KOMİSYON KONUŞMASI

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Öncelikle bütçeyi bir model üzerinden eleştirmek gerekiyor. İktidar partisinin konuşmacılarının da belirttiği gibi liberal, neoliberal bir model üzerinden bir bütçe savunucusu söz konusu, bizimse sosyal demokratik bir çerçeveden eleştirilerimiz söz konusu olacak. İlk özelleştirmeyle başlamak istiyorum.

Özelleştirme meselesi bütün dünyaya 1980'li yıllarda ağırlıklı olarak giden bir modeldir ve özelleştirme savunucuları hep şunu söylediler: "Eğer özelleştirme yapılırsa fiyatlar düşecek, hizmet kalitesi artacak, istihdam artacak ve rekabet sağlanacak." dediler değil mi? Şimdi, biz bu özelleştirmenin bu ilkelerini kendimize uyarlarsak... Mesela TELEKOM özelleştirmesinden bakalım. TELEKOM özelleştirmesinden sonra teknolojik gelişmeye paralel olarak fiyatlar düştü mü? Hayır düşmedi çünkü özelleştirmeden hemen sonra, hatta 20 lira daire başına sabit ücret konuldu. Bütün teknolojik gelişmeleri de göz önüne almanızı rica ediyorum bu karşılaştırmayı yaparken. Hizmet kalitesi yükseldi mi? Hayır yükselmedi. Yükselmediği gibi de cep telefonu şirketleriyle rekabet edemediği için birçok insan ev telefonunu kapattı, 19 milyon abone neredeyse 13-13,5 milyon abone sayısına düştü. İstihdam arttı mı? Hayır artmadı. Bir dönem 70-75 bin çalışanı olan TELEKOM şu an 20-25 bin çalışanıyla hizmet etmektedir ve istihdam düşmüştür. Peki, rekabet arttı mı? Yine TELEKOM üstünden söylersek sabit telefonda yine bu ilgili kurumların, İletişim Başkanlığının raporlarına bakarsanız yüzde 80'in üzerinde hâlâ TELEKOM bir tekel olma özelliğini devam ettiriyor. Türkiye'nin en büyük özelleştirmesi üzerinden baktığınızda aslında özelleştirmenin bütün mantığının Türkiye'de çöktüğünü görüyorsunuz. Peki, elektrik ve doğal gaz şirketlerinin özelleştirmesinde durum farklı mı? Mesela, ben bir tüketici olarak Ankara'da başka bir elektrik şirketinden satın alabiliyor muyum? Çünkü özelleştirilirken benim gibi tüketicilere bunu söylemiştiniz, "Burada rekabet artacak." demiştiniz. Hayır alamıyorum çünkü 135 megavatın altında tükettiğim söyleniyor ve EPDK bunu yıllardır düzeltmiyor. Demek ki bir rekabet yok. Peki, özelleştirme sonrasında bu durumda ne olmuş oluyor? Tekel olan sektörlerde tekel kârı devletten alınarak şüpheli özelleştirmelerle bazı iş adamlarına aktarılmış oluyor. Şimdi, özelleştirme mantığını sadece -sürem daralmış olduğu için- değerleme mantığı üzerinden gidelim. Sayın Bakan da çok iyi biliyor ki özelleştirme yapılmadan önce ne yapılması gerekiyor? Değerleme yapılması gerekiyor. Ne demek? "Kabaca bu kurum ne kadar eder?" demek değil mi? Bunun çeşitli yöntemleri var, üç beş yöntemle değerleme yapılabiliyor. Peki, kanunda ne vardı? Deniyordu ki: "Özelleştirme yapıldıktan sonra değerleme raporları kamuya açıklanır." Hükûmet ne yaptı? Kanunu değiştirdi ve değerleme raporları artık açıklanmıyor. Bu ne demek? Mesela TELEKOM üç değerleme yöntemiyle ne kadar eder? Bir söylentiye göre 40 milyar dolar ettiği söyleniyor 11,5 milyar dolara satılan TELEKOM'un. Ama biz hâlâ Hükûmet bunu açıklamadığı için hiçbir kurumunu... Çünkü o bana ait, buradaki insanlara ait bir kurum, siz kendi özel mülkünüzü satmıyorsunuz; bizlere ait, 75 milyon insana ait bir kurumu satıyorsanız ben onun değerleme raporunu görmek, sağlıklı olduğu üzerine bir fikir oluşturmak zorundayım. Bu açıklandı mı? Açıklanmadı. Peki, değerleme raporları gibi bir sürü işlem var ihale süreçlerinde yaşanan. Sonuçta ne oluyor? Demin İlhan Bey anlatmaya çalışıyordu, 280 milyon dolara, 292 milyon dolara satılan bir TEKEL İçki, ondan sonra yaklaşık bir buçuk iki yıl sonra yüzde 80'i 800 küsur milyon dolara satılıyor. Şimdi arkadaşlar neyi düşünüyor? Diyor ki: "İki yıl içerisinde değer kazanmış." Bana dünyada iki yıl içerisinde yüzde 400 getiri sağlanmış bir şey gösterin. Mesela, o sırada TEKEL İçkinin depolarında ne kadar stok vardı? Sayıştay raporu çok yüksek olduğunu söylüyor, 100 milyon dolara yakın olduğu söyleniyor. Şimdi, siz bizim malımızı satıyorsunuz, sizin de malınızı satıyorsunuz. Biz bu raporu görmek zorunda mıyız? Görmedik, sonuçta böyle bir şeyle karşılaştık mı? Oradaki sayın milletvekili diyor ki: "Ama öbürü de sattı." Başkası üzerinden biz kendimizi algılamak zorunda değiliz. Eğer bu mal 1 milyar dolara satılıyorsa 1 milyar dolara satılmalıydı çünkü aradaki 800 milyon dolarla, 700 milyon dolarla bu millete çok şey yapılabilirdi. Burada kalıyor mu? Yine TELEKOM özelleştirmesine bakalım. TELEKOM Türkiye'nin en çok kurumlar vergisi ödeyen şirketi 2005 yılında, yüzde 30 kurumlar vergisi ödüyor ve bütün yatırımcılar tekliflerini yüzde 30'a göre ayarlarken altı ay sonra kurumlar vergisi yüzde 20'ye düşüyor. 4 milyar lira kârı olan bir kurum için yıllık 400 trilyon bu yaptığı hesaplardan ek kaynağı cebine koyması demek değerli arkadaşlar.

Mesela, yine TELEKOM'dan... TELEKOM imtiyaz değil mi? Danıştay kararı var, Hükûmet de bunu böyle kabul etti, Cemil Çiçek'in konuşmaları, dönemin bakanının konuşmaları var: "TELEKOM satılmadı, kiralandı." Peki, Sayın Bakan, kiralanmış bir mülkün gayrimenkulleri nasıl satılabiliyor? Her gün gazetelerde biz TELEKOM gayrimenkullerinin satıldığı ilanını nasıl görebiliyoruz, buna nasıl izin verebiliyorsunuz? Ben sizden soru olarak da şunu rica ediyorum: TELEKOM'un toplam ne kadar gayrimenkulü satılmıştır? Yerleri nelerdir? Bedelleri nelerdir? Karşılığında ne kadar gayrimenkul alınmıştır? Artı Telekom'a ne kadar yatırım öngörülmüştü? Biz TELEKOM satılırken hizmet kalitesi artacak sanıyorduk, Türkiye'nin dört bir tarafı fiber ağlarla kaplanacak sanıyorduk, yapılmadığını görüyoruz. Yapılmadığı gibi cumhuriyet yıllarında hepimizin vergileriyle bakır kablolar döşenmişti onlar sökülüyor, sadece bir vilayetimizden çıkan bakır kablo 80 trilyon, yerine beşte 1 maliyetine fiber optik kablolar döşeniyor. Yani yapılan yatırımlar toplanan kablolardan çok daha az bir durumda.

Bir de TELEKOM'un mevcut borç yapısını öğrenmek istiyorum. TELEKOM'un borçları ne kadardır, yabancı kaynakları ne kadardır? Son bilançosunu bir görmek istiyorum çünkü TELEKOM'un çok borçlandırıldığına yönelik şikâyetler var. Benzer durum Eti Maden için söz konusu, SEKA için söz konusu, eleştiriler bu yönde. Yani liberal bir ahlakla özelleştirme yapılacaksa genel ahlaka da uygun olması lazım. Bunlar bizi son derece rahatsız eden şeyler. Türkiye Taşkömürü bir yürek yarasıdır bu ülkede. Kamu işçilerinin çalıştığı ama sürekli zararın üzerinden neoliberal, kısmen de vahşi kapitalist bir saldırı altındadır Türkiye Taşkömürü. Oysaki Türkiye Taşkömürünün en kıymetli madenleri yine şaibeli ihalelerle -ben söylemiyorum Sayıştay söylüyor- özel sektöre devredilip sadece masrafları Türkiye Taşkömürünün üzerinde kalmıştır. Ama bu özelleştirmelerin Soma'da, Kozlu'da, Elbistan'da nasıl işçi katliamına dönüştüğünü gördük biz. Bakın, Soma'da maden kamudayken bir işçi bile ölmüyor, özelleştirildi 301 işçi... Elbistan'da özel sektörün elinde gittiler. Üzülmez'de özel sektörün elinde gittiler bu işçiler. Onun için, böyle, özelleştirmeyi kutsamayın, sonuçta bu şekilde karşınıza çıkabiliyor.

Bir de sosyal yardımlar üzerine konuşuldu, onun da bütçe eleştirisine sizin başlıklar üzerinden gitmek zorundayım. İki tip sosyal yardım var temelde baktığınızda: Nakdî yardımlar, ayni yardımlar. Nakdî yardımlarla kastımız ne? Kamuoyunda çok konuşulan kömür yardımı, makarna yardımı, gıda yardımı şeklinde yardımlar. Ayni yardımlar ne? İşte, bu şartlı nakit desteği sizin uygulamanız, bizim de ileri sürdüğümüz aile sigortası nakit olarak yoksula yapılan yardımlar. Dünyanın bütün literatürü diyor ki: Nakdî yardımlar ayni yardımlara göre üstün, etkili ve verimlidir ama Hükûmet ağırlıklı olarak hangi yardımları kullanıyor? Ayni yardımları. Neden kullanıyor? Kömür yardımlarında -defaten size anlattım- memlekette nasıl bir düzen kurulduğunu ve nasıl bir yolsuzluklar yapıldığını, nasıl fahiş fiyatlarla alma olduğunu Sayıştay raporlarıyla, kamu belgeleriyle hepsini defaten anlattım çünkü onlar da, literatür de öyle diyor. Diyor ki: "Ayni yardımlar suistimale açıktır." Başka ayni yardım ne mesela? Gıda yardımı. 2 tane örnek vereyim size. Birincisi, KİT Komisyonundan, bizim de Komisyondan üyemiz Harun Karaca milletvekili olmadan önce İstanbul'da gıda yardımlarının ihalesini veriyordu ve aynı sırada da belediye şirketlerinin yönetim kurulu üyesiydi. Bana göre doğru değil, etik olarak söylüyorum doğru değil.

İkinci mesele ne? Yani iktidar partisinin MKYK üyesi bir hanımefendinin eşi Ankara'da yardımları veriyor. 200 trilyonun üzerinde arkadaşlar ve çok ciddi Sayıştay sorguları var. Yani Migros'tan veya işte Carrefour'dan veya zincir mağazalardan alınan peynirden daha pahalı olarak tonlarca peynir satılmış. Beyefendiye sormuşlar: "Geç ödeme olduğu için böyle." demiş. Aynı şekilde TOKİ'yle de bağlantıları -siz de biliyorsunuz Vedat Bey- bir sürü yönden devam ediyor. Sonuçta ne oluyor? Nakdî yardımlarda öngörülen risklerin tamamı Türkiye'de gerçekleşmiş oluyor. Nakdî yardımlarda bir diğer mantık neydi? Hak kavramı ile yardım kavramı arasındaki farktı, sadaka kavramı arasındaki farktı. Medeni ülkelerde ve bizim önerdiğimiz sosyal demokrat sistemde sosyal yardımlar bir haktır çünkü kamunun yoksullarına böyle bir yardım etme zorunluluğu söz konusudur ama neoliberal modellerde bu bir sadaka mantığına dönüştürülür. Nasıl dönüştürülür? Devletin hak olarak yapması gereken yardımlar şirketlerin ve bazı kurumların vergi avantajlarıyla diğer devlet avantajlarıyla yurttaşa verdiği bir sadakaya dönüştürülür ve son dönemdeki modele baktığınızda ciddi şekilde bu yardımların hak kavramından çıkılıp sadaka kavramına geçtiğini düşünüyoruz ve bunun en acı örneğini Deniz Feneri davasında görüyoruz. Deniz Feneri diğerleri gibi kapatıldığı için tabii yani kesin bir hükme vararak söyleyemiyoruz ama sonuçta Türkiye'de olan sorun şudur: Türkiye'de ne yazık ki güçlü oyuncuların dayattığı ve kendi çıkarlarına göre dayattığı bir neoliberal sömürgeci anlayış söz konusudur ve bu en sonunda işçimizi, çiftçimizi, esnafımızı sömüren bir model hâline gelmektedir. Demin konuşmacı -son şeye girdiğim için hızlı söyleyeceğim- ekonomik durgunluğu ve bu son dönemde gelişen kötü ekonomik tabloyu üç olaya bağladı:

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkan.

"Birincisi, dış politikadaki gelişmeler; ikincisi, Gezi olayı." dedi, üçüncüsüne de 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını koydu. 3 olayı da kısaca anlatayım.

Dış politikadaki gelişmeleri siz biliyorsunuz. Bu, Arap Baharı'yla başlayan süreç, Hükûmetin değişen tavırları -önce "Ne işimiz var!" deyip sonra Libya'ya giden- oradaki hükûmetler yıkılınca Suriye'nin de bir anda yıkılacağını hesap edip, uzakta kalmamız, tavsiyelerde bulunmamız, yardım etmemiz gereken bir savaşın içine girmemiz ve Suriye ve Irak'ın durumu, şu an duran bir ticaret güneyimizde ve bize gelen 2 milyon tane Suriyeli. Yani baktığınızda aslında sebep gösterdiğiniz şey sizin sebep olduğunuz bir şey.

İkinci mesele, Gezi meselesi. Sürekli kriminalize etmeye çalışıyorsunuz, "Gezi darbedir..." Ya Gezi'deki şeyleri gördünüz arkadaşlar. Gezi'de o kadar polis olayına rağmen, gençler sadece esprileriyle mücadele etti, gençler yaratıcılığıyla mücadele etti, içlerine sızmış birkaç grup dışında. Bu insanlar bu ülkeye bir umut verdi, demokratik bir ülke olduğumuzu, böyle bir direnişte şiddet olmadan, kan akmadan bir şey olabileceğini gösterdi; bütün acılar ortaklaştırıldı ve aslında Türkiye'nin geleceğini ortaya koydular o parkta. Kürt'ü, Türk'ü, ulusalcısı, bütün grupların birlikte yaşayabileceğini gösterdi.

MEHMET YÜKSEL (Denizli) - Ne alakası var ya? Ne alakası var?

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Alakası yoksa siz söyleyin, ben de anlatmaya çalışayım, ben oradaydım.

MEHMET YÜKSEL (Denizli) - O kadar masum değil. 5 bin iş yeri tahrip edildi, neresi masum o işin?

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bir yolsuzlukta tahrip edilen değerlerin yüzde 1'i bile değildi.

MEHMET YÜKSEL (Denizli) - Kim yolsuzluk yaptıysa Allah belasını versin!

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Bence de, o konuda size katılıyorum.

BAŞKAN - Sayın Erdoğdu, devam edin lütfen.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Devam ediyorum.

Diğer mesele, 17-25 Aralık meselesi değerli arkadaşlar. Partiniz ve Hükûmet bunu bir darbe olarak görüyor. Bizse karşıdan baktığımızda şunu görüyoruz: Eğer darbe görüyorsanız bize delillerini göstermek durumundasınız. "Şu şu şu şu sebepler dolayısıyla bu bir darbe girişimidir." Ama aynı zamanda şunu açıklamak zorundasınız: O ayakkabı kutularındaki paralar nedir? O çelik kasalardaki paralar nedir? Bu konuşmalar nedir? Çünkü bu, orada geçen miktarlar benim de vergim, benim de yurdumun varlığı, benim de varlığım. Biz bunları öğrenmek istiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Son bir şey söyleyeceğim. Bir gün bir taksiye bindim İstanbul'da, Giresunlu bir taksici, yani iktidar partisine destek veriyor. Konuşuyorduk, anlattı, böyle yol yapılıyor, şöyle, heyecanla da savunuyor. Dedim ki: "Yolsuzluklar hakkında ne düşünüyorsun?" Dedi ki: "Ağabey, o paraları polisler koymuş." Şöyle baktım, üzüldüm. "Peki, polisler koymuşsa seninkiler niye geri istiyor?" dedim, öyle bir hüzünlendi ki... Bunu kendi seçmeninize de yaşatmamalısınız bence, bunu bize de yaşatmamalısınız. Bu olayın üstüne gidin, kapatmakla bir yere varılmaz. Yarın öbür gün gene açılacak, gerçekten gene açılacak çünkü eğer kapanırsa yolsuzluk suç olmaktan çıkar, o zaman toplum çöker, bağımsızlığımız gider, vatanımız gider. Bu yargılanacak, bence bunu sizin zamanınızda yapın, siyasetin üstünde bu leke kalmasın.

Çok teşekkür ediyorum.