| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 30 .10.2018 |
İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, muhterem milletvekilleri, değerli bürokratlar, basın mensupları; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Konuşmamın başında 2019 bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum.
Bütçe, yasama organı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin önümüzdeki bir yıllık sürede kamuya kaynak aktarma ve bu kaynakları dağıtma yetkisini verdiği bir belge, aynı zamanda da uygulanan ekonomik ve mali politikalar ile sosyal politikaların önemli bir aracıdır.
Bütçe ve kesin hesap kanunu görüşmelerini, Hükûmetin bir yıllık politika ve uygulamalarını değerlendiren ve denetleyen bir süreç olarak görmek gerekmektedir.
Bütçe hakkını soyut bir hak olmaktan çıkaran olgu, bütçenin yasallığı ilkesi ile bütçe uygulama sonuçlarının Parlamento tarafından denetlenmesidir. Bu nedenle, bütçe hakkının gerçek anlamıyla kullanılabilmesi için, Sayıştayın Türkiye Büyük Millet Meclisine doğru, açık ve güvenilir raporlar sunması zorunludur.
2019 yılı bütçe teklifi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin ilk bütçesidir. Bütçe teklifi, 2019-2021 dönemini kapsayan, yeni ekonomi programında çerçevesi çizilen hedeflerle uyumlu, mali disiplini ve orta vadede sürdürülebilir büyümeyi hedefleyen, tasarruf esaslı, üç yıllık perspektifle hazırlanmış bir bütçe olarak takdim edilmektedir.
Bütçe, ekonomide dengelenme sürecinin en temel destekleyicisi olarak ifade edilmekte, kamu dengelerinin iyileştirilmesi, kamu maliyesi alanında bugüne kadar elde edilen kazanımların gelecek dönemde de korunması amacını taşıdığı ifade edilmektedir.
2019 yılı bütçe giderleri, bir önceki yıl bütçesine göre yüzde 26 oranında artışla 961 milyar liraya çıkarılmakta, bütçe gelirleri yine yüzde 26 artışla 880,4 milyar liraya yükseltilmektedir. Bütçe açığının ise 65,9 milyar liradan 80,6 milyar liraya çıkması öngörülmektedir.
Yatırım harcamaları kapsamında, sermaye gideri ve sermaye transferi toplamı 2018 yılında 84,1 milyar TL iken 2019 yılı bütçe teklifinde 64,4 milyar TL'ye düşmüş, bu hâliyle yatırım ödeneklerinde ciddi bir azalma öngörülmüştür.
Önümüzdeki üç yıllık dönem için bütçe açığının millî gelire oranının yüzde 2'nin altında olması ve faiz dışı fazlanın ise program dönemi sonunda millî gelirin yüzde 1'ini aşması hedeflenmiştir.
Yeni ekonomi programında belirlenen eylemlerin, performans kriterlerini içeren planın 2019 bütçe yılıyla birlikte uygulamaya konulması, şüphesiz ki 2019 bütçesini mali disiplin açısından ve programın başarısı bakımından son derece önemli kılmaktadır.
2019 yılı merkezî yönetim bütçe gelir ve gider tahminleri yapılırken, gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2,3 büyüyeceği, deflatörün yüzde 16,3 olacağı, TÜFE'nin yüzde 15,9 olacağı, ihracatın 182 milyar dolar, ithalatın 244 milyar olacağı öngörülmüştür. Faiz dışı fazlanın ise 36 milyar 701 milyon TL olarak gerçekleşmesi hedeflenmiştir. Buna göre bütçe açığının ve faiz dışı fazlanın gayrisafi yurt içi hasılaya oranlarının yüzde 1,8 ve yüzde 0,8 olacağı tahmin edilmiştir.
Ekonomik sınıflandırmaya göre, 2019 yılı merkezî yönetim bütçe ödenekleri içinde en büyük payı, sırasıyla cari transferler ile personel giderleri almakta olup, bu gider kalemlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranları yüzde 8,8 ve yüzde 5,6'dır.
2019 yılı merkezî yönetim bütçesinde, yatırım ödenekleri dâhil tarıma ayrılan toplam kaynak 26,5 milyar liradır. Tarımsal destekleme ödemeleri için ise 16,1 milyar lira öngörülmüştür. 2018 yılında ise bu rakamlar 29,6 milyar ve 14,8 milyar olarak öngörülmüştü. Bu şekliyle bütçeden tarıma ayrılan payın azaldığını görüyoruz, yatırımlar için ayrılanlar da dâhil millî gelirin yüzde 1'inin altında olacağı anlaşılıyor, bu da her bütçe döneminde söylendiği gibi, Tarım Kanunu'nda belirtilen tarıma ayrılması gereken zorunlu payın da altında bir rakam olduğu anlaşılıyor.
Diğer taraftan, 2019 yılında vergi gelirlerinin 756 milyar 495 milyon TL olarak gerçekleşmesi beklenmekte. Vergi geliri detaylarına baktığımızda ise bunun 510 milyarın üzerindekinin yani yaklaşık yüzde 68-70'inin dolaylı vergilerden temin edileceği anlaşılmakta.
Vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payının yüksek olması, vergi adaletinin tesis edilemediğine işaret etmektedir ve yine, dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız üzerine ağırlıklı yük bineceği anlaşılmaktadır.
Türkiye'nin son birkaç aydır tartıştığı en önemli konuların başında ekonomik durum gelmektedir şüphesiz. Bütün toplumsal kesimler, başta geçim şartları olmak üzere üretimi ve istihdamı etkileyen bu gelişmeleri yakından takip etmekte, döviz ve faizdeki değişmeleri, elektrikten doğal gaza, gıdadan temizlik malzemelerine, ulaşımdan okul gereçlerine gelen zamlardan dert yanmaktadır.
Yaşanan sıkıntıların ve sorunların üstesinden gelmenin temel şartı, şüphesiz ki mevcut durumun doğru tahlil edilmesidir. Mevcut durumda ne yaşadığımızın ve neden yaşadığımızın adı doğru konulmazsa, alınacak tedbirlerin ya hiç faydası olmayacak ya da bu fayda sınırlı kalacaktır.
Elbette, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumda, hem ekonomik hem de siyasi dış şartların etkisi önemli ve büyüktür. Türkiye bir ekonomik güvenlik tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır.
Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin hemen hemen tamamı parasal sıkılaştırma döneminden olumsuz yönde etkilenmektedir. Ticaret savaşları, korumacı tutumlar, Türkiye'nin ekonomik dalgalanma içinde olmasında rol oynamıştır ancak Türkiye'nin kendi ekonomik dinamiklerinden ve elbette ki bu dinamikleri yaratan geçmiş ekonomik, siyasi tercihlerden kaynaklı sorunlarının payı, içinde bulunduğumuz ekonomik durumla yakından ilişkilidir.
Türkiye, tasarruf fazlası olmayan bir ülkedir. Türkiye'de çok uzun süredir var olan ve ülkenin belini büken cari açık sorunu, bilinen bir sorundur, oluşan cari açık da kamu kesimi ve özel sektörün yaptığı borçlanmalarla kapatılmaktadır. Son dönemde TL'nin değer kaybetmesiyle enflasyonda görülen artışlar, ekonomimiz açısından dikkate alınması gereken önemli başka bir durum teşkil etmektedir. Özellikle dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın geçim şartları giderek ağırlaşmaktadır. Yurt içi tasarruflar yetersiz olduğu için yurt dışından getirilen kaynakların firma ve hane halklarına kredi olarak verilmesi, ayrıca büyük firmaların doğrudan yurt dışından da borçlanmaya gitmeleri Türkiye'nin borcunu artırmış, reel sektör firmalarının hem borcu hem de döviz cinsinden açık pozisyonu yükselmiştir. Bu dönemde kullanılan yaklaşık 600 milyar dolarlık dış kaynağa rağmen, ülkemizin üretken yatırım kapasitesinde bu düzeyde bir artış da gerçekleşmemiştir.
Fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artış, ekonomide geleceğe yönelik beklentileri olumsuz hâle getirmek suretiyle yatırım kararlarının ertelenmesine ve dolayısıyla, büyüme ve istihdamın istenilen ölçüde artmamasına neden olabilecektir. Bu ortamda kaynakların amaca yönelik olarak rasyonel şekilde kullanılması da önem arz etmektedir. Devletin ekonomideki kaynak tahsisine yön vererek üretimi artıracak altyapı yatırımlarına öncelik verilmesi, özel sektör yatırımlarının da değişik enstrümanlar kullanılarak daha rekabetçi ve kaliteli üretime yönlendirilmesi gerekmektedir.
Önümüzdeki dönemde temel ekonomik hedeflerden birisi olan enflasyonun düşürülmesi ve bozulan beklentilerin düzeltilmesi için yapılan girişimlerin ve ortaya konulan projelerin tüm toplum kesimlerince desteklenmesi hâlinde umuyoruz ki beklenen fayda ve sonuç elde edilebilecek ve sıkıntılı süreç şüphesiz ki daha hızlı aşılacaktır.
Türkiye borçlanma temelli bir büyüme modeli sergilerken, alınan borçların hatırı sayılır bir bölümü altyapı yatırımlarına ve inşaat yatırımlarına gitmiştir. Elbette ki altyapı yatırımlarının bir kısmı, ülkenin sürdürülebilir büyümesi için gerekli olan yatırımlardır ancak gelir yaratmayacak projelere büyük fonlar tahsis edilmesi, imalat dışı reel sektörde süregiden inşaat yatırımları gittikçe şişmiştir.
Orta vadeli programda öngörüldüğü üzere, 2019 yılı büyümesinin 2,3 olarak teyit edildiği görülmektedir. Bu durum cari açık ve enflasyonda frene basma amacıyla açıklanmakla birlikte, aslında uzun yıllardır yaşanan yüksek büyüme oranlarının sorunlu olduğunu da göstermektedir. Genç nüfusu istihdam edebilmek için hem yüksek hem de sorunsuz bir üretim yapısına sahip olacak şekilde istikrarlı büyümek şarttır. 2018 ve 2019 yıllarında dünya büyüme ortalamalarının yüzde 3,7 olarak, gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalamalarının ise yüzde 4,7 olarak tahmin edildiği göz önüne alındığında, Türkiye'nin orta vadede dünya büyümesinin üzerinde ancak gelişmekte olan ülkelere yakın bir oranda en az yüzde 4,5 seviyesinde istikrarlı bir büyüme oluşturmaya ihtiyacı bulunmaktadır. Buradan hareketle Türkiye için öngörülen 2018 yılında yüzde 3,8 ve 2019 yılında yüzde 2,3 olarak öngörülen büyüme ortalamalarının yeterli olmayacağı açıktır. Nitekim işsizliğin 2018 yılında yüzde 11,3'e, 2019 yılında ise yüzde 12,1'e yükseleceği tahmin edilmektedir. Bu nedenle dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Mademki 2018 yılının ikinci yarısından itibaren büyüme, istihdamdan taviz vererek makroekonomik ve finansal istikrarın sağlanması amaçlanmaktadır, mademki bu maliyete katlanıyoruz o hâlde bu süre zarfını iyi değerlendirip ekonomide yapısal sorunların çözümü için ciddi adımların atılması konusunda kararlı davranılmalıdır. Bu nedenle 2019 yılı sadece enflasyon ve cari açığın kontrol altına alınacağı bir yıl değil, orta vadede ekonomideki yapısal dönüşümlere yönelik hızlı adımların atılacağı bir yıl da olmalıdır. Enflasyonun bu yıl yüzde 20'nin biraz üzerinde, hedeflendiği gibi yüzde 20,8 oranında gerçekleşmesi de gerçekçi görülmemektedir. Zira eylül ayı itibarıyla TÜFE enflasyonu yüzde 24,8'e ulaşmıştır. Bu durumda yılın kalan üç ayında enflasyonun 4 puan gerileyeceğini düşünmekteyiz ki bu mümkün görünmemektedir. Diğer taraftan, 2019 yılı için öngörülen TÜFE hedefi yüzde 15,9 olup kararlı adımlar atıldığı, beklentiler iyi yönetildiği, kamu tarafında yönetilen fiyatlarda enflasyon hedeflerine uyulduğu takdirde bu hedefe ulaşılabilecektir. Burada en kritik nokta kurda istikrarın sağlanmasıdır. Bu da ancak ekonomiye olan güvenin yeniden tesis edilmesiyle mümkündür.
Ayrıca, Merkez Bankasının para politikasının Hükûmetin maliye politikasıyla uyumlu bir biçimde yürütülmesi de enflasyonla mücadelede kritik bir işlev görecektir. Kamu maliyesi bütün bu makroekonomik sorunlar için kritik önemi haizidir. Enflasyonla mücadelede bütçe disiplini için kamuda tasarrufların sağlanması önemli bir husustur. Bu anlamda, bütçede öngörülen tasarruf tedbirleri önemlidir. Bununla birlikte tasarrufların kompozisyonu da hem sorunların kalıcı bir biçimde aşılması hem de ekonominin yeniden güçlü bir raya oturması açısından önem taşımaktadır. 2019 yılı bütçesine bakıldığında, tasarrufların kamu tüketiminden ziyade kamu yatırımları kalemlerinden yapıldığı görülmektedir. Bu durum yine büyümenin bazını düşürecek ve enflasyonla mücadelede istenilen sonuçların alınmasına mâni olabilecektir. 2019 yılı mal ve hizmet alım giderlerinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranla bir önceki yıl gerçekleşme tahminine göre 0,3 puan azalarak yüzde 1,5 olması beklenmektedir. Ülkemizin geçtiği olağanüstü koşullar göz önüne alındığında kamuda daha ciddi bir tasarruf yapma ihtiyacı bulunmaktadır. 2017 yılının ikinci yarısından itibaren borçlanma faizlerinde görülen artış ve döviz kuru gelişmelerine bağlı olarak 2019 yılında faiz giderlerinin önceki yıla göre 0,6 puan artarak gayrisafi yurt içi hasılaya oranla yüzde 2,6 düzeyinde olması beklenmektedir. Bu durum bütçenin yeniden bir faiz ödeme sarmalının eşiğine doğru ilerleme riskini de ortaya koymaktadır. Burada çözüm bütçede daha fazla tasarruf ve kurda istikrarı sağlayacak maliye ve para politikaları ile bunların etkin koordinasyonunda yatmaktadır.
Değerli milletvekilleri, genel olarak reel sektörün 2010'Iu yıllardan itibaren büyük miktarlı ve değişken faizle dış borçlanmaya gitmiş olması önemli bir sorun alanı oluşturmuştur. Reel sektörün en önemli ayaklarından biri olan imalat sanayisinde üç temel yapısal sorun dikkat çekmektedir.
Bunlardan birincisi, kısa ifadesiyle katma değer problemidir. Türkiye'nin imalat sanayisinin ihracatında orta-yüksek ve yüksek teknolojili ürünlerin payı çok düşüktür.
İkinci sorun, Türk imalat sanayisinin birçok açıdan ara malı ithalatına bağlı olmasıdır. Daha çok ihracat yapmak için daha çok üretim yapıldığında ithalat da doğrusal oranda artmakta ve bu da dış ticaret açığını büyütmektedir.
İmalat sanayisinin üçüncü sorunu da yetersiz sermaye birikimi, daha da fenası agresif büyüme heveslerinin bir sonucu olarak aşırı dış borçlanmadır. Dünyada parasal bollaşmanın yaşandığı dönemde rahatlıkla borçlanabilen sanayi şirketleri, büyük bir finansal yükümlülük altına girmiştir. Ancak gelinen noktada, zaten katma değeri görece düşük ürünler üreten Türk firmaları, sınırlı kâr marjlarıyla yeni borçlanma yapma kabiliyetlerini büyük ölçüde kaybetmeye başlamışlardır. Son kur artışlarıyla birlikte birçok firmanın bilançosu zor onarılacak ve onarılması için büyük fedakârlık gerektirecek şekilde bozulmuştur.
Bu açıklamalar ışığında, ekonomik olumsuzlukları tetikleyecek asli unsurun reel sektör olduğunu söylemek mümkündür. Hâlihazırda Türkiye'nin kredi risk primi yükselmiştir. Bankaların mevcut durumdan dolayı bir koruma pozisyonuna geçmesi piyasaya ve yatırımcılara sunulabilecek kredi imkânlarını da daraltmaktadır. Hem kredilerin miktar olarak düşmesi hem de kredi faizlerinin artması büyümeyi yavaşlatıcı bir etken olarak ekonomiyi soğutacaktır.
Değerli Komisyon üyeleri, TÜİK'in 18 Eylül 2018 tarihinde açıklanan 2017 yılı gelir ve yaşam koşulları araştırma sonuçlarına değinmek istiyorum. Bu sonuçlara göre eş değer hane halkı kullanılabilir fert gelirine sahip en yüksek yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 47,4; en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise yüzde 6,3'tür. Toplumun en zengin yüzde 20'sinin gelirinin en yoksul yüzde 20'sinin gelirine oranı ise 7,5 kattır. Yüzde 20'lik dilimler esasen tam gerçeği de yansıtmamaktadır. Yüzde 10, 5, hatta 1'lik dilimler hâlinde bakıldığında gelir dağılımı uçurumu daha net ortaya çıkmaktadır. Yüzde 20'lik son iki dilimde toplumun yaklaşık yüzde 65'inin bulunduğu görülmektedir. Eş değer hane halkı kullanılabilir fert medyan gelirinin yüzde 50'si dikkate alınarak belirlenen göreli yoksulluk oranı yüzde 13,5'tir, sürekli yoksulluk oranı yüzde 14, finansal sıkıntıda olma durumunu ifade eden maddi yoksunluk oranı ise yüzde 28,7'dir.
Türkiye, OECD üyesi ülkeler içinde gelir dağılımı en bozuk ülkelerden birisidir. Bu rakamlara göre yüzde 20'lik en düşük gelir grubunu yani nüfusun yüzde 6,3'ünü oluşturan yaklaşık 5,5 milyon kişinin yıllık gelir ortalaması 6.779 lira, aylık geliri ise sadece 564 liraya tekabül etmektedir. Bütçenin, var olan kaynakların toplumun tüm kesimlerine dengeli ve adil bir şekilde dağıtılmasına, Türkiye'nin geleceğinin sağlam temeller üzerine inşa edilmesine, dünyada söz sahibi bir ülke olmasını temin edecek bir yatırım ve üretim ikliminin oluşturulmasına hizmet etmesi gerekir. Bu kapsamda, bir yandan çalışanların hayat şartlarının iyileştirilerek enflasyona ezdirilmemesi hedeflenirken bir yandan da işsizimize iş temin edecek bir planlamanın birlikte yapılması şarttır. Bu çerçevede, kaynakların ve kapasitenin artırılması, iş gücünün değerlendirilmesi, teknolojinin imkânlarından yararlanılması gerekir. Hâlen çalışmakta olan vatandaşlarımızın çalışma şartlarından, mali ve sosyal haklarından ve adaletsizliklerden kaynaklanan sorunları bulunmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Türkiye'de uzun yıllardır tartışılmakta olan bir konu vardır, o da çalışanlarımızın mali ve sosyal haklarının adil hâle getirilmesi konusudur. Maalesef bu sorun hâlâ devam etmektedir ve kamu çalışanları her birimize ayrı ayrı ulaşmakta ve beklentilerini iletmektedir.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak baştan beri ifade ettiğimiz, öğretmenlerimizin, polislerimizin ve uzman çavuşlarımızın ek göstergelerinin 3600'e çıkartılması, yine öğretmenlerimiz için fiilî hizmet zammı verilmesi, eğitim öğretim tazminatlarının artırılması ve bunlara araştırma geliştirme tazminatı verilmesi; yine uzman çavuşlarımızın kadro sorunlarının çözülmesi; taşeron uygulamasından yararlanamayan KİT ve benzeri yerlerdeki çalışanların sorunlarının çözülmesi ve yine sözleşmeli, vekil, ücretli şeklinde kamuda çalışanların kadroya geçirilmesi konusundaki taahhütlerimizin takipçisi olacağız. Bunlara ilişkin çalışmaların Parlamentodan, bu Komisyondan da yapılmasını bekliyoruz.
Yine ticari amaçla yük ve yolcu taşımacılığı yapan şoför esnafımızın, çiftçimizin kullandığı temel girdi olan tohum, fide, ilaç, gübre ve mazottan KDV ve ÖTV'nin alınmaması; bu sayede girdi maliyetlerinin düşürülerek üretimin teşvik edilmesi yönündeki tekliflerimizin de takipçisi olacağımızı ifade etmek istiyorum.
Bizim açımızdan önemli olan 24 Haziran seçimleriyle birlikte bütünüyle uygulamaya giren Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin tüm kurum ve kurallarıyla sağlıklı bir zemine oturtulması ve sistemin tüm unsurlarıyla işlemesidir.
Bu bütçenin bu manada bir ilk olması sebebiyle de uygulamanın önemli olduğunu değerlendiriyoruz. Böylesi bir süreçte Türkiye'nin siyasetçileriyle, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörüyle, yasama ve yürütmesiyle kronikleşen sorunlara çözüm üretmek, gerilim ve kutuplaşmadan kaçınmak; milli kimliğe, milli kültüre ve millî varlığa sahip çıkmak, bunları tahkir eden yaklaşımlardan uzak durmak; terörle etkili mücadeleye devam etmek gerekmektedir. Ayrıca kamudan özel sektöre, sivil toplum kuruluşlarına ve siyasete her alanda yaygınlaşan ahlaki çürüme gibi yozlaşma olgularının da önüne geçilmesi gerekmektedir.
Sayın Komisyon üyeleri, kısaca Sayıştay raporlarına da değinmek istiyorum. Anayasa'nın 160'ıncı maddesinde Sayıştay, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarının Türkiye Büyük Millet Meclisine adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamakla görevlidir.
Sayıştayın bu kapsamda yapmış olduğu denetim raporlarında dikkat çekilen çok önemli hususlar bulunmaktadır. İncelemelerin ciddi yapılmış olmasını, kuşkusuz kamu menfaatlerinin haleldar edilmemesi bakımından ve idarenin denetim yoluyla geliştirilmesi bakımından son derece önemli görmekteyiz. Bununla birlikte bazı tespitler vardır ki çok önemli suistimallere dikkat çekildiği hâlde soruşturulmasına gerek görülmeyen hususlar kapsamında mütalaa edilmiştir. Tabii ki bütün bunları kurum bütçeleri görüşülürken ayrıca dile getireceğiz. Kuşkusuz denetimlerin bağımsız, hukukun emrettiği çerçevede yapılması denetimden beklenen faydanın daha sağlıklı elde edilebilmesini mümkün kılacaktır.
Bu düşüncelerle, 2019 yılı bütçesinin tekrar hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.