| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/943) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 25 .04.2018 |
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; hepinize saygılar sunuyorum.
Heyecan güzel şey tabii, adrenalin herkese lazım. Burada tıpçı hocalar var, onların işine karışmayayım ama serinkanlı biçimde olayı eğer tartışamazsak biz çok yanlış yaparız.
Yani başta Gaye Hanım'ın yaptığı bu, iktidar milletvekillerinin seçilebilirliklerini artırmak için bu gibi atraksiyonlarla girdiğine... Ben de maşallah, siz, seçime hazır vaziyettesiniz, epeyce bir seçim kürsüsünden konuşma dinler gibi...
GAYE USLUER (Eskişehir) - Öyle demedim.
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Şimdi, bak yani çuvaldızı bize batırdınız, ben iğneyi batırınca hemen tepkileriniz ortaya çıktı.
GAYE USLUER (Eskişehir) - Dinlememişsiniz, öyle demedim. Keşke dinleseydiniz.
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Arkadaşlar, dünyada değişmeyen tek şey vardır, o da değişimin kendisidir. Değişime direnerek statükoculukla "Mevcut yapıyı aman koruyalım." mantığıyla hareket ettiğimizde büyük sıkıntı çekeriz. Burada ben özele ilişkin eleştirilerin genele ilişkin eleştirilerin önüne geçtiğini maalesef gördüm. Bu, bizim büyük devlet oluşumuzun getirdiği sıkıntının bugüne yansımış şeklidir. Biz burada biraz daha üst perdeden, üst bakış açısıyla olayları değerlendirmek durumundayız.
Mustafa Hocamla daha önce biz yine böyle bir konuda karşı karşıya geldik. O zaman ben tekrar söz alma ihtiyacı duymadım ama bugün yeniden birkaç arkadaş tarafından vurgulanınca bu konuya değinme ihtiyacı duyuyorum.
Türkiye'nin bir ikilemi vardı AK PARTİ iktidara geldiğinde: Üniversitelerin önünde bir yığılma, üniversitelere öğrencilerin girememesi, üniversite sınavına giren milyonları bulan öğrenciler. Bu bir gerçekti ve Erdoğan Teziç'in daha sonra AK PARTİ dönemindeki YÖK başkanlarını eleştirirken ki söylemini ben çok net hatırlıyorum: "Bunlar üniversitelerin kapısını açtılar, herkesi üniversiteye aldılar, üniversitenin önündeki yığılmayı giderdiler ama bundan sonra başka sorunlar çıkacak. Ben hiç tavsiye etmem, yine üniversitenin önünde öğrenciler yığılsın, yine üniversiteye giremesinler ama üniversitelerden çıkanlara biz hiç olmazsa belli oranda iş garantisi verelim." şeklinde bir ifadesi, bir eleştirisi olmuştu. İki yöntem, ya onu tercih edeceksiniz ya bunu tercih edeceksiniz. Peki, gelin, burada şunu konuşalım: Millî Eğitim Müsteşarımız Yusuf Tekin Bey burada, YÖK yetkililerimiz burada, eski Millî Eğitim Bakanımız burada, burada da üniversite hocaları var ve eğitimle ilgilenen insanlar var. Niye biz eğitimi entegre hâle getirmeyi artık yavaş yavaş gündemimize almıyoruz? Yani biz, meslek edindirme noktasında, herkesin üniversiteye gitmesi yerine, ortaöğrenimden itibaren, ilkokuldan itibaren, liseden itibaren yönlendirmeyi yaparak kalifiye elemanları da -yararlanmak üzere- üniversiteye yönlendirelim, ara eleman açığını da Millî Eğitimin okullarından karşılayalım. Yani sürekli birbirimizle, çoğu zaman da gölgemizle dövüşmekten doğru düzgün düşünemez hâle geldiğimizi ben maalesef buradaki tartışmalarda görüyorum.
Bunun üzerinde özellikle durmak lazım belki. Üniversiteden mezun olan herkese iş garantisi veren -tekrar söylüyorum, bunu daha önce ifade etmiştim ve karşı çıkılmıştı- hiçbir devlet yoktur. Muhakkak büyük oranda ihtiyacını üniversite mezunlarından karşılar ama "her üniversite mezununa iş garantisi vermek" diye bir model henüz uygulanabilir çerçevede değildir, kısmen ütopiktir tamamen ütopik olarak değerlendirmesek bile. Şimdi Millî Eğitim ile YÖK iş birliği yaparak, yeni bir eğitim modeli getirerek değişecek, değişmeli. Yani "Yine bunu da değiştireceksiniz." filan diyorsunuz ama bence muhakkak değişmeli. Bizim yeni bir yapılanmaya giderek artık üniversiteleri bu çerçevede ele alma ihtiyacına veya sonucuna varmamız lazım yani bütüncül bir bakış açısına kavuşturmamız gerekiyor.
Sahiplenmek çok güzel bir duygu. Yani üniversitesini sahiplenmek, üniversitesinin ismini sahiplenmek hakikaten takdire şayan bir duygu, tebrike şayan bir duygu ama şunu da unutmamak lazım: Dünyada -işte burada rektörlerimiz var, ben de bir üniversite hocası olarak söyleyeyim- "yönetilebilirlik" diye de bir kavram var. Üniversitelerinin kadroları eğer şişmişse, öğrenci sayıları çok yüksek oranlara ulaşmışsa bu üniversitelerin bölünmesi dünyada da örnekleri olan kaçınılmaz bir sonuçtur. Sonuç itibarıyla da bu isim değişiklikleri diplomayı etkilememektedir, iş bulma imkânını etkilememektedir, sadece bir isim değişikliğidir ve değiştirilen isim de kötü bir isim değildir. Yani bir arkadaşımız "İnönü ile Özal'ı karşı karşıya getiriyorsunuz." dedi, ben hayret ettim. Niye "Yan yana getiriyorsunuz." demiyorsunuz da "Karşı karşıya getiriyorsunuz." diyorsunuz? Zaten o Malatya ili yetiştirdiği bu 2 insanı karşı karşıya getirmiş filan değildir, ikisini de saygıyla karşılamıştır, ikisini de büyüğü olarak kabul etmiştir, ikisini de siyasi lider olarak Türk toplumuna armağan etmiştir; biz onları niye karşı karşıya getirelim?
İstanbul Üniversitesi ile İbni Sina Üniversitesinin adı arasında da bence çok büyük bir çelişki yok. "İbni Sina" adı da çok saygın bir addır, hakikaten çok benimsenecek bir addır. Bizim artık işi sahiplenmenin ötesinde bir noktaya taşıyarak, kusura bakmayın ama bir tutuculuk sergilediğimiz ortaya çıkıyor; hatta bir nevi isim kültü oluşturuyoruz, bir dogmatizme gidiyoruz. Doğrusu, bu kadarını ben fazla buluyorum. İsimden ziyade müsemma önemlidir, hatta hangi üniversiteden mezun olduğunuzun da belli bir noktada artık önemi yoktur; sizin akademik kariyeriniz, akademik yetişmişliğiniz, hangi üniversiteden mezun olursanız olun, sonuçta kendinizi bilim dünyasında ispatladığınızda, sizi en büyük üniversiteye taşıyacaktır. Halil İnalcık böyle taşınmıştır ama Fuat Köprülü bir değer olarak bütün ilim çevrelerince tanınmasına rağmen, Türkiye'nin dışına -işte bir Fransa'ya gitmiştir, o kadar- taşınmamıştır. Bunlara biraz bakmak lazım, üniversitelerin niteliğine bakmak lazım.
Şu hususu da ben özellikle vurgulamak istiyorum: Üniversitelerin sayısının artması iyi mi kötü mü? Nereden baktığınıza bağlı. Mesela ben şöyle bir bakış açısı vereyim size: Anadolu insanı kız çocuğunu Ankara'ya, İstanbul'a eğitime göndermekte çekinir davranıyorken üniversite kendi iline geldiği için eğer bu kız çocuklarını rahatlıkla üniversiteye gönderiyorsa, bu açıdan baktığınızda, fevkalade bir olaydır ve bugün bizim üniversitelerimizdeki kız öğrenci sayıları inanılmaz derecede artmıştır. Sizin "taşra üniversitesi" dediklerinizin -ki ben bunu kabul etmiyorum, taşra "dışarı" filan olarak sonradan evrilmiş bir kelimedir- hepsi bu memleketin sınırlarının içinde üniversitelerdir. Mustafa Hocam çok güzel söyledi, ben daha önce bir konuşmamda vurguladım, Erzurum Atatürk Üniversitesi bence anaç bir üniversite olmuştur. Hadi "anaç" lafını beğenmeyenler için "babaç" diyeyim, babaç bir üniversite olmuştur, her tarafa öğretim üyesi yetiştirmiştir.
GAYE USLUER (Eskişehir) - "Anaç"ı beğeniyoruz, güzel.
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Şimdi, sizin üniversiteniz de öyle, Osmangazi Üniversitesi de anaç bir üniversitenin yavruladığı bir üniversitedir ve siz de orada çok büyük başarılara imza atmış bir isimsiniz; bunu da ayrıca söylememiz lazım.
Şimdi, bunları dile getirdikten sonra, eskiye gidilmesi durumunda ne olacağını da söyleyeyim. Ben tarih hocasıyım, burada yine tarihçiler var; vallahi, istediğiniz kadar sizi eskiye götürebiliriz. İstanbul'un adını "İslambol" yapalım, yetmedi "Konstantinopolis" yapalım, biraz daha eskiye gidelim, başka bir ad yapalım; bunun sonu yok. Onun için bazı arkadaşların, Diyarbakır'ın adının "Âmid" olması... "Diyarıbekir" Bekr İbni Vail oğullarından dolayı sonradan revaç bulmuş "Âmid"ten öncesine gidelim o zaman, ondan da öncesine gidelim. Bunun, geriye doğru gidişin sonu yok, bugün hangi isimle anılıyorsa o isimle kabul etmek lazım ve değişime de direnmek hakikaten mantık dışıdır. Hepiniz doçentlik jürilerinde bulundunuz, doçentlik jürilerinde en büyük kriterlerden bir tanesi neydi hatırlayın, bilime yenilik getirmek. "Yenilik" dediğiniz zaman "değişim" demektir. Eğer değişime karşı çıkarsanız bilimde yerinizde saymış olursunuz.
Bir başka şeyi de vurgulamış olayım: "Göç yolda düzülür." yanlış anlaşılıyor galiba. Göçe karar verilmiştir, ekipmanlar hazırlanmıştır, hedef bellidir, araçlar bellidir, çıkış yeri bellidir, varış noktası bellidir; sadece yolda giderken denklerde olacak ufak tefek çözülmeler, unutulan üç beş basit eşya yolda telafi edilir ama göçten asla vazgeçilmez, göçün geri dönüşü yoktur. Onun için, biz güzel bir yola çıktık.
Şunu da söyleyerek noktalayayım: Büyük devletlerin serencamı biraz da böyledir arkadaşlar. Biliyorsunuz, biz büyük devletiz ve bu büyük devlet Zümrüdüanka gibi küllerinden yeniden doğarak Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur ve bu devlet şu anda... Eğitime herkes laf ediyor, beğenmiyor, eğitimi en çok eğitimciler eleştiriyor fakat bizim yetiştirdiğimiz insanın sayesinde, bizim verdiğimiz eğitimin sayesinde bugün 160 milyar doların üzerinde ihracat yapan bir Türkiye gerçeği var, kasasında, Merkez Bankasında 110 milyar dolar parayı biriktirme, tasarruf etme başarısını göstermiş bir Türkiye gerçeği var, uluslararası bilim çevrelerince gayet saygın bilim adamlarımız var ve biraz da biz eleştiri oklarını kendimize fazlaca yöneltiyoruz.
Bu hususların altını vurgulayarak saygılar sunuyorum. İnşallah bundan sonraki aşamalar çok daha güzel olacak. Klasik bir cümleyle noktalamış olayım, dünümüzden çok daha iyi noktadayız ve emin olun yarın çok daha iyi bir noktada olacağız. Eğitim güzel gidiyor bana sorarsanız. Eksiklerimiz var, eksiklerimizi görmezden gelmeyelim. Bu anlamda, ben YÖK'ün planlamalarını filan kısmen takip ediyorum, hangi bölümlerin açılması gerektiği noktasında zaman zaman birlikte çalışmalarımız oldu. Millî Eğitim Bakanlığımızın, özellikle, bizleri bilgilendirme toplantıları, kendileriyle ikişerli, birerli görüşmelerimizde verdiği notlar beni gelecek adına bir hayli umutlandırıyor. Birazcık motivasyon eksikliğimiz var kanaatindeyim. Bu motivasyon eksikliğini tamamladığımızda Türk eğitim sistemi çok iyi bir noktaya gelecek.
Küçük bir not: Türkiye'de yükseköğrenimde 2002 yılında 16.656 öğrenci eğitim görürken; bu bizim beğenmediğimiz, kötü üniversitelerimizde yüzde 584 öğrenci artışı olmuş, dışarıdan talep olmuş, bugünkü rakam 2016-2017 eğitim öğretim yılında 103.076. Çok kötü durumda değiliz. Daha iyi olabilir miyiz? Elbette olabiliriz, olmak için de gayret ve çaba sarf etmek ve burada hep beraber hareket etmek bence arzulanan şeydir.
Saygılar sunuyorum.