KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Komisyonun değerli üyeleri, basının değerli emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, öncelikle, AKP ve MHP koalisyonunun Komisyonumuzun huzuruna getirdiği erken seçimle, bizce panik, korku ve endişe seçimiyle ilgili önerge üzerinde partimiz adına söz almış bulunmaktayım.

Tabii, demokrasinin genel bir kavramı vardır, genel anlamıyla demokrasi, halk iktidarı olarak tarif edilir. Abraham Lincoln 1863 tarihli Gettysburg söylevinde demokrasiyi "halkın halk eliyle, halk için hükûmeti" şeklinde tanımlamış. Buradaki "halk" kavramı belli bir zümreyi, sınıfı, inanç grubunu, etnik kimliği, dil topluluğunu ya da siyasal, ideolojik oluşumun mensuplarını değil; ülke sınırları içinde yaşayan inancı, dili, kimliği, siyasal ideolojisi, aidiyeti ne olursa olsun bir bütün olarak yurttaşların tamamını ifade eder. Çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazı demokratik, özgür, şeffaf, güvenilir ve adil seçimlerdir. Çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazlarından biri de yurttaşların gerek ülke yönetimine gerekse yerel yönetimlere katılımının, yönetimde söz sahibi olmalarının önemli bir kanalı da yine demokratik, şeffaf ve güvenilir seçimlerdir. Elbette, seçimlerin halk iradesini, yurttaş iradesini en doğru biçimde yansıtacak özgür, demokratik ve şeffaf koşullarda gerçekleştirilmesi kadar güvenilir usul ve yöntemlerle gerçekleştirilmesi de bir ülkede demokratik siyasetin hâkim kılınması bakımından hayati niteliktedir.

OHAL koşullarında seçim ve Halkların Demokratik Partisi milletvekillerinin yokluğu seçmen iradesinin aslında itibarsızlaştırılmasıdır. Olağanüstü hâl altında gerçekleşen son referandumda görüldüğü gibi, seçim usul ve yöntemlerindeki aksaklıklar seçimi bir bütün olarak zan altında bırakabilmekte, yapılan oylamaya gayrimeşru bir nitelik katmaktadır. Anayasa Komisyonu olarak bu dönem halkın iradesiyle seçilmiş milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması, Anayasa değişikliği, yasamanın anayasası niteliğinde Meclis İçtüzüğü değişikliği, Yüksek Seçim Kurulu Teşkilat Yasası ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Diğer Bazı Seçim Kanunlarında Değişiklik Öngören Kanun gibi son derece önemli muhtevalara sahip ve sonuçları bakımından son derece ciddi etkiler yaratan ve yaratacak düzenlemeler yapıldı. Şunun altını çizmek ve kabul etmek durumundayız ki bu çok önemli yasal düzenlemelerin bir buçuk yılı aşkın süredir devam ettirilen olağanüstü hâl koşullarında yapılıyor olması ülke demokrasisi bakımından oldukça önemli bir sorundur. OHAL koşullarının yanı sıra Parlamentonun üçüncü büyük siyasi partisi olan Halkların Demokratik Partisinin 9 seçilmiş milletvekilinin, Demokratik Bölgeler Partisine mensup 63 belediye eş başkanının hâlen cezaevinde tutulduğu bir süreçte ve OHAL koşullarında panik seçime karar verilmesi seçmen iradesinin itibarsızlaştırılması bakımından büyük bir skandal niteliğindedir. İçerisinde bulunduğumuz süreçte çok açık ve net olarak görülmektedir ki seçim güvenliği kadar bir diğer önemli problem de seçilmişlerin güvenliğidir.

Geldiğimiz noktada gerek milletvekili genel seçimleri gerekse yerel yönetimlerin şekillendiği mahallî seçimlerin anlamını yitirdiği, parlamenter sistemin âdeta askıya alındığı bir dönemdeyiz maalesef. Belediyelere kayyumların atandığı, milletvekillerinin tutuklandığı ve milletvekilliklerinin düşürüldüğü, bütün yetkilerin merkezîleşmiş Hükûmette toplandığı, atanmışların seçilmişlere tercih edildiği bir ortamda sözüm ona, yasama faaliyeti yapıyormuşuz gibi görünmeye çalışmak son derece trajikomiktir.

Seçme ve seçilme hakları en temel hak ve özgürlüklerden olup bu hakların özüne zarar verecek koşullar altında seçim düzenlemeleri yapmak ve seçime gitmek bizatihi bu temel hakların hiçe sayılması anlamını taşıyacaktır. 15 Temmuz 2016'da yaşanan başarısız darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ve ardından çıkarılan çok sayıda KHK'yle Parlamento âdeta devre dışı bırakılmıştır.

Seçimin özgür bir ortamda yapılması gerekmektedir. Milletvekilleri üzerindeki gözaltı, tutuklama tehdidi; gazetecilerin, akademisyenlerin, STK'lerin, basının ve tüm toplum kesimlerinin susturulduğu, yargının vesayet altına alındığı bu ortamda yapılacak seçim, Parlamentoya ve demokrasiye yapılan bir provokasyondur. Özellikle, dokunulmazlığı kaldırılan tüm milletvekilleri üzerinde sürdürülmekte olan gözaltı ve tutuklama tehdidi, seçimlere dair kanuni düzenlemelerin özgür bir ortamda tartışılmasını dahi neredeyse imkânsız kılmaktadır. Olağanüstü hâl koşulları altında yürütülen toplumsal kutuplaşmanın had safhaya ulaştığı; muhalif olan hemen her fikrin, tutumun ve eylemin her an kriminalize edilebildiği günümüz Türkiyesindeki koşullarla temel toplumsal ve yasal düzenlemeler bağlamında demokratik seçim çalışmalarının yapılabileceğini varsaymak demokratik kültürü kavramamış olmak anlamına gelmektedir. Birden fazla partinin yarıştığı ve herkesin eşit oy hakkının bulunduğu serbest seçimlerle gelen iktidarların karar ve uygulamalarının bağımsız yargı tarafından denetlenmesi esastır. Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığının olmadığı ülkelerde çağdaş demokrasilerden söz edilemez. Yönetimde şeffaflığı ilke edinen çağdaş devletler, vatandaşlarına düşüncelerini özgürce açıklayabilecekleri sendikalar, mesleki kuruluşlar, dernek ve benzeri örgütlenmelerle demokratik karar mekanizmalarına katılabilecekleri bir ortamı sağlar. Maalesef, geldiğimiz aşamada tek adam rejiminin hâkim olduğu ülkemizde bu koşullar yoktur. Çoğulcu demokrasiler, bağımsız ve çoğulcu medyayı, uzlaşma ve hoşgörüyü esas alır. Maalesef OHAL koşullarında, ülkenin demir yumrukla yönetildiği bu şartlarda hele demokratik seçimden bahsetmek hiç mümkün değildir.

Bir ülkede demokrasinin temel işlevinden biri de halk iradesinin, yurttaş iradesinin engellenmeden yönetim şemasına etkin ve aktif bir biçimde dâhil olabilmesidir ve böylece, azınlıkta olan fikirlerin dahi dillendirilebileceği ve azınlıkta olan toplumsal kesimlerin temsil edilebileceği imkânların yaratılması gerekmektedir. Elbette, bunun sağlanabilmesi için, seçim barajı gibi Türkiye'de demokrasinin gelişmesi önünde kangrenleşmiş bir engele dönüşen mekanizmaların da lağvedilmesi gerekirdi. Türkiye'de yüzde 10'luk ülke geneli seçim barajı uygulaması 1980 darbesi sonrası yasalaştırılmıştır. Her ne kadar yönetimde istikrar gerekçesiyle sunulsa da seçim barajının, muhalif siyasal hareketlerin ve partilerin Parlamentoda temsil edilmelerini engellemek için uygulamaya konulduğu bilinmektedir. Yüzde 10'luk seçim barajının uygulamaya konulduğu tarihten bugüne kadarki tüm siyasal iktidarlar ve partilerin tamamı bu yüzde 10'luk baraja dört elle sarılmışlardır; AKP-MHP ittifakı da buna dört elle sarılmaya devam etmektedir.

Diğer bir sorun ise siyasi partilerin seçime katılabilme yeterliği meselesidir. Seçim mevzuatında hâlâ yürürlükte olan problem ve problem oluşturmaya devam eden ve en az seçim barajı kadar çoğulcu demokratik bir yönetişimin zeminini baltalayan bir diğer meseleyse siyasi partilerin seçimlere katılabilme yeterliliğine ilişkin iptidai düzenlemelerdir. Türkiye'de siyasi partilerin milletvekili genel ve ara seçimlerine ve belediye başkanlığı ile belediye meclisi, il genel meclisi üyelikleri genel ve ara seçimlerine katılabilmeleri için illerin en az yarısında, oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş ve büyük kongrelerini yapmış olmaları veya Türkiye Büyük Millet Meclisinde gruplarının bulunması şartı aranmaktadır. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere bir siyasi partinin seçime katılabilme hakkı kazanabilmesi için 81 ilin en az yarısından fazlasında örgütlenme zorunluluğu bulunmaktadır. Bu panik seçim kararının, birçok partinin seçime katılmasını engelleme saikiyle alındığı açıktır ve alenidir, bunu bütün kamuoyu çok net bilmektedir.

Eş başkanlık ve parti içi demokrasi sorunları ile il ve ilçe teşkilatları düzeyinde eş genel başkanlık yasal güvenceye kavuşturulmamış, verdiğimiz önergeler komisyonlarca veya Genel Kurulda reddedilmiştir. Dolayısıyla seçim mevzuatında çeşitli değişiklikler öngören uyum yasaları, parti içi demokrasi, kadınların aktif siyasete katılımı gibi, örneğin eş başkanlık uygulaması sadece parti genel başkanlığı düzeyinde yasal bir güvenceye sahip olup partilerin ilçe başkanlıkları düzeyinde uygulamaları hâlen yasal bir güvenceye kavuşturulmamıştır. Yine, siyasi partilerde kadın-erkek fırsat eşitliğini en üst düzeyde sağlayabilecek düzenlemeler yapmadan telaş, korku ve panikle alınmış bu seçim kararıyla karşı karşıyayız.

Değerli komisyon üyeleri, bu teklif, iki siyasi partinin iktidarda kalma ve barajı aşma hesabıyla hazırlanmış bir antidemokratik seçim mühendisliği diyebileceğimiz bir önergedir. 7 Haziran seçimlerinden sonra yükselişe geçen AKP-MHP ortaklığının geldiği doruk noktadır bu seçim kararı. Kapalı kapılar ardında hazırlanan toplumun farklı kesimlerinden ve Parlamentonun diğer partilerinden gelen teklif ve önerileri dikkate almayan AKP-MHP koalisyonu ülke çıkarları ve demokrasinin temel ilkelerini bir tarafa bırakarak salt kendi çıkarlarına hizmet edecek bir seçim kararı almıştır. Bu teklifin ne Türkiye halklarına yararına ne de evrensel demokrasi ve hukuk normlarına uygun olduğu söylenebilir. Bu teklifini iki siyasi partinin seçimlerde gerek iktidarda kalabilme gerekse baraj altında kalmamak gibi kaygılarla diğer siyasi partilerle ortaklaşmadan, müzakere etmeden, herhangi bir uzlaşı aramaya gerek görmeden Türkiye Büyük Millet Meclisine sundukları antidemokratik siyaset mühendisliği olarak adlandırabiliriz. Bu, antidemokratik bir tekliftir açıkça.

7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yükselişe geçen ve bu teklifle doruk noktasına ulaşan AKP-MHP ortaklığı yapılan siyasetin her aşamasında salt kendi çıkarlarını gözetmektedir. Erken seçim kararının kapalı kapılar ardında hazırlandığı, iktidar çoğunluğuna dayanarak toplumun farklı kesimlerinin yükselen öneri ve teklifler dikkate alınmadan, komisyon aşamasının dahi hızla tamamlanacağı, bu bağlamdaki panik, korku ve endişenin ifadesi olan bu önergenin demokratik anlayış, kültür ve uzlaşıdan uzak olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu yüzden, AKP-MHP ortak imzasıyla sunulan teklifin ne Türkiye halklarının yararına ne de demokrasi ve evrensel hukuk normlarına uygun olduğu söylenebilir.

7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri sonrası HDP'ye yönelim, siyasi operasyonlar, kriminalize etme, dokunulmazlıklar, tutuklamalar, vekilliklerin düşürülmesi ve tasfiye süreçleriyle karşı karşıya kaldık ve hâlâ devam etmektedir. Bildiğiniz gibi, 26'ncı Dönem Parlamentosunun tam da son günlerinde ve milletvekilliği sürecinin tam da doğal süreci içerisinde biteceği bir dönemde AKP'nin bugün iki milletvekilimizin milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin kararı okumalarının bile çok küçük siyasal hesapların bir ürünü, ifadesi olduğu açıktır.

7 Haziran seçimlerinde 6 milyon seçmenin desteğini alan, yüzde 13,1 gibi büyük bir oy oranına ulaşan, böylelikle AKP'nin tek başına iktidar olma hayallerini suya düşüren Halkların Demokratik Partisine yönelik siyasi soykırım operasyonları başlatılmış; 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan 12 Eylül rejiminden kalan seçim barajı için "Biz getirmedik ki biz kaldıralım." beyanıyla darbe rejiminin ürünü olan yüzde 10'luk seçim barajına sahip çıkmış ve yine "Tek başına iktidar olmaz isek ülke kaosa sürüklenir." mesajları verilerek "Baraj olmasa Türkiye koalisyonlar ülkesi olur." benzeri söylemlerle seçmen iradesi baskılanmaya çalışılmış; Cumhurbaşkanı Erdoğan "Ben parti kapatılması olayını doğru bulmuyorum fakat bu partinin yöneticilerinin bu işin bedelini ödemeleri gerekir fert fert, birey birey. Anayasa'nın 14'üncü maddesi çok şeyler sağlıyor. Eğer o yeterli değilse dokunulmazlık zırhından bunları sıyırmak suretiyle, şu açıklamaları yapanlar, terör örgütünü kendi arkasında gösterenler, 'Sırtımızı şuraya buraya dayıyoruz.' diyenler bu ifadelerin bedelini ödemelidirler." beyanında bulunmuştur. Bu beyanlar yargı tarafından bir talimat olarak algılanmıştır. Bu beyan sonrasında aralarında eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, MYK ve parti meclisi üyelerimiz, belediye eş başkanlarımız, belediye ve il meclis üyelerimiz, il ve ilçe yöneticilerimiz ve çok sayıda üyemizin yer aldığı 11.631 kişi gözaltına alınmış, bunların 3.383'ü tutuklanmıştır. HDP'ye yönelik bu operasyonlar aralıksız bir şekilde sürdürülmektedir. İktidar partisine yakın köşe yazarlarının ifade ettiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan, HDP'ye 7 Haziran sonuçları üzerinden ceza kesmiştir. 6 milyon seçmenin iradesini temsil eden, Meclisin 3'üncü büyük partisi büyük bir medya ambargosuyla susturulmaya, siyasi operasyonlarla faaliyetlerini yürütemez bir duruma getirilmeye çalışılmıştır.

20 Mayıs 2016 tarihinde, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun da ifade ettiği üzere, Anayasa'ya aykırı bir şekilde dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ardından 4 Kasım 2016'da aralarında Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş'ın ve Figen Yüksekdağ'ın da bulunduğu 12 HDP'li milletvekili birbirinden farklı dosyalar ve farklı cumhuriyet savcılıklarınca haklarında yürütülen soruşturma olmasına rağmen, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şekilde tek bir merkezden kontrol edildiği, öncesinde hangi cezaevlerine nasıl bir şekilde aktarılacaklarının dahi planlanıp hazırlıklarının tamamlandığı eş zamanlı bir operasyonla gözaltına alınıp tutuklanmışlardır. Bu süreçte aynı zamanda yandaş ve ana akım tüm medya organlarının aynı manşetle haber yapması, Halkların Demokratik Partisine yönelik oluşturulmak istenen algıyı, bu operasyonun açık bir şekilde siyasi bir operasyon olduğunu kanıtlar niteliktedir. 2007'den 24 Aralık 2015 tarihine kadar 182 olan fezleke sayısı, 20 Mayıs 2016 tarihinde 510'a ulaşmıştır.

HDP'ye yönelik siyasi operasyonun bir başka boyutu da çok sayıda HDP'li milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin hukuka aykırı bir şekilde düşürülmesidir. Şu an Parlamentonun 3'üncü büyük partisinin 9 milletvekili cezaevinde olup aralarında 4 tutuklu milletvekilinin bulunduğu 11 milletvekilinin ise Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği düşürülmüş durumdadır. Erken seçim teklifini görüştüğümüz bugün, daha üç saat önce Milletvekillerimiz Osman Baydemir ve Selma Irmak'ın vekillikleri düşürüldü. Meclisin seçim kararı alacağı ve kapanacağı bu son günde alelacele 2 vekilimizin vekilliklerinin düşürülmesi hangi telaşın, korkunun, endişenin ya da hangi küçük siyasi hesabın sonucudur? Siyaset, demokratik yarış ve rekabetin etik birtakım kuralları vardır. AKP'nin kural ve etik tanımazlığının tipik bir örneğini üç saat önce bir kez daha yaşadık ve tanık olduk.

Halkın iradesi, iktidarın müdahalesi sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında eksik temsil edildi. Bu bağlamda, öncelikli olarak çıkartılan tüm yasa, teklif ve tasarıların üzerinde yürütülen görüşmeler eksik bir iradeyle gerçekleşti. Bu bağlamda, 4 Kasım 2016 tarihinden bugüne Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yürütülen çalışmaların tamamının bizler açısından meşruluğu tartışmalıdır. Benzer şekilde, önümüzde duran bu teklifin de meşruluğu, Parlamentonun iradesi eksik olduğu için tartışmalıdır. Bu teklifin Meclise sunulduğu atmosferde sadece HDP'ye yönelik baskı politikaları uygulanmıyor, AKP-MHP blokunun karşısında olan siyasal ve toplumsal alandaki tüm kişi, kurum ve kuruluşlar büyük bir baskı altındadır.

Tüm eleştiri ve görüşlerimiz ışığında, erken seçime Halkların Demokratik Partisi olarak şartlar ve koşullar ne olursa olsun, tüm antidemokratik uygulama ve yöntemlere rağmen, halklarımızın sağduyusu ve iradesine olan inanç ve güvenimizle AKP-MHP koalisyonunun panik, korku ve endişeyle halklarımızın önüne koyduğu erken seçime hazır olduğumuzu ve büyük bir zaferle çıkacağımızı ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.