmünde kararnameler; üç, güvenlik soruşturması." dediniz madde metnini okurken. Bir sefer, 2010 referandumundan önce Türkiye'de yine bir yargı vardı, bir HSYK vardı; o zaman da bir avukat olarak, yargının bir mensubu olarak yargının bağımsız ve tarafsız olmadığını, yani yurttaş ile devlet karşı karşıya geldiğinde tercihini yurttaştan yana değil devletten yana yaptığını hep ifade ediyordum ve o yapıya karşı çıkıyordum. Bunun çok veciz bir örneği şunda ortaya çıktı geçen hafta itibarıyla, bakın, bu "devlet duyarlılığı" dediğimiz mesele: Türkiye'de çok önemli bir uyuşturucu baronu, aranan, birçok suça karışmış bir uyuşturucu baronu... Adalet ve Kalkınma Partili eski bir milletvekili -öyle ifade edildi, yalanlanmadı yani o yazı yalanlanmadı, iddiasını sürdürüyor o gazeteci- bir hâkimi arıyor -yani kaç tane cinayetten yargılanan bir uyuşturucu baronu ve bir avukat arkadaşımızı öldürdüğü iddiası da var- devlet duyarlılığını söylüyor, devlet için çok önemli olduğunu söylüyor ve bu yargıç, devlet duyarlılığını gerekçe göstererek ve o etkili eski milletvekilinin telkiniyle tahliye kararı veriyor, bakın. Acaba bu duyarlılıkla, yani bu "devlet" dediğimiz duyarlılıkla kaç insan bugüne kadar zulüm gördü? Yani, 15 Temmuz sonrasını söylemiyorum, öncesinde de, hatta sizin iddianızdan önce de nasıl zulüm gördüler? Dolayısıyla, yani birinci gerekçeniz, evet, tamam, anayasal kurumlardır, yargı... Ama bu ortamda yargı denen bir kurum olmadığı için, yargı da yürütmenin bir parçası hâline geldiği için ve mağduriyetler üreten bir mekanizmaya dönüştüğü için birinci gerekçeniz de aslında yani böyle arkasına sığınabileceğiniz bu ortamda bir gerekçe değil. Keşke şuna kafa yorsak: Türkiye'de ilk önce yargıyı bağımsız ve tarafsız bir kurum hâline nasıl getirebiliriz? Nasıl adil ve dürüst bir yargılama ortamı olur? O yok mesela çünkü yani bu rejimle birlikte, yeni rejimle birlikte -yani şunu ifade etmekten çekinmeyeceğim- ha HSK Başkanlığı ha Karayolları Genel Müdürlüğü, yani yürütme organının bir parçası gibi, böyle bir şey. Dolayısıyla...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - 2'nci gerekçenize geleceğim kısaca, bakın, 2'nci gerekçenize geleceğim: Kanun hükmünde kararnameler. Şunu söylediniz: Kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilenler var. Kanun hükmünde kararnameyle nedenler saymış, ondan sonra yönetmelik çıkmış, idari kurullar oluşturulmuş; sonuçta memurlar da bürokratlar, bir vesayet mekanizmasının ürünleri. Onlar, bir yargı kararı olmadan insanları ihraç ettiler, toptan ihraç ettiler. Sonra diyorsunuz ki: "Bu, Parlamentodan geçti, yasalaştı bu kanun hükmünde kararnameler." Peki, yasalaşmış olması bunun hukuka uygun olduğunu gösterir mi? Yani, hukuktan vicdanı çıkarsanız bir şey kalmaz ki geriye zaten. Yani, çoğunlukçu bir yöntemle onları Parlamentodan geçirebilirsiniz. Bu Anayasa Mahkemesi onları onaylayabilir de fakat gerçekten ürettiğiniz mekanizma hukuka uygun mu değil mi, vicdana uygun mu değil mi? Buna bakacaksınız. Dolayısıyla, 2'nci neden de, bakın, yani bir yargı kararı bağımsız ve tarafsız, gerçekten "erkler ayrılığı" prensibine göre oluşturulmuş bir yargıdan çıkmayan, idari mekanizmaların ürettiği bir karar olduğu için de o da hukuka uygun bir mekanizma değil. Yani, bir OHAL Komisyonu oluşturdunuz.
Bakın, ben doktora tezimi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 13'üncü maddesi üzerine yazdım. Niye yazdım biliyor musunuz Sayın Bakan, Sayın arkadaşlar? "Etkili İç Hukuk Yolları" diye doktora tezi yazdım hukuk devleti bağlamında; nedeni şu: Bu, doğuda, güneydoğuda ve Türkiye'de yargı mekanizmaları ve iç hukuk yolları tüketilmediği için, doğru tüketilemediği için, etkin tüketilemediği için Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 13'üncü maddesinin tarihi boyunca en fazla ihlal edildiği ülke olmuş, en fazla. Bu maddeyle ilgili olarak Avrupa'da yazılan bir tez yok, başka bir şey yok. Çünkü Avrupa'da yollar etkili; Türkiye'de etkisiz olduğu için bu yazılmış.
Şimdi, yani, ihlalden sonra bir iç hukuk yolu oluşturabilirsiniz, işte, "terörle mücadeleden kaynaklanan zararların giderilmesi yolu" gibi. Şimdi, OHAL Komisyonu oluşturdunuz, tamam, AİHM'le istişare ettiniz, Avrupa Konseyiyle istişare edildi, kuruldu. Ya, bunun etkin olmayacağı ortaya çıkacak. AİHM'de Konsey "Aman aman! Bunlar benim yanıma, başıma gelmesin. 150-200 bin başvuru var. Eğer bunlar birdenbire benim önüne gelirse bu mekanizma çöker, dolayısıyla Türkiye kendi içinde bunu halletsin. Buradaki yurttaşlar mağdur mu olmuş, mağdur olmamış mı, ben buna bakmam." dedi.
Bakın, ben uzun zamandır, avukatlığımın ilk yıllarından itibaren yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden...
BAŞKAN - Sayın Tanrıkulu, toparlayın.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Bitiriyorum, bitiriyorum Sayın Başkanım.
Bakın, ilk karar aldığım günden bu yana Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı pratiğine inanmam. Niye inanmam Başkan? Bakın, sizin için de yararlı olur: Biz niye yurttaşlarımızı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gönderelim, orada hukuk aratalım, oradan gelecek karara göre herhangi bir şey yapalım? "Gidin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine." Gideceğiz. Ne zaman? On yıl sonra. Ben kendim mağdur oldum bakın, Sayın Başkan, kendim. 2006 yılında dinledim. MİT Müsteşarı hakkında suç duyurusunda bulundum, hâkim hakkında bulundum, 2006 yılı. Erdoğan da o zaman Başbakandı, MİT Müsteşarı hakkında soruşturma izni verdi ama soruşturma yapılamadı burada. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi benim başvurumdan -2006-2016- on yıl sonra karar verdi, ihlal kararı verdi, on yıl sonra. Bu kadar yurttaşı biz on yıl Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kapılarında mı bekleteceğiz yoksa gerçekten de mağdur olmayacakları bir mekanizmayı burada mı kuracağız? Ama burada kurmadığımız gibi yeni mekanizmalar üretiyoruz.
Üçüncü itirazımız güvenlik soruşturmaları. Yahu, Allah'tan korkun gerçekten ya! Ne kadar çok mağdur oldunuz bundan siz geçmişte. Ne dediniz? Başörtüsü nedeniyle bir astsubay evde oruç mu tutuyor, fişlenmiş; annesi namaz mı kılıyor şeyde, fişlenmiş; orduevinin kapısına başörtülü gitmiş, babası, dedesi fişlenmiş. Kim fişlemiş bunları? İşte orduda törene gidememiş, oğlunun törenine gidememiş, fişlenmiş. Bunları sizler söylediniz. Yani bunlar üzerinden bir mağduriyet inşası yaptınız ve bunun üzerinden Adalet ve Kalkınma Partisi doğdu, bütün bu mağduriyet üzerinden. Şimdi bunu, öğrendiğiniz bu mağduriyetleri, o kadar çok profesyonelce ve daha ağırını bu kez yasalarla yapıyorsunuz. Yani eskiden kimsenin aklına gelmeyen yöntemleri yani fiilen yapılan, yönetmelikle yapılan yöntemleri, şimdi buradaki çoğunluğunuza güvenerek, Parlamentodaki çoğunluğunuza güvenerek çoğunlukçu yöntemlerle yasalar yapıyorsunuz, farkınız bu. Ve daha kötüsünü yapıyorsunuz, onu söylemeye çalışıyorum. Nasıl o zamandan bu zamana bu hâle geldiniz?
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Evet, toparlıyorum Sayın Başkan.
NAZIR CİHANGİR İSLAM (İstanbul) - Ya, toparlıyor Sayın Başkan, yani yapmayın.
BAŞKAN - Habib gibi olmaya başladı Sayın Tanrıkulu.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Sayın Başkanım, gerçekten sizin için de yararlı şeyler konuşuyorum. Yani hep cerrahlık yapmışsınız, ilk defa belki bu kadar çok hukuk falan dinliyorsunuz. Ama cerrahlar zaten bakın, yani sanatçı gibidirler, ince işlerler, ölüme sebebiyet vermezler ama şimdi siz Komisyon Başkanı olarak... Bakın, kasaplık bile artık bir sanata dönüştü, siz cerrahsınız yani, lütfen yani.
Evet, Sayın Başkan, bitiriyorum.
Yani bir kez daha gözden geçirme fırsatımız var. Aslında ben saat on birde sizin Başkan olarak millî bir duruş sergilemenizi umuyordum, millî bir duruş. Adalet ve Kalkınma Partisinden de bunu bekliyordum. Ben Fenerbahçeli ve Amedsporluyum, aynı zamanda taraftarım. Ama Galatasaray'ın maçı vardı. Dünyanın sonu değil, saat on birde ara verirdik yarın saat 15.00'e kadar. Adalet ve Kalkınma Partisi de çok sevdiği böyle millî bir duruşla hem dinlenmiş olurduk hem de maç seyrederdik, yarın saat 15.00'te başlardık. Bunu da yapmadınız. Sizi millî olmamakla da itham ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Haberim yoktu, teşekkür ederim hatırlattığınız için.
MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (İstanbul) - Bakın, bu maçtan bile haberiniz yok. Bakın, Galatasaray'ın Avrupa kupalarındaki millî maçından bile haberiniz yok.