| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi(2/1186) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 06 .11.2018 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, Komisyonu takip eden değerli milletvekilleri, geçmiş dönemde birlikte görev yaptığımız Değerli Bakanımız, değerli bakan yardımcıları ve basının değerli temsilcileri, ayrıca Türk Eczacıları Birliğinin Sayın Genel Başkanı, Türk Tabipleri Birliğinin değerli temsilcileri, merkez konsey üyeleri; herkesi saygıyla selamlıyorum.
30'lu yaşlarımın ortasında ilk kez milletvekili olduğumda ilk girdim salonlardan bir tanesi buydu, fiziki şartları değişikti, öbür ana binadaydı ama ben bu Komisyonun bir üyesiydim ve bu Komisyonda dört yıl boyunca çok ciddi çalışmalar yaptık hep beraber. Onun öncesinde de Türk Eczacıları Birliğinin Genel Sekreteriyken, bu Komisyonda halk sağlığıyla ilgili, eczacının, bir sağlık emekçisi olan eczacının menfaati ile kamunun menfaatini birlikte telife mecbur bir meslek örgütünün mensubu olarak, herhâlde bir altı yedi yıl boyunca da bu Komisyona gelip arka sıralardan izlemişliğim, komisyon başkanlarının müsaadesi ölçüsünde de söz hakkını kullanmışlığım var.
Bu Komisyonun yeni üyelerine "Hayırlısı olsun." dedik ama bu Komisyonun yeni üyelerine ve siz Değerli Başkana, geçmişten gelen bir siyasi angajmanla değil, Komisyonda geçirilmiş uykusuz saatlerin, günlerin, gecelerin birikimiyle bir şeyi öneririm. Bu Komisyon herhangi bir komisyon değil. Bu Komisyon aslında elbette herkesin kendi siyasi görüşüne göre çünkü sağlıkla ilgili alınan kararlar, hani, bazen "Bunlar partilerüstü." deriz ya, evet, partilerüstü yaklaşımların olduğu günler olacak ama bunların hepsi fevkalade siyasidir. Çünkü "politika" dediğiniz şey öncelik belirleme işidir. Kaynaklar maalesef kısıtlıdır, kaynakların nasıl harcanacağına da partilerin politikaları karar verir. Politika belirlemek de kaynakların nasıl yönetileceğine ve hangi önceliğin tercih edileceğine yönelik bir şeydir, bununla ilgili yapılan tartışmaların, ki her birisi çok kıymetlidir. Dahası, siyaseti keşke bu temel denklem üzerine oturtsak, vatandaş bu denklemi kimin kendisi açısından nasıl çözdüğüne, kime öncelik verdiğine, hangi sağlık politikalarına... Örneğin önleyici sağlık politikalarına, koruyucu sağlık politikalarına mı önem veriliyor, yoksa bu işler aksıyor, aksıyor, aksıyor, sonra bir yandan vatandaş tedavi ediliyor, bir yandan ilaç kartelleri zengin mi oluyor; mesela birçok konuda "yerlilik ve millîlik" vurgusu varken nasıl ilaçta patent kanunları çıkarıyoruz, nasıl güvencelerle kimleri koruyoruz, kolluyoruz; bunlara bakılsa ve bunun üzerinden objektif değerlendirmelerle partilerin tutumları değerlendirilse ve vatandaş karneyi buna göre verse aslında hem siyaset siyaset gibi olacak hem bu dünya daha yaşanabilir bir dünya olacak hem de siyasi partilerin emeklerinin sonunda tekrar gittikleri sandıkta aldıkları karneye göre yapacakları icraatlar çok daha halktan yana, çok daha hastadan yana, çok daha kamudan yana politikalar olacak. Ama yine de bu Komisyon, benim takip ettiğim birçok komisyondan farklı olarak, ağırlıklı olarak üyelerinin birer meslektaşlık bağıyla birbirine bağlı olmasından dolayı meseleyi daha çok müzakere ederek, söz kesmeyerek, sözü sınırlandırmayarak ve özellikle Komisyona dışarıdan gelecek katkıları alabildiğince fazla, sınırsız alarak kaliteli yasamaya en çok yaklaşan komisyonlardan bir tanesidir. Bunun böyle olmasını ümit ediyoruz ve bu müzakerelerin de bu yönüyle sürmesi gerektiğini özellikle hatırlatmak istiyoruz.
Şimdi, kanunla ilgili konuşacağımız zaman, bir grup başkan vekili refleksiyle falan da değil... Yani meseleyi doğru teşhis etmek lazım, bir şey yapmaya çalışıyoruz. O yapmaya çalıştığımız iş nereden kök alıyor, bu Komisyonda karar verecek milletvekilleri kendi vicdanlarıyla bir karar verecekler, el kaldıracaklar, indirecekler ama hangi talep karşılanıyor, hangi sonuç doğacak ve bu neye karşılık gelecek bugün bir görmek lazım. Aslında bugün, Komisyonunuza sevk edilmiş olan kanun teklifi açıkça bir turnusol kâğıdı niteliğinde çünkü tam da 24 Haziran sonrası tamamen uygulanmaya başlanmış olan, 16 Nisan referandumuyla kabul edilmiş olan ve bizim "rejime kasteden bir Anayasa değişikliği" olarak gördüğümüz, sizin "yeni yönetim sistemi" dediğiniz meselenin kendisiyle son derece ilgili.
Öncelikle, iddia odur ki elimizde bir kanun teklifi var. Sayın İsmail Tamer'in, Sayın Mustafa Açıkgöz'ün, Değerli Meslektaşım Hacı Bayram Türkoğlu'nun, Sayın Ahmet Demircan'ın, Sayın Recep Şeker'in ve Sayın Arife Polat Düzgün'ün altına imza attığı bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız ama bir gerçekle karşı karşıyayız, hepimiz biliyoruz ki, sağır sultan biliyor ki, bütün Türkiye, bütün dünya biliyor ki bu bir kanun teklifi değil; bu bir kere bir torba yasa, torba yasa teklifi, hatta torba yasa tasarısı. Neden? Ben hukukçu değilim ama hani hukukta "yemin kanıtına başvurma" diye bir şey var ya burada bu 6 arkadaşımızı en sıkıntıya sokacak şey yemin kanıtına başvurmaktır, hadi çıksınlar ve yemin etsinler; "Biz, altımız bu teklifi her birimizin kendi meslek alanlarıyla ilgili tespit ettikleri sorunlar doğrultusunda bizim kendi içimize doğan ama mesela..." Hani en az kim alınır, Hacı Bayram Türkoğlu alınır, mesela sorarım, Hacı Bayram Bey, örneğin yardımcı eczacılık, örneğin reçetesiz ilaca 20 bin lira ceza uygulaması, aksayan birtakım değişiklikler; bunlarla ilgili sorunu hangi kanallardan tespit ettiniz? Türk Eczacıları Birliğiyle hangi görüşmeleri yaptınız, hangi yazıları yazdınız? Hangi etki değerlendirmelerini nereden temin ettiniz? Ve bunun sonucunda, hadi bunları çıkardınız, kanun teklifini imzalayıp vermek yerine -ki sevk edilsin- Sayın İsmail Tamer'le, Mustafa Açıkgöz'le, Recep Şeker'le bir koordine kurup 6 maddelik bir kanun teklifiyle 45 maddelik bir torbayı "Gelin 6 tane can kol kola girelim, bir sağlık torbası yapalım..." Kaldı ki Binali Yıldırım diyor ki: "Yeni yönetim sistemimizle Mecliste sadece kanun teklifi verilebilecek, tasarı olmayacak, torba yasa tekniği, ki benim de hiç hoşuma gitmeyen, haz etmediğim torba yasa tekniği tamamen tarihe gömülecek." Kampanya buydu, bunlar anlatıldı. E doğru, milletvekilleri birer birer, kendi bilgi, birikim, deneyimle seçmeninden ve kendi tespit ettikleri sorunlardan kanun teklif edeceklerse, bu işlere bakanlıklar karışmayacaksa nasıl oluyor da oluyor bir torba yapma konusunda bir kooperatif kuruluyor? Torba yasa kooperatifi. İhtiyaç var mı? Yok. Doğru mu? Değil çünkü mesela neden? Sayın Hacı Bayram Türkoğlu eczacılık alanıyla ilgili 5-6 maddelik teklifi verseydi, bu teklifte şu anda görünen bir mutabakat var çıkan maddeleriyle falanıyla, onun işi bitmişti. Gidip, nice daha iyi, vatandaş yararına, kamu yararına kanun teklifleri için zamanını kullanacakken, dünkü ilk 5 maddelik, 4 maddelik müzakerelerde -ki kendisiyle madde 1'incide bitti, geçti- burada sabaha kadar durdu, bugün duracak. Usul ekonomisi açısından yanlış, bireysel enerjinin doğru kullanımı açısından yanlış, milletin verdiği görev gereği, görevini doğru yapmak için yanlış. Bir kooperatif kurmuşlar, birbirlerinin ayağına pranga vuruyor 6 milletvekili. Oysa torba yok, Binali Bey "Yok." dedi. Mehmet Uçum "Olmayacak." dedi. Bülent Turan, şimdi boşuna mütebessim bir ifade almadı yüzün, televizyonda önlü arkalı çıktık, ben torba yasalara vurdum da vurdum, o da dedi ki: "Yahu Özgür Bey torba yasadan şikâyetçiyse, yok. Yani 'Torba yasa nedir?' Torba yasada, bir torba açarsın, içine bütün bakanlıklar acil ihtiyaçlarını atarlar, hatta bu torba yasa 30 madde diye gelir, 70-90 madde olur, hurca döner, bir şey döner, çuval olur, bilmem ne olur. Yeni sistemde bu iş bitecek." Bitmiş mi arkadaşlar?
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Özgür Bey, tek bakanlık var ama tek bakanlık.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Tamam, tek bakanlık, ben başka bir şey söylüyorum. Yahu, daha önce de farklı bakanlıklar hâlinde getirdiniz. Bir de siz "tek bakanlık" deyin, bir dahaki çok bakanlıklı torbada Özgür Özel daha çok konuşur o zaman bu konuda. Eğer önünüzü kesiyorsanız, torbaları tek bakanlıkla sınırlayacağız...
Milletvekilleriniz koopere olmuşlar...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Sayın Özel, paslaşmak ayıp değil ki yahu.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Sayın Özel, bana bir soru sordun, ben eczacıların birlik başkanıyla...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sana sormadım soru.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - ...defalarca konuştum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İsmail Bey, soruyu ben Hacı Bayram Türkoğlu'na eczacılık özelinde sordum. Sana başka soru sorarım, mesela Türk Tabipleri Birliğiyle yaptığınız toplantının tarihini sorarım, tamam mı? O başka bir şey.
Ben bir mantığı anlatıyorum. Hayatın olağan akışında, getirdiğiniz sistemde teklif meselelerini torba yapmak makul değildir, doğru değildir, yapılmamalıdır, olamaz zaten. Şimdi, Sayın Tamer, hani yemin kanıtına başvuracak olsak, sizi bir yemine davet etsek, siz buradaki her şeyi...
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Yok, yemine gerek yok, ben dürüst çalışıyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bakanlıkların hiçbir telkini olmadan, kendi özgür iradenizle...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Niye olmasın bakanlık telkini?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Yahu işte anlatacağım şimdi "Niye olmasın?"ı.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Beraber çalışacağız ya.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Anlatacağım bakanlığın telkininin niye olmayacağını.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Bir araya geleceğiz, çalışacağız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Diyorsunuz ki... Mehmet Uçum "16 Nisan" kitabında diyor ki: "Artık, katı kuvvetler ayrılığı var, yasama ile yürütmeyi birbirinden ayırıyoruz, yürütmenin ihtiyaç duyduğu yasama alanındaki şeyleri Cumhurbaşkanı kararnamesiyle alıyoruz. Meclis kendi gündemine hâkim. Bu alanlar ayrık alanlar, burada kimse kimsenin yetkisine tecavüz etmeyecek."
Bakın, devamında Sayın Berat Albayrak'tan bir hatırlatma yapalım o zaman, soru üzerine 8 Ağustosta diyor ki Sayın Berat Albayrak: "Elhamdülillah, Kalkınma Bakanlığıyla ilgili Bakanlığımızda çok etkili bir çalışma yapılıyor, 1 Ekimde Meclise sevk ediyoruz inşallah." Ya bak, sevk ediyorsun inşallah da bu inşallah, maşallah rejimin, kendi getirdiğin yeni rejimin özüne kastediyor. Bakanlık çalışma yapıp meclise sevk edemez. Eğer bakanlığın yaptığı iş yürütmenin yetki alanındaysa Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleyeceksin; düzenleyemiyorsan haddini bileceksin, orası Meclisin alanı. Ve diyorsun ki: "Katı kuvvetler ayrılığı var." Ha, bu yok. Şimdi, kuvvetler ayrılığı kuvvetlerin küstüğü değildir. Birbirimizden bu kadar mı ayrı olacağız? Bir kere, o kadar ayrı olacaksınız, Hacı Bayram Türkoğlu arzu ederse Sağlık Bakanlığından bilgi, belge, etki analizi falan talep edecek. Ama "Kuvvetlerin küslüğü değil." derseniz o zaman işte başka bir yere geleceğiz.
Şimdi, Habermas diyor ki: "Meşruiyet dediğin şey yani senin meşru olman iki şeye bağlı. Birincisi: Arkanda halk desteği olacak. İkincisi, demokrasi. Doğru, hukuka uygun, demokrasiye uygun, evrensel ölçütlere, kazanımlara uygun işler yapacaksın, yanlış işler yapmayacaksın."
Şimdi, bence bir iktidarın, hele hele sizin gibi bir iktidarın, hele hele hazinenin başındaki Bakanın, dış ülkelerin Türkiye'yi yıpratmak için toplantılar yapıp saldırılar düzenlediğini söyleyen bir iktidarın en temel dayanması gereken yer meşruiyet meselesidir. Uluslararası alanda meşruiyetinizi tartışmaya açmayacaksınız, yurt içinde de tartıştırmayacaksınız çünkü meşruiyet uçağın gölgesinden hızlı, indiğiniz havaalanına gelip sizi peşinizden takip eden bir lekedir. Meşruiyet sorunu bir başladı mı bitmez.
Şimdi, 49'a 51 kazanmışsınız referandumu. Bizim meri ama meşru olmadığını düşündüğümüz mühürsüz oy... O tartışmalarla ilgili daha önce söylediğim her şeyi tekrar söyledim, kabul edin, 51'e 49. 51 aldığınız vatandaşa demişsiniz ki: "Katı kuvvetler ayrılığı..." Biz demişiz ki: "Sözlü soru niye yok?" Cevabınız çok net, billboardlara yazıyorsunuz, cevabınız: "Çünkü bakanlar Meclise gelmeyecek. Çünkü bakanlarla milletvekilleri muhatap olmayacak. Çünkü bakanlar yemin ettikten sonra Genel Kurul salonunu terk edecek ve bir daha gelmeyecek." Bunu dediniz ve katı kuvvetler ayrılığını söylediniz. Seçmeniniz, seçmenimiz, herkes -çok değerli insanlar- döndüler, şuna baktılar: İki yüz elli yıl önce Montesquieu bir şey söyledi "Yasama, yürütme, yargı birbirinden ne kadar ayrıysa o kadar ileri gidilir, ne kadar birbirine yakınsa devletler o kadar kolay çöker." dedi. Ondan yirmi yıl önce, otuz yıl önce de -hatam varsa hocalarım affetsin- John Locke sadece yürütme ile yasamanın birbirinden ayrılmasını bile kuvvetler ayrılığı olarak önemli bir şey olarak tarif etti. Şimdi siz bu ülkede...
Sayın Bülent Turan diyor ki: "Orada bakanlar var mı?" Bakan olabilir de bence olmalıdır da. Biz bakanlar hep olsun dedik ama siz olmayacağını taahhüt ettiniz ve şöyle temel bir şeyle çeliştiniz; esas anlatacağım, bu Komisyonun en kolay anlayacağı, en kolay iştirak edeceği konu da şu: Elektrik yakıyorsunuz. Edison buldu ama onun bulduğu doğru akımdı. Yirmi yıl sonra da onun bilgilerinin üstüne Nikola Tesla alternatif akımı üretti. Şu anda bu Komisyon toplantı salonuna Keban'da üretilen elektrik nasıl iletilsin diye başka bir arayışınız yok. Bu Komisyon toplantı salonunu hangi icatla ve hangi ortaya konmuş kural ve kaidelerin gereği bu teknolojiyle aydınlatacağımızda hemfikiriz, sıkıntı yok. Arşimet fırlayarak koştu "Buldum, buldum, evraka." diye. Bulduğu şuydu: Var olan bir şeyi bulmuştu, suyun kaldırma kuvvetini. O günden bugüne Arşimet'in kurallarına uygun inşa edilen gemiler yüzüyor, ona direnen gemiler batıyor. O yüzden, ona direnen gemi yapmazlar, akıllıca değildir. Siz, pozitif bilime inanan Komisyon üyelerimiz, şunu görünüz ve biliniz: Bindiğiniz gemiler Arşimet'in tespit ettiği temel bir kurala uygun yapılmıştır. Burayı aydınlatırken Edison'u, Nikola Tesla'yı tartışmazsınız, tartışırsanız karanlıkta kalırsınız veya geminiz batar ama siz bugün Montesquieu ve John Locke'un tespit ettikleri -icat ettikleri değil, icat olsa daha iyisini icat edin- bir gerçeğe direnen bir sistemde bir görev yapmaya çalışıyorsunuz. Esas sıkıntı burada.
Bakın, şimdi, konunun özüne geldiğimiz noktada da bu usulün bu esasla ne kadar bağlantılı olduğu ortaya çıkacak. Siz Arşimet'in kuralına direnen bir gemi yaptınız. Daha geçen hafta limandan çıkmadan kayalığa oturdu ve sizin dışındaki 4 parti omuz verdik, grubu olmayan diğer 4 partinin milletvekilleri omuz verdi, hep birlikte şimdilik yüzdürdük. Öyle bir şey yaptınız ki uluslararası anlaşmaları görüşemiyordu bu Meclis. Sayemizde, hep birlikte, artık biraz da zoraki bir şekilde yüzdürdük. Hep beraber katkı verdik, bakan, bakan yardımcısı gelip buraya oturabildi. Hep beraber katkı verdik, bütçe sunumunu yapabilecek Berat Albayrak veya Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı. Oysa siz, vatandaşa bunların olmayacağını söyleyerek, söz vererek, taahhüt ederek yetki aldınız. Yüzde 51 ha, 85 alsanız tartışmayacağım. Şimdi vatandaş demiyor mu "Bunu bana böyle anlatmamışlardı." diye? "Bunu bana böyle anlatmamışlardı." lafının öz Türkçesi "Kandırıldım.", siyaset bilimindeki size düşen karşılığı "meşruiyet tartışması"dır.
Bir: Aldığınızda yüzde 51'lik halk desteği var ama halka anlattığınız bir sistemi yürütemiyorsunuz. O yoğun propaganda gücüyle anlattınız, aldınız ama sistem tıkandı, çöktü. Şimdi teklif diye tasarı getiriyorsunuz.
Eczacılar en çok muvazaayla mücadele eder, Tabipler Birliği muvazaalı ilişkilerden çok rahatsızlık duyar, diş hekimleri sahte diş hekiminden nefret eder. "Muvazaa" kanuna karşı yapılan gizli iş birliğidir. Bir eczacının bir kasaba veya meslek sahibi olmayan birine diplomasını kiraya vermesi, sahte bir diş hekiminin hastanın ağzına girmesi veya yetkisi olmayan bir teknisyenin dolgu yapması, sahte bir doktorun doktorluk mesleğinin hak ettiği saygınlığı hak etmediği hâlde kullanarak maddi veya manevi menfaat sağlaması. Şu anda içinde bulunduğunuz ilişki saray düzeniyle, sarayda bulunan yürütmenin temsilcisi ve temsilcileriyle milletvekillerine muvazaalı ilişki kurduruyorsunuz. Yasaya karşı yapılan gizli iş birliği gibi, Anayasa'ya karşı yapılan gizli iş birliğiyle karşı karşıyayız. Sarayda Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde -sizin ifadenizle- hazırlanan kanun tasarıları milletvekillerine imzalattırılarak Meclise sunuluyor. Bunun üzerinden, kurulan bu muvazaalı ilişki üzerinden rejimin ta kendisine kastediyorsunuz, hem kendi inşa etmeye çalıştığınız 16 Nisan sonrası rejimin ruhuna hem de "Kuvvetler ayrılığı olmazsa ülkeler batar, ülkeler çöker, zenginleşmez fakirleşir ve dağılır." diyen Montesquieu'nun kuralına direniyorsunuz. Arşimet'in kuralına aykırı gemiye binmeyen, Montesquieu'nun kuralına aykırı gemiye milleti bindirmesin arkadaşlar. Yanlışın neresinden dönerseniz kârdır. Bu kadar net, bu kadar açık olarak işin usul yönüyle ilgili saptamalarımı söylüyorum; bu kısmı.
Şimdi, devamında, sağlık meslek mensupları en çok muvazaadan nefret ederken, bu muvazaadan kurtulmanın yolu gerçek kuvvetler ayrılığıdır, Meclisin kimlik kazanmasıdır ve sağlık meslek örgütleriyle birlikte bu Komisyonun aktif, ön alıcı, sorunu birlikte tespit edip çözüm üretici bir yöntem geliştirmesidir. Sizin aranızda, yasama ile yürütme arasında bir köprü kurulacaksa, en meşru köprü hem onlarla hem sizlerle temas eden meslek örgütlerinin kuracağı köprüdür, onların süzgecinden geçmiş olan köprüdür. Yürütmedeki sorunu yasamaya getirecekler. Doğrusu bu, bunun için yemin ettiniz. Türk Eczacılar Birliği gelecek diyecek ki: "Yardımcı eczacılık müessesesi tıkandı." Tıkandı mı? Tıkandı. Niye? 10 numara kanun var, 4 parti o zaman birlikte yaptık, kırk beş dakikada falan kanun geçti, on yedişer dakika konuştuk, hepimiz oradaydık; otuz yıllık bir ihtiyaca cevap verdik. Ama yürütme yayımlaması gereken yönetmeliği, kılavuzu yayımlamadığı için 1.600 meslektaşım mağdur, kapıda. Ha, bugün kolay yol... Bakın, şimdi, yürütmenin kolay yolu, hesap da soramıyoruz ya, gensoru veremiyoruz ya, sözlü soru da gelmiyor ya, onu burada, Divan huzurunda hesaba çekemiyoruz ya, kolay yol, bir kazanımı ortadan kaldırmayı teklif etmiş adam, diyor ki: "Kaldırın yardımcı eczacılığı." Oysa, kılavuzu yayımlaması, eczaneler ile Türk Eczacıları Birliğinin elini taşın altına koymasını sağlaması, eczanelerle bir iş birliği yapması hem istihdam yaratması hem meslek içi eğitim, mesleğin başlangıç eğitimini, bir borç sınavı niteliğinde de olabilecek bir başlangıç eğitimini şekillendirmesi lazımdı, yapmadı, 1.600 tane mağdur yarattı. O mağdurlar size gelecek sayın milletvekilleri, bu meslek örgütleri size gelecek, siz de buna çare üreteceksiniz. Ama çareyi yürütmenin bulduğu gibi yaparsanız, 6 tane maddenin kanun metninden çıkarılmasını teklif edersiniz. Hiç üstüne gitmeyeceğim, yapılan iş doğrudur ama yapılan işi buraya getiren nedir? Çünkü bakın, geldiler, anlattılar ve ortak akıl "Bu madde böyle olmaz." dedi. Ama size ilk getirdikleri ve muvazaalı bir ilişkiyle size imzalattıkları... Sarayda hesap vermeyen hesap vermediği için... Bakın, size burada doğruyu yaptıran ne biliyor musunuz? Kapıdan çıkınca bir eczacıyla karşılaşma ihtimali; gidince meslektaşınızın size Hatay'da soracağı soru değerli meslektaşım veya bir doktorun talebini yerine getirmezseniz sahada karşılaşılacak veya sağlıkla ilgili bir düzenleme... Ama oradakinin öyle bir derdi yok. Neden? Adamın meşruiyet derdi yok çünkü adam seçilmiş değil, atanmış. Sen bir kişiyi seçiyorsun, o, kafasına göre görev dağılımı yapıyor, onun altındakiler yapıyor, yanlış yapılıyor. Beş yıl sonra siyasi bedel ödedi hepsi. Siyasi denetim yetkimiz yok. O yüzden bu adamlar böyle yapıyor. Bu yüzden dedim tıbbi turnusol kâğıdıyla karşı karşıyayız.
Şimdi, maddenin kendisine geçtiğimizde -5'inci maddeyle ilgili konuşup tamamlayayım- maddenin kendisi aslında bir intikam maddesi, bir başa buyrukluk maddesi, bir kaba güç kullanma maddesi ve denetimsizlik ve hukuksuzluğun yani... O kuvvetler ayrılığı ortadan kalktıkça ne oluyordu? Ne diyor? Diyor ki: "Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaştırır." Bir mutlak yozlaşma meselesi ve "Her şeyi ben yaparım, doğru yaparım, ben bilirim; mahkemeler bana ayak bağı olmasın." maddesi bu. Bir yandan da "Ağaç kökü yesinler." maddesi bu. Bir yandan da vicdan micdan her şey bir yana, bir yandan da aslında şöyle bir madde: Empati yapamama maddesi. "Empati" nedir biliyor musunuz? Empati, kendini karşındakinin yerine koymaktır. Ya burada öyle bir sıkıntı var ki o karşıdakiyle dün yan yana olunca, onu karşıdaki görmeyip yani o karşıdakiyle farklı yollardan aynı menzile ilerlediğin için, aynı menzile farklı yollardan yürüdüğün, ne istediyse verdiğin bir adamı karşına koyduğunda empati yapma yeteneğin yok çünkü 720 derece diye bir açık yok, 360 derece diye bir açı yok, onlar sıfır; 180 derece diye bir açı var. Empati yeteneği 180 derece karşıya geçerek bakabilmeyi gerektirir. Bu yüzden bu FETÖ organizasyonuyla empati yapamazsanız. Ben yapın diye söylemiyorum ama siz düşünürsünüz ki "Bunlar bizi kandırdı, bunlar bizi..." Siz şunu düşünmezsiniz: Ya bundan önce... Mesela İsmail Tamer'in -gitmeseydi, inceden sataşa sataşa giderdim- neyi var? Biz onunla çok yakın oturduk yıllarca. Bir talihsizliği var, 4 tekerli bir arabayla Kayseri'ye her perşembe akşamı giderdi, 4 FETÖ'cüyle. Şimdi onlar yok, İsmail ağabey burada, eyvallah. Ama İsmail ağabeyi mesela o arkadaşları üzerinden bir şeyle suçlayamazsın, kardeşi olsa kardeşiyle de suçlamamak lazım. İsmail ağabeyin cep telefonunda bir tane uygulaması var, namaz vakitlerini gösteriyor. Namaz gelince çalar, biz duyarız onun cebinden. O uygulamanın bazılarına "Mor Beyin" yüklemişler, bir sürü insan paldır küldür, paldır küldür ihraç oldu. Bu insanlardan 140 bini, şu anda 125 bini -8 bin kişilermiş de- OHAL Komisyonunda bekleyenlerden farksız ve çaresiz bir şekilde gelip bize ağlıyorlardı: "Bizim hiçbir şeyimiz yok." Biz sizlere dönüyorduk. Diyordunuz ki: "Ya siz bu örgütü tanımazsınız, bunlar öyle fenadırlar, böyle bilmem nedirler..." Ben de diyordum ki: Beni de nasıl kandırmışlar, bak bu kadar emin oldu... Sonra bir gün çıktınız "Pardon." dediniz. İsmail ağabeyin kullandığında hata olsaydı İsmail ağabey de bugün burada yoktu, Mor Beyin'e takılmış olsaydı. Allah'tan onun namaz programında Mor Beyin yokmuş. Ama olanlar... Mesela eski Yalova milletvekilinizde varmış, o, yan yana dururken, İsmail ağabey buradaki uygulamayı indirmiş, İsmail ağabeyin de çok sevdiği Yalova milletvekiliniz buradaki uygulamayı indirmiş. Onun indirdiğinde Mor Beyin varmış, üç ay yattı, üç yıl yattı, iki yıl yattı, hain muamelesi gördü, Mor Beyin çıktı "Pardon." dendi. Burada Mor Beyin'deki "pardon"u ayıpladığımdan değil. Ya bir düşünebiliyor musunuz -şu an 125 bin- OHAL Komisyonunda bekleyen 500 binin üzerindeki, sorsan her birine "Masumum." diyenlerden gerçekten yarın "Pardon." diyeceğiniz kimler var acaba? Yeni Mor Beyin vakaları çıkacak mı, çıkmayacak mı?
Peki, rakamla ilerleyelim, siz Sağlık Komisyonusunuz. Anayasa Komisyonu olsa Hocam, siz çok rakam sevmiyorsunuz, burası rakam sever. 125 bin başvurudan 40 binini karara bağlamış o Komisyon ki biz o Komisyonu etkin bir hukuk yolu, yargı olarak görmeyiz. Hatta şöyle görürüz: O Komisyon sadece ve sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve Türkiye'deki yargı yollarının tükenmesine yönelik, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kabul sürecini ötelemek için kurulmuş bir komisyon. Bir komisyonun bütün üyeleri hukukçu diye orası mahkeme olmaz. Örneğin, 12 daireli bir apartmanın 12'sinde de hâkimler oturuyorsa, apartman yönetim kurulu toplantısı mahkeme değildir.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Başkan hukukçu değil yalnız.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Hayır, hayır, örnek veriyorum.
Mahkeme değildir. 12'si de hukukçu olsa apartman yönetim kurulu toplantısı mahkeme değildir. Oradan çıkan kararın hukuki olduğunu iddia edemezsiniz. Bugün gelinen noktada her itiraza rağmen, 40 bin tane dosya karara bağlanmış "2.700'ü hatalı." demişler, yüzde 7. Şimdi, adam diyor ki: "Bir masum suçsuz yere içeride duracağına, 100 suçlu sokakta gezsin." Mantık bu, masumiyet karinesi bu ama yüzde 7 daha burada... Ortaya çıkıyor ki her 100 kişiden 7'si kendi kurduğunuz, bizim eksik bulduğumuz Komisyon tarafından masum kabul edilen adamlar. Şimdi, bunun üzerinden bir madde getiriyorsunuz, getirdiğiniz madde şunu diyor: Hakkında yargı kararı -buna hiçbir sözüm yok, birazdan buraya bir küçük başka bir yerden döneceğim- kanun hükmünde kararnameyle ihraç ve güvenlik soruşturması üzerinden bu kişiler kamudan ihraç edildiler, yapacağınız iyileştirmeyle buna dönüyorsunuz, daha da beteri vardı: "Sosyal Güvenlik Kurumuyla sözleşmeli hastanelerde çalışamaz." Bu, bir yandan "Ağaç kökü yiyin." maddesi, bir yandan suçu ispatlanana kadar herkes suçsuzdur ilkesini, masumiyet karinesini ayaklar altına alan bir madde, kişilerin lekelenmeme hakkını ayaklar altına alan bir madde, Anayasa'nın kanun önünde eşitlik ilkesini ayaklar altına alan bir madde. Ve burada öyle bir şey var ki kanundan korkuyorsunuz, daha doğrusu, kanunun müeyyidesini yeterli bulmayıp da geliştirmeye çalıştığınız iş tam kanunsuzluk hâli. Bakın, tabiplerin meslek kanunlarının 28'inci maddesi ne der biliyor musunuz? Ben biraz önce geldim, bunu da açıp bakmamıştım ama bir şeyi ezbere biliyorum: Türk Eczacıları Birliği Kanunu der ki: "Mesleki suçtan bir yıl, adi suçlardan beş yıl ve devlete karşı işlenmiş suçlarda süre olmadan mahkûmiyet almış olanlar meslekten menedilir." Vardır dedim bu kesin. Murat Emir'e dedim ki: Sizin meslek kanunu bir bulsanız da madde 28, yanımda da hukuk müşaviri burada, beni yanlış yapmaktan alıkoyar veya hemen uyarır, bütününü okumuyorum ama diyor ki: "Hekimlik mesleğinin icrası için TCK 53'üncü maddede belirtilen süreler geçmiş dahi olsa kasten işlenen bir suçtan dolayı beş yıl veya daha fazla süreyle ya da devletin güvenliğine karşı suçlar -konumuz bu değil mi? Ne derseniz deyin konumuz bu- anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlarda hapis cezasına mahkûm olmamak gerekir." Arkadaşlar, şimdi, belki AK PARTİ'li değerli dostlar şöyle düşünüyordu: Ya, FETÖ olur, PKK olur, DHKP-C olur, DEAŞ olur, bu adamlar bazı suçları işlerler ama bu adamlar bu suçu işledilerse kanun hükmünde kararnamede bu yetkiyi verelim yoksa bu adamlar gidip de hasta mı bakacak? Bakın, devlete karşı işlenmiş suçta sadece ve sadece kararı mahkeme verecek ve kesinleşecek, başka bir kriter yok. Hekimlik yapamıyor adam, bırakın SGK'lı hastanede, SGK'yla anlaşmalı bir hastanede hasta bakmayı, hekimlik yapamıyor. Ben hekimim deyip böyle birisine tıbbi yardımda bulunamaz mesela yani.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - "Ağır hapis" de demiyor, "hapis" diyor bakın.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bak "hapis" diyor, ağır hapis başka suçlarda. Anayasal düzene karşı işlenmiş suçlarda adam cezasını aldığı anda oluyor. Peki, nerede hukukun üstünlüğü? Nerede mahkemeler? Nerede kanun önünde eşitlik? Ya, bu maddeyle şimdi, çıksın birisi anlatsın, neyi murat ediyorsunuz kardeşim? Adam FETÖ'cüyse, adam bir terör örgütünün mensubuysa ve bir mahkeme bu adama bir süre, bir yıldan az bir süre, mahkûmiyet cezası verdi ve onaylandıysa hekim değil adam ya. Siz kimi neden menediyorsunuz? Buradaki madde... Eğri oturup doğru konuşalım, ben o yüzden şimdi, diyorum ki: Bunu böyle bilse İsmail Tamer böyle yazmaz ama İsmail Tamer'e bunu yollayanlar bunu söylemeden yolluyorlar.
İSMAİL TAMER (Kayseri) - Biliyorum, biliyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İsmail Tamer'e dün sorduğunuzda veya Mehmet Muş'a dün sorduğunuzda nasıl savunuyordu bu maddeyi, nasıl anlatıyordu? Nasıl anlatıyordu? Bu maddenin kabul edilebilir bir tarafı var mı?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Hiçbir şey anlatılmadı.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İki gün veya on beş gün hapis cezası alsa adam mesleğini yapamayacak, AK PARTİ'li arkadaşlarla konuşuyorum, "Efendim, bunlar altı yıl dört ay suç bile alsa bunlar terör örgütü mensubu kabul edilmiyorlar, örgüt mensubu olmamakla birlikte örgüte yataklık suçu oluyor, o yüzden dönüp yine hasta bakar bunlar." Ya, ne hastası ne altı yıl dört ayı ya? Dört gün yatsa doktorluk yapamıyor, elinizdeki, yürürlükteki, meri olan kanunu okuyun. Bu kanunun daha ilerisinde bir şey istiyorsanız kim neden istiyor onu doğru bilin, birileri diyor ki: "Mahkemeler bana ayak bağı." O birileri şimdi örneğin, 800 doktor bitirmiş gitmiş, güvenlik soruşturmasına takılmış durumdalar şu anda. Bunlar mahkemeye başvurduklarında mahkeme, idareden haklı olarak -ve haddi olmayarak birilerine göre- somut ve sübut delil istiyor, "Bunu sen neye göre attın?" diyor. Mahkemelere bu deliller sunulmayınca mahkemeler hukukun gereği olarak suçsuz olduğuna hükmediyor. Siz diyorsunuz ki: "Mahkemeye delil sunmasak da, mahkemenin önüne bir şey koymasak da, vardı ama kaybettik, vardı ama yok oldu veya bir şekilde biz biliyoruz ki bu FETÖ'cüdür. Biz bu kişilerin atanmasına veya uzmanlık sınavına girmesine, uzmanlık yapmasına, görev yapmasına engel olacağız." Bakın, suçun şahsiliği meselesi sadece bakanlara tanınacak bir imtiyaz değildir, kabinede bakanınız var, adamın kardeşi darbeci, hiçbir sorununuz yoktu veya şu anda Hollanda'ya büyükelçi yaptınız, adamın kardeşi darbeci. Bence liyakat tartışması ayrı bir şey, büyükelçi yapma ama kardeşi darbeci diye adam büyükelçi olmaz diye bir şey yok. İzmir suikastinde Atatürk'e suikast yapan adamın oğlunu Atatürk Millî Eğitim müfettişi yaptı. Koşa koşa geldiler "Ya, nasıl yaparsınız?" diye, "Ya, babası suçlu diye biz bu adamın soyunu mu kurutacağız." dedi. Ve yıllarca devletten ekmek yedi emekli oldu İzmir suikastinin zanlısının oğlu. Ya, yetmiş yıl önce, seksen yıl önce dünyada faşizm rüzgârları eserken yeni kurulmuş -hani "Beka sorunu." diyorsunuz ya- beka sorununun daniskası, yedi düvel gelmiş memleketin üstüne çökmüş, düşman yeni kovulmuş, yeni bir cumhuriyet oluşturuyorsun, kurucu liderin hayatına kastetmiş, suçun şahsiliğinden bahsediyor Atatürk "Babası suikastçi diye neden devlet oğluna ekmek vermesin?" diyor. Tanıdık geliyor mu? Kurucu liderin hayatına kastetme meselesi bana tanıdık geliyor, sizdeki hissiyatı anlıyorum ama bir liderin bu durumda hukuktan ayrılmaması meselesi de inşallah Sayın Tayyip Erdoğan'a Atatürk'ten, birinci Cumhurbaşkanından örnek alacağı bir davranışa dönüşür. İzmir'de silahı alın çatısına dayadılar, Atatürk'ü öldürmek için hazırlık yaptılar, son anda yakalandılar ama oğluna devlet ceza çektirmedi.
Şimdi, burada bakıyorsun, gelmiş pırıl pırıl bir doktor. Ne yapıyorsun? "Benim babam meslekten menedilmişti ama hakkında takipsizlik var, emeklilik hakkını da verdi ama güvenlik soruşturması açıldı." Neden? "Biz Osmaniye'deydik, düzgün dershane yoktu, bunun ablasını FETÖ'nün dershanesi burslu okuttu verdim, ablası ev hanımı ama beni ihraç ettiler. İhraç gerekçem daha sonradan mahkemeden takipsizlik geldi -kızının dershanesi yüzünden yapılmış- ama bu şimdi güvenlik soruşturmasını geçemiyor." diyor. Kanunumuz o kızın hakkını, hukukunu koruyor. Siz bu kanunu yaparsanız o kızın, o genç kadının diyeyim -kadın milletvekillerimiz, sizin bakışlarınız gecikti bu sefer nedense- o genç kadının hakkını, hukukunu koruyamazsınız, keyfî uygulamaların önüne geçemezsiniz.
Bu mesele şu, sözün özü şu: İçinde bulunduğumuz kanun turnusol kâğıdıdır. Siz kimsesizlerin kimsesizi mi olacaksınız, yoksa bir yerlerden bir talep geldiğinde o talebi yerine getirenler mi olacaksınız? Gelme mekanizmalarını bile kesiyor olmanız lazım ettiğimiz yemin gereği ama hiç olmazsa dönüp deyin ki: "Ya, bu kadar da olmaz." Biriniz, o kim hazırlayıp yolluyorsa onlara dönüp deyin ki: "Ya Türk Tabipleri Birliği Kanunu'nda var zaten. Bir gün bile ceza alsa hekim değil bu ya. Biz kanundan niye korkuyoruz, biz kanuna karşı niye direniyoruz?"
Meşruiyet meselesi önemli. Bir muhalefet partisinin iktidarla ilgili bir meşruiyet tartışması açması öyle vakayıadiyeden bir iş değildir. Bunu da öyle çok severek yapmayız. Biz bunu yaptık mı o zaman ne Türkiye'de ne dünyada ne bir başka yerde bu ülkenin ortak çıkarlarını hep birlikte savunma imkânı kalmaz çünkü meşru olmayan kimse tarafından dikkate alınmaz ama biz daha sizi uyarmadan Dünya Tabipleri Birliği Başkanının "tweet"i dün akşam saatlerinde, İngilizce, tercüme olarak söylüyorum: "Görünüşe göre bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi Sağlık Komitesinde kamudan ihraç edilen hekimlerin mahkeme prosedürü ya da etik kararlar olmaksızın özel sektörde çalışmasının yasaklanmasını amaçlayan bir yasa tasarısı görüşülüyor." yazmış. Bazı metinlerin İngilizcesi olur ama hissen tercümesi olmaz. Türkiye'yi bu duruma düşürmeyin. Bu adamın attığı "tweet"i dünyada milyonlarca doktor okuyor ve Türkiye'yi şöyle düşünüyor: "Etik karar yani mesleki ahlaksızlık, meslek ahlakına aykırılık varsa tabii ki ihraç olur, her hekim bunu bilir; mahkeme bir karar verdiyse o da olur ama bunlar olmaksızın bazı hekimleri mesleğinden menediyor Türkiye." Bakın, bu metnin İngilizce tercümesi var ama orada yarattığı hissiyatın telafisi yok. Bu, bir teli Trump'a istediği papazı vermekle çözülebilecek bir iş değil meşruiyet tartışması; bu, başka bir tartışma. Bunu öyle bir deliyi ikna ederek, bir deliye istediğini vererek, bir şirketle anlaşarak, bir bilmem ne yaparak çözemezsiniz. Bu, diş macunu tüpünden çıkan macun gibidir meşruiyet tartışması ve büyük bir tehlike içindesiniz. Yaptığınız her kanun muvazaalı, yürütmenin yasamayla kurduğu muvazaalı ilişki yüzünden Anayasa'yı arkasından dolanan kanunlar ve bu, gelenekleşiyor. Gelenekleşen kuvvetler ayrılığının ayakta kalması gereken iki yüz elli yıl önce Montesquieu'nun dediği gibi bu ülkeyi çöküşe götürüyorsunuz. Bu ülkenin çöküşe gitmemesinin yolu hukuka sarılmaktır. Maddenin de kanunun bütününün de iş görüş biçiminizin de evrensel hukuk ölçütleriyle ve evrensel hukuk kazanımlarıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Bu Komisyona çok tecrübesiz, yepyeni bir milletvekili girip bir grup başkan vekili olarak veda ettiğim güne kadar bu Komisyondan çok kazandım. Bu Komisyon kazanımların, bu Komisyon iş birliğinin, bu Komisyon doğruları yapmanın Komisyonudur. Hâkimlerin, savcıların önlerinde düğmeleri yoktur kimsenin karşısında düğme iliklemesinler diye, bu Komisyonda da beyaz renk dışında önlük giyen yoktur; en çok lekeyi sizin önlükleriniz gösterir. Siyah önlüklüler olsaydınız varın yapın üç beş nasıl olsa görünmez. Sizin önlükleriniz leke kaldırmaz arkadaşlar.
Teşekkür ediyorum.