KOMİSYON KONUŞMASI

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öncelikle, yeni görev dağılımı yapmış olan Komisyonunuza, başta sizin şahsınızda Komisyon Başkanlık Divanına, Komisyonun bütün üyelerine, yeniden görev alan Sayın Bakana, teklif sahibi olarak burada bulunan sayın grup başkan vekiline, Komisyona tüm partilerden ilk kez seçilerek katılan arkadaşlarımıza ve geçmiş dönemlerden devam edenlere, 24'üncü Dönemde birlikte olup, ara verip bu dönem tekrar birlikte olduğumuz bütün arkadaşlara hayırlı olmasını diliyorum.

Tabii, yeni bir dönemde Anayasa değişikliğinden sonra yapılmış olan ilk seçimle, 600 kişiyle oluşmuş ve iki farklı tezin tartışıldığı, sonunda bir tanesinin bir Anayasa değişikliğiyle ve ardından yapılan seçimle bugün Mecliste bunu savunan 2 partinin toplamının çoğunluğu elde edebildiği bir yerde ilk komisyon deneyimi bu. Bu açıdan hem tarihîdir hem önemlidir ama bazı soruların cevaplanması, bazı uygulamaların -ilerde yazılı uygulamalardan daha önemli hâle gelecektir yerleşik uygulamalar- ilk yaşandığında usulen tartışılması ve bu konuda partilerin görüşlerini tutanaklar vasıtasıyla da olsa ileriye doğru bırakmaları son derece önemli.

Bu anlamda, biz zaten parlamenter sistemi, parlamenter sistemde ülkeyi yönetecek olan bakanların Parlamento içerisinden çıkmasını, gerekirse dışarıdan da atanabileceğini, Parlamentoya karşı sorumlu olmalarını, yasama faaliyetleri sırasında kanun tasarı ve teklifinin müştereken ve ihtiyaç duyulduğu şekilde uygulanmasını, eğer sunulan Hükûmetten gelen bir kanun tasarısıysa ilgili bakanın bulunmasını ve savunmasını savunuyoruz, o sistemi savunuyoruz. Biz bu sistemin, tersine, "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" olarak adlandırılan sistem değişikliğinin, pek çok sakıncasıyla, bunun çok ötesinde, rejim açısından tehditler oluşturan bir yaklaşım olduğunu söyledik; ama tezin taraftarları, gerçek kuvvetler ayrılığının böyle sağlanacağını, bundan sonra kanun tasarısı diye bir şey olmayacağını, kanun tekliflerinin milletvekilleri tarafından hazırlanacağını, yasama tekelinin ortadan kalkmadığını, aksine belirginleştiğini, bakanlıklarla ilgili düzenlemeler ve yürütmenin düzenleme yapma yetkisinin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle sınırları çizilmiş, ortaklaşa olabilecek yerlerde de Meclisin o anlamda üstün olduğunu ifade eden açıklamalarda bulundular. Bugün buna göre yetki almış bir Meclisteyiz, buna göre oluşmuş bir Komisyondayız. Ben Sayın Bakanın birikimiyle, tecrübesiyle, geçmiş bilgileriyle Komisyonda olmasından hiçbir rahatsızlık duymam, Cumhuriyet Halk Partisi olarak duymayız ama şunu bir belirginleştirmek gerekiyor: "Sadece yemin edecek bakanlar ve bakanlar tam bir kuvvetler ayrılığı ilkesi içinde artık Mecliste bulunmayacaklar." derken bugün Sayın Bakanı -Komisyon Başkanının yetkisiyle, herhangi bir yasama yaparken kaliteli yasama yapmak için deneyiminden, bilgisinden, birikiminden, akademik kariyerinden yararlanmak istediğimiz bir akademisyen, bir sivil toplum örgütü, bir meslek örgütü veya kaliteli yasamaya katkı yapabilecek birikimde birisini nasıl çağırıyorsak- geçmiş dönem Parlamento içinden çıkmış, bu dönem yürütmeye değil yasamaya talip olmuş ancak daha sonra yürütmenin başı tarafından yürütmede görevlendirildiği için milletvekilliği görevi anayasal olarak sona ermiş birisi olarak kuvvetler ayrılığıyla ilgili kuvvetli tezleriniz ortada duruyorken buraya kaliteli yasamaya katkı sıfatıyla davet edilerek mi geldi? Anayasa'nın amir hükmüne rağmen gerekli İç Tüzük değişiklikleri tamamlanmadığı için, Anayasa'ya uyumlaştırılmamış İç Tüzük'te bakanların komisyona katılma imkânı varken, tırnak içinde, o açıklıktan yararlanarak mı geldi? Yoksa böyle önemli konular görüşüldüğünde elbette sayın bakanlar gelmelidir ve her ne kadar Meclise karşı sorumsuz da olsalar gelip burada katkı yapmalıdır, bu da bizim zaten sizin dediğinize karşı... "Tam kuvvetler ayrılığı" dedik ama kuvvetlerin oluşumunda Parlamentoyu oluşturan iradeyle, örneğin 1'inci partinin milletvekillerinin aday gösterilmesini oluşturan iradeyle yürütmeyi oluşturan irade aynı şahsiyete, aynı liderliğe karşılık geldiğinden zaten biz bunu bu kadar ayıramazdık, ayırsak ayırsak bu kadar ayırıyoruz, buna ihtiyacımız var noktasında mıdır bunu bir netleştirmek lazım.

Altını çiziyorum, biz arzu ederiz ki parlamenter sistemde bakanlar Meclisten çıksın, Meclise karşı sorumlu olsunlar, burada bulunsunlar, teklif sahibi Hükûmetin kanun tasarılarında burada bulunsunlar, savunsunlar.

"Kaliteli yasama için çağırdık." derseniz bu entelektüel bir tartışmadır, bu farklı bir tartışmadır, bir usul ihdası olabilir ama elbette o anlamdaki bir davete icabet de önemlidir, bu konuşulabilir ama bunu nereye oturtuyoruz, bunu bir görmek lazım, bu ilk toplantı ve iddialar var önceden ve bu devam edecek. Örneğin, sadece ve sadece bütçe kanunu teklif edeceklerini bildiğimiz hâlde yürütmenin, bütçe kanunu yolladıklarında gelip burada bakanların bakanlık bütçelerini savunup savunmayacakları açık değil. O bir tartışma konusu. Ama bu durum ortaya konulan tezle çelişen bir durum. Buna karşı üretilecek veya bakanın burada bulunmasını savunacak argümanları duymak isteriz. İç Tüzüksel bir geçiciliğe dayandırılarak mı? Zaten kuvvetleri bu kadar ayıramayız, elimizden gelen budur, böyle olacak yoksa bakanın olmadığı yerde teklif sahibi bundan sonra... Aslında eğri oturalım doğru konuşalım, bizim teklifler aslında bakanlıklarda hazırlanacak işler, onlar buraya gelecek, şeklen milletvekillerimize imzalar attıracağız ama bakanın olmadığı, üst düzey bürokratların olmadığı yerde şeklî imzaların... Bu tasarı için söylemiyorum, imza sahipleri üstüne alınmasınlar, "Sözümüz Meclisten dışarı." diyelim ama bizatihi Meclisin içindeyiz, bu sözler direkt de Meclisten içeridir ama şöyle kanıtlar da bıraktınız: Eğer sıra sayısını önce alırsa bu 1 numaralı kanunu olacak bu Meclisin, 1 numaralı sıra sayısını alacak. Peki, 2 numaraya aday olan yerde neyi görüyoruz? Bülent Turan'ı görüyoruz. Sayın Bülent Turan, mevkidaşım, çıktı ve bir açıklama yaptı. Açıklamasında gazeteciler görevlerini yaptılar ve sordular, dediler ki: "Sayın Grup Başkan Vekilim, bedelli beklentisi var, ne olacak?" Sayın Bülent Turan'ın açıklamasında bir cümlede iki tane çok önemli durum var. Cümle 1: "1 Ekime kaldı, kapsamlı bir çalışma gerekmektedir, bu konuyu 1 Ekimden sonra Meclis gündemine taşıyacağız, o konuda çok kapsamlı bir çalışma yapılması gerekiyor. Şu aşamada mümkün değil, şu aşamada terörle mücadelede boşluk oluşacak, onu yapıp kapatacağız Meclisi." Eyvallah Sayın Turan. On dokuz saat yirmi beş dakika sonra Sayın Turan televizyonların karşısında. Aynı yerde, dekor değişmemiş, bir tek kravat değişmiş ve Sayın Bülent Turan'ı dinliyorsunuz, kulaklarınıza inanamıyorsunuz, diyor ki: "Aslında 1 Ekime bırakabilirdik ancak Sağlık Bakanlığımız ve Gençlik ve Spor Bakanlığımızın kendileriyle ilgili yapmış olduğu önemli çalışmaları bir torba hâline getirdik, bu torbanın içine bedelli askerlik düzenlemesini de koymak suretiyle torbayı sevk ediyoruz, çıkaracağız."

Şimdi, Sayın Bülent Turan -Sayın Mehmet Muş ve yanılmıyorsam eski, önceki Spor Bakanımızın imzasıyla, 2 imzayla verilmiş teklif- diyor ki: "Sağlık Bakanlığı ve Spor Bakanlığı kendileriyle ilgili çalışmalar yapmışlardı, onlar parlamenter sistemde bulundukları sanrısıyla ya da özlemiyle bir tasarı hazırladılar, yapamayacaklarını gördükleri için yolladılar, Sayın Mehmet Muş ile Sayın Osman Aşkın Bak imzaladı, onun içine de bedelliyi koyduk. Çok çalışmak lazım, bu kadar kısa sürede olmazdı ama on dokuz saat elli dakikada bir yerden yapılmışını bulduk, koyduk, biz de buna 'teklif' dedik, güçlü Meclis bağımsızdır; yasama, yürütme, yargı ayrıdır."

Şimdi, oturup burada biz hepimiz, birbirimizin gözünün içine baka baka, birbirimize ve Meclise, millî iradeye hile yaptığımızı, muvazaalı ilişkiler içinde olduğumuzu ve kampanya boyunca milleti kandırdığımızı söyleyeceksek bu gerçeklik üzerinden yol alalım Sayın Başkan. Ama Sayın Bülent Turan'ın -ki Genel Başkanınız grubunuzun, partinizin Genel Başkanı adına, Grup Başkanınız adına konuşur, imza atar, söz söyler ve ciddiye alınır- bir cümlede iki itirafı var ve "Bakanlıklarda hazırlanan şeyi torba yaptık, içine bedelliyi attık." diyor. Bir gün önce de "Çok çalışma lazım, ekime ancak yetişir." diyordu.

Ee, şimdi, "kuvvetler ayrılığı" diyorsun, "Anayasa" diyorsun, "Anayasa'ya sadakat" diyoruz, yemin ediyoruz Anayasa'ya sadakat üzerine. Yeminin içeriğini hatırlatmaktan sıkıntı duyarım, yeminin içeriğinde kullanılan ifadeleri hatırlatmaktan sıkıntı duyarım, bunun dikkatle altını çizmek gerekiyor.

Çok uzatmayacağım, içeriğe yönelik hem Adalet Komisyonumuzun hem Anayasa Komisyonumuzun değerli sözcüleri, hukukçuları bu konuda uzun uzun ve çok yerli tespitler, eleştiriler ve önerilerde bulunacaklar.

Bugün burada OHAL'le ilgili, olağanüstü hâlle ilgili bir düzenleme yapılıyor. Dün akşam 24.00 itibarıyla ortadan kalktı. İki tane sözün birinin tutulup birinin tutulmadığına kurumsal ciddiyet ve halkla, seçmenle iletişim açısından kırmızı kalem çekmek isterim. OHAL ilan edildiğinde bir söz verildi, söz şuydu: "Bunu üç aylığına ilan ediyoruz ama kimse üç ay boyunca Türkiye'yi OHAL'e mahkûm edeceğimizi düşünmesin." Bir buçuk ay gibi bir sürede birkaç tane kanun hükmünde kararnameyle bu işi bitirip Türkiye'yi yeniden OHAL'siz bir döneme kavuşturmanın sözünü verdi ilgili Bakan, Başbakan Yardımcısı. Bu söz tutulmadı. Bilançoyu saymayacağım uzun uzun, uzun bir konuşma için öyle bir hazırlığımız var ve 8 kez uzatılıp yirmi dört ayın sonunda seçim vaadine dönüştüğü için kaldırıldı. Erken seçim yokken "İhtiyaç kadar uzayacak, gerektiği kadar uzayacak, daha çok var." deniyordu. Seçim sathımailinde ağızdan çıkan bir söz üzerine dün akşam kendiliğinden kalktı, aynı Adalet ve Kalkınma Partisinin ilk iktidar döneminde Tunceli'deki yirmi günlük OHAL'in kendi kendine kalkması gibi. Sonra binlerce billboardlarla kutlanmıştı o "OHAL'i kaldırdık, kutlu olsun, şükürler olsun." diye. İlan edilen OHAL yirmi dört ayın sonunda seçim vaadi sonucu olarak kalktı.

Bugün sabah biz Meclis berberindeydik. OHAL'in ilan edildiği gün, 24'üncü Dönem Milletvekilimiz Aytuğ Atıcı "Bu OHAL kalkana kadar bu sakalı kesmem." demişti. "Ya, üç ay zor." dedik, yirmi dört ay sürdü, yirmi dört ay o sözünden dönmedi, seçmenine verdiği sözden. Yirmi dört ay sonra Aytuğ Atıcı bu sabah rahatladı kanun kalktı diye ama bakalım Türkiye dün akşamdan itibaren rahatlayacak mı?

BAŞKAN - Sakalı kesti mi?

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Kesti.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Ee, teklifi benimsiyor o zaman.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şunu söylüyor... O olağanüstü hâlin kalktığı güne kadar yirmi dört ay arkasında durdu. Eğer gelecek ay gerçekleşirse, gelecek hafta bu OHAL hükmündeki yasada ne olacak, göreceğiz.

Ama şunu çok açık olarak söyleyelim, benim anlatmak istediğim, burada altını çizmek istediğim rahatlama şu: Sakalını kesen arkadaşımız rahatladı, Türkiye'nin de rahatlaması lazım. Peki, nasıl rahatlayacak Türkiye? OHAL'in ismine karşıysanız, ismini kaldırdık dün akşam ama biz OHAL'in ismine karşı değiliz, cismine karşıyız. Piyasalar OHAL'in isminden değil, Sayın Tunç, cisminden rahatsız. Yabancı sermaye isminden değil, cisminden rahatsızlık duyuyor. Türkiye'de insanlar isminden değil, cisminden uğradıkları baskı, kişisel hak ve özgürlükler yönünden sıkıntı çekiyorlar ve "OHAL kalksın." diyorlar. Yoksa şikâyet edilen, örneğin, kanunlara aykırı olarak işletilen ve kamuyu rahatsız eden bir işletmeden ahali şikâyetçi olup size geldiğinde iktidar olarak "Evet, bunu kapatacağız." deyip de sonra gidip tabelasını değiştirmezsiniz içeride o bütün hatalar, bütün pislikler, bütün yanlışlıklar sürerken. Sizin verdiğiniz söz "Ben bunu kapatacağım." ise tabela değiştirilmez, gider içerisini kapatırsınız. "OHAL'i bitirmek" demek, "OHAL'in adını değiştirmek" demek değildir.

Önümüzdeki kanun OHAL'in ismini kaldırıp cismini bırakır. Üç ayda bir sizin, bizim üzerimizden Mecliste gelip de bunu gruplar adına yirmişer dakika konuşup da oylama yapma külfetini kaldırır ama ekonominin üzerindeki külfeti kaldırmaz. OHAL'le ilgili getirdiğiniz uygulamaların içinde somut, terörle mücadele açısından zafiyet oluşturacak bir şey var diyorsanız size sorarlar, "15 Temmuzda FETÖ darbesi, kanlı darbe girişimi olmadan evvel getirmediyseniz bu düzenlemeleri, o zaman terörle mücadele zafiyeti yaratan bizatihi Hükûmetiniz miydi?" diye sorarlar. Bugün yeni bir şey icat ettiyseniz onu da burada değil, götürün Millî Savunma Komisyonu konuşsun, millî savunmayla ilgili eksiklikler varsa ona kamuoyunu ikna edin. Ama 15 Temmuz hain darbe girişimini 20 Temmuz darbesi için araçsallaştırıp onun getirdiği OHAL düzeni içinde şimdi yeni getirdiğiniz bu sistemin içinde bu yetkilerle OHAL'i kalıcılaştırmanız biliniz ki ne euroyu düşürür ne doları düşürür ne faizi düşürür ne istihdamı artırır ne yabancı sermaye için güven uyandırır. Ha, şimdi, bundan sonra, efendim, Özgür Özel şunu dedi... Bekliyoruz bunu, hâkim iktidar söyleminden ve hâkim olduğu medya üzerindeki hegemonik dilden şunu beklerim yani diyeceksiniz ki: "Efendim, siz böyle diyorsunuz diye işte Türkiye'ye yabancı sermaye gelmiyor."

Son sözlerim olarak şunu ifade edeyim: Yabancı sermaye bir düğmeye basmakla geliyor, bir düğmeyle çıkıyor falan... Siz benden daha iyi hâkimsiniz o işlere ama velev ki yabancı sermayenin bir uçakta olduğunu düşünelim, sermayesinin de uçağın kargo dolabına koyduğu balya balya dolarlar olduğunu düşünelim. Bu yabancı sermaye bir kere gelmeye karar verdiyse bir yerden gitmeye karar vermiştir yani ayrıldığı, kalktığı havaalanından daha elverişli, daha kârlı ve kendini güvende de hissedeceği bir yer arıyordur. Bu uçak kalkmış, Türkiye hava sınırlarına girdiğinde hava kararmıştır ve ineceği havaalanının ışıklarını görmek ister. Pilot pisti görüp izin alıp yavaş yavaş piste doğru yaklaşmaya başladığında OHAL'in ilanı havaalanının ışıklarını söndürmektir arkadaşlar. Havaalanının ışıkları söndüğünde pilot oraya inmez, inemez, pas geçer, bir iki döner bakar, başka bir aydınlık havaalanı arar.

YILMAZ TUNÇ (Bartın) - Çok havaalanı yaptık, birine iner.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, bu benim yapmaya çalıştığımın içeriği sizin "Havaalanı yaptık, yolları böldük, yürekleri bölmedik." mecazından biraz daha içerikli Yılmaz Bey, biraz daha içerikli bir şey söylemeye çalışıyorum.

İniyor ya, pas geçer, biraz sabreder, sonra gider başka yere iner. O sırada havaalanının ışıklarını kapatanlara "Aman kapatmayın, kapatırsanız bu uçak buraya inmez." deyince uçak başka havaalanına indiğinde siz ışıkları kapatanda sorumluluk görmeyip "Işıkları yakmazsanız gelmezler, karanlık havaalanına iniş olmaz. O uçakta yabancı sermaye var." eleştirisini yapanlara dönüp diyorsunuz ki: "Siz dediniz diye inmedi bu uçak, siz demeseydiniz inecekti. Işığı kapatanda suç yok, 'Havaalanı karanlık, gelmezler.' diyende suç var." O yüzden, bugün burada yapacağınız işin kendisi OHAL'i ne kadar tahkim ederse millete verdiğiniz "OHAL'i kaldıracağız, rahatlayacaksınız." sözünden o kadar uzak düşersiniz. Benim gördüğüm, neredeyse tamamını tahkim ediyorsunuz. Kişisel hak ve özgürlükler açısından, valilere verilen yetkiler açısından Türkiye'yi savurduğunuz yer on yıllarla geriye götürecek bir yer, yok böyle şeyler.

Bir yandan da kendi düzeniniz içinde örneğin Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çıkardığınız, Devlet Denetleme Kuruluna verilen yetkilerle birleştirdiğinizde Kenan Evren bir yerlerden görüyorsa burayı "Ya, bu kadarına ben cesaret edemedim, ben akıl edemedim, ben kendime istemedim, adamlar neleri yaptılar." diyordur. Kenan Evren diyordu ki: "Türk Tabipleri Birliğini, Türk Eczacıları Birliğini denetlettireyim, üstünde kılıcı sallayayım, gerekirse savcılara söyleyip işlem yaptırayım." Savcıya da gerek yok, el koyacak, yönetici atayacak, kayyum atayacak, malına çökecek ve bunu bir elle yapacak. Bir yandan da bunlara itirazlarla ilgili de valilere verdiğiniz yetkiler düşünüldüğünde bugün Türkiye'de insanların özgürlüğü, yaşamaları, vücut bütünlükleri, kendilerine ait malları mülkleri ve bu insanların itiraz hakları, tamamı bir iktidar eli, aklı, makinesi tarafından kuşatılmaktadır. Bu tehlikeye dikkat çekmek istiyoruz.

Sırasıyla geneli üzerinde çok değerli arkadaşlarımız konuşacak, maddeleri üzerinde konuşacak. Bilmiyorum bir alt komisyon uygulaması gibi yasama kalitesini artıracak bir şeyi tercih edecek misiniz, Komisyonunuzun takdirinde. Ama bu saptamalarla ve... Özellikle Sayın Bakan konusunda, biz "Kim katkı verecekse gelsin kaliteli yasamaya katkı versin." diyoruz ama ilk toplantıdır, nasıl dâhil oldu, bundan sonrası için nasıl bir uygulama olacak, Sayın Komisyon Başkanının o konudaki görüşlerini de dinlemek istiyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.

BAŞKAN - Bu çok kısa konuşma için ben de teşekkür ediyorum Başkanım.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Daha kısalarını da yapacağız inşallah.