Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
Konu | : | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/943) |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 25 .04.2018 |
LEZGİN BOTAN (Van) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, değerli bürokrat arkadaşlarımız; ben de hepinize teşekkür ediyorum.
Tabii, bu toplantının en verimli tarafı, bence bu atasözünün doğru kullanımını sağlamak oldu. "Kervan yolda düzülür." Bu, bir disipline olma veya bir hizaya girme, bir hâl yoluna girme anlamında. Atasözleri, yüzyılların tecrübesinin bir bileşkesi olarak anlam kazanan sözlerdir. Doğru kullanımı da önemli.
Değerli arkadaşlar, ben çok uzun bir konuşma yapmayacağım ama dinledim bütün Komisyon üyelerini. Bir alışkanlık var, yasama organındaki çoğunluğa dayanarak "Bizim her yaptığımız doğrudur." mantığı hâkim, bu yanlış. Yani bu şu anlama geliyor: Bu katılımcılığı, katılımcı demokrasiyi, paydaşları örselemektir. Başkasının aklına asla ihtiyacımız yokmuş gibi bir sonuca götürür. Yasama organında yasa koyucu, yasa çıkarabilecek çoğunluğa sahip olabilir iktidar ama ülke hepimizin ülkesi, sorun hepimizin sorunu. Millî Eğitim sorunu hepimizi ilgilendiren, hepimizin çocuklarını ilgilendiren, torunlarımızı vesaire... Öyleyse, salt bir siyasi parti veya siyasi çoğunluk, otorite, kendisinin dışında ülkenin tümünü ve uzun erimli, belki de asırları esas alan, çünkü biz insan kaynağından söz ediyoruz. Yani siz ağaç ekersiniz, yanlış bir toprağa ekersiniz, olmaz, zarar edersiniz, bunun telafisi mümkün ama yetiştireceğiniz nesilleri yanlış yetiştirirseniz, bunun telafisi mümkün değil, çok zordur, bunun bedeli çok ağır olur. Dolayısıyla, bu tür stratejik ve bütün toplumun tümünü, geleceğini de ilgilendiren konularda istişare makbuldür. Muhalefetin sesine kulak vermek lazım, değer biçmek lazım.
Bu bakımından, mesela, şu yapılabilir miydi? Örneğin, şu an önümde Gazi Üniversitesi öğretim görevlilerinin göndermiş olduğu bir e-mail geldi bana ve buradan bakıyorum, serzenişleri şu: Gazi Üniversitesi 1926'dan bu yana, şu an ülkenin her tarafında hizmet veren binlerce büyük akademisyen, doktor yetiştirdi. Zatımuhteremleri en azından şunu zahmet ederler, YÖK ve ilgili, bu işle alakalı olan kurum söz konusu üniversitelere yazı yazar, öğretim görevlileriyle ilgili şeyleriyle bir araya gelir, tartışır hem Hükûmete hem de bu Komisyona öncelikle bir raporun sunulması çok daha isabetli olurdu. Orada bir emek var; on yılların, yüz yılların. Arkadaşlar ta işte 14'üncü yüzyıla kadar götürdüler işi, keşke daha ötesine de götürebilseydik. Ama, ulus devletle birlikte başlayan süreçte biliyoruz ki Türkiye'nin akademik yaşı aslında çok ergen, yani çok eskiye dayanmıyor. Fakat şunu takdir edersiniz ki eğer her alanda olduğu gibi, yüksek öğrenim kurumlarında mutlak kadrolaşma ve iktidarlaşma amacı güdülmüyorsa, bu konuyu paydaşlarıyla tartışmak en doğru yöntem olacaktır.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde meydana gelen olay, üzerinde düşünülmesi gereken bir olaydır, düşündürücüdür arkadaşlar. Jurnalcilik ayıp bir şeydir, yüz kızartıcı bir şeydir. Devletler bu konuda ihtiyacını gidermek için millî istihbarat teşkilatları kurar. Vatandaşı jurnalciliğe, ispiyonculuğa teşvik etmez, bu ahlaki bir meseledir. Devletin ihtiyacı var, devlet bunun için yasal bir kurum kurar ve bu kurum bu ihtiyacı giderir. Ama siz iş yerlerine, akademisyenlere, öğretmenlere, vesaire, aklınıza gelebilecek bütün kurumlara, insanların birbirlerini ispiyonlamasını, birbirlerinin ayağını kaydırmasını ki insan beşeriyet, fıtratı belli; husumetler olur; iş yerinde olur, orada olur, fikrinden olur, düşüncesinden olur, mezhebinden olur, herhangi bir aidiyetinden olur, siz onu teşvik edici, siyasi bir otorite olarak bir yargı, bir değermiş gibi eğer verirseniz; iş barışı, çalışma barışı, birlikte yaşama kültürünü zedelersiniz. Bunu oraya sokamazsınız ve ciddi sosyal, siyasal, ahlaki, kültürel çöküntülere ve problemlere vesile olur. Osmangazi Üniversitesindeki bu meselenin bu anlamda üzerinde düşünülmesi gerekir ve bunun ortaya çıkardığı ve bize verdiği bir sinyal, tehlike sinyali görülmeli, bunun için özellikle üniversitelere, eğitim kurumlarımıza, devletin çeşitli kurumlara, devleti ayakta tutan kurumlara bunun sokulmaması lazım. Emniyete, orduya, Diyanete, Millî Eğitime, insanların birbirlerini jurnallamalarının bir değer olmadığının ve doğru bir ahlaki tutum olmadığının altının çizilmesi gerekiyor.
"Türkiye'nin akademik yaşı." dedik. Düşünüldüğünde, bu kadar akademik, yani bir yüz yıllık, yüz elli yıllık akademik birikimin kesintisiz olduğunu düşünecek olursak, bu bilgi, bilim, tecrübe, parçalanmamalı. Yani bölünme falan, arkadaşlar çeşitli kavramlara farklı yorumlar getirdiler, haklı olarak, herkes kendisinden doğru gördüğü yerden. Arkadaşlar, bu üniversiteler, şu an farklı üniversiteler, doğurarak diyelim, bizim akademik, bilimsel, kültürel seviyemizi bir yere taşıyacak mı gerçekten? Eğer taşıyacaksa, bunu yapalım. Yani, eğer marifet, mesele, hani Nasrettin Hoca'nın bir fıkrası var. Nasrettin Hoca'ya biri bir mektup götürmüş, "Hocam, bana bir mektup geldi, ben okuyamıyorum, siz bu mektubu okur musunuz?" Hoca da bakmış, okuyamamış, geri vermiş. Demiş ki: "Okuyamadım." "Ya, sen ne biçim hocasın, başındaki sarıktan utan." "Marifet sarıktaysa, al senin başına sarığı koyalım, al sen oku." demiş. Şimdi marifet bölmekte veya işte ayrıştırmakta veya işte aynı fakültelerin içinden birkaç fakülteyi alıp farklı bir isim vermekle akademik seviyemiz, bilimsel seviyemiz yükselecekse, kesinlikle yapalım, burada hiç kimse muhalefet etmez. Değilse, sorun bu değilse, o zaman, meselenin özüne bakmak gerekiyor.
Üniversitelerimizi ticarileştiren ve piyasalaştıran bir zihniyetin, bir düşüncenin olduğu, bir kadrolaşmanın zeminine dönüştürüldüğü, her iktidara gelenin sadece üniversiteler değil, birçok devlet kurumunda olduğu gibi, Millî Eğitimde de olmak üzere, kendi arka bahçesi gibi gördüğü bir zihniyet söz konusu. Mevcut iktidarın da şöyle bir çıkmazı var arkadaşlar: Akademik bilimsel özerkliği, kurumsal özerkliği üniversitelerimize sağlamazsak, bunu bir kültür hâline getirmezsek, sadece yasalarla çoğunluğu her sağlayan değiştirirse, bu bir akademik intihar oluyor. O zaman yapılması gereken, üniversiteleri sadece mali özerklikler bakımından değil, kurumsal bir özerkliğe, akademik ve bilimsel bir özerkliğe kavuşturmak lazım ve bunu bir kültür olarak artık yerleştirmemiz lazım. Çünkü bunu yapmazsak; nicelik, nitelik anlamında bırakın dünyayla kendimizle de yarışamayız, kendi var olan Anadolu'daki devasa kültüre layık da olamayız. Mezopotamya, Anadolu uygarlıklarının bize miras bıraktığı o derinliğe inemeyiz, buna layık olamayız hocam. Dolayısıyla, kurumsal özerklik esas olmalı.
Bir üniversite hangi ihtiyaca binaen kurulur? Bölgesel ihtiyaç; akademik, bilimsel, kültürel, sosyolojik ihtiyaçlara binaen; bölgesel kalkınma veya genel kalkınma, ihtisas üniversitelerinin uzmanlaşması, eyvallah. O zaman, buna göre kurulacaksa, eğer bu ihtiyaç varsa, bunun fizibilitesi yapılmışsa, kurulmalıdır. Yeni üniversite şartlarını doğuran birincisi, siyasi saiklerden uzak, akademiyanın inisiyatifiyle uzman kurullar ve kişilerce fizibilitesi yapılıp planlaması yapılır. En kötü planlama bile, hiç plansızlıktan daha iyidir. Ama niye en kötüsü? Daha iyi planlama yapılabilecek kaynak var, akademik bilgi var, birikim var, beceri var. Akademik olarak, idari olarak ve fiziki şartların da o sosyolojik ve bölgesel kalkınma ihtiyacını karşılayacak şekilde bunun, bu üniversiteler ihtiyaçsa tabii ki kurulması lazım, var olan üniversitelerin kimliğine dokunulmaması gerekiyor. Var olan üniversitelerle ilgili eğer tartışma varsa, tek bir rektörlük bünyesi altında yeterince aktive edilemiyorsa, bunun da formülü var, yani onun ismini, onun amblemini bozmadan, bunun da değişik, aynı isimle farklı öneriler geliştirmek bence de mümkün. Çünkü birçok, evet, Hakkâri Üniversitesi veya ne bileyim işte Tunceli'de üniversite kuruldu, Bayburt'ta kuruldu. Üniversite kurmak yetiyor mu arkadaşlar, gerçekten yetiyor mu? Yani biz o illerin, o bölgelerin akademik, kültürel, sosyolojik, antropolojik, etnografik bütün renklerini, ihtiyaçlarını karşılayan ve onun akademik anlamda içeriğini dolduran bir perspektifle şu an öğrenci yetiştiriyor muyuz? Örneğin, sözünü ettiğim illerdeki veya Rize'deki "A" üniversitesinin şu an durumu, akademik düzeyi, üretim düzeyi, bilimsel üretim düzeyi nedir? Bizim elimizde şu an veriler muhtemelen var, muhtemelen sizlerde ve YÖK'te bu bilgiler var. Şimdi bunlara baktığımız zaman sadece bir binaya tabela asmak yetmiyor.
Üniversite ihtiyaçtır, dünyayla rekabet ediyoruz ama bu rekabet sadece ekonomik değil, sosyal, bilimsel, toplumsal bütün alanlarda Anadolu Mezopotamya kültür derinliğini, çeşitliliğini bilime ve akademiye aktararak onu dünyada akademik olarak, özellikle kültür meselesinde... Daha önceki Cumhurbaşkanı dile getirmişti AKP'ye yönelik bir değerlendirmede bulunurken -biz iktidar olduk ama- kültürel olarak birtakım şeylere vurgu yapmıştı.
Şimdi, içinin kültürel değerlerle, kültürle, kültürün bizatihi kendisine, onun rengine, onun çeşitliliğine dokunacak, ona inecek bir akademya zekasına, aklına sahip değilseniz bu tabii ki siyasetin içi sadece şeklen kalır, kabuk kalır, onun içini doldurmak lazım.
HDP olarak var olan üniversitelerin bölünmesini doğru bulmuyoruz; akademik, bilimsel niteliklerin artırılması gerekiyor; yeni üniversitelere ihtiyaç varsa bunun fizibilitesi yapılır, akademyanın yine paydaşlarıyla kurulabilir. Bu konuda ihtiyaç olan yerler vardır, benim kendi ilim de buna dâhildir, Van dâhildir -herkes kendi ilinden söz etti- Van'da sadece bir üniversite var ve Van'daki üniversite -yanlış anlaşılmasın- hâlen Atatürk Üniversitesinin, Erzurum Üniversitesinin bir uzantısı gibi duruyor, bir kimlik edinemedi, kazanamadı, niye? İşte o yanlış ilişkiler sonucu, yanlış akademik, birtakım... Ben burada ifade etmek istemiyorum yani zamanınızı almak istemiyorum aslında hocam anlıyor benim ne demek istediğimi. Her üniversitenin de bulunduğu ilde ve o ilin potansiyeliyle bir kimlik edinmesi, markalaşması için niteliğin artırılması gerekiyor. Var olan üniversitelere ve kurulacak üniversitelere kurumsal özerkliğin verilmesi lazım.
Vakıf üniversiteleri açısından da birkaç şey söyleyeyim: Vakıf üniversiteleri vakıf kaynaklarıyla iş yapar. Bu yetmiyor, diyelim ki onun denetlenmesi ve onun mevcut kaynakları eğer potansiyel yani hedef öğrenci kitlesinin ihtiyaçlarına, akademik, idari kitlesinin ihtiyaçlarına cevap veremiyorsa bunu ayrıca tartışmak lazım ama vakıf üniversiteleri şu an özel üniversiteleri geçti arkadaşlar. Öğrencilerden alınan harç oranları oldukça yüksek, ticarileştiler, piyasalaştılar. Denetlenmesi gerekiyor tamam ama şu an vakıf üniversitesiyse vakıf üniversitesinden ne anlıyoruz; buna uygun hareket etmesi lazım. Ama adı vakıf üniversitesi fakat bir şahsın açmış olduğu ticari üniversitelerden çok daha ticarileşen bir konuma geldi.
Dördüncü olarak şunu söyleyeyim: Siyasi ve ticari amaçlarla üniversitelere yaklaşılmamalı, kesinlikle. Üniversiteleri biz ticarileştirdiğimiz vakit oradan yetiştireceğimiz insan kaynaklarının çok nitelikli kaynaklar olacağını düşünmüyoruz.
Beşincisi, bir ülkenin istihdam kapasitesi -bu çok önemli- gelişim olanakları ile yetişmiş insan kaynakları orantılı ve entegre bir uzun erimli planlamaya ihtiyaç var. Yani bunu millî eğitimden başlayarak nüfus planlamasını doğru yapmak lazım. Yani dinamik bir nüfus var, üretken bir nüfus var, genç bir nüfus var, genç bir enerji var; bu, son derece önemli, kıymetli yani hem dünyadaki muhataplarınız hem bölge koşulları bakımından son derece verimli, üretken, yaratıcı bir enerji ama bu enerjiyi doğru planlayamadığınız zaman, doğru konumlandıramadığınız zaman, doğru bir perspektif, doğru bir planlamayla yaklaşmadığınız zaman maalesef çok da işe yaramıyor. Parametreleri hocam saydı, son derece önemli bu parametreler fakat bu parametreleri gerçekten yaşamsallaştırmak, hayata uygulamak varlıklarından çok daha önemlidir sayın hocam. Yani, tespit doğru ama bu tespiti ne kadar yaşamsallaştırıyorsunuz, ne kadar hayata uyguluyorsunuz yani sadece siyaseten söylenmiş sözlerin ötesine ne kadar geçtiğimiz de bu manada önemlidir.
Var olan üniversitelerimiz özellikle İstanbul Üniversitesi, İnönü Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve diğer üniversitelerimize tekrar önerimizdir; bu üniversiteler kimliklerini, varlıklarını korusun. Bu üniversitelerle ilgili eğer varsa sıkıntılar mali, idari bunlar ayrıca tartışılır, çözülür.
Yeni üniversitelere de ihtiyaç var, bunu da destekliyoruz, bunun doğru bir şekilde fizibilitesi, araştırması yapılarak kurumsal özerklikleriyle birlikte bu üniversitelerin kurulmasında fayda var. OHAL koşullarında 15 tane üniversite kapatıldı, demek ki üniversiteyi açıp kapamak yetmiyor, sadece üniversiteyi kurmak da yetmiyor hocam. Yani hayatın gerçekliği başka bir şeyi de bize öğretiyor yani. En azından bu örneği de gözeterek üniversiteleri kim ve hangi ihtiyaca binaen kurulduğunu da bilmekte fayda var. 5 bin akademisyen bunun kurbanı oldu, 5 bin akademisyen, yetişmiş insan. 15 üniversite açıldı ama 5 bin akademisyenle birlikte kurban olarak gitti. Niye gitti bunun tartışmasına girmemize gerek yok; öngörülü olmak zorundayız. Paydaşlarımızla ortak akılla, 85 milyon insanın ortak aklıyla, ortak vicdanıyla hareket ettiğimiz zaman doğrulara daha yakın hareket ederiz. Ama sadece salt kendi aklımızla 85 milyon insandan daha isabetli, daha akıllı düşünürüz derseniz bilin ki bir noktadan sonra ciddi hatalarla karşılaşacaksınız. FETÖ meselesi bu anlamda öğretici ve eğiticidir, dersler çıkarılması gerekiyor. 400 akademisyen de sadece barış imzacısı olduğu için Türkiye'nin Türkiye akademyasının yetiştirdiği çok değerli beyinler, akıllar sadece bir imza için harcanmaması gerekiyordu. Umarım tekrar bu akademisyenleri akademyaya kazandırmış oluruz.
Bunun dışında son olarak, son komisyon toplantımız olacak gibi, ben de bütün arkadaşlara mesai süresi boyunca, burada bulunduğumuz süre içerisinde katkılarından dolayı teşekkür ediyorum, sürçü lisan ettiysek affola.
90'lı yıllarda açılan İstanbul Kürt Enstitüsü sadece Kürtçe değil ve lehçeleri üzerine çalışma yapmaktan başka zerrece hiçbir kusuru, hatası yok, kapatılmıştır KHK'yle, bunun mutlaka açılması lazım, bu yanlıştır. Yani hem kardeşlik duygusu hem Kürtçenin bir dil oluşu hem Kürt Dili ve Edebiyatının da, Ahmedi Hani'nin de Türk çocukları Edirne'deki, Bursa'daki çocukların istifade etmesi için bu değerli kurumun tekrar açılması lazım. Bölgedeki üniversitelerin bünyesinde Diyarbakır olur, Van olur bunların bünyesinde de Kürdoloji eğer sosyolojik ihtiyaçlardan, kültürel ihtiyaçlardan söz edeceksek ve vergisini veren bu ülkenin asli unsuru, vatandaşı olan Kürtlerin ve bölgedeki insanların bu ihtiyacını da gidermek için var olan üniversitelerin bünyesinde Kürdoloji bölümlerinin canlandırılmasının faydalı olduğunu düşünüyorum ve hepinize teşekkür ediyorum.