| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 19 .07.2018 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Bu değerlendirme konusunda, bu maddenin değerlendirilmesinde sayın grup başkan vekili gibi pozitif bakmak mümkün değil çünkü bir gerçek var, elimizde bir Anayasa var, Anayasa'da 34'üncü maddenin ilk fıkrası var ki tarifi o yapıyor aslında. İkinci fıkrası da bu konuda kanuni bir düzenleme yapılacaksa onun zorunlu gerekçelerini sıralıyor. Anayasa Mahkemesi de sizin yaptığınız kanuna ve kanunun tatbikine yapılan itirazlara bakıyor ve diyor ki: "Siz burada Anayasa'yı ihlal ediyorsunuz." ve bu konuda Anayasa Mahkemesinin kararları uygulanmıyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiliyor ya da Anayasa Mahkemesinde sonuç alınamadığında AİHM'e gidiliyor, AİHM benzer kararları veriyor. Türkiye bu konuda sürekli mahkûm oluyor ve bu konuda bir düzenleme yapmak lazım. Bu düzenlemeyi yapacağınız zaman, herhangi bir hukuk fakültesindeki öğrencinin önüne AİHM kararlarını, gerekçelerini, Anayasa Mahkemesinin kararlarını, gerekçelerini, kendi kanun metninizi koyarsanız sizin bugün buraya getirdiğiniz teklif metni çıkmıyor, çok açık. Şu çıkıyor: Ortaya koyduğunuz metin, Anayasa Mahkemesi ve AİHM'in kararlarındaki eleştirilen hususlar da aslında biz böyle tutarken kulağımızı, buna yanlış dedi, kulağı böyle tutmaya, biz böyle tutalım ama yine bu kulağı tutalım, onlarda bunlara karşı bir zaman, bir hamle kazanalım ve dönüp dolaşıp bizim dediğimiz yere gelsin ama meselesinin temeli şu: Yani Anayasa 34 uygulanıyor, uygulanmıyor, 2911 onu doğruyor, bunu doğuruyor... Bir gerçekle karşı karşıyayız. Bu 15 Temmuz darbe girişimini araçsallaştırarak 20 Temmuzda ilan edilen OHAL'den sonra, insanların hak aramasına, sesini duyurmasına ne yaptınız ona bakmak lazım. Bir kere verilmiş bir devlet sözü var burada, Bekir Bozdağ dedi ki: "Biz bunu millete değil, devlete ilan ediyoruz." Ben gözümle gördüm, ben değil kamu adına gözleyen bütün basın gördü, basit bir arama motoru katkısıyla birazdan siz de görebilirsiniz, her ayın 13'ünde Soma'da acılı anneler, acılı eşler 300 metrelik bir yürüyüş yapmak istiyorlar, OHAL ilan edildikten sonra her seferinde bu ailelerin karşısına geçildi ve bu yürüyüşün yapılması istenmedi. Mahkeme salonuna giderken Akhisar'da toplanıyorlar, 200 metre yürüyecekler, karşılarına geçiliyor: "OHAL var, valilik yasağı var, bunu kabul edemeyiz." Ya, insanlar adalet arıyorlar, eğer kendinizden bir şüpheniz yoksa yapılan yürüyüşün...
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Kemal Bey'in...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ona da gelelim.
...amacı size karşı falan da değildir, adalet talebiyledir, dünyanın her yerinde de olur. Ama Soma meselesiyle ilgili öyle bir... Her meselenin kendisinde herkesin bildiği ama dile getirmediği, sizin de vicdanınızda hissettiğiniz bir sorumluluk var ki, Anayasa'nın bir başka maddesi ihlal edilmiş, o maden hepimizin olduğu hâlde birilerine peşkeş çekilmiş, adına "redevans" denmiş, "hizmet alımı" denmiş. Madenler devletindir ama madeni veriyorsunuz bir şirkete hem de ihalesiz veriyorsunuz, zaman ve üretim baskısıyla paldır küldür gidiyor oradan kömür çıkarıyor. E, madenler bizim, adam canını okuyor, gidiyor, yüreğini alıyor, madenler bizim olmuyor, bitiyor, Anayasa'yı çiğnettiriyorsunuz orada onlarla ve o üretim baskısından dolayı paldır küldür 301 canımız gitmiş; anası, eşi, çocuğu ağlayacak, karşısına "OHAL" diye dikildiniz. Artvin'de, Yeşil Yol'a karşı teyzenin değneğinin karşısına OHAL'i diktiniz. OHAL sopası koydunuz teyzenin o barışçıl ve kendisinin yürümek için kullandığı o değneğinin karşısına. 8 Martta kadını yürütmediniz. E, kendi billboardınızda Kürtçe Nevruz'u kutlarken Nevruz kutlamalarını yasakladınız. E, billboardlar yapıyordunuz "1 Mayıs tatil hem de Taksim'de" diye, ertesi seneden itibaren Taksim'i yasakladınız ne 15 Temmuz vardı ne bilmem ne vardı. Yani sizin böyle kendinize mağduriyet devşirdiğiniz hiçbir şey yokken Taksim'i de yasakladınız, hâlâ yasaklıyorsunuz. Ve öyle bir noktadayız ki bugün gelen 2911'in uygulanması, Anayasa 34, oradaki haklar, buna karşı yapılan bütün başvurular, bir sınavla karşı karşıyasınız. Bakın, illa birinin size bir şey itham etmesi, sizin dava açmanız gerekmez. Evrensel bir mesele var, bütün dünyada meydanlar turnusol kâğıdıdır, diktatörler meydanlardan korkar, demokrasi meydanlardan beslenir.
Bugün, şimdi, bütün ulaşım araçlarını iktidarın lehine ve içinde olduğu meydanlara ücretsiz yapıp ama 1 Mayıs gibi bir emekçinin en kutsal, alnının teriyle hak ettiği tatilinde, metro duraklarını iptal ederseniz...
YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Bayram yaptık ya.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bırakın, bayram yaptık değil, bayram yaptınız bayramı zehre çevirdiniz.
Polemik yapmayalım, söz hakkı alacaksınız, konuşacaksınız. Ben çok severim de ama hani Komisyonun insicamını bozmayalım.
BAŞKAN - Bozmayalım, bozmayalım, sen devam et.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Yoksa verdiğiniz güvenlik açıklarınızı zevkle doldururum yani orada hiçbir sıkıntı yok.
Ama bir gerçek var, içinde olduğunuz sizin siyasi ya da sizin siyaseten desteklediğiniz meydanlara AKBİL basmaya gerek yok, herkes aksın gitsin eyvallah. "Kardeşim, bunu yaparken size karşı yapılan bir memur protestosuna veya buna katılmak isteyenlere ücretsiz ulaşım sağlıyorum, 1 Mayısta ulaşım ücretsiz, 1 Mayısta metrolar bedava." deyip de şanla şöhretle demokrasiyi büyüteceğinize, siz gücü tahkim eden yerlerde kolaylaştırıcı ama size karşı söz söyleyene, yürüyene, ses çıkarana karşı fevkalade tahammülsüzsünüz. Bir paranoya gelişiyor ve aslında gelişen paranoyanın kendisi olmadık şeyleri besliyor. İnsanlar sokaklara, meydanlara hakkını aramak için çıkarlar ve hakkını arayabildiklerini hissettikleri anda da geri dönerler ama sizin "Bunlar çıkarsa dönmezler, zapt ederlerse bir şey yaparlar, ben de mi giderim, bu, Türkiye'nin bilmem ne baharı olur mu?" paranoyası ve sandıkla gelen sandıkla gider ama sade iktidar partisi için, sivil toplum için değil, meslek örgütleri için değil, ona kayyum atarım... Sandıkla gelen sandıkla gider, eyvallah, vallahi de onun için 15 Temmuzda burada canımızı ortaya koyduk, billahi de. Ama belediye başkanına geldiğinde sandıkla gelen sandıkla gitmez. Hadi götürdün, suç buldun, bilmem ne yaptın falan, tezini kabul ettim, koy sandığı kardeşim, halk yeniden seçsin yöneteceği kişiyi. Yok, atayacağım kayyumu bakacağım keyfime. O yüzden bugün gelinen noktada böyle bir teklifi getirip ortada Anayasa Mahkemesinin, AİHM'in gerekçelerini görmeyip böyle değil, böyle kulağı tutup ama bir şekilde yine kendi bildiğini okuyup... Bu korku, bu paranoya sadece ve sadece başka bir şeyi besliyor ve bundan hiç kimse, hiçbirimiz fayda görmüyoruz.
Demirel "Yollar yürümekle aşınmaz." dedi. O dönemde, "Ya biz yürüyüşü bunu rahatsız etmek için yapıyoruz, adamdaki umursamazlığa bak." diye eleştiriliyordu Demirel. Siz, yolların yürüyerek aşındığının vehmini yaşıyorsunuz ve o yollarda yürütmemeye çalışıyorsunuz. Demirel'e dünya laf söyleniyordu, Demirel'e yürüyüş, kalabalık bir yürüyüş, protesto hatırlatıldığında "Fevkalade memnuniyet duydum, vatandaşın hak araması en çok beni memnun eder." diyordu. Ya, Demirel sizin gibi bu kadar güçlü bir iktidarı yakalamadı tek başına bu kadar yıl ama Demirel'in demokrasiye kazıdığı... Yani ben de böyle Demirel'i geçmişinde demokrasi kahramanı olarak falan görmem ha, onu da söyleyeyim ama şu şanlı şerefli laflardan bir tanesi de size nasip olsun kardeşim. Onu yasakla, onu kısıtla, bunu yasakla, bunu kısıtla. OHAL'i kaldırmakla övündünüz, memleketi OHAL'e boğdunuz. 1 Mayısı bayram yapmakla övündünüz, 1 Mayıslarda canını okuyorsunuz işçilerin. "Taksim serbest." dediniz, o günden beri Taksim'in yüzünü gören yok. Ve böyle sürekli bir paranoya hâlinde... Ve inanın sizin karşınıza da silahı, tankı, topu F16'ları alıp dikilen de bir EĞİTİM-SEN'li, EĞİTİM-İŞ'li, KESK'li, DİSK'li bir işçi, bir öğretmen değil ha, öyle, aynı yola, aynı menzile farklı yollardan yürüdüğünüz adamlar yaptı bunu. Liyakat esasıyla değil, sadakat esasıyla, liyakat esasıyla değil, başka bir aidiyet üzerinden bir yere getirilen adamlar yaptı bunu. Yani sizin korktuklarınız, korkunuzu besleyecek bir şey de yapmadı bugüne kadar. Çünkü yapmaz, adamın yaradılışında yok. Adam solcu, sosyal demokrat, eşitlikçi, hak, hukuk, barış... Adam savaşa karşı, adam silaha karşı. Ama tamamen birlikte olduğunuzu düşündüğünüz ve bundan biraz geriye gittiğinizde birbirinizden ayıramayacak pozisyonda dışarıdan göründüğünüz yaklaşımlarınız, tepkileriniz, her şeyinizin ortak oldukları bunu yaptı, bir darbe paranoyasıyla güzelim sokakları, güzelim meydanları copla... Son söyleyeyim: O oldu mu, bu oldu mu? Bütün televizyonlar gösterdi, isteyene WhatsApp'tan yollarım. Soma'daki karardan memnun olmadı o anneler. Hepsi bir değil, 2 anne, 2 baba. Dediler ki: "Biz Ankara'ya gideceğiz, hâkimimizi değiştirdiler, eski hâkimden hepimiz razıydık, bir tek şirket rahatsızdı." Hâkimi HSK değiştirdi. Eski hâkim için önce "Bu FETÖ'cü çıkacak, bilmem ne..." bir sürü şey dediler. Tertemiz bir insan. Eski hâkimi terfien İzmir'e nakil, Soma davasının hâkimi değişti. Eyvah, başka maden facialarında, ölenleri suçlu bulmuş, şirketi aklamış adam geldi ve eski hâkimden aileler memnun, savunma avukatları memnun, Soma memnun, izleyen kuruluşlar memnun, basın memnun, herkes memnun, bir tek şirket şikâyetçi. Yeni hâkim geldi, bir tek şirketin yüzü güldü. Bütün hepsi bayıldı, bütün anneler bayıldı.
Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN - Tamam, teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - 4 kişi, 2 anne, 2 baba HSK'ya geldiler hâkimi değiştiren HSK'ya. Bundan daha demokratik bir tepki olur mu? HSK'ya ben de daha sonra aracılık ettim, çıktım HSK Başkanına kadar, odasına: "Yapmayın ya, alın içeri, oturtun, üç saat toplantıdan sonra, derdini anlatsın kadın, içi yanıyor." dedim. Ve HSK'nın önündeyiz. 9-10 tane milletvekiliyiz. Anne baba toplam 4 kişi. Avukatları var daha da kimse yok, çünkü çağrı mağrı yapılmamış. Böyle hani sivil inisiyatifler yok. Olmalı aslında yani, eksik bırakılmış yapılmamış. Gittik, polis geldi, önümüze durdu: "Geçemezsiniz." Vekiller geçer, geçemez... Yalvardık, yakardık: "Yapmayın, etmeyin, şu anneye kıymayın falan..." "Peki, anne baba geçsin, avukatlar geçemez." Tabii, hep Hâkimler Savcılar Kuruluna gelmişler avukatlarıyla, toplasan 10 tane avukat var. Orada bir tane sarışın beyefendi -hani ilgilenen ve "Bu doğru değildir." diyen varsa görüntülerden baksın- geldi, adam halüsinasyon görüyor, adam sanrılar içinde, şizofrenik bir hâlle eline bir mikrofon verdi birinin, çocuk da utandı Allah için. Bağırıyor şimdi: "Arkadaki kalabalık grup..." Bunu da bir polis çekiyor. "Arkadaki kalabalık grup, acilen dağılın yoksa güç kullanacağız." Dedim ki: "Yahu sen ne diyorsun arkadaş?" Grup yok, biz varız, 10 tane de avukat var. Öbürü, sarışın buna diyor ki: "Emrini yerine getir, dağıtın o grubu." Grup yok ha! Ve en sonunda ne oldu, biliyor musunuz Sayın Başkanım? O çıldırmış kişi paldır küldür ona küfretti, bunu ittirdi derken, anneler, milletvekilleri yalvar yakar bir tarafa, 10 tane avukatın canına okudu bir köşede, 10 avukatın. Bir ikisini de arabanın içine tıktı zorla. Basın açıklamasını yaparken orada avukat cübbesi görünmesin, hani salonda da kâfi miktarda hukuk fakültesi mezunu var, avukatlıktan ekmek yemiş, buralara kendini mesleğiyle, savunma mesleği gibi kutsal bir meslekle taşımış olanlar da var... Biriniz o videoya bakın ya! Bunların hepsi... Bakıyor adam, bakıyor. Bakın, bu adamı siz talimatlandırmıyorsunuz. Bu adam sizin burada yaptığınız kanuna, kanunun tatbikine, tatbikine karşı Anayasa Mahkemesi kararlarına umursamazlığınıza ve sizin çokça izlediğiniz kanalların meseleyi verirken oradaki 10 kişiyi şeytanlaştırıp... Başka tarafa bakıyor ve diyor ki: "Arkamda koskoca rejim var, ben rejim muhafızıyım, rejim." Demokrasi bekçisidir polis, demokrasi bekçisidir kolluk. "Rejim muhafızıyım." diyor adam, o nokta...
BAŞKAN - Öyle söylüyor yani, öyle mi?
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Öyle görüyor kendini. Hayır, rejim muhafızı demedi canım. Ben diyorum da, tanımlama olarak.
Adamın yaklaşımı rejim muhafızı yaklaşımı ve olmayan kalabalıkları görüp 10 tane meslektaşınıza daldı adamlar, darmadağın ettiler. Sonra bir baktılar ki anne ne dedi biliyor musunuz? "Evladımın mezarından toprak getirdim, bir de onun uğruna öldüğü kömürü getirdim." dedi. Bu kadarmış açıklaması. Gitti, üç buçuk saat bekledi, HSK Başkanı görüşmedi. Sitemlerimizi ilettik: "Ya yapmasaydınız bu kadar." Sonra babanın telefonunu istedi, babayı arayıp görüşecekti.
Ama mesele şu: Güneş çarığı sıkıyor, çarık ayağı sıkıyor. Bugün ayak kişisel hak ve özgürlükler Türkiye'de, bugün hak arayanlar Türkiye'de. Ben polemiklere girmeyi sevmem, ön yargılılarla polemik yapmayı sevmem ama geçmişte hak arama mücadelenize duyarsız kalan, hak arama mücadelenize kötü davranış sergileyenler için ne hissediyorsanız, bakın, mağdur aynı mağdur. Orada başka şey için duruyordu, başka ama görün ki zalim de aynı zalim be kardeşim. Bugün mağdur değişti, zalim değişti yapmayın. Mağdur mağdurdur, zalim zalimdir. O zalimlerden olmayın, zalimliği tahkim edecek bu tip düzenlemeleri de muhalefetmiş gibi savunmayın.
Teşekkür ediyorum.