| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 30 .10.2018 |
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakan, Sayıştayın ve Hazine ve Maliye Bakanlığının değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; öncelikle hepinizi hürmetle selamlıyorum.
Türk milletinin başardığı en önemli tarihî olayların başında gelen ve ilelebet payidar kalacağına inandığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin 95'inci yıl dönümünü kutlamanın verdiği gururu yaşıyoruz. Cumhuriyet ezelden ebede akıp giden tarihimizde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyet milletimizin tarih sahnesinde yeniden dirilişinin adıdır. Milletimiz cumhuriyet rejimiyle kazandığı değerleri toplum hayatımızın vazgeçilmez unsuru olarak benimsemiş, karşılaştığı sorunları cumhuriyete olan bağlılığı sayesinde birlik ve beraberliğinden ödün vermeden aşmayı bilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, milletimizin namus ve haysiyetine emanettir. Cumhuriyet, millî iradenin varlığıyla anlamlı ve baki kalacaktır. Bu düşüncelerle cumhuriyetimizin kuruluşunun 95'inci yıl dönümünü kutluyor, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurucu kahramanları, şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet, şükran ve minnetle anıyorum.
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 1946 yılında çok partili siyasi hayata geçişiyle birlikte kuruluş sürecini tamamlamıştır. 1946 yılından sonraki dönemdeyse demokrasisini darbe ve darbe girişimlerine rağmen olgunlaştırmış, gelişim sürecini perçinlemiş, gücünü pekiştirmiştir.
Türk milleti, 16 Nisan 2017 tarihli Anayasa değişikliği halk oylamasıyla Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine onay vermiş, 24 Haziran 2018 seçimleriyle de yeni sistemin ilk Cumhurbaşkanını seçmiştir. Cumhurbaşkanımızın ant içtiği 9 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte cumhuriyet tarihimizde artık üçüncü bir dönem başlamıştır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin kökleşmesi ve sağlıklı bir şekilde kalıcı hâle getirilmesi önümüzdeki en önemli hedefimizdir.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin ilk bütçesini görüşüyoruz. Cumhurbaşkanı tarafından sunulan bütçe ve kesin hesap kanun teklifleri, Bütçe Komisyonunda ve Genel Kurulda görüşülüp karara bağlanacaktır.
Anayasamız'ın 166'ncı maddesinde, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamanın, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmanın devletin görevi olduğu belirtilmekte. Planda millî tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirlerin öngörülmesinin; yatırımlarda toplum yararları ve gereklerinin gözetilmesinin; kaynakların verimli
şekilde kullanılmasının hedef alınması ve kalkınma girişimlerinin bu plana göre gerçekleştirilmesi amir hükümleri yer almaktadır.
Bu çerçevede kurulan Devlet Planlama Teşkilatı 2011 yılında Kalkınma Bakanlığına dönüştürülmüş, bu yıl da Kalkınma Bakanlığı kaldırılarak, bazı görevleri Cumhurbaşkanına bağlı kurulan Strateji ve Bütçe Başkanlığına verilmiştir. Dolayısıyla, ülkemizin ekonomik ve sosyal sektörel durumunun tamamını görebilme ve makro değerlendirme yapabilme kapasitesine sahip bir kurum kalmamıştır. Bu ihtiyacın karşılanabilmesi bakımından yeni bir yapılanma gerekmektedir.
Sayın Başkan, Strateji ve Bütçe Başkanlığından gördüğüm kadarıyla kimse yok, kimse katılmamış herhâlde yani niye yok bilmiyorum. Bir yıllık program geldi. Yıllık programı herhâlde Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı hazırladı.
Bu yıl, 2014-2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planı'nın son yılı olmakla birlikte yeni kalkınma planı henüz çıkarılmamış olup plan olmaksızın hazırlanan 2019 bütçesini görüşüyoruz.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nda yer alan, uyulması gereken bütçe ilkeleri arasında, bütçenin kalkınma planı ve programlarda yer alan politika, hedef ve önceliklere uygun şekilde hazırlanması ve uygulanması da sayılmaktadır. Yine, en geç eylül ayının ilk haftasının sonuna kadar onaylanması gereken orta vadeli programın da kalkınma planları, stratejik planlar ve genel ekonomik koşulların gerekleri doğrultusunda hazırlanması gerekmektedir.
Ancak, 20 Eylül 2018 tarihinde onaylanan, 2019-2021 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program, kalkınma planı olmaksızın ve gecikmeli olarak açıklanmıştır. Aynı şekilde 11 Ekim 2018 tarihli Orta Vadeli Mali Plan da zamanında açıklanmamıştır.
Bütçe hazırlama sürecinde Anayasa ve yasalarda öngörülen hükümlere uyulması, kalkınma planı, orta vadeli program ve mali planın zamanında çıkarılması gerektiğini önemle hatırlatıyoruz.
Bütçe, uzun bir sürecin mahsulü olan hukuki bir belgedir. Bütçe, yasama organınca yürütme organına izin ve yetki verilmesini düzenleyen bir kanun olup bu izin ve yetkinin mevzuata ve bütçeye uygun şekilde kullanılıp kullanılmadığının izlenmesi ve belirlenmesi gerekir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkını gerçek anlamıyla kullanılabilmesi için Sayıştayın doğru, açık ve güvenilir raporlar sunması zorunludur. O nedenle, Sayıştayın raporları tüm denetim sonuçlarını içeren hâliyle Meclise gönderilmelidir.
Sayıştayın tespit ettiği ödenek aktarımı ve ödenek üstü giderler gibi Meclisin yetkisinin elinden alınması anlamına gelen, bütçe hakkını zedeleyen uygulamalara meydan verilmemeli ve denetim raporlarında yer alan Sayıştay önerilerine riayet edilmelidir.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde yasamanın yürütme üzerindeki denetim görevinin daha da önem kazandığı dikkate alınarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin etkin biçimde denetim görevini yapabilmesini teminen kesin hesap kanun teklifi ve Sayıştay denetim raporlarının oluşturulacak ayrı bir komisyon tarafından görüşülmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nde gerekli düzenleme mutlaka yapılmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, son yıllarda bütçe süreçleri sıradanlaşmış ve heyecanını kaybetmiştir. Kalkınma planı, orta vadeli program ve orta vadeli mali planla konulan hedeflere ulaşılamamış, verilen sözler tutulamamış ve belirlenen amaçlara bir türlü varılamamıştır. Belirlenen hedefler daha ilk yılında kısa sürelerde revize edilmek durumunda kalınmıştır. Her yıl olumsuz yönde revize edilen rakamlar da güvensizlik oluşturmuştur.
2013 yılı Haziran ayında Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen ve 2014-2018 dönemini kapsayan Onuncu Kalkınma Planı hedeflerinin çok gerisinde kalınmıştır. Kalkınma planında millî gelir 2018 yılı için 1 trilyon 286 milyar dolar hedeflenmişken, yüzde 41 daha az olmak üzere 763 milyar dolar beklenmektedir. Yine, kalkınma planı kişi başına millî geliri 2018 yılı için 16 bin dolar hedeflemişken, 9.385 dolar beklenmektedir. Yine benzer şekilde, kalkınma planı 2018 yılı için 277,2 milyar dolar ihracat hedeflemişken 170 milyar dolar gerçekleşmesi beklenmektedir. Ülkemiz uzun vadeli hedeflerinden hızla uzaklaşmıştır. 2023 hedefleri maalesef ulaşılması mümkün olmayan hedefler hâline gelmiştir.
Türkiye ekonomisinin özellikle 2008-2018 dönemi performansı iyi değildir, açıkçası kötüdür. Türkiye ekonomisi yapısal sorunlardan arındırılamamış, bilindik temel ekonomik problemler çözülememiştir. Ortaya çıkan reform ihtiyaçlarına cevap verilmemiş, ülkemizin ekonomik sorunları yıldan yıla artmıştır. Bu dönemde Türk ekonomisi, tasarruf ve yatırım gücünü kaybetmiş, sanayileşme ivmesini yitirmiş, bütünüyle kısa vadeli dış borçlanmanın yani sıcak paranın insafına bırakılmıştır.
Millî gelirimiz 2008 yılında 777 milyar dolar iken tam on yıl sonra 2018 yılı gerçekleşme tahmini 763 milyar dolar düzeyindedir. Türk ekonomisi on yıldır patinaj yapmaktadır. Aynı şekilde kişi başına düşen millî gelir 2008 yılında 10.931 dolar iken 2018 yılı gerçekleşme tahmini 9.385 dolar düzeyindedir. Türkiye on yıl öncesine göre daha fakirleşmiş görülmektedir. Türkiye'nin geriye gittiğini, dolayısıyla son on yılının heba olduğunu söylemek de mümkündür.
2008 yılında Türkiye'nin brüt dış borç stokunun millî gelire oranı yüzde 36,2 iken bu oran 2018 ikinci çeyreği itibariyle yüzde 51,8 seviyesine yükselmiştir. Ülkemizin borç düzeyi sürekli olarak artmaktadır. Türk ekonomisi borçlanma yoluyla geleceğini bağlamıştır. Toplam dış borcumuz 2002 seviyesine göre yüzde 252 oranında artmıştır. Üstelik özelleştirme ve toprak satışından elde edilen 100 milyar dolardan fazla gelir de tüketilmiştir.
Milletimiz de borç batağına saplanmıştır. Çiftçisiyle, köylüsüyle, esnafıyla, sanayicisiyle, çalışanıyla, emeklisiyle milletimiz dolu dizgin borçlanmaktadır. 2002 yılında 6,3 milyar lira olan tüketici kredileri ve kredi kartı borçları Risk Merkezinin Ekim 2018 Bülteni'ne göre 569 milyar liraya yükselmiştir. Kredi kullanan kişi sayısı 30 milyon 733 bindir. Bu durum, borçlanarak tüketme çılgınlığının boyutları hakkında bir fikir vermekte olup üretmeden tükettiğimizin acı bir göstergesidir. Bu dönemde imalat sanayisinin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı düşmüş, AR-GE, yenilik ve teknoloji alanında atılım yapılamadığı gibi geriye gidilmiş, yüksek katma değerli ve AR-GE yoğun üretim yapısına geçilememiştir. Yüksek teknoloji ürünlerinin sanayi üretimi ihracatı içindeki payı 2002 yılına göre neredeyse yarı yarıya düşmüştür. Ülkemizde inovasyonun sadece dedikodusu yapılmaktadır. Bakınız, Türkiye bu yıl Küresel İnovasyon Endeksi 2018 yılı Raporu'nda geçtiğimiz yıla göre 7 sıra gerileyerek 50'nci sıraya yerleşmiştir. Türkiye, kalkınmışlık düzeyine göre beklenen seviyenin altında performans sergileyen ülkeler arasında yer almıştır.
İşsizlik kronik bir sorun hâline gelmiştir. Özellikle genç işsizlik ürkütücü boyuttadır. OECD'nin Eğitime Bir Bakış 2018 Raporu'na göre, ülkemizde 15-29 yaş arası genç nüfusta ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı yüzde 27,2 olup Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde 1 numaradır.
Kamu maliyesinin kalitesiyle ilgili sorunlar önümüzdeki dönem için ciddi riskleri bünyesinde barındırmaktadır. Vergilerdeki adaletsizlik sürmekte, harcamalar ekonomiyi büyütecek, AR-GE ve yenilikçiliği teşvik edecek mahiyette değildir.
Son dönemde Türkiye'nin maruz kaldığı iç ve dış saldırılar ekonomide olumsuz etkilere yol açmıştır. Gezi olayları, terör saldırıları, 15 Temmuz hain darbe girişimi, Irak ve Suriye'de yaşanan gelişmeler, dış politikada yaşanan gerilimler ve ülkemize yönelik ekonomik saldırıların ülkemiz ekonomisine önemli bir maliyeti olmuştur. Ancak ekonomimizin öteden beri yapısal sorunları bulunmaktadır. Yıllardır gerekli yapısal önlemler maalesef alınmamıştır. Ülkemizde ekonomik sorunların dayanılmaz boyutlara yükselmesinde yapısal sorunların büyük etken olduğu açıktır.
15 Temmuzdan bu yana küresel güçlerin öncülüğünde kur ve faiz üzerinden Türkiye ekonomisi ve siyaseti yönlendirilmek istenmiştir. 2018 yılında 24 Haziran genel seçimleri öncesi ve sonrasında Türkiye ekonomisi istikrarsızlığa sürüklenmeye çalışılmıştır. Ekonominin birikmiş sorunları ve kırılgan yapısı bu süreci hızlandırmıştır. Ekonomide, iç siyaset ve dış politikada yaşanan belirsizlik, istikrarsızlık ve güven kaybı yatırımcıyı caydırmış, yatırımlara darbe vurmuştur.
Türkiye'nin dış borç ödeme riskini gösteren CDS kredi risk takası primi bu yıl mart ayında ortalama 181 baz puan seviyesindeyken eylül ayında ortalama 457 puan seviyesine yükselmiştir. Bu oran doğrudan borçlanma faizlerine yansımaktadır. CDS yükselmiş, Türkiye'nin finansman kaynaklarına erişimi daha maliyetli hâle gelmiştir.
2018 Ağustos sonu itibarıyla, vadesine bir yıl veya daha az kalmış kısa vadeli dış borç stoku 175,2 milyar dolar düzeyindedir. Yıl sonu hedefi 36 milyar dolar olan cari açık eklendiğinde ekonomide 211 milyar dolardan fazla kısa vadeli dış finansman ihtiyacı bulunmaktadır.
Bugün yatırımlar azalmış, büyüme daralmış, ekonomi tıkanmıştır. Piyasalar sıkıntılıdır. Özellikle ciddi boyutta tahsilat sorunu yaşanmakta olup nakit sıkışıklığı had safhaya ulaşmıştır. Ekonomiye güven kaybolmuştur. Reel kur endeksi 2001 seviyesinin daha altına düşmüş, 94 yılı seviyesine yaklaşmıştır. Son dönemde kur artışı nedeniyle reel sektörün borç stoku önemli ölçüde büyümüştür. Ticari kredi faizleri yüzde 34 seviyesine gelmiştir. Kur artışı girdi maliyetlerini, faiz artışı kaynak maliyetlerini yükseltmiştir. Artan döviz kuru ve faiz, bilançoları olumsuz etkilemiş durumdadır. Çoğu tanınmış ve büyük firmalar ardı arkasına konkordato ilan etmektedir.
Bu arada rahmetli Süleyman Demirel'e atfedilen bir konuyu anlatmak istiyorum: 70'li yıllarda Sayın Demirel Başbakanken İstanbul'da bazı fabrika yangınları, işletme yangınları çıkmış. Sayın Demirel Maliye Bakanını çağırmış "Sayın Bakan, derhâl vergi denetimlerini bırak, İstanbul'un hepsi yanacak." demiş. Yani bu konkordato ilanlarında da ne kadar gerçekçi bir durum var, gerçekten incelenmesi gerekiyor.
BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Şimdiki yangınlarla bağlantı mı kurdun?
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Yani bir anlamda.
BAŞKAN - Alınganlığa gerek yok Sayın Kuşoğlu.
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Ne üzücüdür ki ağırlaşan ekonomik ve sosyal sorunların dağıtımından herkes kendi payına düşeni almak durumunda kalmıştır. Bunlar arasında en başlarda yer alan çiftçilerimizin de sorunları katlanmış ve her geçen gün durumları daha da kötüye gitmiştir.Hane halkı borçları günden güne artmakta, kredi borçlarını ödemeyen gerçek kişi sayısı yükselmektedir. İmalat sanayi kapasite kullanım oranı ekim ayı itibariyle yüzde 75 düzeyine gerilemiştir. Sanayi üretim endeksindeki artış hızı 2018 yılı ilk yarısında önemli ölçüde azalmıştır.
2018 Ocak-Eylül bütçe açığı, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 79,4 oranında artarak 56,7 milyar liraya yükselmiştir. 2018 Ocak-Ağustos cari açığı, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 13,5 oranında artarak 30,6 milyar liraya yükselmiştir.
Bugün vatandaşlarımızın yaşadığı problem alanlarının en başında, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, işsizlik, yoksulluk, borçluluk gelmektedir. Ekonomik meseleler ertelenemeyecek kadar acil bir hâle gelmiş, yaşanan sıkıntıların ateşlediği yangın gittikçe yayılmıştır. Bizim ülke olarak ekonomide yeni ufuklara, yeni yollara ve millî çarelere ihtiyacımız bulunmaktadır. Türkiye ekonomisinin düzlüğe çıkarılması için, üretim, istihdam ve ihracat odaklı yeni plan ve programlara ihtiyacımız bulunmaktadır. Teknoloji geliştirebilen, yenilikçiliği, girişimciliği ödüllendiren ve bilgi üretebilen bir ekonomik atılım gerçekleştirilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, 20 Eylül 2018 tarihinde onaylanan Orta Vadeli Program "Yeni Ekonomi Programı" ismiyle kamuoyuna takdim edilmiştir. Programın teması dengelenme, disiplin ve değişim olarak belirlenmiştir. Yeni Ekonomi Programı'yla ortaya konulan makroekonomik hedefler, bazı alanlarda önemli tutarsızlıklar olmakla birlikte genel olarak gerçekçi tahminlerden oluşmakta ve piyasalarda karşılık bulmuş görünmektedir.
Programa göre 2018 yılında yüzde 3,8 beklenen GSYH büyümesinin, 2019 yılında da yüzde 2,3'e düşeceği, 2018 yılında yüzde 4,7 beklenen cari açığın millî gelire oranının 2019 yılında yüzde 3,3'e düşeceği, 2018 yılında yüzde 1,9 beklenen bütçe açığının millî gelire oranının da 2019 yılında yüzde 1,8'e düşeceği tahmin edilmektedir. Türkiye ekonomisi 2018'in ilk yarısında yüzde 6.2 büyümüş, yılın tümü için beklenen oran yüzde 3.8'dir. Buna göre yılın ikinci yarısında yüzde 1,8'lik bir büyüme öngörülmektedir.
Doların 2018 yılı ortalamasının 4,90 düzeyinde oluşması hesaplanmaktadır. Cari açığınsa -ilk sekiz aydaki 30,6 milyar dolar olan açığa kalan dört ayda 5,4 milyar daha eklenip- yılı 36 milyar dolarla kapatması öngörülmektedir. Ekonomide frene basıldı tamam ama enerji ithalatını sıfırlayacak hâlimiz de yok. Ne yapacağız da cari açığı bu kadar düşürebileceğiz, bu belli değil.
Dolayısıyla, bu yıla ilişkin dolar kuru varsayımında, cari işlemler dengesi açığında ve cari açığın millî gelire oranında gerçekleştirilmesi çok zor tahminlere yer verildiği gözlenmektedir. 2019 yılında cari açık ve bütçe açığı azalırken büyümenin yüzde 2,3 olması hedeflenmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Toparlayalım lütfen Sayın Kalaycı.
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Teşekkürler Sayın Başkanım.
Bu durum ekonomide kısa vadede sağlanamayacak bir dönüşümün gerçekleşmesi anlamına gelmektedir. IMF'nin Ekim 2018 Dünya Ekonomik Görünümü Raporu'nda ülkemizde 2019 büyümesinin yüzde 0,4 olacağı tahmin edilmiştir. Bu da ekonomide durgunluğa işaret etmektedir.
Dolar kurunun düşük tutulması, geçmiş dönemlerdeki düşük kur-yüksek faiz rejiminin hedeflendiği yolunda şüpheleri de beraberinde getirmektedir. Enflasyon ve faiz seviyeleri dikkate alındığında 2018, 2019 ve 2020 yıllarında yüksek reel faiz ile düşük kur çıpasının enflasyon ve finansman sorununu aşmada çare olarak görüldüğü izlenimini doğurmaktadır.
Programa göre, 2018 yılında yüzde 11,3 beklenen işsizlik oranının 2019 yılında yüzde 12,1'e yükseleceği, yine 2018 yılında yüzde 20,8 beklenen TÜFE yıl sonu oranının 2019 yılında yüzde 15,9'a düşeceği tahmin edilmektedir. Büyüme oranının yüzde 7,4'ten yüzde 2,3'e ineceği, hatta IMF'ye göre yüzde 0,4 olacağı dikkate alındığında, işsizlik oranında öngörülen artış son derece iyimser görülmektedir.
2019 enflasyon hedefinin tutması da dolar kurunun tahmin edildiği gibi 2019 yılı sonunda iddialı bir düzeye inip inmeyeceğine bağlıdır. Yeni ekonomi programının makro hedeflerinin yer yer tutarsızlık içerdiği görülmektedir. Ancak programda özellikle enflasyon konusundaki iddialı hedeflerin tutturulması diğer makro büyüklüklerin de gerçekleşmesini önemli ölçüde etkileyecektir.
Bütçe açığının millî gelire oranında 2019 ve 2020 yıllarında önemli bir düşüş öngörülmemekte, yüzde 1,9 ve yüzde 1,8 düzeyinde kalması beklenmektedir. Bu durum bütçe disiplini ve enflasyonla mücadele hedefi bakımından bir tutarsızlık gibi görülmektedir. Özellikle KİT açıklarında öngörülen hızlı iyileşmenin nasıl sağlanacağı izaha muhtaçtır. Bu çerçevede, enflasyonda beklenen gerilemenin kamu mali disiplininden ziyade büyük ölçüde iç talepteki ve kamu özel yatırım harcamalarındaki daralma gibi otomatik dengelenme mekanizmaları sayesinde sağlanmasının beklendiği anlaşılmaktadır.
Programa göre, ihracatın 2019 yılında yüzde 7, 2020 yılında yüzde 5 büyümesi öngörülmüştür. İhracat ve ihracata dönük üretimin desteklenmesi gereken bir dönem için oldukça sınırlı bir ihracat artışı hedeflenmektedir. Ayrıca, aynı dönemde ithalat artışı sırasıyla yüzde 3,2 ve yüzde 3,1 olarak öngörülmüştür. İhracatın dış girdi bağımlılığının kısa dönemde kırılmasının mümkün olmayacağı dikkate alındığında, bu varsayımlar da gerçekçi görülmemektedir.
Programdaki hedefler sıkı bir bütçe politikasına işaret etmektedir. 2019 yılında, 59,9 milyar liralık harcama tasarrufu ve 16 milyar liralık gelir artırımı olmak üzere toplam 75,9 milyar liralık kamu kaynağının sağlanması, bütçede kamu yatırımlarının yüzde 36,1 oranında azaltılması hedeflenmektedir. Bu hedefler oldukça iddialıdır.
Vergi gelirlerinin yarıdan fazlasını ÖTV ve KDV oluşturmaktadır. 2019 yılında durgunluktan vergi gelirleri de etkilenecektir. Ekonomi programında böyle bir varsayım göz önüne alınmamış, ihmal edilmiştir. Ekonomik büyümedeki daralmaya rağmen vergi gelirlerinde artış öngörülmektedir. Tüketim, ithalat ve yatırımların daralacağı bir ortamda yüzde 50'si bu kaynaklardan gelmekte olan vergi gelirlerinin daralmayacağını varsaymak gerçekçi bir varsayım değildir.
2019 bütçesinde yapılan önemli bir değişiklik bulunmaktadır. Yüzde 1 olan ikrazen ihraç edilecek özel tertip devlet iç borçlanma senetleri miktarı yüzde 3'e çıkarılmaktadır. Böylelikle Hazine ve Maliye Bakanlığına 28,5 milyar liralık ek borçlanma imkânı sağlanmaktadır.
BAŞKAN - Sayın Kalaycı, lütfen toparlayalım.
MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Bitiyor, son cümlelerim.
Bütçede faiz giderlerindeki yüksek artış da dikkat çekmektedir. 2018 yılında yüzde 35 oranında artışla 76,4 milyar lira olması beklenen faiz giderlerinin 2019 yılında yüzde 54 artışla 117,3 milyar liraya yükseleceği tahmin edilmektedir.
Bütçede, başta çiftçi, esnaf, işçi, memur, emekli olmak üzere dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın refahına yansıyacak önemli bir gelişme öngörülmemektedir. Bu kapsamda, 2019 yılının daha da zor geçeceği görülmektedir.
2019 yılı merkezî yönetim bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Teşekkür ediyorum.